Bu sayfayı yazdır

Avrupa Birliği’nde “Truva Atı”

Yazan  25 Mart 2016

23 Haziran 2016 tarihinde Birleşik Krallık vatandaşları ülkelerinin Avrupa Birliği’nde kalmasına ya da Birlik’ten ayrılmasına karar vermek amacıyla sandık başına gidecek. Referandum kararını açıklayan Başbakan Cameron, hükümetinin tercihinin Avrupa Birliği içinde kalmak olduğunu belirtmesine rağmen, Birliğin Britanya’nın yararına olmayan kısımlarının dışında kalacaklarını, “daha sıkı bir Birliğin”, “Avrupa süper devletinin” asla bir parçası olmayacaklarını ifade etmiştir.[1] Cameron Hükümeti’nin Birlik içinde kalmayı tercih ediyor olmasına rağmen, “Avrupa süper devletinin” bir parçası olmayı asla istememesi, Londra’nın Avrupa entegrasyonunun daha da derinleşmesinden kaygılanmakta olduğunun net işaretidir.   

Avrupa entegrasyon tarihi, üye devletlerde Avrupa Birliği’ni konu olan çok sayıda referanduma şahitlik etmiştir. Gerçekleştirilen bu referandumlar Birliğe katılmaya ya da kurucu antlaşmalarda değişiklik yapan antlaşmaları onaylamaya yönelik olduğundan, Birleşik Krallık’ta gerçekleştirilecek bu referandum entegrasyon tarihinde bir ilk olacaktır.  Buna 1975 yılında Birleşik Krallık’ta Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üyeliğinin sürdürülüp, sürdürülmemesi üzerine bir referandum gerçekleştirildiği ve bu referandumda Britanyalıların çoğunluğunun Avrupa Ekonomik Topluluğu’nda kalma yönünde tercihte bulunduğu belirtilerek itiraz edilebilir. Ancak 1975 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan ayrılmak Avrupa hukuku açısından mümkün değildi oysa şimdi mümkün. Zira Avrupa Kömür Çelik Antlaşması’nı kuran Paris Antlaşması hariç, Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nu kuran Roma Antlaşmaları sınırsız süreli antlaşmalar olarak akdedilmiş, tarafların adı geçen antlaşmalar ile kurulan Topluluklardan ayrılmasına imkân veren düzenlemeler içermemiştir. Bir üye devletin Topluluklardan ayrılmasının Topluluk hukuku aracılığıyla mümkün kılınmaması, “kalmak istemeyen hiçbir devleti zorla Topluluk içinde tutamazsınız” argümanında olduğu gibi sıklıkla eleştirilmiştir.  1975 yılında Birleşik Krallık referandumundan Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan ayrılma kararı çıkmış olsaydı, Topluluk hukuku bu ayrılmanın önünde engel oluşturacak, belki de kurucu antlaşmalarda değişiklik yapılması gibi hiç de kolay olmayan bir süreç ile ayrılmaya imkân veren düzenlemeler yapılmaya çalışılacak, bu yönde düzenlemelerin yapılmasında başarılı olunamadığı takdirde ise belki de Avrupa hukuku ile uluslararası anlaşmalar hukuku karşı karşıya gelecekti. 2016 referandumu ise, referandum sonucundan Birlik’ten ayrılma kararı çıktığı takdirde, siyaseten olmasa bile Avrupa Birliği hukuku açısından sorun çıkarmayacak. Zira 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması, Birlik’ten ayrılmak isteyen üye devlete ayrılma yolunu açmaktadır. Dolayısıyla Avrupa Birliği hukuku açısından Birleşik Krallık’taki 2016 referandumu bir ilk olacaktır.  

Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılma referandumu beklenmedik bir gelişme değildir. Birleşik Krallık ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilere tarihsel bir bakış ve Birleşik Krallık’ın Birlik içindeki pozisyonu, ayrılma referandumunun gerçekleştirilmesini şaşılacak bir durum olmaktan çıkarmaktadır. Avrupa entegrasyon hareketinin ucundan bir zahmet tutan Birleşik Krallık, Birlik içinde kendisine en çok “opt-out”  imkanının, yani Birlik hukukunun dışında kalma hakkının tanındığı devlettir. Birleşik Krallık Parasal Birliğin, Schengen alanının dışındadır; Lizbon Antlaşması’na eklenen Temel Haklar Şartı’nda “opt-out”u vardır.[2] Britanyalı müzakereciler adeta  “opt-out” elde etme sanatının ustaları olmuşlardır.[3] Kendisini entegrasyon hareketinin mümkün olduğu nispette dışarıda tutmaya çalışan Birleşik Krallık’ın bu tavrı, sadece kendini dışarıda tutmak değil, aynı zamanda entegrasyon yanlısı olan devletlerin girişimlerine de sekte vurmak olarak okunduğunda, Britanya’ya yakıştırılan sıfat “Truva Atı” olmaktadır.

Britanya’nın Birlik içindeki “Truva Atı” rolü,  özellikle Avro alanı borç krizinde daha  görünür hale gelmiştir. Borç krizi ile mücadele sürecinde üye devletlerde mali disiplini güçlendirmeyi amaçlayan Mali Antlaşma’ya imza atmayan Birleşik Krallık, bu antlaşmanın Birlik hukuki çerçevesi içinde yer almasına engel olmuştur. Ayrıca “Arap Baharı” ile iç çatışmaya sürüklenen Suriye’den kaçan yüz binlerce kişinin Avrupa kapılarına dayanması ile başlayan mülteci krizinde de, Birleşik Krallık ortak bir çözüm üretme girişimlerine mesafeli yaklaşmıştır. Mülteci krizi karşısında Birlik üyelerinin dayanışma ruhu içinde sorumluluğu paylaşmaları adına Almanya’nın yaptığı ve Avrupa Komisyonu’nun da desteklediği,  üye devletlerin milli gelir ve işsizlik oranları gibi veriler dikkate alınarak belirlenecek zorunlu kota uygulamasına geçilmesi önerisini Birleşik Krallık benimsememiştir. Bu öneriyi benimsemeyen tek üye devlet Birleşik Krallık olmasa bile, Birleşik Krallık hükümetinin bu tavrı sorunlara ortak çözüm üretme gayretindeki Avrupa Birliği’nden kendini dışlama geleneğinin bir uzantısı olarak okunabilir.

Birleşik Krallık Avrupa Birliği içinde “Truva Atı” olarak tanımlanırken, kimi çevreler daha ileri giderek Birleşik Krallık’ı “Amerika’nın Truva Atı” olarak tanımlamaktadır. Böyle bir tanımlamanın arkasında, ABD’nin parçalanmış bir Avrupa istemediği, ancak kendisine rakip olacak güçlü bir Avrupa da istemediği, güçlü bir Avrupa’ya giden yola taşlar döşemek adına Birleşik Krallık’ı kullanmakta olduğu iddiası yer almaktadır. ABD, ne de olsa, Avrupa Birliği de dahil hiçbir aktörün küresel liderliğine başkaldırmasını kabul etmeyecektir.

Özellikle Londra’nın Birliğin genişleme politikasına verdiği destek, genişlemenin derinleşmeye sekte vuracağı görüşünde olanlar için eleştiri oklarının hedefi olmuş, Londra’nın entegrasyon hareketini güçleştirmek için genişleme politikasına destek verdiği yönünde yorumlar olmuştur. ABD’nin  Avrupa Birliği’nin genişleme politikasına destek veriyor olması da,  bu desteğin entegrasyon hareketini sulandırmaya yönelik olduğu şeklinde okunmaktadır.  

2007 yılında Britanya Dışişleri Bakanı Miliband’ın verdiği bir röportajda, Londra-Washington arasında “özel ilişkilere” atıf yapması,[4] ABD Başkanı Obama’nın da, konu Birleşik Krallık olduğunda “özel ve esaslı ilişki” kavramını kullanması[5] gibi örnekler, bu “özel ilişkinin” Birliğe yönelik hedeflerinin ve Birliğe etkilerinin neler olduğu sorularını akla getirmektedir.  Henry Kissinger “Birleşik Krallık, ABD ile olan ilişkisini tehlikeye sokabilecek herhangi bir girişime karşı her zaman tedbirli davranarak, buna (Avrupa birleşimine) gönülsüzce razı oldu”  demektedir;[6] bu, uzman bir ağızdan  “özel ilişkinin”  Birleşik Krallık açısından ABD’nin Avrupa Birliği’nden daha öncelikli olması anlamına geldiğinin açıklanmasıdır.  

 Birleşik Krallık Avrupa Birliği içinde  “Truva Atı” mıdır? Avrupa entagrasyonu açısından bakarsak, entegrasyon Birleşik Krallık’a rağmen ilerlemiştir ve ilerlemeye devam etmektedir. Birleşik Krallık’ın üyeliğini müteakip defalarca kurucu antlaşmalarda değişiklik yapılmış, bu değişiklikler ile entegrasyon adım adım ilerlemiş, kısaca Birleşik Krallık kendisine sağlanan “opt-out” uygulamaları sayesinde entegrasyonun ilerlemesine engel olmamış ya da olamamıştır.  Avro alanındaki borç krizinde de Birleşik Krallık bir Mali Antlaşma’nın akdedilmesine karşı direnmiştir; neticede antlaşma Birlik hukuki çerçevesi dışında da olsa akdedilmiştir. Genişleme politikasının derinleşme politikasını sekteye uğratacağı yönündeki önermenin doğruluğu da hala tartışmalıdır. Zira Anayasal Antlaşma yeni değil, iki kurucu üye olan Fransa ve Hollanda nedeniyle onaylanamamıştır; genişlemiş bir Avrupa’da Lizbon Antlaşması imzalanmış ve yürürlüğe girebilmiştir. Neticede, Birleşik Krallık’ın genişlemeyi destekleme politikası ile derinleşmeyi sekteye uğratmak istediyse bile –şimdilik- bunu başaramamıştır. Kısaca Birleşik Krallık Avrupa Birliği içinde “Truva Atı” ise,  günümüz itibarıyla pek etkili olmadığı söylenebilir.

Birleşik Krallık’ın Birlik içinde ABD’nin “Truva Atı” olduğuna dair iddiaya gelince, iki devletin politikaları arasındaki benzerlik, dış politika hedeflerinin aynı olması birinin diğerinin “Truva Atı” olarak tanımlanması için yeterli değildir. Bu iddianın kanıtlanabilmesi için, Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği içinde kendi ulusal çıkarlarına rağmen ABD’nin sözcülüğünü yapıp yapmadığının kapsamlı olarak araştırılması, analiz edilmesi gerekir. Ancak “Truva Atı” kavramı ile kastedilen Londra’nın önceliğinin Birliğin diğer üyeleri ile ilişkileri ve Birliğin entegrasyon meselesi olmadığı, ABD ile ilişkilerinin korunması ve güçlendirilmesi olduğu kastediliyor ise, -bu durum doğrudan Lonra’nın Birlik içinde ABD’nin sözcülüğünü yaptığı anlamına gelmez- Londra bu nitelendirmeyi hak ediyor görüntüsü vermektedir; Henry Kissinger’ın dediği gibi, “Amerika Birleşik Devletleri ile dostluk, İkinci, hatta Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiliz dış politikasının merkezi teması olmuştur.”[7]

ABD Başkanı Obama ise Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği içinde kalması yönünde görüşünü açıklamış ve Birleşik Krallık’ın Birliğe üyeliğinin Trans-Atlantik ilişkilere güç kattığını ifade etmiştir.[8] Obama’nın bu açıklaması Britanya’da bazı çevrelerce Obama’nın Britanya’nın içişlerine karışması olarak okunurken, Britanyalı siyasetçiler arasında Obama’ya sert tepki gösterenler, Obama’nın Britanya’nın değil ABD’nin çıkarını ifade ettiğinin altını çizmiştir. Obama’nın bu açıklamasını, Birleşik Krallık’ı etkileyecek, Avrupa Birliği’ni dönüştürecek, Trans-Atlantik ilişkileri yeniden şekillendirecek, ABD açısından ekonomik, politik ve askeri yansımaları olacak bir karar üzerinde sessiz kalamayacağı argümanı ile desteklenirken[9], bu tür argümanların Birleşik Krallık’ın Avrupa’da “Truva Atı” olduğu yönündeki savları da güçlendirici nitelikte olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Diğer taraftan, Amerika’da, Obama yönetiminin Birleşik Krallık’ın Birlik’ten ayrılma referandumu konusunda görüş/ tercih bildirmemesi gerektiği, referandumun sonucu ne olursa olsun, Britanya Birlik’ten çıksa bile,  ABD ile Birleşik Krallık arasındaki “özel ilişkilerin” sürdürüleceğinin ifade edilmesinin daha uygun olacağı, hatta ABD’nin Avrupa entegrasyonunu destekleme politikasının Soğuk Savaş koşullarında oluştuğu ve Soğuk Savaş da sona erdiğine göre ABD’nin Avrupa entegrasyonunu destekleme politikasını gözden geçirmesi gerektiği yönünde savlar da dikkat çekmektedir.[10] Bu tür savlar, geçmişte Birleşik Krallık Avrupa’da “Truva Atı” olmuş olsa bile, ABD’nin Avrupa’da artık bir “Truva Atı”na ihtiyacı olmadığı şeklinde bir yoruma da yol açabilecek niteliktedir. 

Neticede Birleşik Krallık’ın Birlik içinde “Truva Atı” olup olmadığı hususu tartışmaya açıktır; ancak Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden çıkmasının hem kendisini hem de Avrupa entegrasyon hareketini olumsuz etkileyeceği kesindir.

Birleşik Krallık açısından olumsuz etkisi, Avrupa entegrasyon hareketine İngilizlerden daha bağlı oldukları bilinen İskoçların, Britanya’nın Avrupa Birliği’nden ayrılışını gerekçe göstererek Birleşik Krallık’tan ayrılma taleplerini tekrar gündeme getirmeleri olacaktır.Bilindiği gibi 2013 yılında İskoçya’da gerçekleştirilen Birleşik Krallık’tan ayrılma referandumu sonucunda “ayrılmaya hayır” kararı çıksa da, bu karar İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan ayrılma tartışmalarını sonlandırmamıştı. Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden olası bir ayrılışı, İskoçya’nın da Birleşik Krallık’tan ayrılışını kuvvetle muhtemel tetikleyecektir. Bu durum Birliğe de yansıma etkisi gösterecektir. İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan olası bir ayrılışı, tarihsel süreç, özel koşullar, anayasal yapı gibi çok çeşitli unsurlardaki farklılıklar dikkate alınmaksızın Avrupa Birliği’ne üye diğer devletlerdeki ayrılıkçı hareketleri güçlendirme riski taşımaktadır ki; bu durumda Birlik ulus-üstü düzeyde entegrasyonu daha da derinleştirmeye çalışırken, ulus-altı unsurların başkaldırısı gibi hem üye devletlerin ulusal birliklerine hem de ulus üstü kazanımlara yönelik tehditlerle mücadele etmek zorunda kalacaktır.

Birleşik Krallık’ta gerçekleştirilecek referandumun sonucu ne olursa olsun, referandumun gerçekleştirilecek olması bile Avrupa entegrasyon hareketine şüpheyle bakan, hatta bazı durumlarda sanki Birliğe zoraki sokulmuş tavrı sergileyen diğer üye devlet siyasetçilerini harekete geçirme riski taşımaktadır. “Bir dizi ayrılma referandumu”  ihtimali elbette federalistleri ve federalist olmasa bile entegrasyon yanlılarını oldukça kaygılandıracak bir durumdur. Üstelik Lizbon Antlaşması ile ayrılmayı hukuken mümkün kılan madde ile bu maddeyi uygulamaya döken Birleşik Krallık, Avrupa Birliği’nden gerçekten ayrılmak istememesine rağmen Birlik içinde pazarlık güçlerini artırmak isteyen devletleri “ayrılma kartını” oynamaya teşvik etmektedir. Ayrıca “ayrılma kartını”  oynayamayacak kadar ekonomik ve siyaseten “küçük” üye devletler de gruplaşarak bu kartı oynamaya kalkabilirler.

Birliğe üye diğer devletler, Birleşik Krallık örneğini uygulamak suretiyle,  “ayrılma kartını” oynamayı sürdürdüğü müddetçe, zaten gerçekleşmesi zor görünen “Avrupa süper devleti”nin oluşumu da bir hayal olarak kalacak; Birlik “devletlerin Avrupası” olarak kalmaya mahkûm olacaktır.  Dolayısıyla, “Amerika’nın çıkarının, Avrupa’nın ulusal devletlere bölünmesinde yattığını, böylece Avrupa içindeki rekabetleri sömürerek, Amerika’nın egemenlik sağlama becerisinin artacağını savun(makta)[11] olan ve ABD için en büyük tehdidin Brüksel’in artan yetkileri olduğunu ileri süren çevreler açısından, Birleşik Krallık sadece Birlik’ten ayrılmayı gündeme getirmek suretiyle bile “Truva Atı” rolünü üstlenmiş olacaktır. 

Belki de, Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle, Birleşik Krallık’ı Amerika’nın Avrupa’daki “Truva Atı” olarak görmekte[12] gerçekten haklıydı.



[1]Brexit: British PM tells Parliament UK can have 'best of both worlds' in EU,http://edition.cnn.com/2016/02/22/europe/britain-boris-johnson-eu-brexit/, 23 Şubat 2016

[2]Nicolai von Ondarza, The size of the British opt-outs, http://euanalytics.ideasoneurope.eu/2013/08/14/the-size-of-the-british-opt-outs/, 14 Ağustos 2013

[3]  Benoit Roussel, The United Kingdom – does it belong in the EU ?, http://www.theeuros.eu/The-United-Kingdom-does-it-belong,1423.html?lang=fr, 2008

[4]Valeriy Kulikov, England-Washington’s “Trojan Horse” in the EU, http://journal-neo.org, 2016

[5]British foreign policy drift threatens US special relationship,http://news.yahoo.com/british-foreign-policy-drift-threatens-us-special-relationship-032322248.html, 8 Mayıs 2015

[6]Henry Kissinger, Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var Mı?”, ODTÜ Yayınları, Ankara, 2002.

[7]A.g.e.

[8]Obama urges UK to stay in European Union, http://www.bbc.com/news/uk-politics-33647154, 24 Temmuz 2015

[9]Tim Oliver, Brexit is an issue President Obama has every right to be concerned about, http://eprints.lse.ac.uk/63116/1/blogs.lse.ac.uk-Brexit%20is%20an%20issue%20President%20Obama%20has%20every%20right%20to%20be%20concerned%20about.pdf, 24 Temmuz 2015

[10]Ted R. Bromund, Ten Reasons to Rethink U.S. Support for British Membership of the European Union,http://www.heritage.org/research/reports/2015/09/ten-reasons-to-rethink-us-support-for-british-membership-of-the-european-union, 29 Eylül 2015 ve Brexit won't sour U.K-U.S relations. Quite the contrary, http://www.thecommentator.com/article/6176/brexit_won_t_sour_u_k_u_s_relations_quite_the_contrary, 16 Aralık 2015

[11]Henry Kissinger, Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var Mı?”,

Doç. Dr. Dilek Yiğit

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı