< < AİHM’den Darbe Gibi Karar
 Bu sayfayı yazdır

AİHM’den Darbe Gibi Karar

Yazan  12 Mayıs 2014

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi rekor düzeyde bir tazminata mahkum etti.  12 Mayıs 2014’de saat 16:00’da açıklanan karara göre Türkiye’nin ödemekle yükümlü tutulduğu tazminat miktarı 90 milyon Euro. Karar, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle yargılandığı ve suçlu bulunduğu cezanın daha önce ertelenen tazminat hükmü ile ilgili. Bu kararla Türkiye, Fransa-Strasbourg’daki mahkeme tarafından devletlerarası bir davada ilk defa tazminat ödemekle cezalandırılmış oldu. Türkiye’nin bugüne dek ödemekle yükümlü tutulduğu en yüksek tazminat cezası ise 2009’da mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin olan 13 milyon Euro idi. Dolayısıyla bugün açıklanan karar bugüne dek verilmiş en yüksek tazminat cezası olma özelliğini de taşıyor.

Dava süreci, 22 Kasım 1994’de Rum Yönetimi’nin yaptığı devlet başvurusuyla başlamıştı. Dava gerekçesi, Türkiye’nin Temmuz ve Ağutos 1974′te adaya yaptığı müdahaleler sonrası ortaya çıkan durumdu. Buna göre 1974'deki harekattan sonra 1.491 Rum kaybolmuş, 211 Rum da yerinden edilmişti.  AİHM, 1996’da davayı kabul etmiş ve 10 Mayıs 2001’de karara bağlamıştı. Kararda Rum tezleri haklı bulunmuş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11 değişik maddesinin 14 noktada ihlal edildiğine hükmedilmişti. AİHM kararın maddi ve manevi tazminata ilişkin bölümünü ise ileri bir tarihe ertelemişti. Rum Yönetimi, kararın tazminat ile ilgili kısmı için 2011’de yeniden AİHM’e başvurdu; bugün açıklanan 90 milyon Euro’luk tazminat hükmü de davanın son aşamasını oluşturuyor.

Rum Yöntemi daha önce 1974, 1975 ve 1977 yıllarında da Türkiye’ye karşı üç devletlerarası dava açmış ancak ara kararlar alınsa da tazminata hükmedilmeden sonuçlanmıştı. 2011’de hükme bağlanan son davada ise Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Yaşam hakkını düzenleyen 2′inci maddesini; işkence yasağını düzenleyen 3′üncü maddesini; kişi güvenliği ve özgürlüğünü düzenleyen 5′inci maddesini; adil yargılanma hakkını düzenleyen 6′ıncı maddesini; özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını düzenleyen 8′inci maddesini; din, vicdan ve inanç özgürlüğünü düzenleyen 9′uncu maddesini; ifade özgürlüğünü düzenleyen 10′uncu maddesini; etkili başvuru hakkını düzenleyen 13′üncü maddesini; Sözleşme’nin mülkiyet hakkını düzenleyen 1 Nolu Ek Protokolü’nün 1′inci maddesini ihlal ettiği hükmü karara yansıdı.

Kararın 12 Mayıs 2014'de açıklanan adli tazmin kısmına göre ise tazminatın 30 milyon Eurosu Barış Harekatı sonrasında kaybolanların ailelerine; 60 milyon Eurosu ise Karpaz'da kalan Rumlara verilecek. Karara göre Karpaz Yarımadası'nda "mahsur kalan" Rumların uğradıkları manevi zararın karşılanması için davalı devletin, davacı devlete üç ay içinde 60 milyon Euro ödemesi gerekiyor. Son ödeme tarihinden itibaren bu miktara Avrupa Merkez Bankası'nın borç verme faizi uygulanacaktır. 60 milyon Euro, "kurban ailelerine" 18 ay içerisinde davacı hükümet tarafından Bakanlar Kurulu gözetiminde dağıtılacaktır. Aynı şekilde 30 milyon Euroluk kısım içinde üç aylık ödeme süresine hükmedilmiş, son ödeme tarihinden itibaren ödenecek kısım için Avrupa Merkez Bankası'nın borç verme faizinin işletileceğine ve ödeme yapılınca 18 ay içerisinde davacı hükümetin Bakanlar Kurulu gözetiminde "kurban ailelerine" dağıtılmasına karar verilmiştir. 

AİHM’nin 2001 kararının tazminatla ilgili kısmını açıklamak için seçtiği zaman ise “manidar” görünüyor. Kararın devam etmekte olan müzakere sürecini doğrudan etkileyeceğine hiçbir şüphe bulunmamalıdır. Ancak daha önemlisi, bugüne dek 1958-1974 yılları arasında öldürülen Türklerle ilgili Kıbrıs Rum Yönetimi’ne karşı neden dava açılmadığı sorusudur. Öte yandan bırakalım Türkiye’yi uluslararası davalarda savunanların yeni bir dava dosyası oluşturma zahmetine girmesini, Yunanistan mahkemeleri tarafından verilmiş çok çarpıcı kararların bu ve benzeri davalarda karşı delil olarak kullanılması gerekmez miydi?

1963’de “Ada’yı Türklerden temizlemek için” (20 bin asker); Ocak 1974’de Makariosu’u devirmek ve adayı Yunanistan’a bağlamak için Yunanistan’dan Kıbrıs’a gönderilen askerlerin hizmetlerinin karşılığını almak üzere Atina’da açtıkları davayı 1998’de kazanmaları ve mahkemenin Yunanistan hükümetini askerlerin her birine 100 biner Euro ödemeye mahkum ettiği; Atina Temyiz Mahkemesi’nin de Yunan Hükümeti’nin bu mahkumiyetini 2002’de onayladığı acaba AİHM davası görülürken Türkiye adına savunma yapılanlarca dile getirilmiş midir? Sadece 1998 tarihli bu dava ve Atina Temyiz Mahkemesi’nin 2002 tarihli onama kararı dahi Türkiye’nin Kıbrıs mevzusundaki konumuna makul bir açıklama değil midir? Yunanistan mahkemelerinin aldığı bu karar, delil dosyaları ile birlikte Yunanistan ve Rum Yönetimi aleyhine hayatını kaybeden Türklerin haklarını aramak için dava açılmasına yeterlidir, ancak yapılmamıştır.

Daha eski tarihli olduğu için herkesin bildiğini kabul ettiğimiz ancak anlaşılan bilinmeyen 21 Mart 1979 tarihli(2658/79 karar sayılı) kararında da Yunanistan Temyiz Mahkemesi açıkça “Türk ordusunun Kıbrıs’a müdahalesi yasaldır” demektedir.[1] 22 Temmuz 1974’de Güney Kıbrıslıların açtıkları ateş sonucu düşüp parçalanan Yunan Delta nakliye uçağı içinde hayatını kaybeden oğlu için tazminat talebiyle açılan bu davada ilk derece mahkemesi davacıyı davasında haklı bulmuş ve tazminata hükmetmiştir. Ekonomi Bakanlığı temyize gittiğinde Yunan Temyiz Mahkemesi kararı onamakla kalmamış hükmünde şu ifadelere yer vermiştir: “Zürih Anlaşması'nı imzalayan taraflar, Yunanistan, Türkiye ve İngiltere "garantör" devletler olarak, Kıbrıs'ın herhangi bir devlet ile birleşmesini ya da bölünmesini önlemek için "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin güvenliğini garanti altına alıp koruyacaklarına dair taahhütte bulunmuşlardır. 1974 Temmuz ayının ilk haftası içinde Kıbrıs Devlet Başkam Makarios, Ada'da görev yapan bazı subayların, darbe girişimi hazırlığı içinde bulunduklarım ve kendisini öldürmeyi planladıklarını öğrenmiş ve durumu Atina'ya duyurarak, Yunanistan Devlet Başkanı General Gizikis'ten önlem almasını istemiştir. Ancak Atina'daki yönetim, bu talebe resmi bir cevap vereceği ya da önlem alacağı yerde, 15 Temmuz 1974'de, General Yoannidis, Makarios'a karşı, Kıbrıs'taki Yunan Birliğinin Komutanı General Yorgitsis ve General Yanakodimos ile birlikte 102 Yunan subayının da yer aldıkları darbeyi gerçekleştirdi ve Makarios'u öldürmeye teşebbüs etti. Lefkoşa'daki Başkanlık Sarayı ağır silahlarla ateşe tutulmuş, Başkan Makarios bu saldırıdan bir mucize olarak kurtulmuştur. Kıbrıs Anayasası asi Yunan subayları tarafından çiğnendikten sonra, Nikos Samson başa getirildi. Türkiye ise 20 Temmuz 1974'de, yaratılan durum nedeniyle, hukuki hakkını kullanarak Kıbrıs'a müdahalede bulunmuştur."

Görüleceği üzere Yunanistan’ın en üst düzey mahkemesi biri 1979’da diğeri 2002’de olmak üzere –şimdilik bilinen- iki kararında, Türkiye’nin Kıbrıs’taki pozisyonunu bizim AİHM önünde anlatabildiğimizden çok daha net bir şekilde ortaya koymaktadır. Türkiye, 1974’deki Yunan darbesinden sonra 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, EK 1 Garanti Anlaşması’nın 4. Maddesinin tanıdığı hakkı kullanmıştır. Yunanistan’daki bu iki karar hem Türkiye’nin hem Kıbrıslı Türklerin Yunanistan aleyhine dava açmasına olanak tanırken, Türkiye’nin savunulmasında dahi kullanılmaması büyük üzüntü vericidir. Bazen mevzu, Batı’nın Türkiye’yi hedef alması ya da çok kolay harcaması değil aksine Türkiye’yi temsil edenlerin kendilerinin bile inanmadığı davalar için yeterince çalışmamasıdır. İşte zaten gerçek darbe de budur: AİHM Türkiye’yi yüklü bir tazminat yükü ile cezalandırmaktadır ancak AİHM'ni adaletsizlikle suçlayacak kadar savunma yapıp yapmadığımız şüphelidir!

Karar şu adresten okunabilir: http://hudoc.echr.coe.int/sites/eng/Pages/search.aspx#{"itemid":["001-144151"]} 

Gözde Kılıç Yaşın

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı