< < Kıbrıs'ta İç Savaş
 Bu sayfayı yazdır

Kıbrıs'ta İç Savaş

Yazan  04 Ocak 2017

12 Ocak 2017’de Cenevre’de yapılacak Kıbrıs Konferansı’na Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın  katılacağını öğrenmiş bulunuyoruz. Birçok kişi konferanstan iyi sonuçlar çıkacağını düşünüyor. Yıllar süren müzakerelerden sonra nihayet Kıbrıs sorununun çözüleceğine ve Kıbrıs’a barış geleceğine inananlar var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın taviz vermeyeceği ve iyi bir anlaşma ile konferanstan döneceği düşünülüyor.

Diğer taraftan konferans nedeniyle büyük kaygılar içinde olanlar var. Onlara  göre Kıbrıs, Büyük Orta Doğu Projesine (BOP) dahil ülkelerden  biri idi. Proje ülkelerinin tümünde iç savaş çıktı. Şimdi de sıra Kıbrıs’a gelmiş durumda.  

(BOP) projesini inceleyenler proje ülkeleri arasında baharı tadacak ilk ülkenin Kıbrıs olduğunu söylerler. Sözde barış, gerçekte ise iç savaşı yaşayacak ülkelerin başında Kıbrıs geliyordu. Annan Planı bu amaçla yapılmış ve 2004’de referanduma konmuştu. Son anda beklenmedik bir nedenle planın uygulanması önlendi.

Kıbrıs devlet başkanları Sn. Akıncı ile Sn. Anastasiadis arasında varılan anlaşma koşulları Annan planının benzeri ve çok daha kötüsüdür. Bu nedenle yeni anlaşma kaçınılmaz olarak iç savaşa neden olacaktır. Ne yazık ki varılan anlaşma koşullarını Annan Planı gibi Türkiye de desteklemektedir. Daha doğrusu AKP’nin iktidara gelmesinden sonra oluşan Türkiye dış politikası desteklemektedir. Yani AKP ve Sayın Erdoğan, Kıbrıs’taki son gelişmelere ve konferans hazırlıklarına sıcak bakmaktadır. Bu nedenle Kıbrıs’ın karşı karşıya olduğu tehlike büyüktür. Kıbrıs’ın kaderi Allaha kalmıştır.

 

Annan Planı niye kabul edilmedi?

Kıbrıs’ın karşı karşıya bulunduğu tehlikeyi anlamak için öncelikle yanıtlamamız gereken bir soru vardır. Annan planı niye kabul edilmedi? Orta Doğu’da esen bahar rüzgarları, yani sözde barış, gerçekte iç savaş Annan Planı ile Kıbrıs’a gelecekti. Planın kabulünü önleyen  ne oldu?

Gözlem yeteneği olan herkesin görebileceği bir gerçek vardır. Kıbrıs Rum siyasi liderler, 1974 Barış Harekatının yarattığı statükoyu içlerine sindirebilmiş değildirler. 1974 öncesine dönmek ve Kuzey Kıbrıs’a tekrar egemen olmak için her çareye başvurmaktadırlar. Bunun için çok büyük ve etkin algı operasyonları gerçekleştiriyorlar. Hukuk, diplomasi, tanıtım, propaganda ve diğer her alanda büyük mücadele veriyorlar. Böylece savaştaki kayıplarını kazanca dönüştürmeyi ümit ediyorlar. Girit’te olduğu gibi.

Soğuk savaş diyebileceğimiz mücadele yöntemi ile Türkiye’ye uluslararası baskı yapılmasını sağlamaya çalışmaktadırlar. Kıbrıs Türklerini ise algı operasyonları ile aldatarak devletlerinden vazgeçirmeye ve fakir bir azınlık haline gelecek koşulları kabul etmeye zorlamak istiyorlar. Her iki alanda da oldukça başarılı oldukları ve büyük yol kat ettikleri anlaşılıyor.

Rum soğuk savaşı uluslararası güçlerin desteğini de alarak Kıbrıs’ı 1974 öncesine götürecek önemli bir belgenin, Annan Planının hazırlanmasını sağladı. Bu planın Kıbrıs’a barış getirmek amacıyla yapıldığı açıklandı. Halbuki Kıbrıs’a barış 1974 de gelmişti. Kan dökülmesi durmuş, iki halk kendi bölgelerinde güven içinde yaşamaya başlamıştı.

1974 de Kıbrıs’a barış gelmesinin nedeni iki halkın ayrı bölgelerde yaşamaya başlamasıdır. Kuzeydeki Rum halkı savaş nedeniyle Güneye göç etmişti. Güneydeki Türk Halkı ise etnik temizlik saldırıları nedeniyle korku içinde yaşadığı Güneyden kaçarak Türk bölgesine sığınmıştı. Annan Planı iki halkı tekrar karışık yaşatmayı ve yeniden çatışma ortamı yaratmayı öngörüyordu.

Rum siyasi liderler tasarlanan iç savaşla Kıbrıslı Türklerden kurtulacaklarını, hayatta kalanların kaçarak Kıbrıs’ı Rumlara terk edeceğini düşünüyorlardı. Bu olmasa bile adadaki %80 Rum, %20 Türk oranı ve ekonomik dengesizlik nedeniyle Türklerin fakir bir azınlık haline geleceğinden emindiler.  Böylece Rum siyasi liderlerin arzu ettiği hedefe doğru önemli bir adım atılmış olacaktı.

Annan Planı bu denli Rum ideallerine hizmet eden bir plan olmasına rağmen, Rum yöneticiler tarafından reddedildi.  Bunun nedeni Kıbrıs’ta iç savaş çıktıktan sonra Türkiye’nin tekrar müdahale edeceği kaygısı içine girmeleridir. Rum Yönetimi Türkiye’nin garanti hakkı devam ettiği için iç savaş koşullarını güvenli bulmadı ve son anda karşı çıkarak planın kabulünü engelledi.  

Böylece (BOP)  ülkeleri arasında iç savaşı ilk tadacak olan Kıbrıs sona kaldı. Kıbrıs halkı 12 yıl daha barış içinde yaşama fırsatını elde etti. Rum siyasiler bugün değişen koşullarda Türkiye’nin müdahale olasılığı kalmadığını veya müdahalenin çok zor olacağını düşünmektedirler. Mevcut barış ortamının daha fazla devam etmesine ise  asla razı değildirler. Çünkü bunun Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin yasallık kazanmasına yol açacağı kaygısı içindedirler. Bu nedenle Kıbrıs’ı tehlikeli günler beklemektedir. Barış gelecek diye Kıbrıs’a iç savaş gelme olasılığı büyüktür.

 

Kıbrıs ikinci Halep olmak üzeredir.

Kıbrıs müzakerelerinde Akıncı ve Hristofyas arasında anlaşmaya varılan koşullar gizli tutulmaktadır. Yapılacak anlaşmanın ayrıntıları belli olmamakla birlikte ana hatları ortaya çıkmıştır. Buna göre iki halkın yan yana fakat ayrı bölgelerde barış içinde yaşamasına son verilecek ve karışık, kavga içinde bir yaşam başlayacaktır. Dolayısıyla barışın temel koşulu ortadan kalkacaktır.

Müzakerelerde iki halkın nasıl karışacağı veya hangi oranda karışacağı konusunda tartışmalar devam etmektedir. Ancak bu tartışmaların önemi kalmamıştır. Çünkü iki halk nasıl ve hangi oranda karışacak olursa olsun, azınlıkta kalacak Türklerin zor günler yaşayacağı ve Kıbrıs’ın iç savaşa doğru yol alacağı açıktır.

Kıbrıs’ta bugüne kadar uygulanan Atatürk’ün Barış formülü idi. Bu formülü izleyen Sn. Bülent Ecevit askeri üstünlüğe rağmen adanın 2/3 sini Rumlara bırakmış ve iki halkın, kendi bölgelerinde bağımsız ve özgür yaşamalarına olanak sağlamıştı. Mülkiyet konusunda  Kurtuluş Savaşından sonra Türkiye ile Yunanistan arasında uygulanan çözüm izlenmişti.  Lozan’da 30 Ocak 1923 tarihinde yapılan nüfus ve mal mübadele anlaşmasının benzeri uygulanmıştı. Böylece Kıbrıs’ta fiilen iki bağımsız devlet oluşmuş, barışın ve dostluğun temeli atılmıştır.

Nüfus ve mal mübadele anlaşmasında ifadesini bulan Atatürk barış formülü, sadece Kıbrıs’ta değil savaş sonrası toplu göç yaşanmış her yerde sorunları çözecek bir formüldür. Bu nedenle dünyada barışsever idealist insanlar sorunlu bölgelerde çözüm ararken Atatürk’ü anımsamakta ve “Mustafa Kemal formülünü uygulayalım” demektedirler. Ülke koşullarının izin verdiği en adil şekilde potansiyel anlaşmazlıkları ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Farklı etnik grupları karıştırmaya değil ayrı tutmaya gayret etmektedirler.  

Atatürk’ün 1934 de Venizelos tarafında Nobel barış ödülüne aday gösterilmesi anımsatılmaktadır. Bir devlet Başkanının geçmişte savaştığı ülkenin devlet başkanı tarafından Nobel Barış ödülüne aday gösterilmesi tarihte benzeri görülmemiş bir olaydır.  İsveç Akademisinin o yıl ödülü Atatürk’e vermemesi Akademinin kaybı ve ayıbı olarak tarihe geçmiştir.

KKTC’de 1923 Türk Yunan mal mübadele anlaşması ilkeleri doğrultusunda yeni bir hukuk düzeni oluşmuştur. Kuzeye göç eden Türklere Rumların terk ettiği taşınmaz mallar verilmiştir. Türklerin Güneyde terk ettiği mallara ise Rum Yönetimi el koymuştur.

KKTC de terk edilen Rum mallarının tapusu güneyde mal bırakanlara öncelik tanımak üzere dağıtılmıştır. Bunun gibi Güneye geçen Rumlara da Türklerin terk ettiği malların tapusu verilebilirdi. Maalesef Rum yönetimi Kuzeyi tekrar geri almayı düşündüğü, soğuk savaşla bunu gerçekleştirmeye çalıştığı için bu formülü uygulama  yönüne gitmedi. Bir gün geriye dönüş olabilir ümidiyle askıda tutmayı tercih etti.

Güneyde kalan Türk mallarının büyük bölümü hava alanı, hasta hane, yol v.s. yapılarak Türklerin geri dönmesini engelleyecek bir duruma getirildi. Geriye kalan Türk malları ise Rum göçmenlere kiralandı. Rum göçmenlere bunun geçici bir durum olduğu  ve  bir gün Kuzeye eski  mallarına geri dönecekleri telkini yapıldı.

KKTC’de malların tapusunu alanlar, daha sonra çocuklarına devrettiler, sattılar ve üzerlerine inşaat yaptılar. Böylece yeni bir mülkiyet düzeni oluştu. Rum görüşü, bu mülkiyet düzeninin geçerli olmadığı, KKTC’nin sahte bir devlet olduğu, KKTC tapularının  geçersiz olduğu,  orijinal  Rum tapularının geçerli olmaya devam ettiği tezine  dayanmaktadır. Bu görüşün uluslararası mahkemeler tarafından desteklendiği yalanı o kadar çok tekrarlanmıştır ki Kıbrıs Türklerinin bir bölümünün beynine işlemiştir. KKTC’de Rum yandaşı medya Kıbrıs Türklerini çaresizliğe mahkum etmiş ve onları bağımsız, özgür devletlerinden vazgeçecek hale getirmiştir. AK Partinin de aynı doğrultuda hareket etmesi üzerine Kıbrıs büyük bir tehlike karşısında kalmıştır.

Annan Planı’nda Rum tezinin kabul edilmesi

Annan Planı, Rum tezi esas alınarak hazırlanan bir plandır. Bu plana göre 1974 öncesi Rum tapuları geçerli kabul edilecek, Rumlar mallarını geri almak için kurulacak Mülkiyet Komisyonuna müracaat edecekler, anlaşmada belirlenen kriterler ışığında Komisyon malın iade edilip edilmeyeceğine karar verecekti. Mal iade edilmeyecekse onu kullanan Kıbrıslı Türk bedelini ödeyerek mala sahip olabilecekti. Yani mal sahibi malını bir kez daha satın almak zorunda kalacak, satın almazsa terk edecekti.

Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir toplu göçte uygulanmamış bu formüle göre KKTC taşınmaz mallarının en az %80’i tartışmalı hale gelecek, uzun süre bu mallarda hiçbir işlem yapılamayacaktı. Daha sonra Mülkiyet Komisyonu kararına bağlı olarak bu mallar el değiştirecekti. KKTC tapusunu ellerinde tutan Kıbrıslı Türkler, mallarına sahip olmak için mücadele etmek zorunda kalacaklardı. Malın eski sahibi Rum ile yeni sahibi Türk, karşılıklı yıllarca sürebilecek bir davalaşma ve kavgaya girecekti.  Böyle bir anlaşmanın iç çatışmalara neden olması kaçınılmazdı. Anlaşmadan sonra Kıbrıs’ta  iç savaş çıkacağını tüm dünya biliyor ve savaş çıkınca ne olacağının hesabını yapıyordu.

Kıbrıs Türklerine ise algı operasyonları ile çok iyi bir gelişme olacağı, refahın artacağı havuzlu villalarda yaşamaya başlayacakları söyleniyor, Annan Planını desteklemek için toplu gösteriler düzenleniyordu.  Rauf Denktaş’ın istifaya davet edildiği bu mitinglere ABD büyükelçisi şahsen katılıyordu. AK Partinin de Rum tezini  desteklemesi nedeniyle  Kıbrıs’a ateş düşmek üzere idi. Beklenmedik bazı nedenlerle Annan Planının uygulanması engellendi. Böylece Kıbrıs’ta iç savaş çıkması 12 yıl ertelenmiş oldu. Bugün müzakerelerde anlaşmaya varılan hususlar iç savaşın şimdi başlayacağını göstermektedir.

Dünyada toplu göçlerde barış nasıl sağlanır?

Kıbrıs Türk Halkının karşı karşıya olduğu tehlikeyi daha iyi anlayabilmek için dünyada toplu göçlerde barışın nasıl sağlandığına bakmak gerekir.

Savaşlardan ve toplu göçlerden sonra mülkiyet sorununun Annan Planında ve bugün müzakerelerde anlaşmaya varıldığı gibi bireysel olarak çözüldüğü  dünyanın  hiçbir yerinde görülmemiştir. Toplu göç olan her yerde sorunlar devletler arası bir anlaşma ile  çözülmüştür. Mülkiyet sorunu iki topluma ait bireylerin bir birini dava etmesiyle değil her devletin kendi bölgesinde yaptığı yasalarla, kendi vatandaşlarını tazmin etmesiyle çözülmüştür.  1923 de Türkiye ile Yunanistan arasında çözüldüğü gibi.

2004 yılında Çekoslovakya’dan göç eden Sudet Almanları bugün Kıbrıs’ta uygulanmak istenen yöntemle, yani bireysel hak talep ederek topraklarına geri dönmek istemişlerdi. O tarihte Almanya Başbakanı olan  Gerhard Schroeder bunun iki halkın çatışmasına neden olacağını, yeni bir savaş anlamına geldiğini, artık dünyada  kimsenin savaş istemediğini, her devletin kendi ülkesinde yaşayanları tazmin etmesi gerektiğini  söylemiştir. Maalesef Kıbrıs Türk halkı aldatılarak Annan Planında bunun tam tersi bir uygulamaya razı edilmiştir. Bugün yapılan müzakerelerde bir kez daha aldatılmak istenmektedir.

Akıncı ile Anastasiadis’in üzerinde anlaştığı metin Annan Planının benzeri, fakat çok daha kötüsüdür. Durumu daha iyi anlayabilmek için iki metni kıyaslamak gerekir. Annan planında Rum tapularının geçerli olduğu kabul edilmişti. Buna rağmen KKTC tapuları ile ilgili bir tanımlama yapılmamıştı. Eşit değerde iki tapu karşı karşıya gelecek ve malın kaderini Mülkiyet Komisyonu kararlaştıracaktı. Komisyon karar verinceye kadar eski Rum malları, yani KKTC de bulunan taşınmaz malların % 80i üzerindeki faaliyetler dondurulmuş olacaktı. Bunun bir felaket olacağı açıktı. Bugün varılmak istenen anlaşma bu felaketten de daha kötüdür. Çünkü daha ilk adımda KKTC tapularının geçersiz olduğu, KKTC tapu sahiplerinin mülkiyet hakları olmadığı sadece kullanıcı hakları olduğu yani işgalci oldukları kabul edilmiştir.

Malına sahip olmak isteyen bir Türkün Rum’un malını geri almak için yaptığı  müracaata itiraz etmesi gerekecektir.  Anlaşma şartları izin verir ve Mülkiyet  Komisyonu karar verirse Kıbrıslı Türk, bedelini ödeme koşuluyla o güne kadar sahibi olduğunu zannettiği  mala sahip olabilecektir. Bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Komisyon karar verinceye kadar mal Rum’un kabul edilecektir. Komisyonun herhangi bir karar vermemesi halinde mal yine Rum’a ait olacaktır.

Bu ağır şartlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu yönde kararı olduğu yalanı söylenerek Kıbrıslı Türklere kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Halbuki Mahkemenin böyle bir kararı yoktur. Dünyada böyle bir uygulama da yoktur. Algı operasyonları ile her türlü yalan söylenerek KKTC halkı kendi rızası ile mülkiyet haklarından vazgeçirilmek ve bir çatışma ortamı yaratılmak istenmektedir.

Kıbrıs’ta Türk tezi ile Rum tezinin farklı ve zıt olması  

Kıbrıs’ın karşı karşıya olduğu tehlikeyi anlayabilmek için geçmişten gelen  Türk ve Rum tezlerini anlamak gerekir. Kıbrıs’ta Türk tezi, Kıbrıs’ta yaşayan iki eşit halk olduğu, iki halkın yan yana fakat ayrı bölgelerde özgür ve bağımsız olarak yaşamaya hakları olduğu tezidir. Daha açık ifadeyle iki devlet tezidir. Geçmişte iki halk arasında savaş yaşandığına ve daha sonra barış geldiğine göre bu tez haklıdır ve uluslararası hukuka uygundur.  Rum tezi ise Türklerin bir azınlık olduğu, 1974 Barış Harekatının yapılmaması gereken bir harekat olduğu, eski duruma dönülmesi gerektiği tezidir.

Rum tezi aşırı Rum  milliyetçiliğinden kaynaklanmakta olup, iki halkın tekrar karışık yaşamasını öngörmektedir. Bunun için iki halkın tekrar yer değiştirmesi ve mülkiyet anlaşmazlıklarını bireysel olarak çözmesi önerilmektedir. Bu değişim kolay olmayacağından çatışma veya iç savaş içinde bir geçiş dönemi olacaktır. Bu dönem atlatılsa ve Kıbrıs Türkleri yok olmamayı başarabilse bile, en iyi olasılıkla 1974 öncesinde olduğu gibi fakir ve çatışma içinde bir azınlık olacaklardır.

Özetle Kıbrıs’ta barış demek olan Türk tezi ile savaş demek olan Rum tezi karşı karşıyadır ve Rum tezi kabul edilmek üzeredir.

KKTC’yi tanıtmanın kolay olması

İki devlet tezi olan Türk tezi Kıbrıs’ta fiilen mevcut olan durumdur. Kıbrıs’a barış bu nedenle gelmiştir. Bir adım daha atılarak bu durumun yasallaşması gerekmektedir. Buna rağmen Türk kamuoyuna bunun olanaksız olduğu görüşü pompalanmıştır. Halbuki uluslar arası hukuk ilkelerine göre KKTC’nin tanınması önünde hiçbir engel yoktur. Rumların etkili soğuk savaşı ve uluslararası çevrelerin bu soğuk savaşı desteklemesi nedeniyle  KKTC’nin tanınması engellenmiştir.

Rumların yaptığı tanıtım ve propagandaya göre azınlıkların ayrı devlet kurma  hakları olmamalıdır. Bu olursa  Türkiye’deki azınlıkların da ayrı devlet kurma hakkı olacaktır. Uluslararası tanıtım ve propagandada zayıf olan  Türkler bu iddiaya yanıt veremeyip yenik düşüyorlar. Halbuki  Rum iddiasını yanıtlamak  çok kolaydır.

Her şeyden önce Kıbrıs Türkleri hiçbir zaman azınlık olmamıştır. 1960 da kurulan devletin eşit ortağı idiler. Ortak devlet Rumlar tarafından yıkıldı ve devlet ikiye bölündü. Bir ortaklığı yıkan tarafın kurduğu devletin yasal kabul edilmesi, diğerinin ise yasa dışı kalması uluslararası hukuka uygun ve adil değildir. Yani Kıbrıs’ta yeni bir devlet kurma değil bir ortaklığın ikiye bölünme durumu vardır..  

Ortak devleti yıkan taraf olmanın yanı sıra Rum iddialarını çürütecek başka nedenler daha vardır. Rum siyasi liderler iki kez Kıbrıs Türklerini yok etmek için  etnik temizlik planı hazırladılar ve uygulamaya koydular. Etnik temizlik planlarının muhatabı olan bir halkın yaşatmayı başardığı devletin tanınmaya hakkı olduğunu tüm dünya kabul  etmektedir.

Kıbrıs’ta hazırlanan etnik temizlik planları Akritas planı ile İfestos planı idi.. Rum siyasi liderler bu planları hazırladıklarını inkar etmiyorlar. Hatta  planları hazırlamanın  kahramanlık olduğunu düşündükleri için  yazdıkları anılarda planlara gönderme yapmayı ihmal etmiyorlar.

Akritas planı 1960 lı yıllarda hazırlanmış olup, Türkleri kısmen öldürüp kısmen korkutup kaçırarak Kıbrıs’a egemen olma planı idi. Bu  plan doğrultusunda 1963, 1964 ve 1967 de Kıbrıslı Türklere  karşı saldırılar  oldu. Bu saldırılar Türkiye tarafından önlendi. Türkiye, saldırılara devam edilirse Kıbrıs’a müdahale edeceğini ifade etti. Bunun üzerine  1970 li yıllarda İfestos planı  hazırlandı. Bu plan “Türkiye Kıbrıs Türklerini kurtarmaya gelirse kurtaracak Türk bulamamalı” yani toptan yok etme planı idi.  1974  Barış Harekatında Türk ordusunun süratli hareket etmesi nedeniyle İfestof planı teşebbüs halinde kaldı, sadece birkaç yerde uygulanabildi.

Geçmiş ortaklık durumu ve etnik temizlik girişimleri üzerinde durularak  KKTC nin tanınması kolaylıkla sağlanabilirdi. Böylece  Kıbrıs’a sonsuza dek barış gelecekti. KKTC, dünyadaki bir çok devletten daha demokratik ve daha düzgün bir devlet olmasına rağmen tanıtım mücadelesi verilmediği için Rum propagandasına yenik düşüldü.  Bu gün Akıncı ile Anastasiadis arasında varılan anlaşma, KKTC yi  resmen tasfiye etmektedir. Kıbrıs Türk Halkı barış ve refah gelecek diye aldatılarak yok olacağı bir maceraya sürüklenmek üzeredir. 

Rum Yönetiminin anlaşmalara karşı çıkması

Barış Harekatından sonra Kıbrıs’ta Türk ve Rum Yönetimleri arasında 1977-79 Doruk Anlaşmaları yapıldı. Daha sonra BM gözetiminde müzakereler başladı. Bu müzakerelerde her iki taraf da iki bölgeli ve iki toplumlu  federasyon kurmayı hedeflediklerini açıkladılar. Ancak iki tarafın federasyondan anladığı çok farklı idi. Rum tarafı soğuk savaşta başarılı olduğunu, 1974 öncesine geri dönüleceğini, böylece Barış Harekatı  hezimetinin zafere dönüşeceğini düşünüyordu. Türk tarafı ise eşit koşullarda yeni bir devlet kurulmasını ümit ediyordu.

BM gözetiminde yapılan müzakerelerde Rum Yönetimi sık, sık  masayı terk ederek bir anlaşmaya varılmasını engellemiştir. Bazen, anlaşma son aşamaya geldiği halde anlaşmayı imzalamaktan kaçınmıştır. 1986 Taslak Çerçeve Anlaşmasında  veya 1992 Gali Fikirler Dizisinde olduğu gibi. Daha sonra  Annan Planı da yine Rum Yönetimi tarafından ret edilmiştir.

Rumların bu anlaşmaları niçin ret ettiği önemlidir. İlgili tarihlerde Rum basınını izleyenler  hayretle görürler ki Annan planı öncesi ret nedenleri ile Annan Planı ret nedeni farklıdır ve terstir.

Eski öneriler  iki devlet kalıcı hale geleceği, mülkiyet sorunu toplu (global) bir şekilde çözüleceği, iki halk ayrı bölgelerde  yaşamaya devam edeceği için Rumlar tarafından ret edilmiştir. Sn. Rauf Denktaş’ın yönettiği  bu müzakerelerde Türk tezi etkin oluyordu. Rum Yöneticiler buna razı değildiler. Daha sonra AK Partinin iktidara gelmesi ve Rauf Denktaş’ın saf dışı edilmesi üzerine Rum tezi etkin olmaya başladı.

İki halkı bir birine karıştırmayı, Kıbrıs Türk Halkını tekrar azınlık haline getirmeyi öngören Annan Planını Rum Yönetimi beğenmediği için değil, iç savaş çıkaracağı ve  Türk ordusunun varlığı nedeniylebu savaşı göze alamadığı  için ret etmiştir. Bugün müzakerelerde varılan anlaşma koşulları Annan Planının benzeridir ve Rum tezinin kabulü anlamına gelmektedir.

Anlaşma koşulları, bazı göstermelik işe yaramaz haklarla Kıbrıs Türklerinin aldatılacağını ve Annan planından bile çok daha güçlü bir şekilde Rum tezinin uygulanacağını  göstermektedir. Anlaşmanın bir iç savaşa neden olacağı açıktır. Şu halde Rum Yönetimi  iç savaş koşullarına bakacak  ve kendisi için güvenli bulursa yani savaşı kaybetme olasılığını ortadan kaldırabilirse anlaşmayı kabul edecektir.

Bu durumda sormamız gerekiyor.  Yapılmak istenen anlaşmanın iç savaş çıkaracağını tüm dünya biliyor. Buna rağmen Türklerin bu gerçeği görmemelerinin nedeni nedir?

Hazırlanan anlaşmanın iç savaş çıkarması niçin kaçınılmazdır?

Herhangi bir anlaşma yapılırken gelecekte ortaya çıkabilecek potansiyel anlaşmazlıkları  düşünmek ve ortadan kaldırmak için önlem almak gerekir. Akıncı ile Anastasiadis in üzerinde anlaştıkları anlaşma koşulları ise sınırsız ihtilaf çıkaracak koşullardır. KKTC topraklarının %80 i ile ilgili olarak  hemen herkes Mahkemelik olacaktır. Herkesin her parsel için Mülkiyet Komisyonuna başvurması gerekecektir. Komisyon karar verinceye kadar malların gelişmesi askıya alınacaktır.  Komisyonun karar vermesi zaman alacak ve kolay olmayacaktır. Bu nedenle iki halk bir birinin boğazına sarılacaktır.

Rumlar yürüttükleri soğuk savaşta Kıbrıs Türklerini aldatmayı başardıklarını, AK Partiye yeterli menfaat sağladıklarını, artık eski mallarını almaya hakları olduğunu düşünerek Mülkiyet Komisyonuna başvuracaklardır. Müracaatçıların bir bölümü 1974 den beri malını kullanamadığı için tazminat veya   kira almaya hakkı olduğunu  düşünecektir. Ayni malın sahibi olan Türkler ise bu mala KKTC yasalarına göre sahip olduklarını, parasını ödeyerek satın aldıklarını veya borçlanarak üzerine inşaat yaptıklarını düşünerek savunma yapacaklardır. İki halka mensup on binlerce kişi, yüzbinlerce dava için Komisyon önünde beklemeye başlayacaktır.

Terörist geçmişi olan Rum toplumunda, terhis olan askerlere görevde kullandıkları  silahlar zimmetlenmekte ve evlerinde muhafaza etmelerine izin verilmektedir. Bu koşullar içinde bir iç savaşın çıkmama olasılığı var mı?

Buna benzer koşullar Annan planında da mevcuttu. Bu nedenle Türkler dışında herkes planın iç savaş çıkaracağından emindi.  Rum Yönetiminin  savaş koşullarını riskli bulduğu için plana karşı çıktığını görmüş bulunuyoruz. 

Şimdi de sormamız  gerekiyor. Barış demek olan Türk tezinden savaş demek olan Rum tezine nasıl gelindi? AK Partinin bu geçişte rolü nedir.?

AK Partinin Rum savaş tezini desteklemesi

Anavatanda bir çok AK Partili kardeşimiz Kıbrıs’ta barış tezinden savaş tezine geçildiği görüşünün doğru olmadığını düşünebilir. Yarın iç savaş başladığı ve Kıbrıs yitirildiği zaman üzülecek ve bu kaybın nereden kaynaklandığını anlamak için gerekçe arayacaklardır.  Büyük bir olasılıkla yenilgiyi izah etmek için onlara gerçekdışı gerekçeler söylenecektir. Hâlbuki yenilginin AK Partinin  Kıbrıs politikasından başka nedeni yoktur. AK Parti, iktidara geldiği 2002 yılından beri Kıbrıs politikasında köklü değişiklikler yapmış ve bilerek veya bilmeyerek Rum faşizmine teslim olmanın  koşullarını hazırlamıştır.  

Bu gün Akıncı ile Anastasiadis arasında sadece ayrıntılar konuşulmaktadır. Kıbrıs Türk Halkı bir tünele sokulmuştur. Nasıl bir anlaşmaya varılırsa varılsın sonun felaket olacağı açıktır. Tek ümit hiçbir anlaşmaya varılamaması ve daha sonra Türk barış tezine geri dönülmesidir.

AK Partinin iktidara geldikten sonra neler yaptığına ve iç savaş koşullarının nasıl oluştuğuna bakalım:

A)AK Parti Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM ) çok haksız kararlarını  kabul edip uygulamaya başlamıştır. Bu kararlar Barış Harekatının haksız bir fiil olduğu ve Türkiye’nin Kuzeyde malı bulunan Rumları tek, tek  tazmin etmesi gerektiği görüşüne dayanmaktadır. Halbuki AİHM kararlarına karşı yasal bir mücadele verilebilirdi. Mahkemenin  kararlarına geçmişte Rumlar nasıl direnmişlerse aynı şekilde direnmek mümkündü.

AK Partinin  AİHM’nin Kıbrıs’la ilgili haksız kararlarını kabul etmesi üzerine 2005 yılında KKTC de Taşınmaz Mal Tazmin Komisyonu  kurulmuş ve Türkiye Kuzeyde malı kalan  Rumlara  tazminat ödemeye başlamıştır. Toplam  milyarlarca dolar tazminatın ödenmesi gerekmektedir. Bu durum dünyanın en haklı savaşlarından biri olan Barış Harekatı nedeniyle Türkiye’nin suçlu kabul edilmesi ve cezalandırılması demekti.

Halbuki Rumların yaptığına denk bir yasal mücadele yapılsa hiç değilse Güneyde mal bırakan Kıbrıslı Türklere de aynı şekilde Rum Yönetiminin tazminat ödemesi gerekecekti. Etnik temizlik planları hazırlamış bir yönetim aleyhine böyle bir karar almak zor olmamalıydı.  Rum Yönetimi tazminat ödemeyeceği için Türkiye de tazminat ödemekten kurtulacaktı.

AK Partinin İnsan Hakları Mahkemesinde Rum Yönetiminin yaptığı mücadeleye denk bir mücadele yapmaması tüm dünyaya teslimiyet sinyallerini vermiştir ve bunun arkası  çorap söküğü gibi gelmeye başlamıştır.   

B)AK Parti Kıbrıs’ta   Türkiye’ye bağlı vatansever kişileri saf dışı etmek ve Rum tarafına bağlı Türkiye karşıtı kişileri iktidara getirmek için çaba göstermiştir. Atatürk ve Ecevit’in izinde gidenler Rauf Denktaş ve Derviş Eroğlu idi. Rum tezini benimseyenler ise Mehmet Ali Talat ile Mustafa Akıncı idiler. AK parti Rum tezini benimseyenlere büyük destek olmuş, geçmişte marjinal kabul edilen kişileri iktidara taşımıştır. Rum tezini benimseyen küçük partiler, AK Parti döneminde güçlenerek hükümete gelmiş  veya koalisyon ortağı olmuştur.

C) AK Parti, Rumların ve onlara bağlı uluslararası çevrelerin Kıbrıs’ta Rum tarafı lehine yürüttükleri muazzam algı operasyonlarına tepki göstermemiş ve sessiz kalmıştır. Böylece Kıbrıs Türk Halkının bir bölümünün  beyni Rum görüşleri ile yıkanmıştır. Rum yandaşlarının öne sürdüğü en haksız iddialara yanıt verilmediği gibi, Türkiye’ye bağlı olup yanıt vermek isteyen  kişiler de  desteklenmediğinden susmak zorunda kalmışlardır.  KKTC, Rum medyasının etki alanı içinde bir bölge haline gelmiştir.

D) AK Parti Kıbrıs’ta Rum  tezini destekleyen açıklamalar yapmıştır. Bu açıklamalara bir örnek verelim. Müzakerelerde Rum tarafı sık sık Türk tezine yakın bir öneri üzerine  müzakere masasını terk ediyordu. Terk olaylarından birinden sonra 3.cü Cumhurbaşkanı Sn. Derviş Eroğlu “Anlaşma olması önemli değil.  Çözümsüzlük de çözümdür”  diye bir açıklama yaptı. Sn. R.T. Erdoğan buna sert bir yanıt verdi ve  “Hayır çözümsüzlük çözüm değildir. Biz anlaşma olmasını istiyoruz. İki taraf da taviz vererek bir anlaşmaya varmalı. Taviz vermede biz bir adım önde olacağız” dedi.

İlk anda Sn. R.T. Erdoğan’ın  sözleri makul görülebilir. Ancak Kıbrıs sorununu yakından izleyenler bu sözlerle Türk  tezinin terk edildiğini, Rum tezinin desteklenmeye  başlandığını anlarlar. Çünkü Eroğlu “Çözümsüzlük çözümdür” derken “Mevcut durum devam etsin.  KKTC yaşasın” demek istemişti.  Erdoğan ise Rum  tezi çerçevesinde konuşmuştur. Rum Yönetiminin isteği doğrultusunda az veya çok  taviz verildiği zaman iki halk karıştırılarak kavga ettirilecektir. Bu durum Rumların Kuzeyi ele geçirmek için ulaşmak istedikleri hedeftir. Bu aşamadan sonra Rumlar için iç savaşı nasıl kazanacakları konusu gündeme gelecektir. Bu nedenle Erdoğan’ın sözleri Rum kesiminde büyük sevince neden olmuştur.

E) AK Parti Kıbrıs müzakerelerine müdahale ederek Rum istekleri doğrultusunda yön vermiştir. Rum Yönetiminin Kuzeyi ele geçirmek için soğuk savaş verdiğini, böylece  Barış Harekatı yenilgisini zafere dönüştürmeye çalıştığını gördük.  Uluslararası çevrelerin de desteği ile bu soğuk savaş çok başarılı olmuş  ve Kıbrıs Türklerinin bir bölümü Anavatandan kopmanın kader olduğunu, Rum halkına karışarak azınlık  olarak yaşamaktan başka bir çareleri kalmadığını düşünmeye başlamışlardır. Kağıt üstünde kalacak hiçbir işe yaramayacak hakların peşine düşmüşlerdir.

Rum soğuk savaşı için KKTC de korkunç paralar harcanmıştır. KKTC de Rum tezini destekleyen medya kuruluşları oluşmuş, birçok kişi aylığa bağlanmış ve bu kişiler Rum tezini desteklemek için ellerinden geleni yapmaya başlamışlardır. Son olarak Rum tezini destekleyen 50 kişiye 10 ar bin Euro ödül verilmiştir. Sn. Akıncı ve müzakere heyeti bu kişiler arasından seçilmiştir. KKTC’yi tasfiye etmek ve kağıt üstünde kalacak bazı anlamsız haklarla Kıbrıs Türk Halkını aldatarak  azınlık haline getirmeye çalışmaktadırlar. Bunun için halkı aldatacak her türlü yalan söylenmektedir.

İşte Ak Parti bu heyetle bile ters düşmüş ve onların Türk tezine dönmesini engellemiştir.

İkinci Mont Pelerin müzakeresinde Rumların barış istemediği iyice anlaşılmıştı. Bunu Rum dostu olan ve Rum tezi için çalışan Türkler ile Akıncının müzakere heyeti bile anlamıştı. Bu nedenle Sn. Akıncı “Anlaşma olmazsa sorun değil. Biz KKTC olarak yolumuza devam ederiz. KKTC’nin iç sorunlarını çözmeye odaklanmalıyız”  dedi. Bu sözler Türk tezinin en nihayet müzakere heyeti tarafından anlaşıldığını ve izleneceğini   gösteriyordu.

Buna kim karşı çıktı dersiniz? Türkiye  Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu. Akıncıya  “Siz ne yapıyorsunuz? Derhal tekrar Rumlarla bir araya geliniz. 9 Ocakta Cenevre’de  son rötuşları yapınız. Daha sonra 12 Ocakta, 5 li Konferans yapılsın” demiştir. Öyle anlaşılıyor ki bu Konferansta Akıncı ile Anastasiadis’in üzerinde anlaştıkları hususlar teyit edilecek, eksik kalan noktalar tamamlanacak ve uluslararası bir anlaşma ile takviye edilecektir. Bu anlaşmanın Kıbrıs’ı  iç savaşa sürükleyeceği açıktır.

Akıncı ile Anastasiadis arasında anlaşılan koşullar  Rum tezinin ifadesi olup barış içinde olan bir adaya çatışma getirecek Kıbrıs’ı ateşe atacak koşullardır.    

Kıbrıs, Suriye ve Irak olmak üzeredir.

Son ümit bu tehlikeli gidişin anlaşılarak durdurulmasıdır.

Tüm dünyada barış sağlayan Atatürk’ün ve Kıbrıs’a barış getiren Ecevit in görüşlerine dönülmesidir.  

Hasan Özer

Hasan Özer 1945 yılında Lefkoşa’da doğdu. Kıbrıs Türk Lisesinden mezun oldu. Mücahitliğini Lefkoşa’da yaptı. 1973 yılında Kıbrıs’ta Türk gençleri arasında işsizlik tavan yaptığı için Avustralya’ya gitti ve Sydney şehrinde yaşamaya başladı. Orada maliye konusunda eğitim görüp değişik şirketlerde çalıştıktan sonra emekli oldu. Sydney kentinde vatansever Kıbrıslı Türk arkadaşları ile bir araya gelmekte ve Kıbrıs sorunu ile ilgili yazılar yazmaktadır.