Bu sayfayı yazdır

ABD’nin Orta Asya Politikaları

Yazan  02 Temmuz 2020

Giriş

21. Asrın ortalarına doğru ilerlerken, bu çalışmada Amerika Birleşik Devletlerinin Orta Asya ülkelerine yönelik politikalarını tespit edilmeye çalışılacaktır.

Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden sonra kazandığı bağımsızlıklarının 30. Yılına doğru ilerlemektedir. Bölge ülkelerinin, bir yandan bağımsızlık yolunda devletleşme-kurumsallaşma yapılarını inşa etmesi ve bölgesel güçlerin zengin enerji kaynaklarının yönetimini hâkimiyetine alma mücadelesi yaşanırken, diğer yandan da büyük güçlerin “Büyük Oyun” larını Orta Asya coğrafyasında sürdürmeye devam etmesi sonucunda; aynı bölgedeki Türk Cumhuriyetleri kendi çapında büyük güçlerin taleplerine karşılık dengeyi ve istikrarı muhafaza etmeye çalışmaktadır.

Orta Asya ülkeleri, bölge güçleri olarak bilinen ve coğrafik açıdan sınır komşu olan Rusya ve Çin gibi bölge güçleri ile ilişkilerini iyi tutmaya çalışırken, diğer yandan dünyanın ekonomik ve askeri açıdan küresel gücü olan Amerika Birleşik Devletleri ile de münasebetlerini ilerletme ve ABD’nin yaklaşımına bir anlamda uyum sağlama çabası vermektedir. 

Bu çalışma, özünde Soğuk Savaş dönemi ve sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Asya politikalarını değerlendirmektedir. Çalışma içerisinde Sovyetlerin çöküşünden bu yana ABD’nin bölgeye yaklaşımı ve 1990’lı yıllardaki Amerikan politikasının teorik ve kuramsal olarak genel görünümü incelenecek; daha sonra 2000’li yıllarda ABD dış politikasının değişen parametreleri kapsamında Orta Asya’yla olan münasebetleri ele alınacak ve bölgede artan ABD’nin bölge ile ilgili başlıca hedefleri anlatılmaya çalışılacaktır. Son olarak da ABD dış politikasının Orta Asya ülkeleri üzerindeki yansımaları ile bölgede Rusya ve Çin’i çevreleme politikası ele alınacaktır.

ABD’nin Soğuk Savaş Döneminde Orta Asya

1967 yılında Olaf Caroe’nin“Sovyet İmparatorluğu, Orta Asya Türkleri ve Stalincilik”adlı eserinde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerde meydana çıkacak anlaşmazlık sebebiyle çözülmeye uğrayacağını söylemişti. Caroe, “1300 yıla dayanan bir Müslüman geçmişi bulunan ve Sovyet yönetimi tarafından ortadan kaldırılmaya çalışılsada güçlü biçimde varlığını devam ettiren ve Türklük bilincine sahip olan Orta Asya halkları, Moskova'nın Ruslaştırma ve dinsizleştirme politikalarına başkaldıracaklardı".[1]

Olaf Caroe'nin eseri ile yaklaşık aynı tarihte Türkiye'de çıkan Samet Agaoğlu'nun Sovyet Rusya İmparatorluğu başlıklı kitabında, komünist propaganda faaliyetleriyle Orta Asya Türk Cumhuriyetlerindeki Müslüman ve Türk toplumunu dinsizleştirmeye planlı olarak çalışıldığı, Orta Asya coğrafyasının yeraltı ve yerüstü doğal zenginliklerinin Sovyet Rusya’sı tarafından sömürüldüğü ve bu sömürü sisteminin çöküşü ile beraber Sovyetler Birliği’nin de çözüleceğinin altı çizilmiştir.[2]

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile başlayan süreç, dünyada iki kutuplu sistemin ortadan kalkmasını da beraberinde getirmiştir. Bu gelişmenin oluşumunda yeni bir jeopolitik sistemin oluşumunun gerçekleşmesi mümkün değildi. 1980’li yıllarda ABD’de başlayan dönüşüm sürecinin dinamikleri ile ilgili teorik argümanlar geliştirilmiştir. Bunların ileri gelenlerinden birisi Francis Fukuyama’nın “The National Interest”[3] dergisinde yayımlanan makalesidir. Fukuyama, liberal demokratik rejimlerin sosyalist sisteme galip geldiğini ileri sürerek artık dünyada yeni bir devrin başlayacağını öngörmüştür. Fukuyama’ya göre, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Orta Asya Cumhuriyetlerinin liberal demokratik sistemlere uyum sağlamasını beraberinde getirmiştir.[4]

1982 yılında İstanbul’da düzenlenen bir bilimsel konferansta Türk aydını Muzaffer Özdağ, Sovyetler Birliği’nin yakın gelecekte çözüleceğini öngörerek şu ifadeleri kullanmıştır:“Sovyet Rusya’yı ziyaret ettim. Birçok şey gördüm. Ama bir şey gördüm: Sovyet insanının yüzünde elem çizgiler vardı, sevinç ve mutluluk duygusu yoktu. Gülerken bile gözlerindeki ıstırabı okuyordum. İşte “Dünya Cenneti” bu. Başkalarının hürriyetini, emeğini çalanlar, kendi hürriyetlerini de kaybetmiş olurlar. İşte Sovyet rejimi, kendi halkına da, yani birliğin sahibi kabul edilen Rus halkına da mutluluk vermedi. Onlar direniş halindeler. Sistem iflas etmiştir.Devletler, milletler ne kadar haksız olursa olsun reel güçleri belirmeden izanla, insafla tasallutlarından, gasplarından vazgeçmezler. Fetih hakkı derler, çıkmazlar. Ama günümüzde bir başkasının ülkesini ilanihaye fetih hakkı diye muhafaza etmek mümkün değildir. İmparatorluk zulümle, cebirle, zorbalıkla sürdürülemez. Ancak ve ancak milletlerin gönüllü işbirliği ile topluluk yaşatılabilir.”[5]Özdağ bu cümlelerle çürümüş bir rejime dikkat çekerek toplumun hürriyeti ve emek verenin alın terine ve hakkına vurgu yapmıştır.

Sovyetler Birliği’nin çöküşüne yola açan büyük sebeplerden biri de birliğin Batı bölgesindeki topraklardan kaynaklanmıştır. Zbigniew Brzezinski“Büyük Çöküs” adlı eserinde Marquis de Custine'nin 1839 yılında ele aldığı “Rusya'dan Mektuplar” adlı kitabına atıfta bulunarak "Ağızları mühürlenen Rus halkı konuşma özgürlüğünü nihayet ele geçirince o kadar çok konuşacak ki, bütün dünya şaşıracak, kıyamet gününün geldiğini sanacak" cümleleriyle meseleye dikkat çekmiştir.[6] Sovyetler Birliği’nin çöküşünün batısındaki hâkimiyet alanlarından başlamasının temel sebeplerinden biri de "Rus halkının konuşmaya başlaması" ile beraber ABD'nin Soğuk Savaş döneminde dış politikasındaki ağırlığını Doğu Avrupa bölgesine ve SSCB’nin bu bölgede sınır komşusu olduğu ülkelere yönelik yoğunlaştırması ve bu devletleretesir etmeye çalışmasına dayandırılır. Jeopolitiğin kurucusu olarak bilinen İngiliz coğrafyacısı Sir Halford John Mackinder'in"merkez bölge" (heartland) olarak adlandığı Avrasya bölgesini[7] ve Orta Asya'yı da içeren geniş coğrafya; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını kapsayan "dünya adasını" denetleyebilmek için mutlaka kontrol edilmesi gereken bir bölgedir. Mackinder'a göre, Kalpgahı’n (merkez bölge) hâkimiyetini elinde bulundurmak ancak Doğu Avrupa'yı kontrol altına alınmasıyla mümkün olabilirdi. Coğrafyacı Sir Hartord Mackinderbu görüşünü, "Doğu Avrupa'ya egemen olan Merkez Bölgeyi denetler. Merkez Bölgeye egemen olan Dünya Adasını denetler. Dünya Adasına egemen olan dünyayı denetler" cümleleri ile açıklamıştır.[8]

Amerikalı Prof. Dr. Nicholas Spykman’ın (1893-1943) rimland (kenar kuşak) teorisi üzerinden geliştirdiği jeopolitik çıkarımları ile II. Dünya Savaşı sonrası ABD dış politikalarının mimarlarından biri olarak bilinir. Akademisyen Spykman'ın Orta Asya’ya yönelik jeopolitik çıkarımı şöyledir; “Whorules Rimlandcountriescommands Eurasia, whorules Eurasiacontrolsdestiny of the World” (Kenar Kuşak ülkelerine hakim olan Avrasya'ya hükmeder, Avrasya'ya hükmeden dünyanın kaderini kontrol eder)[9]Spykman'ın“İç Hilal Avrasya'yı denetler. Avrasya dünyayı kontrol eder”[10]sözünde kenar kuşakta bulunan ülkeler Batı Avrupa'dan başlamakta; Türkiye, Irak, İran, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Çin ve Kore'yi de kapsamaktadır. Spykman’a göre, bu ülkelerin bulunduğu bölge kara kuvveti ile deniz kuvveti arasındaki bir tampon bölge olarak tanımlanmıştır.[11] Ama ABD, Sovyet İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında bulunan ve dış dünya ile bağları demir perde ile kapatılmış olan Orta Asya bölgesine, Doğu Avrupa bölgesinde gerçekleştirdiği gibi radyo yayınları yoluyla Moskova’ya karşı ayaklandırma ve özgürlük, egemenlik ve bağımsızlık düşüncelerini uyandırma politikasını gerçekleştirmedi. ABD’nin “komünizmle mücadele” politikasında Orta Asya Cumhuriyetleri önemsiz olarak biliniyordu.[12]

Sir Haltord Mackinder’in ortaya koyduğu fikirler, II. Cihan Harbi’nden sonra Sovyetler Birliği’ne karşı stratejiler üretmeye çalışan ABD’li strateji uzmanları tarafından yol haritası değerinde idi. 1947 yılında George Kennan, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın isteği üzerine hazırladığı raporda ABD’nin tüm ağırlığını Avrupa ve Asya’da uluslararası güç dengesini inşa etmeye yoğunlaştırması gerektiğini yazmıştı. 1948 yılında ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin yayınladığı raporda ise, Sovyetler Birliği’nin tüm Avrasya kıtasına siyasi yollardan ve güç kullanarak egemen olmasının ABD açısından kesinlikle kabul edilemez olduğu belirtilmiştir. Sir Mackinder’in“Merkez bölge” olarak adlandırdığı bu bölgenin Sovyetlerin egemenliğine bırakılması durumunda ilk yapılması gereken stratejik hamlelerden biri de ABD nüfuz alanının bu bölgeye kenar teşkil ederek kontrol edilmesi olarak belirtmiştir. 1950 yılının başında ABD Başkanı Harry Truman’ın onayı ile "uluslararası komünizmin çevrelenmesi" politikası, geniş çerçevede ABD’nin resmi dış politika aracı durumuna getirmiştir.[13]

Tüm bunlara rağmen ABD’nin dış politikasında Orta Asya uzunca bir süre göz ardı edilmiştir. 24 Aralık 1979 yılında Sovyetler Birliği askerlerinin Afganistan'a girmesi ile ABD, ciddi manada Orta Asya bölgesine önem vermeye başlamıştır. Sonrasında da ABD, SSCB’nin Basra Körfezi’ne ve daha sonra Hint Okyanusu’na çıkış sağlama tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir. Afganistan’ın konum olarak stratejik öneminin anlayan ABD, Suudi Arabistan’ı yanına alarak Pakistan üzerinden Afganistan’daki komünizme karşı direniş gruplarına askeri ve mali yardım sağlamıştır.[14] Sovyetler Birliği’nin Afganistan'a gönderdiği askeri birliklerin çoğunlukla Orta Asya cumhuriyetlerinden oluştuğunu fark etmiş ve RadioLiberty (Azattık Radyo) ve RadioFreeEurope’un radyo frekansların kullanarak yerel dillerdeki yayınlarıyla Orta Asya halklarına hitaben "ateist" Sovyet iktidarına karşı ayaklanma propagandası uygulamıştır.[15]

Soğuk Savaş sonra ve ABD'nin Orta Asya Politikalarının Oluşması ve Ana Hatları

Soğuk Savaş döneminde Orta Asya bölgesi ABD’nin dış politikası için hayati öneme sahip bir bölge durumunda değildi. Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından Orta Asya’ya yönelik ABD angajmanı başlamasına rağmen, Orta Asya bölgesi Washington tarafından Orta Doğu kadar stratejik ve hayati bir önem taşımamıştır. 11 Eylül 2001 olaylarından evvel Orta Asya, ABD strateji uzmanlarına göre, 1990’ların ilk yarısında Sovyetler Birliği’nden geriye kalan nükleer silahına sahip olan, özellikle Hazar denizinde enerji kaynaklarının yeniden keşfedilmesiyle ve 1990’ların sonuna doğru bölge ülkelerinde demokrasi ve insan hakları ihlalleri gibi temalarla dikkati üzerine toplamıştı.[16]Yine 11 Eylül 2001 olaylarına kadar ABD, Orta Asya’ya daha çok ekonomi temelli bir yaklaşım oluşturmuştur. Bununla beraber, ABD'nin Orta Asya’da yaşamsal çıkarlarının mevcut olduğu, bunun da enerji kaynaklarının dünya pazarına güvenli bir şekilde ulaştırılması ve bölge ülkelerinin Sovyet ekonomi sisteminde arınarak serbest piyasa ekonomisine uyum sağlamaları ile gerçekleşeceği stratejisi, ABD’nin bölgeye yönelik politikalarının zeminini teşkil etmiştir.[17]

Orta Asya bölgesinde ABD'nin çıkarlarının tek yönlü ekonomik yaklaşımla sınırlı olmadığını söyleyen görüşlerde 2000 yılının başlaması ile çoğalmıştır. Orta Asya’nın jeopolitik açıdan öneminin ifade edildiği bu görüşlerde, ABD'nin Orta Asya’da bölgesel güç olarak bilinen Rusya, Çin ve Hindistan'ın etkisini asgariye indirmeye ve kendi hegemonyasını güçlendirmeye yönelik aktif bir politika izlemesi, bunu gerçekleştirebilmek için de bölge ülkeleriyle çok boyutlu stratejik münasebetler kurmasının gerekliliği dillendirilmiştir. Fakat 2000 yılında Rusya'da yönetime Vladimir Putin'in gelmesinden sonra Moskova, yakın çevre ülkeleri ile işbirliğini stratejik konuma taşımıştır. Özellikle Orta Asya'ya yönelik izlemeye başladığı çok yönlü politikayla; ekonomik, ticari ve askeri bağları sağlamlaştırmaya önem vermiştir. Bununla beraber, Çin'in Şangay İşbirliği Örgütü üzerinden Orta Asya’da giderek artan etkisi gibi faktörler ABD'nin bölgeye doğrudan etki etmeye yönelik stratejik hareketlerini engellemiştir. Buna karşılık Washington, bölgeye yönelik aktif bir "bekle−gör" politikasını uygulamaya koymuştur.[18]

2001 yılından sonra ABD’nin bölgeye yönelik ürettiği politikaları şu şekilde özetlenebilir: Orta Asya’da politik ve ekonomik refahı arttırmak, bölgede meydana gelebilecek çatışmaları engellemek, enerji kaynaklarını dünya pazarına problemsiz ve güvenli ulaşabilmesi için bölge ülkelerine gerekli yardım ve desteği göstermek, Orta Asya Cumhuriyetlerinin serbest piyasa koşullarına geçişlerini hızlandırabilmek ve ticaret hacimlerinin gerekli seviyelere ulaşabilmesi ve ekonomik zeminlerinin hazırlanabilmesi için bölge ülkelerine ekonomik yardım ve desteği sağlamak, bölge ülkelerinin demokrasiye uyum sağlama faaliyetlerini desteklemek, bölge ülkelerinde meydana gelen insan hakları ihlallerinin asgari düzeye indirilebilmesi için gereken yardımları sağlamak,nükleer silahların hızla yayılmasının önlemek ve bölgenin nükleer silahlardan arındırılması için çaba sarf etmek, Orta Asya bölgesinde hızla artış gösteren dini radikal akımların artmasının önüne geçerek terör saldırılarına karşı engel olabilmek ve bu dini aşırı grupların finans kaynağı olan silah ve uyuşturucu trafiğini kesmek.[19]

11 Eylül 2001 yılında New York ve Washington’da gerçekleştirilen saldırılar, hem ABD’nin terörle mücadele söylemine hukuki zemin hazırlayarak dünyanın farklı yerlerinde güvenlik ve askeri operasyonlar yapmasına imkân sağlamış, hem de terörle mücadele teması altında birçok devletle yoğun bir şekilde münasebetlerini arttırmıştır. Bu gelişmelerin arasında Orta Asya Cumhuriyetleri ile yeni ilişkiler de yerini almaktaydı. Amerika Birleşik Devletleri, Afganistan’da El-Kaide ve diğer terör örgütlerine yardım eden Taliban rejimine gerçekleştirdiği askeri operasyonlar çerçevesinde ilk aşamada Afganistan’a sınır komşu olan Orta Asya ülkeleri olan Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın hava sahalarını kullanamaya başlamıştı. Özbekistan'ın Termiz ve Hanabad, Kırgızistan'ın Manas ve Tacikistan'ın Kulyab, Kurgan−Tyube ve Hokant havaalanları Amerikan ve İngiliz askeri uçaklarına açılmıştır. Bununla beraber ABD; Kırgızistan'a 3000, Özbekistan'a 1000 askeri personelini konuşlandırmıştır. 2002 yılında ABD’nin Orta Asya ülkelerinden Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan'a gerçekleştirdiği ekonomik yardımlar bir evvelki seneye göre iki kat artarak 580 milyon dolar olarak hesaplanmıştır. Aynı zamanda, Orta Asya bölgesinde en büyük yüzölçümüne sahip olan Kazakistan ile ABD arasında imzalanan anlaşma gereği, Amerikan askeri uçakları acil ihtiyaç durumlarda Almatı havaalanını kullanma hakkını kazanmıştır. Ayrıca, tarafsız ülke statüsünü benimsenen Türkmenistan ordusuna ABD askeri subayları tarafından askerî eğitim faaliyetleri gerçekleştirilmesi de bu esnada gündeme gelmiştir.[20]

ABD, Orta Asya coğrafyasında Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan’da askeri üsler kurmuş; fakat bu Orta Asya ülkelerinin ABD’ye sıcak yaklaşımları uzun sürmemiştir. Başlangıçta ABD’nin uyguladığı angajmana çok yatkın olan ülkelerin bir kısmı, ülke içi “renkli devrimler” zincirinin devamının meydana gelmesinden endişelenerek ABD’ye mesafeli yaklaşmaya başlamıştır. ABD’nin Orta Asya cumhuriyetlerine etkisinin en çok zayıfladığı dönem 2004-2008 yılları arası olarak tanımlanır. [21] Örnek olarak, 2005 yılında Özbekistan’da Amerikan destekli 200’den fazla STK kapatılmış ve Özbekistan aynı yıl Moldova’da gerçekleştirilen GUAM toplantısına da katılmamış, sonrasında da üyeliğini dondurmuştur. Rusya ve Çin de bu esnada Orta Asya Cumhuriyetlerinde ABD tarafından desteklenen “renkli devrimlerin” tekrarlanacağı propagandasını yoğunlaştırmıştır.[22]

2009 yılında ABD Başkanı olarak Barack Obama’nın seçilmesi ile birlikte bölgede Rusya da dâhil olmak üzere Orta Asya cumhuriyetlerinin ABD ile ilişkilerini düzeltmeye yönelik politikalar uygulanmıştır. Bu adımlardan biri de dünya kamuoyu önünde Orta Asya ülkelerinin demokrasi ve insan hakları ihlallerinin daha az konuşulması olmuştur. Bu stratejik adımlar, bölgedeki diğer büyük güçler olan Rusya ve Çin’i dengeleyebilmek için Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Asya’da varlığını gerekli gören ülkeler tarafından da olumlu karşılık bulmuştur.İlişkilerin diğer boyutlarındaki nispi zayıflığa dikkat çeken uzmanlar, Amerikan askeri varlığının niçin daha fazla rahatsız edici hale geldiği hususunda ipuçları vermektedirler.ABD başta Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını gözettiği halde, bölge ülkeleri ile ekonomik ve ticari alanlardaki ilişkileri hem istediği düzeyde kuramamış hem de arzu ettiği sistemsel değişiklikleri geniş çapta gerçekleştirememiştir. Bölgedeki yaklaşık 30 yıllık çabalarına rağmen ABD’nin hâlihazırda Hazar havzasında sahip yada ortak olduğu bir petrol veya doğalgaz boru hattı yoktur. Bu “Great Game” (büyük oyun) bölgede her geçen gün ekonomik güç olarak yükselen Çin’in[23], Orta Asya’da artan ticari girişimleri de hesaba katıldığında, Orta Asya bölgesini sadece Afganistan’daki savaşın lojistik destek hattı olarak gören ABD stratejisinin modası geçmiş bir yaklaşım olduğunu göstermektedir. [24]

ABD, Orta Asya’nın radikal dini gruplar için bir sığınak olmasını engellemek istiyor. 2000 yılından bu yana, Orta Asya'da kurulan birkaç terörist grup, genellikle Afganistan ve Pakistan coğrafyasında faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu gruplar hâlihazırda ABD veya Orta Asya için doğrudan tehdit oluşturmamakla birlikte, bazı gruplar Taliban ile işbirliğine gidebilmektedir.  Diğer taraftan bazı terör örgüt üyelerinin El-Kaide ile Orta Doğu'daki militanlarla ilişkili olan IŞİD terör örgütüne katıldığı bilinmektedir. Orta Asya bölgesi, buradaki ülkelerin güvenlik güçlerinin sıkı çalışması sayesinde, radikal gruplar açısından “düşman” bir bölgedir. Bununla birlikte, Tacikistan'ın uzak ve kötü yönetilen bölgeleri ve diğer bazı alanlarda radikal örgütler, özellikle de terörist grupların kuzey eyaletlerinde ve ülke genelinde önemli toprakları kontrol ettiği Afganistan'da etkilidir. Altını çizmek gerekir ki, radikal örgütlerin Orta Asya’da kalıcı bir şekilde faaliyet göstermeye başlaması bölgenin istikrar ve güvenliğine ciddi zarar verecektir. ABD'nin terörizmle mücadelede Orta Asya ülkelerine destek sağlaması, radikal dini terör tehdidinin önlenmesine yardımcı olabilir. Bu konuda tecrübeli bir diğer ülke olan Türkiye’nin de Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine radikal terörizmle mücadele kapsamında destek vermesi bir diğer olumlu senaryo olabilir.

ABD’nin Orta Asya’daki Çıkarları ve Hedefleri

ABD’nin Orta Asya’ya yönelik emelleri iki temel strateji üzerinden analiz edilebilir. Bunlardan birincisi, ABD’nin küresel bir güç olarak sahip olduğu rolü ile ilgilidir. ABD, Orta Asya bölgesinde iki büyük bölgesel gücün, Rusya ve Çin’in, bu bölgedeki egemenliği ve etkinliğini minimum seviyeye indirmek ve kendi hâkimiyetini artırmak istemektedir. Diğer önemli stratejisi ise, Orta Asya coğrafyasındaki zengin yeraltı ve yerüstü enerji kaynaklarına kolaylıkla erişebilmeyi temin etmektir. ABD’nin Orta Asya’ya yönelik diğer bütün politikaları, bu iki esas hedefin üzerinden çeşitlendirilebilir.[25]

Bölgede Çin ve Rusya’nın kontrol edilmesi ve kısmen de olsa bölgesel güvenlik kapsamında ABD’nin Orta Asya Cumhuriyetleri ve bölgedeki diğer bölgesel güçlerle kurulan askeri ve ekonomik işbirliği girişimleri bu çerçevede incelenmelidir. ABD’nin bölgedeki ikinci hedefi olarak tanımladığımız enerji güvenliği konusu ise, hem dünya piyasasına erişimi sağlama hem de bu ticaretin güvenliğini tesis etme temalarını içermektedir. Neticede Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Asya’ya ilişkin politikaları, küresel stratejik emelleri ile örtüşmektedir.[26]

Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Asya bölgesindeki enerji güvenliği stratejisi; bölgedeki enerji kaynaklarına sorunsuz erişim, bu enerji ürünlerinin dünya piyasalarına sorunsuzca ulaşabilmesi ve enerji kaynaklarının dünya ekonomisine kazandırılması başlıkları üzerinde şekillenmiştir. ABD, Hazar havzasında Rusya’nın ticari ve politik etkisinin artmasını ve enerji koridorlarında tekel haline gelmesini uygun bulmadığı için kendi kontrolü altında Avrupa piyasasına ulaşım hatlarını meydana getirerek Rusya’yı devre dışı bırakma stratejilerini uygulamayı isteyecektir. Bu uygulamaların önemli bir örneği de Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı olarak bilinir. Hayata geçirilmesi zor olan diğer alternatif projelerden birisi de Nabucco projesidir.[27]

Rusya’nın bölgedeki stratejisi ise sınır güvenliği ve işbirliğini sağlamlaştırma yaklaşımı üzerine kurulmuştur. Rusya bölgedeki enerji kaynakları hususundaki baskın rolü ile fosil enerji kaynaklarını dünya piyasasına ulaştırmada tekel konumundadır denilebilir. Rus dış politikasında öncelik; enerji kaynaklarının denetimi ve güvenli ulaşımı, özelikle Orta Asya’daki petrol ve doğal gazın Avrupa pazarlarına taşınması olarak belirlenmiş; sonuçta da Rusya bu alanda uluslararası bir aktör haline gelmiştir.[28] Ekonomik olarak büyüyen Çin, ulusal güvenliği açısından enerji talebini Orta Asya coğrafyasından temin etmeye çalışmaktadır. Çin Orta Asya bölgesinde stratejik rekabetçi olarak Amerika’yı bellemektedir. Çin bölgede etkisi artırmak için ABD’ye karşı Rusya ile işbirliğine daha çok önem vermektedir.[29]

Amerika Birleşik Devletleri’nin stratejik emeli, doğal olarak Orta Asya enerji kaynaklarının bir bölümünü alternatif yollarla Batı Avrupa’ya güvenli şekilde iletmek; diğer bölümünü ise, Güney Asya ülkelerine ulaştırarak bu yöntemlerle ekonomik-ticari ve güvenlik açılarından küresel tekel olmayı başarmaktır.[30]

ABD’nin Hazar havzası enerji kaynakları konusundaki tavrı birkaç önemli etkene bağlıdır. Öncelikle ABD ekonomisi için petrol ithalatı önemli bir yere sahiptir. Petrolü Orta Doğu ve Hazar havzasından ithal etmek, ülke içinde üretim yapmaktan daha ucuza mal olmakta; ABD’nin Hazar havzasındaki alternatif boru hatların Gürcistan ve Türkiye’den geçmesini sağlamak, aynı zamanda üç jeopolitik sorunu çözmektedir. Birincisi, Orta Asya ve Kafkasya’da bulunan ülkelerin bağımsız olmalarını çabalarını güçlendirmek; ikincisi, Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmak; üçüncüsü ise, İran üzerinden geçecek alternatif petrol ve doğalgaz boru hattının gerçekleşmesine engel olmak bu stratejiyle mümkün olabilecektir.[31] Uluslararası Dış Politika Analizi Enstitüsü (The InstituteforForeign Policy Analysis/IFPA) raporuna göre, 2025 senesinde Orta Asya bölgesi dünya politikasını etkileyecek bir konuma gelecektir. Gelişmeleri yakından takip eden Amerika, stratejik hamlelerini de bu doğrultuda geliştirmektedir. ABD Başkanı olarak Donald Trump’ın seçilmesinden sonra ABD’nin dış politika önceliklerinin eskisi gibi Orta Doğu’da yoğunlaşması sonucunda, günümüzde Orta Asya enerji politikalarında halen aktif rolü Rusya ve Çin üstlenmektedir.

Öte yandan Şubat 2020 yılında ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Orta Asya bölgesine önemli ziyaretler gerçekleştirmiştir. Pompeo, ilk olarak Kazakistan’ın Başkenti Nur-Sultan’da Cumhurbaşkanı Kassym Jomart Tokayev ve ülkenin kurucu lideri Nursultan Nazarbayev ile bir araya gelmiştir. Daha sonra Özbekistan’a geçerek Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev ile görüşmüştür. Son olarak da tüm Orta Asya devletlerinin dışişleri bakanlarıyla birlikte bir toplantı düzenlenmiştir. Bu ziyaret sırasında ABD Dışişleri Bakanlığı da Orta Asya bölgesine yönelik yeni strateji raporunu açıklamıştır.

ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun“Orta Asya’daki her bir ulusun bağımsız ve egemen olmasını istiyoruz; bölgedeki başka bir ülkenin himayesinde olmasını veya vasal devlet haline gelmesini değil” şeklindeki açıklamalarında bulunmuştur. Strateji belgesinde yer alan “beş ülkeyle yakın ilişki ve işbirliğinin ABD değerlerini teşvik edeceği ve bölgesel komşuların etkisine karşı bir denge sağlayacağı” ifadesi, ABD'nin komünizmi çevreleme doktrini bağlamında geçmişte uyguladığı politikalarını hatırlatmaktadır. 2020 yılında gerçekleştirdiği Orta Asya ziyaretleri ve açıklanan rapor da, ABD’nin Orta Asya bölgesinde etkili olan Rusya ile Çin’in nüfuzunu azaltmaya yönelik bölgesel çıkarları doğrultusunda, çevreleme doktrinini devam ettirme niyetini göstermektedir.

Sonuç Yerine

20.yüzyılın sonunda SSCB’nin çözülmesinden sonra Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanması ile küresel ve bölgesel güçlerin uluslararası arenada kendi menfaatlerini koruma ve varlıkların sürdürebilirliği açısından hayati ve stratejik öneme sahip bölgeye dönüşmüştür. 11 Eylül 2001 sonrası Orta Asya, hem dünya hem de bölgesel güçlerin güçlerini yarıştırmak için rekabet alanına çevrilmişti.

Bağımsızlıklarının ilk yıllarında Orta Asya ülkelerinin, siyasi kurumları, güvenlik yapıları ve ekonomik reform ve kalkınma modelleri de dâhil olmak üzere Batı eksenli politika izlemeye yönelmişlerdi. Her zaman başarıyla uygulanmasa da bir piyasa ekonomisine geçiş ve liberal reform çabaları, bölgede güvenilir bir siyasi ve ideolojik muhalefetle karşılaşmadı.Çünkü güvenilir bir alternatif model yoktu. Bölgenin enerji potansiyelini gerçekleştirmeye yönelik ilk girişimler Batı tarafından önerilmiş; ABD ve Avrupa hükümetleri ve şirketleri tarafından desteklenmiştir. Orta Asya devletleri uluslararası arenaya ağırlıklı olarak Batılı örgütler aracılığıyla girdi. O zamanlar Rusya bile Batı eksenli politika izlemişti. Gelinen nokta itibariyle Çin, Orta Asya ülkelerinin en önemli ekonomik ortağı olmayı başardı. Ekonomik alanda büyüme yavaşladığı için Rusya’nın bölge ülkelerine yönelik politikası da önemli ölçüde değişti. Avrupa ülkelerinin Orta Asya'ya yönelik ekonomi, politika ve güvenlik alanlarındaki sorunlarının çözülmesindeki rolü git gide azalmaktadır. Tüm bu olaylar Orta Asya'daki ABD ve Batı ekseninin zayıflamasına neden olmakla beraber bölge ülkelerinin giderek Çin'in siyasi ve ekonomik yörüngesine yanaşmasına ve Rusya’nın güvenlik şemsiyesi altında girmesine sebep olmaktadır.Orta Asya ülkeleri, yalnızca Çin ve Rusya'nın etkisini dengelemek için Amerika ile dostane ilişkileri sürdürmektedir. Bu da ABD'nin bölge ülkeleriyle etkileşimi ve karşılıklı çıkarların gerçekleştirilebilmesi açısından bir fırsattır.

Sonuç olarak, bölgede Rusya ve Çin ile ABD arasında Orta Asya’nın enerji kaynakları için ciddi bir mücadele yaşanması, yakın gelecekte olasılığı yüksek bir senaryodur. Bu sadece Orta Asya ülkelerini kontrol etme ekseninde değil, aynı zamanda ünlü jeopolitik teorisyenlerin ortaya koyduğu kalpgâh mücadelesi temelinde de olacaktır. Bu süreçte Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin kendilerine yeter hâle gelebilmesi, açık pazar ve açık toplum kültürlerinin yerleşmesi, ulus inşa süreçlerini, demokratikleşmelerini, bölgenin enerji kaynaklarının küresel sisteme uyum sağlaması ve nihayet bölgesel kalkınmanın gerçekleştirilmesi yönünde çeşitli başarılar elde etmesi gerekmektedir. Böylece Orta Asya Türk cumhuriyetleri, doğal zenginliklerini ve enerji kaynaklarını kendi kontrolü altında tutabilme ve bu kaynakları işletebilme becerisini sergilediği durumda bağımsızlıklarını da muhafaza edecektir.

 

 

 

 

Kaynaklar

Aydın, Aydın, Küresel Mücadele Politikaları: Orta Asya’da Rusya, ABD ve Çin. Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, 6 (13) , 1-11, 2016.

Brzezinski, Zbigniew, The Grand Chessboard: AmericanPrimacyandItsGeostrategicImperatives (New York: Basic Books, 1997).

Çağrı, Erhan, "Jeopolitik Kuramlar", Türk Dış Politikası Kurtuluş Savasından Günümüze Olgular, Belgeler,

Çağrı Erhan, “ABD'nin Orta Asya Politikası ve 11 Eylül Sonrası Yeni Açılımları”, Stradigma Strateji ve Analiz Dergisi, C.VI, Sayı 9 ( 2003), s.2.

Erhan, Çağrı, “ABD’nin Orta Asya Politikaları ve 11 Eylül’ün Etkileri”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 3 (Güz 2004), s. 123-149

Evan A. Feigenbaum, “WhyAmerica No LongerGetsAsia”, The Washington Quarterly, Spring 2011, s. 37.

Ferhat Pirinççi, Soğuk Savaş Sonrasında Abd’nin Orta Asya Politikası: Beklentiler Ve Gerçeklikler, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 63-1, 2006, s.s. 208-234.

Francis Fukuyama, “TheEnd of History?,” TheNationalInterest 16 (Summer 1989): 3–18.

Hekimoğlu Asem, Uluslararası Dengeler Bağlamında Orta Asya’daki Enerji Politikaları, Bölgesel ve küresel politikalarda Orta Asya / editör: M. Savaş Kafkasyalı Ankara-Türkistan: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk Kazak Üniversitesi, 2012.

Hilal Önal, “ABD’nin Afganistan Politikasının Açmazları: Bölgesel Bir Analiz”  Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 6, Sayı: 23, 2010. ss.43-71,

İlhan Üzgel, "1980−1990 ABD'yle İlişkiler", Türk Dış Politikası Kurtuluş Savasından Günümüze Olgular, Belgeler, Yorumlar, Baskın Oran (der.), Cilt II, İstanbul, İletişim, s. 37.

Kireçci, M. Akif, Amerika Birleşik Devletleri'nin Orta Asya Politikaları, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, Rapor, 2011

Laruelle, Marlène ve SébastienPeyrouse, "The United States in Central Asia: Reassessing a ChallengingPartnership", Strategic Analysis, Vol. 35, No. 3, May 2011.

Mehmet Akif Okur, “Amerikan Dış Politikası Ve Orta Asya: Dünya Düzeni Değişirken İlişkilerin Geleceği Üzerine Düşünceler” Bölgesel ve Küresel Politikalarda Orta Asya / editör: M. Savaş Kafkasyalı Ankara-Türkistan: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, 2012, s. 247

Mehmet Seyfettin Erol, “Avrasya Jeopolitiğinde Orta Asya Ve 11 Eylül”, Yakın Dönem Güç Mücadeleleri Işığında Orta Asya Geçeği, Ed. Ertan Efeğil- Elif Hatun Kılıçbeyli- Pınar Akçalı, İstanbul: Gündoğan Yayınları, 2004, s.212.

Menon, "The New Great Game in Central Asia", s. 192.

Mustafa Kocakenar, Amerikan Dış Politikasında Jeopolitik Teoriler Ve Pratikler,  https://tasam.org/Files/Icerik/File/amerikan_d%C4%B1%C5%9F_politikas%C4%B1nda_jeopolitik_teoriler_ve_pratikler.pdf_bbb8f41e-d1bd-47e0-9202-38be4882d7b8.pdf Erişim(01.06.2020)

Muzaffer Özdağ, Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği, Avrasya-Bir Vakıf Yayınları, Toplu Eserleri-4, 2003.s.

Nicholas J. Spykman, TheGeography of thePeace, New York, HarcourtBraceandCompany, 1944, p. 43.

OlafCaroe, SovietEmpireTheTurks of Central AsiaandStalinizm, London, Macmillan, 1967, s. 257−268.

Rumer, Eugene (2002), “Flashman’s Revenge: Central AsiaafterSeptember 11,” Strategic Forum, No. 195.

Uğrasız, B.,(2002),Çin’in Hazar ve Orta Asya Bölgesine Yönelik Politikası, Sosyal bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt 4 Sayı 3. Yorumlar, Baskın Oran (der.), Cilt I, İstanbul, İletişim, s. 562.

Попов Д. С. ЦентральнаяАзиявовнешнейполитике США. 1991–2016 гг. М.: РИСИ, 2016. S.124-146.

 

 

 

 

[1]OlafCaroe, SovietEmpireTheTurks of Central AsiaandStalinizm, London, Macmillan, 1967, s. 257−268.

[2] Erhan, Çağrı, “ABD’nin Orta Asya Politikaları ve 11 Eylül’ün Etkileri”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 3 (Güz 2004), s. 123-149

[3] Francis Fukuyama, “TheEnd of History?,” TheNationalInterest 16 (Summer 1989): 3–18.

[4]Kireçci, M. Akif, Amerika Birleşik Devletleri'nin Orta Asya Politikaları, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, Rapor, 2011

[5] Muzaffer Özdağ, Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği, Avrasya-Bir Vakıf Yayınları, Toplu Eserleri-4, 2003.s.

[6] Erhan, Çağrı, s. 123-149

[7] Muzaffer Özdağ, s. 10.

[8] Çağrı Erhan, "Jeopolitik Kuramlar", Türk Dış Politikası Kurtuluş Savasından Günümüze Olgular, Belgeler,

Yorumlar, Baskın Oran (der.), Cilt I, İstanbul, İletişim, s. 562.

[9]Nicholas J. Spykman, TheGeography of thePeace, New York, HarcourtBraceandCompany, 1944, p. 43.

[10] Erhan, "Jeopolitik Kuramlar", s. 562.

[11]Mustafa Kocakenar, Amerikan Dış Politikasında Jeopolitik Teoriler Ve Pratikler,  https://tasam.org/Files/Icerik/File/amerikan_d%C4%B1%C5%9F_politikas%C4%B1nda_jeopolitik_teoriler_ve_pratikler.pdf_bbb8f41e-d1bd-47e0-9202-38be4882d7b8.pdf Erişim(01.06.2020)

[12] Erhan, Çağrı, s. 123-149

[13]A.g.m, s. 123-149

[14] Hilal Önal, “ABD’nin Afganistan Politikasının Açmazları: Bölgesel Bir Analiz”  Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 6, Sayı: 23, 2010. ss.43-71,

[15] Çağrı Erhan, bkz. İlhan Üzgel, "1980−1990 ABD'yle İlişkiler", Türk Dış Politikası Kurtuluş Savasından Günümüze Olgular, Belgeler, Yorumlar, Baskın Oran (der.), Cilt II, İstanbul, İletişim, s. 37.

[16] Ferhat Pirinççi, Soğuk Savaş Sonrasında ABD’nin Orta Asya Politikası: Beklentiler Ve Gerçeklikler, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 63-1, 2006, s.s. 208-234. Bkz. RUMER, Eugene (2002), “Flashman’s Revenge: Central AsiaafterSeptember 11,” Strategic Forum, No. 195.

[17] Çağrı Erhan, “ABD'nin Orta Asya Politikası ve 11 Eylül Sonrası Yeni Açılımları”, Stradigma Strateji ve Analiz Dergisi, C.VI, Sayı 9 ( 2003), s.2.

[18]A.g.e. s. 11.

[19] Mehmet Seyfettin Erol, “Avrasya Jeopolitiğinde Orta Asya Ve 11 Eylül”, Yakın Dönem Güç Mücadeleleri Işığında Orta Asya Geçeği, Ed. Ertan Efeğil- Elif Hatun Kılıçbeyli- Pınar Akçalı, İstanbul: Gündoğan Yayınları, 2004, s.212.

[20] Erhan, Çağrı, “ABD’nin Orta Asya Politikaları ve 11 Eylül’ün Etkileri”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 3 (Güz 2004), s. 123-149, bkz. Menon, "The New Great Game in Central Asia", s. 192.

[21]Laruelle, Marlène ve Sébastien PEYROUSE, "The United States in Central Asia: Reassessing a ChallengingPartnership", Strategic Analysis, Vol. 35, No. 3, May 2011.

[22] Mehmet Akif Okur, “Amerikan Dış Politikası Ve Orta Asya: Dünya Düzeni Değişirken İlişkilerin Geleceği Üzerine Düşünceler” Bölgesel ve Küresel Politikalarda Orta Asya / editör: M. Savaş Kafkasyalı Ankara-Türkistan: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, 2012, s. 247

[23]Mehmet Akif Okur bkz.Evan A. Feigenbaum, “WhyAmerica No LongerGetsAsia”, The Washington Quarterly, Spring 2011, s. 37.

[24] Mehmet Akif Okur, “Amerikan Dış Politikası Ve Orta Asya: Dünya Düzeni Değişirken İlişkilerin Geleceği Üzerine Düşünceler” Bölgesel ve Küresel Politikalarda Orta Asya / editör: M. Savaş Kafkasyalı Ankara-Türkistan: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, 2012, s. 247

[25]Kireçci, M. Akif, Amerika Birleşik Devletleri'nin Orta Asya Politikaları, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, Rapor, 2011, bkz. Brzezinski, Zbigniew, The Grand Chessboard: AmericanPrimacyandItsGeostrategicImperatives (New York: Basic Books, 1997).

[26]A.g.r. s. 37.

[27]A.g.r.

[28]Aydın, Aydın, Küresel Mücadele Politikaları: Orta Asya’da Rusya, Abd Ve Çin. Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, 6 (13) , 1-11,2016.

[29]Uğrasız, B.,(2002),Çin’in Hazar ve Orta Asya Bölgesine Yönelik Politikası, Sosyal bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt4 Sayı3

[30] Mehmet Akif Okur, s. 41.

[31]Asem Hekimoğlu, Uluslararası Dengeler Bağlamında Orta Asya’daki Enerji Politikaları, Bölgesel ve küresel politikalarda Orta Asya / editör: M. Savaş Kafkasyalı Ankara-Türkistan: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk Kazak Üniversitesi, 2012, bkz, Попов Д. С. ЦентральнаяАзиявовнешнейполитике США. 1991–2016 гг. М.: РИСИ, 2016. S.124-146.

Suinbay Suyundikov

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Rusya-Türkistan Araştırmaları Uzmanı