Diken Üstündeki Dünya Ekonomisi

Yazan  03 Şubat 2015

Dünyada kur savaşları tüm hızı ile devam etmektedir. Dünya ihracatının %25’ i AB ve Avro Bölgesi tarafından yapılmaktadır. Nüfusu artmayan, göç kabul etmeyen, hızla yaşlanan dünyadaki dış ticaret payını hızla düşüren Avrupa karanlık geleceğine istikrarlı adamlarla gitmektedir. İçinde bulunduğu durumu vizyonsuz politikacılarla ve yabancı düşmanlığı ile çözeceğini zanneden Avrupa devletleri önümüzdeki on yılda dünya ekonomisinde %10’lara inecektir. Burnunun dibindeki Rusya pazarını Putin’in radikal politikalarından, İslam coğrafyasını İsrail’in baskılarından, Türkiye’yi ise kompleksinden kaybeden Avrupa, ekonomik olarak gerilemekten başka şansı bulunmamaktadır.

Avro’ya değer kaybettirmek çare olmayacaktır. Avrupa Merkez bankasının (AMB) faizleri düşürmesi ve devlet tahvilleri ile de para yaratma politikasına geçmesi ekonomiyi canlandırmak için herhangi bir işe yaramayacaktır. Çünkü para yaratma şekli reel ekonomik faaliyetlerle paralellik taşımamaktadır. Temel ekonomi politikalarında geleceğe güvenle bakacak politikalar üretilmeden, para politikası ile ekonomiyi idare etmeye kalmak, para piyasalarının reel ekonomiden tamamen kopmasına ve piyasalara duyulan güvenin daha da azalmasına neden olur. Para politikası ilaçla tedaviye benzer. Yaşam biçimini (maliye politikası) değiştirmediğimiz yan etkisi esas etkisinin önüne geçecektir. Nitekim onca para basılmasına rağmen, geleceğe güven oluşturulmadığı için paranın devir hızı artırılamamaktadır. Enflasyon yaratılabilmesi için paranın hacim olarak artırılması yetmez, aynı zamanda dolaşım hızının da artırılması gerekir.

Diğer taraftan, yaratılan para reel sektöre gitmemektedir. Bunun için istihdam ve bireyin tüketimine odaklı para basılması gerekir. Oysa AMB, özel ve kamu tahvilleri ile para yaratmaktadır. Bu da borsaların artmasına, batık ülkelerin (İspanya, Yunanistan, İtalya, Portekiz) dahi devlet tahvillerinin fiyatlarını düşürmekten başka bir işe yaramamaktadır. Temel analiz olarak, çökmüş bu ülkelerde devlet tahvillerinin faizleri düşerken, borsalarının tavan yapması anlamsız ve çok büyük bir ekonomik çöküşün habercisinden başka bir şey değildir.

Petrol fiyatlarındaki düşüş AB ekonomisindeki deflasyonist etkiyi biraz geciktirebilir. Ancak petrol fiyatlarındaki düşüş, aynı zamanda AB bölgesindeki finansal kesimine petrol ülkelerinden gelen kaynağı da düşürecektir.

Kur savaşları, gerçekte dünya istihdam savaşının aynadaki yansımalarından biridir. Kur savaşı, ülkedeki istihdam imkânlarının kaybedilmemesi amacı ile yapılır. AB bölgesinde tek paraya geçmekle kazanılan avantajlar popülist politikalarla kaybedilmiştir. Bu konuda en dirayetli ve birliğin getirdiği disipline uyan tek ülke Almanya olmuştur. Almanya, birliğin getirdiği emek maliyetlerindeki ucuzlamayı sendikalarla anlaşarak ve işçi verimliliklerini tavan yaptırarak aşmıştır. Almanya dışındaki ülkeler bol kaynak ve düşük faizleri popülist politikalara harcamış fakat 2008’den itibaren deniz bitmiştir. Özellikle Akdeniz kuşağı AB ülkeleri ve Doğu Bloğunun çökmesi ile AB’ye dâhil olan ülkeler bu fırsatı değerlendirememiştir. Şimdi Avro ne kadar düşerse düşsün bu işten Almanya’dan daha karlı çıkacak ülke yoktur.

Avrupa’nın kendi içinde tam birlik olmaması sorunu daha da ağırlaştırmaktadır. İngiltere’nin birliğe girmemesi ve yakın gelecekte birliğin birtakım yetkilerinin halkoyuna sunacağını açıklaması gerilimi artırmaktadır.  İsviçre gibi dünya para merkezinin Avro’ya geçmemesi para politikasında istikrarlı politika üretilmesine engel olmaktadır. Nitekim son hafta İsviçre merkez bankasının IMF’ye bile haber vermeden para politikasında sabit kurdan vazgeçtiğini ifade etmesi ve  % (0,75) eksi faize geçmesi piyasalarda şok yaratmıştır. İsviçre merkez bankası, bu kararı alırken bırakın IMF’ye haber vermeyi,  AMB ve kendi teknik personeline dahi haber vermemiştir. Bu durum, para savaşlarının AB içinde bile ne kadar çetin geçeceğinin işaretidir. İsviçre’nin bu hamlesi Avro’nun çok düşeceğinin ve Avro bölgesinden Frank’a çok talep geleceğinin, gelen paranın mevduata yatacağının, bunun da İsveç Frank’ını çok pahalandıracağının, pahalanan Frank’ın ihracatı baltalayacağının ve baltalanan ihracatın da ülkedeki istihdamı olumsuz etkileyeceğinin kaygısı bulunmaktadır. Ekonomisi tamamen finansal işlemlere ve ihracata dayalı İsviçre’nin aldığı tedbir, son derece yerindedir. Ancak beklendiği gibi Frank düşmemiş tam tersi değer kazanmıştır. Bunu bilen İsviçre faizleri düşürerek tedbir almıştır. Ancak Frank’a talep daha da artmış, ihracatta kaybedeceği istihdamı finansal operasyon sonucu kazanmayı planlamıştır.

Avrupa’nın içinde bulunduğu durum, Almanya’nın daha da hâkim hale gelmesini ve Avro bölgesindeki ülkelerin eyalet düzeyine razı olmaları ile çözümlenecektir. Avro bölgesinden çıkış, çıkanların korkunç derecede refah kaybına neden olacaktır.

Avrupa büyük bir deflasyon kıskacına düştü düşecek seviyededir.

Avro’nun dolar karşısında değer yitirmesi en çok Almanya ve Fransa’nın işine yarayacaktır. O da ABD Pazarı ve ABD ihracatçılarının Dünya pazarındaki payını kapmak için. Çin ve Japon ihracat pazarından AB ülkelerinin herhangi bir kazanımı olamaz. Çünkü Uzakdoğu ülkeleri istihdamlarını korumak için. Avro ve Dolara göre paralarını sürekli güncellemekte ve değerlerini düşük tutmaktadır.

Temel Analiz: AB ve Avro bölgesinin aleyhine iken, Londra’da oturun teknik analizcilerin Türk ekonomisi aleyhine dedikodu üretmeleri spekülasyon ve manipülasyondan başka bir şey değildir. “Londra şarlatanları” şimdi de sıcak para endeksi diye bir şey uydurdular ve bu endekste de en riskli ülke açık ara Türkiye’yi göstermekteler. Bu endekse göre, şayet sıcak para gelmez ise en fazla hangi ülke zarar görecek onun ölçütleri gösterilmektedir. Bu “şarlatanlar”; FED’in bilançosunu küçültme kararı almadan, AMB para saçarken, İngiltere ve İsviçre para basarken, Çin, Japon ve Hindistan paralarını korumak için her türlü politika üretirken; bu şarlatanların yıldızı Rusya %50 devalüasyon yapmışken, petrol fiyatları düşmüş iken hangi veriye dayanarak sıcak paranın ülkeler arasında hareket etmeyeceği gibi akla ve ekonominin olağan işleyişine aykırı durumu savunabilmekteler, anlamak son derece zor.

21. Yüzyıl’da Her Koyun Kendi Bacağından Asılmaz: ABD ve Amerikan Kıtası:

2008’de dünya ekonomik krizine en etkili tepkiyi veren FED olmuştur. Ancak para politikası ile ekonomiyi yönetmek geçicidir. Kalıcı olan maliye politikasıdır. ABD iki konuda da başarılı adımlar atmıştır. FED’in bilançosunu büyütürken faizleri düşürmüş ve dünyadan dolar gelebilecek atakları sınırlamak ve kontrol altında tutmak için FED SWAP anlaşmaları yaparken IMF ve Dünya Bankasını da devreye sokmuştur. Bunun sonucunda şirketlerinin finansman maliyetleri düşmüş ve likidite sorunu çözülmüştür. Faiz düşürmek ve para basmak için reel ekonominin aktörleri olan şirketler ve tüketicilerin yarattığı kâğıtları kullanmış ve doğrudan ekonominin en küçük hücresine kadar politikasını yansıtabilmiştir. Amerikan tüketicisinin maliyetlerini düşürmüş, ona istihdam sağlayan şirketlerin işçilik, finans, vergi maliyetlerini düşürerek onların önünü açmıştır. Bunları yaparken başarı ölçütü olarak da istihdam artışı ve enflasyon düşüşünü esas almıştır.

Para politikası ile yetinmeyen ABD, cari ve bütçe açık vermesine neden olan politikalardan da vazgeçmiş. Bu alanda yeni politikalar üretmiştir. Petrol fiyatlarının yüksek olmasından yararlanmış, alternatif enerji kaynaklarını desteklemiş (kaya gazı, güneş, rüzgâr, jeotermal vb.) bu alanlarda yaptığı Ar-Ge ve tesislerin amortismanlarını dahi çıkarmıştır. Gelinen nokta itibariyle, 2014 yılsonu ilk petrol ihracatını da Güney Kore’ye gerçekleştirmiştir. Böylece petrol ithal etmek için dünyaya dolar veren ABD, Petrol satarak dünyadan dolar çekmeye başlamıştır. Bunun sonucu da dolar kıymetlenmeye başlamıştır. FED’in aktif politikası ile faizleri düşüren ABD, maliye politikasının başarılı uygulamaları ile FED’e ihtiyaç kalmadan, faizleri düşük tutarak hem vatandaşlarının refahını korumakta, şirketlerinin maliyetlerini düşük tutarak ihracatını ve ülke istihdamının istikrarına neden olmakta hem de hazinenin borçlanma maliyetlerini çok düşürmektedir.

Petrol fiyatlarının düşmesi ABD’deki alternatif enerji kaynaklarının üretimin zora sokacağı konusundaki spekülasyonlar bulunmaktadır. Kısmen doğru olan bu tespit, artık dünyada geri dönülmez şekilde petrol arzının arttığının ve talep yetersizliği gerçeğinin üzerini örtmeyecektir. Bu tesislerin amortismanının bitmiş olması ve düşük faizler, ABD şirketlerinin önünü açacaktır. Bu konuda yapılan spekülasyon geçersizdir.

Parası zaten kıymetlenen bir ülke faiz artıramaz. Şayet artırsa dünyanın patronunun kim olduğunu hatırlatmak için siyasi saiklerle cüzi miktarda artırır. FED başkanı Yellen, bugüne kadar tüm sözlerinde durmuştur. Faiz artırımını da bu kapsamda düşünürsek artırabilir, ancak bu sembolik miktarda ve siyasi nitelikte olacaktır. Ülkede enflasyon yokken, yabancı sermaye kaçmıyorken ne diye tüketicisinin, şirketlerinin ve hazinesinin maliyetini artıracaktır. Kaldı ki FED, daha bilanço küçültmeyi gündemine dahi almamıştır.

Amerika kıtasında sosyalist popülist politikalar tüm hızlıyla devam etmekte. Arjantin müzmin müflistir. Venezüella petrol gelirlerini güya sosyalistçe harcamakta. Ülkede enflasyon kontrol dışına çıkmıştır. Brezilya, Güney Amerika’nın Kanada’sı olma potansiyeline sahipken, istikrarsızlık ve yabancı sermaye bağımlılığı nedeni ile ritmik bir büyüme yakalayamıyor. Bu bölgenin de refahını petrol yükseltirken petroldeki düşüş bu bölgedeki sıkıntıları da artıracaktır.

İpi Başkasının Elindekilerin Bölgesi: Uzakdoğu Bölgesi

Büyümesini tamamen başta AB ve Amerika ile dünyanın diğer ülkelerine ihracata bağlayan bu ülkeler, özellikle petrol fiyatlarının düşmesi ile çok büyük Pazar daralmasına uğrayacaktır. Tasarruf oranları %40’a dayanan bir ÇİN, petrol fiyatları bu seviyede iken çok büyük bir işsizlik dalgası ile karşı karşıya kalabilir. ABD’nin petrol ihracatçısı olması dünyada dolar likiditesini azaltma eğilimini başlatmıştır. Uzakdoğu ülkelerinin dolar ve özellikle Avro’daki dalgalanmalara karşı otomatik tedbir almaları ve paralarının kurlarını düşük tutmaları, bu ülkelerin iç pazarlarının gelişmesine engel olmaktadır. Bu ülkelerde iç Pazar geliştirilemez ise dünyanın büyümesi AB ve ABD ülkelerindeki tüketici taleplerinin artmasına bağlıdır. Bu ülkelerde maliye politikası bazlı ekonomi politikası izlenmediği için tüketiciler geleceğe güvenle bakmadığından tüketimlerini artırmamaktadır.

Avro-Dolar ve Yen arasındaki kur savaşının sonucunda dünyayı negatif faiz ve sıfır enflasyon beklemektedir. Bu gelişmenin adı ise deflasyondan başka bir şey değildir.

Kutu I Usul Yoksa Esas da Yoktur: Teknik ve Temel Analiz

Teknik analiz, sebep sonuç sürecinde sonuca göre hüküm koymayı ifade eder. Elde edilen sonuca göre sebebi inşa etmeye teknik analiz denir. Teknik analizin aleti, fiyat hareketleridir. Kısa vadelidir. Para piyasalarında bu süreç şöyle çalışır: Petrol fiyatının düşeceğini teknik analizcilerden hiç kimse ön göremedi. Ancak petrol fiyatları düşünce buna yüzlerce sebep saymaya başladılar. Petrol arzının fazlalığı, talebin düşüklüğü, yenilenebilir kaynaklardan enerji üretiminin verimli hale gelmesi, Rusya krizi (Hâlbuki bu krizi fiyatların yüksek kalacağı şeklinde yorumlamışlardı), ABD kaya gazı yatırımları, Suudi Arabistan’ın maliyetlerin düşüklüğü vs. Oysa bu gerekçelerin hepsi bir günde oluşmadı. Bunlar, zaten vardı. Ancak sayılan gerekçeler temel analizin konusu ve bu alandaki gelişmelerin ne zaman etki göstereceğinin noktasal tespiti mümkün olmadığı ve teknik analizciler de al sattan para kazandıkları için temel analiz konularını hiçbir zaman gündeme getirmediler.

Teknik analiz bir zihniyet bicimidir ve günlük yaşamayı ifade eder. Günlük yaşamı değerlendirmek de gereklidir. Ancak bu değerlendirme ile orta ve uzun vadeli hüküm oluşturulamaz. Teknik analizde sonuca göre sebep inşa edildiğinden komplocu bir zihniyetin alt yapısını da taşır.

Temel Analiz, sebebe göre sonucu tahmin etme, hatta belirlemedir. Uzun vadelidir. Temel Analizin aleti ekonominin makro dengeleri, odağı ise istihdamdır. Kurlar, fiyatlar, enflasyon, işsizlik oranları makro dengelerdeki değişimin gerektirdiği bir ölçüm değerleridir. Temel analiz, maliye politikasının konusudur. Bu alandaki değişiklikler anında sonuca yansımadığı için sabırsız insan mizacının dikkatini çekmez. Kültürümüzde de var olan “ Allah’ın sopası yok ki!” deyişi temel analizi ifade eder. Herhangi bir olgunun (ekonomi, sağlık, ahlak vb) fıtratına aykırı davranış ürettiğimizde mutlaka bunun bir olumlu ya da olumsuz sonucu olacaktır ve fakat bu gün olmayacaktır. Dünyanın temel analiz konularına baktığımızda; istihdam, üretimin doğuya kayması, Avrupa’daki temel verilerde olumsuzluklar (ırkçılık, yaşlanma, pazarları doğuya kaptırma vb) dünyada enflasyonun sıfıra yakın hatta deflasyona doğru sürüklendiğini, faizlerin sıfıra doğru hareket ettiğini ve hatta negatifi gerektirdiğini ve bütün bunların nedeninin de gelir dağılımındaki adaletsizlik olduğu ortadadır.

Petrol fiyatlarındaki düşüşü teknik analiz açısından değerlendirdiğimizde, fiyatların düşmesine rağmen üretimin kısılmaması petrol varlığının, fiziki değil de ne pahasına olursa olsun nakit olarak tutulmasının tercih edildiği anlaşılmaktadır. Bu bir portföy yaklaşımıdır ve yatırımcılar ellerinde fiziki petrolün değil, nakdin olmasını istemektedir. Temel analiz açısından olaya baktığımızda ise, gelir dağılımındaki eşitsizlik talebi etkilemekte, talep üretimi, üretim istihdamı istihdam da geleceğe olumlu bakışı etkilemektedir. Bu açıdan petrol dâhil temel emtia fiyatlarının artış yönünde trendini devam ettirmesi olanaksız gözükmek, dip dalga deflasyona işaret etmektedir

Hakikatle Değil, Algıyla Yönetilen Ekonomi: Türkiye

Petrol fiyatlarındaki düşüş, ülkemiz cari açığını sekiz ila on milyar dolar olumlu etkileyecektir. Maksimum olumlu etkileyeceği rakam ise 13,5 milyar dolardır. Ak Parti ekonomi kurmaylarının ülkemiz cari açığının enerjiden kaynaklandığı tezi, doğru değildir. Petrol fiyatlarının düşmesi ile bu tezin geçersizliği gün yüzüne çıkmış olacaktır.

Keza şu anda Ak parti kurmaylarının TCMB’ye faizi indirmeleri için yaptığı baskı da teknik analizden kaynaklanmaktadır. Temel analiz konusunda politika üretmesi gereken hükümetin, teknik analiz kompetanı olan ve ülkedeki dolarizasyondan dolayı daha çok FED ve AMB’na bağımlı olan TCMB’den faiz indirmesini istemek, abesle iştigaldir. TCMB, FED, AMB ve Londra’daki spekülatörlerden ışık alması lazım ki, faiz konusunda adım atsın. Bunun da yadırganacak bir tarafı yoktur. Çünkü ülkedeki parasal işlemler TL den çok yabancı para (dolar/avro) üzerinden cereyan etmekte ve ülke cari açıkla yönetilmektedir. Son on iki yılda fıtratına uygun davranan tek kurum, TCMB kalmıştır. Hükümet son hamleleri ile bu kurumu da fıtratından uzaklaştıracak ve ülkemiz bu aşamadan sonra geri dönülemez bir ekonomik krizin içine girecektir.  Hükümet, TCMB’nin kıblesini TL’ye çevirmek istiyorsa, maliye politikasında köklü değişiklikler yapması gerekmektedir. Hükümet üzerine düşen işleri yapmamakta, ülkenin tek fıtratına uygun kurumunu yok etmeye çalışmaktadır. Ülkemizin ekonomik kıyameti, ekonomideki temel veriler (cari açığın düşmesi, finans piyasalarının TL bazlı çalışması) değişmeden TCMB’nin, kıblesinin değişmesiyle başlayacağını söyleyebiliriz.  Temel verileri değiştirmek hükümetin görevidir.

Cumhurbaşkanı ve ekonomi bakanının faizlerin yüksekliğinden şikâyet etmeleri timsahın gözyaşından başka bir şey değildir. Faizlerin yüksekliği TCMB’nin sorunu değildir. Maliye politikasının sorunudur. Yatırımların önünde en büyük engelin faiz olduğunu ileri sürmek, iktisat konusunda bihaber olmak demektir. Avrupa, Amerika Japonya’da faizler negatif niye yatırım patlaması olmuyor? 2003’ten başlayan Ak partinin ilk yıllarında faizler yüksekti, yatırım yapılıyor ülke büyüyordu da şimdi reel faizler nerdeyse sıfır olmasına rağmen neden yatırım yapılmıyor?

Faizleri TCMB, kıblesinden işaret gelince, mutlaka düşürecek, o zaman da ülkenin büyümediği görüldüğünde bu defa Ak parti kurmayları maliye politikasına bakma yerine, TCMB zamanında faiz indirmediği için diyecekler. 12 yıldan bu yana cari açığa dayalı ekonomi politikası, özel sektörü ve bireyleri borçlandırıcı politikalar, kamunun yapması gereken yatırımları özel sektöre yaptırım ve yüklü kefalet vermeler, özelleştirme gelirlerini cari açığı azaltıcı değil,  cari giderleri karşılayacak şekilde harcamalar yoluyla ülkede sahte bir refah algısı yaratılmıştır.

Bundan sonra cari açık verilse de, faizler sıfır olsa da enflasyon yerlerde sürünse de dikkate değer bir büyüme sağlanamayacaktır. 12 yıllık Ak parti iktidarında ortalama büyüme %,4,7 olmuştur ki bu rakam, 90 yıllık büyüme ortalaması ile eşittir. Önümüzdeki üç yılda büyümenin düşmesi ile Ak parti dönemi cumhuriyetin tarihi ortalamasının da altına düşecektir. Ak parti ekonomi politikası, ekonomiyi şeker hastası yapmıştır. Bu ekonomik büyüme rakamları ile ekonomideki sahte refah algısı kısa zamanda değişecek ve gerçekler ortaya çıkacaktır. Gerçeğin ortaya çıkmasını hızlandıracak eylem ise TCMB’nin fıtrata uygun politikasının bozulması ile ivme kazanacaktır.

Kutu II Ölçü ve Ayarla Oynayan Bizim Pazarımıza Gelmesin: Merkez Bankalarının İşlevi

Dünyadaki tüm merkez bankaları ihdas edici değil, geçici imkân sağlayan kuruluşlardır. Ekonomileri insan bedenine benzetecek olursak, hasta bir bedene teşhis koymak için birtakım değerlere bakılır. Kan, idrar tahlilleri birtakım filimler ve değerler hastalığa teşhis koymak için yapılan ölçümlerdir. Ölçümler sonucu birtakım değerler çıkar ve bu değerlere göre de tedavi yapılır. Tedaviden sonra değerler tekrar kontrol edilir ve normal seviyelere dönülmüş ise hasta iyileşmiş demektir. Tedavi ve ameliyat sırasında hastaya verilen her türlü ilaç, yapılacak ameliyata geçici ortam sağlamak içindir. Merkez bankaları tüm dünyada geçici ortam sağlama kurumlarıdır.

Bu benzetmede değerleri ölçmek para politikasının yani merkez bankalarının görevidir. Hastayı tedavi etmek de maliye politikasının görevidir. Hastalığa teşhis koymak için ölçümünü yaptığımız her değer bağımlı değişkendir. Yani bir belirleyeni vardır. Bu nedenledir ki, bu değerlerin ölçülmesinde hata yapılmasın tercih kullanılmasın, objektiflik esas olsun diye merkez bankaları siyasi iradeden bağımsız hale getirilirler. Bunun tek bir amacı vardır. Teşhis doğru konmaz ise tedavi de doğru yapılamaz ve hasta ölür. Allah bile vücudumuzun anatomisini ve fizyolojisini bu şekilde yaratmıştır. Bizler göz kapaklarımızın çalışmasına karışamayız. Kalbimizin ritminde inisiyatif kullanamayız. Elimize, dilimize ve belimize hâkim olarak ahlaklı davranmış oluruz. Karışamadığımız şeylerimize karışır, onların dengesini bozarsak da hasta oluruz.

Faiz konusunda merkez bankasının işine hükümetler karışamaz. Merkez bankaları hükümetlerin kötü maliye politikası sonucu oluşan yüksek enflasyon ve faiz, düşük kur gibi olaylarla maliye politikasına teşhis koyarlar. Yüksek enflasyon, faiz, işsizlik ve cari açık maliye politikasının kötü yönetildiğinin işaretidir.

Hükümetin ekonomideki kötü gidişi, TCMB’nin politikalarına bağlaması ağaca bakıp ormanı görememek, skolâstik zihin yapısına sahip olmak ve sebep sonuç ilişkisini karıştırmak anlamına gelir. Skolâstik zihniyet, sonuca bakarak sebep üretmek demektir. Bunu yaparken de işine gelen, teste tabi tutulması imkânsız delilleri öne sürme işi yapılır. Bu konuda yapılacak eleştiriler ve doğru yol göstermelere ise yine amaç ve araç karıştırılarak cevap verilir. Sen ülkenin büyümesinin önüne geçmek istiyorsun. Tüm dünya bize karşı. Niyetin bozuk vb. suçlamalarla akıl tutulmalarının üstü kapatılmaya ve eleştiri yapanların da aklının tutulması sağlanır. Akıl tutulmasının yaşandığı ülkeler Cin çarpmış gibi uyanmaya mahkûmdurlar.

Merkez bankalarının bağımsızlığının arkasında ülke ekonomilerinin Cin çarpmış gibi uyanmamaları vardır. Ülkemizde hükümetin kendi işini (Maliye politikası)  yapmak yerine, ölçü kurumu olan merkez bankası ile uğraşması şeker hastası olan ekonomi için faydadan çok zarar verecektir.

Kırkıncı Defa Söylenirse Etki Edecek mi: Ne yapmalıyız?

1. Merkez Bankasına müdahaleyi sonlandırmalıdır Böylece skolastik mantıktan da kurtulmuş olacaktır.

2. Dünya hızla deflasyona gitmektedir. Kurların düşmesine, enflasyonun ve faizlerin yükselmesine fırsat verecek maliye politikaları uygulamamalıdır.

3. Kayıt dışı ekonomi konusundaki söylemlerini timsahın gözyaşı içeriğinden kurtarmalıdır.

4. Tüm ekonomi politikasının merkezine istihdamı almalıdır.

5. Ekonomik hayatın TL üzerinden cereyan etmesini sağlamalıdır.

6. İstihdam sağlamanın aracı ve odağı olarak iş adamları esas alınmalıdır.

Kutu III Fıtrata Aykırı Yaşayamazsınız: Kıbrıs Rum Kesimi Havayollarının Kapanması

Ülkemiz coğrafi, siyasi, kültürel, tarihi ve ekonomik olarak stratejik bir yerde bulunmaktadır. Stratejik yer, üretilecek her politikada göz ardı edilemeyecek yerdir. Osmanlı coğrafyasında hiçbir ülke Anadolu’dan ve İstanbul’dan bağımsız politika üretemez. Üretse bile uzun erimli olamaz. Ekonomi de bunlardan biridir. Bu coğrafyada İstanbul’un dilini konuşmayan, İstanbul’a mal satmayan hiçbir ülkenin gelecek şansı bulunmamaktadır.

İzmir’le Selanik arasında ticari sınır varsa İstanbul Obez olur. Selanik ve balkanlar fakirleşir. İstanbul ile Sofya arasında ticaret serbest çalışmıyorsa Bulgaristan’da bırakın nüfusu, Bulgarca öğretecek öğretmenlerin maaşını veremezsiniz. Antep ile Halep, Adana ile Lübnan, İzmir ile Bingazi arasında ticari ve beşeri sınır olamaz. Trabzon ile Tebriz arasında sınır varsa, Doğu Anadolu’da ve batı Azerbaycan’da nüfus tutamazsınız. Trabzon, Batum, Erivan, Tiflis ve Bakü aynı şehirdir. Bu şehirlerin merkezi Anadolu’dur. Erbil, Musul, Diyarbakır adana aynı şehirdir.

Sofya ve Atina’yı Frankfurt’a, Brüksel’e bağlarsanız, bu bölgede göçe engel olamazsınız.  Anadolu’nun interlantındaki tüm ülkeler ekonomik olarak Anadolu ile birleşmezlerse, bırakın uçak şirketlerini yakında elektrik paralarını dahi ödeyemez hale gelecekler. Ermenistan, Gürcistan Abazya, Bulgaristan Kuzey Irak, Batum, Yunanistan, Suriye, Kosova, Bosna eşyanın tabiatına uygun olarak ekonomik anlamda Anadolu ve İstanbul ile birleşmez ise yakında ana dillerini dahi kaybedecekler. Bu ülkelerin hiç birinde ciddi işletme kurulamaz. Ne coğrafi konumları ne nüfusları, ne beşeri kaynakları, ne yolları uygun değildir. Bu ülkeler Anadolu’nun eklektik parçaları değil, organik parçalarıdır. Eklektik yapılarda ayrılmalar zenginlik getirebilir. Organik yapıdaki eksilmeler sakatlık getirir.

Kıbrıs Rum Kesimi hava yollarının kapanması bölge için başlangıçtır. Ülkemizden 3 kat daha zengin,  AB üyesi, Avro ekonomik bölgesinde olan bir bölgede, itibar şirketi kapanabilmektedir. Anadolu’nun organik parçaları olan tüm bu ülkelerin tek çıkışı Anadolu ve İstanbul’dur. Coğrafyanın Fıtratı budur. Fıtrata aykırı yapılanmalar uzun ömürlü olmaz.

Şefik Çalışkan

-1962 Nevşehir doğumludur.

1986 Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Mezunudur.

-Gazi Üniversitesi Yüksek Lisans derecesi (Tez konusu: İslam Konferansı Teşkilatı)

-Banka kökenli (müfettiş, müdürlük ve seksiyon müdürlüğü görevlerinde bulunmuştur)

-İlgi alanı, Türkiye ve dünya makro ekonomisi

-1998’den bu yana Şirketlerde üst düzey yönetici olarak çalışmaktadır

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display