22 Temmuz 2007 Seçimleri ve MHP

2007 seçimleri Türk demokrasi tarihinde önemli bir dönemeci oluşturmaktadır. 3 Kasım 2002’de iktidara gelen AKP 22 Temmuz 2007 seçimleri sonucunda oylarını % 34’den % 46’ya yükselterek açık ara birinci parti olarak çıkmayı başarmıştır.

Prof. Dr. Ümit Özdağ·

AKP'nin gerçekleştirmiş olduğu bu sonuç, nedeni ne olur ise olsun büyük bir siyasal başarıdır. Rakamlar ile ifade edilir ise AKP'nin oyları, ikinci ve üçüncü parti olan CHP ve MHP'nin oylarının toplamından % 10 daha fazladır. Diğer bir ifade ile hemen hemen her iki seçmenden birisi AKP'ye oy vermiştir.

22 Temmuz seçimlerinin diğer bir anlamı AKP dışında bütün partilerin bu seçimden mağlup olarak çıktıkları gerçeğidir. CHP-DSP ittifakı, muhalefette olmanın verdiği avantajı kullanamamıştır. 22 Temmuz öncesinde ortaya çıkan sivil toplum alanındaki geniş muhalefeti bile doğru yönetememiştir. Türk halkına umut veren bir iktidar seçeneği olarak değil iktidar olmak için, "seçim kampanyası" dahi yürütememiştir. Diğer bir ifade ile CHP-DSP ittifakı daha ilk gün "ikinci parti" olmayı kabullenerek yola çıkmıştır.

DYP-ANAP ortaklık projesi olarak merkez sağı inşa etmek adına ortaya konulan Demokrat Parti projesi de iki parti liderlerinin süreci yönetmede gösterdiği büyük başarısızlıktan dolayı merkez sağ seçmen ve potansiyel merkez sağ seçmen için büyük bir hayal kırıklığı olmuştur. Bundan dolayı, seçmen DP'yi cezalandırmıştır.

1965'de kurulduğu günden buyana ilk kez bir seçimde yaygın medyanın kapsamlı desteğini alan MHP'de, Türk milliyetçiliğinin yükseldiği bir ortamda, ANAP, Genç Parti ve DP çökmesine rağmen, oylarını ancak AKP'nin artırdığı orana taşıyarak, bir mağlubiyete uğramıştır. Diğer partilerin aldıkları sonuç ise değerlendirmeyi dahi gerektirmemektedir. Özetle, AKP seçimlerden siyasal anlamda büyük bir galibiyet ile çıkarken, CHP, MHP ve DP ağır bir mağlubiyet ile çıkmışlardır.

AKP'nin bir seçim döneminde iktidarın bütün yıpratıcılığından sonra oylarını artırmasının ise bir tek örneği vardır. O da 1954 seçimlerinde DP'nin oylarını artırarak tekrar iktidar olması örneğidir. Ancak, AKP'nin 2007'de oylarını artırması DP'nin 1954'de oylarını artırmasından çok daha zor şartlarda gerçekleşmiştir. Çünkü, DP için iktidarı 1950'de CHP'den aldıktan sonra oylarını artıracak politikalar izlemek çok kolay olmuştur.

Kore Savaşı'nın oluşturduğu olumlu dış politik ve ekonomik atmosferde, DP, 27 sene süre ile milli bir devleti inşa etmenin bütün zorluklarını üstlenen ve 2. Dünya Savaşı'nın bütün olumsuzluklarını taşıyan CHP'nin elinden iktidarı aldıktan sonra çok kolay sayılabilecek popülist ekonomik tedbirlerle halkta büyük bir ekonomik rahatlama yaratmıştır.

Oysa AKP için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. AKP'nin uyguladığı ekonomik önlemler Türk halkına 1950-54 sürecinde DP'nin sağladığı ekonomik kalkınma ve refah ile karşılaştırıldığında önemli bir rahatlama sağlamamıştır. Üstelik, AKP'nin izlediği IMF merkezli ekonomik politikalar büyük sıkıntıların da kaynağını oluşturmuştur. Genel olarak dış ve iç siyasette de AKP iktidarı bir çöküntü dönemini ifade eder. Buna rağmen AKP oylarını %46'ya taşımayı başarmıştır.

Bu sonucu, bazılarının ciddiyetsiz bir şekilde yaptığı gibi, Türk milletine hakaret edenbir komedi yazarının şarlatanlığının arkasına "Aziz Nesin haklıymış" şeklinde sığınarak geçiştiremeyiz. Geleceğin Türkiyesini çok ağır tehditler beklemektedir. Bu ağır tehditleri göğüsleyebilmek için yakın geçmişi çok iyi tahlil etmeli ve yapılan hataları anlamalı, geleceği alınan dersler ışığında inşa etmeliyiz. Bunu yapabilmek için AKP'nin politik projesini inceleyerek tahlile başlamak bir zorunluluktur.

I. AKP'nin Politik Projesi Federasyon ve Etnikçilik

AKP'nin siyasal projesi Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesini ortadan kaldırarak, Türkiye Cumhuriyetini milli-üniter devlet modelindenfederal çok milletli devlete dönüştürmektir. AKP, dört buçuk yıllık ilk iktidar döneminde bu anlamda çok önemli bir mesafe almıştır. Her ne kadar Erdoğan, seçim meydanlarında bu projesini "Tek millet, tek devlet, tek bayrak" sloganı arkasına gizlemek yoluna sapmış ise de yapılanlar ortadadır. AKP, Türkiye'nin federalleşmesi için "Kamu yönetiminin temel ilkeleri ve yeniden yapılandırılması" yasa tasarısı ile önemli bir adım atmıştır.

Bu yasanın veto edilmesi üzerine AKP federalleşmenin hukuki alt yapısını hazırlamak için bir dizi yasayı geçirmiştir. Bunlar, 1) "Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün Kapatılma Kanunu", 2) " Bölge Ajansları Kanunu", 3) "Hizmet Birlikleri Kurulması Kanunu", 4)" Belediye Kanunu", 5) " Büyükşehir Belediyesi Kanunu", 6) " Gelir İdaresi Kanunu", 7) " İl İdaresi Kanunu"dur.

Bu yasaların amacı milli-üniter devleti tasfiye ederek Türkiye'yi çok milletli/etnikli bir zeminde federalleştirmektir. Bu yasaların neden olacağı gelişmeleri öncelikle yedi başlık altında toplayabiliriz:1) Milli otorite zayıflarken, yerel/feodal yeni iktidar sahipleri oluşturacaktır. 2)Etnikçilik artacaktır ve kurumsallaşacaktır. 3)Devlet dışında odaklara bağlılık oluşacaktır.4) Gelişmemiş bölgelerin kalkınması imkansızlaşacak/zorlaşacaktır. 5)Yolsuzluk, kayırmacılık artacaktır. 6)Verimsiz ve gereksiz yatırımlar çoğalacaktır. 7) Milli birlik ve dayanışma duygusu azalacaktır.

AKP, federalleşme sürecini güçlendirecek başka adımlar da atmıştır. Bu çerçevede a) İkiz yasalar diye anılan ve etnikçiliği güçlendiren ve kurumsallaştıran Birleşmiş Milletler Sözleşmeleri imzalanmıştır. b) Yabancı ülkelerin beşinci kol faaliyetlerine uygun zemin hazırlayan Vakıflar Yasası bütün sert uyarılara rağmen AKP tarafından kabul edilmiştir. c) Yabancılara Toprak Satışı Yasası'da milli güvenliği tehdit için olumlu bir zemin oluşturmuştur. d) AKP, Avrupa Birliği süreci arkasına sığınarak, devlet yönetimine ülkenin güvenliğinin sağlanması konusunda uzmanlık bilgisi artıran Milli Güvenlik Kurulunu etkisizleştirmiştir. e) Maden Yasası Türk halkının refahını artıracak şekilde değil, yabancı şirketlerin menfaatlerini gerçekleştirecek şekilde AKP tarafından kaleme alınmıştır. f) Petrol Yasası, tam anlamı ile ancak işgal altında bir ülkenin işgal altındaki parlamentosu tarafından yazılabilecek ölçüde Türkiye'nin menfaatlerini temsil etmekten uzaktır. Üstelik AKP son aşamada bu yasaya terör örgütünün siyasal kanadının bir temsilcisinin önerisi olan "çıkan petrolün % 50'sinin çıkarıldığı ile bırakılması " gibi federasyoncu bir fıkrayı koymaktan çekinmemiştir.

Bütün bu yasalar Türkiye'nin federalleştirilmesi sürecinde döşenmiş yol taşlarıdır. AKP bir yandan üniter devleti dağıtan federasyonun alt yapısını hazırlarken öte yandan da milli devleti etnikleştirmek adına Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda tanımlanan "Türk kimliğini" tahrip etmek için çalışmıştır.

Erdoğan çok bahsedilen ve çarpıtılan mahkum olduğu Siirt konuşmasında, "TC 75 yıldır Türk ırkına göre kurulmuştur" diyerek, saldırdığı zemini kendince tanımlamıştır. İktidara geldikten sonra da Erdoğan, Türk milletini Türkiye'de yaşadığını ileri sürdüğü 32 etnik gruptan birisi olarak tanımlamış, anayasanın tanımladığı Türk kimliği yerine "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimliği" gibi ne idüğü belirsiz bir söylemin arkasına sığınmıştır.

Erdoğan'ın izlediği etnikçi politikalar PKK ve Barzani karşısında teslimiyetçilik olarak da sonuçlanmaktadır.Şimdi bu konuya kısaca eğileceğiz.

II. PKK Karşısında Teslimiyetçilik

AKP iktidarı döneminde terör olaylarında büyük bir yükselme olmuştur. AB'ye tam üyelik kaygısı ile AKP tarafından izlenen teslimiyetçi politikalar PKK terörünün azması ile sonuçlanmıştır. Abdullah Gül, "Kaygılardan dolayı daha büyük hak olan özgürlükleri kısıtlamak yoluna gitmeyeceğiz" diyerek, Türkiye'nin kendisini savunması için gereken önlemleri bir bir tasfiye etmiştir.

Oysa bir AB üyesi İç İşleri Bakanı olan Alman İç İşleri Bakanı Otto Schilly, söz konusuAlmanya olduğunda "Güvenlik olmadan özgürlük olmaz" demektedir. Keza bir başka AB üyesi olan İngiltere'nin başkenti Londra'da iki bombanın patlamasından sonra İngiliz başbakanı İngiliz polisine "şüphelileri" başından vurarak öldürme yetkisi vermiş ve polis bu yetkiyi kullanmıştır.

Türkiye'de ise AKP, polis ve jandarmanın terör ile etkin mücadele için sahip olması gereken hukuki yetkilerini iktidara gelir gelmez almıştır. Böylece terör AKP iktidarının sonuna doğru kontroldan çıkınca AKP yeni bir yasa tasarısı ile polise elinden aldığı yetkileri geri verme telaşı içine düşmüştür. Bu sırada Türkiye Erdoğan"ın "yan gelip yatan" "kelleler" diye nitelendirdiğigençlerini azgın PKK terörüne kurban vermiştir ve vermeye devam etmektedir.

Üstelik PKK terörü azarken, AKP iktidarı bu süreçte PKK çetesinin reisi A. Öcalan'ı Pişmanlık Yasası çerçevesinde af ile serbest kalmasını sağlayacak düzenlemeleri parlamentoya getirmekten çekinmemiştir. A. Öcalan'ın affı ancak muhalefet milletvekillerinin fark etmesi sonucunda engellenebilmiştir.

Türkiye 2007 seçimlerine hızla yaklaşırken Türkiye'nin PKK karşısında ulaşmış olduğu nokta şu şekilde özetlenebilir. PKK, büyük kentlerde oluşturduğu mafya ile kara para ekonomisine hakim olmuştur. Büyük şehirlerin sokakları geleceğin şehir teröristlerini teşkil edecek olan PKK'nın yönlendirdiği kapkaççılara teslim edilmiştir. Özellikle İstanbul'da (seçimden önceki son iki ayda alınan özel önlemlerin baskısı altında kapkaççıların geri çekilmesi dışında) sokaklarda vatandaşın güven içinde yürümesi mümkün olmaktan çıkmıştır.

PKK, güneydoğu Anadolu'da özellikle bombalı saldırılarla terörü tırmandırmıştır. Anadolu'nun her köşesine şehit cenazeleri gelmeye başlamıştır. Büyük çaplı bombalama eylemleri Ankara dahil büyük kentlerde gerçekleşmeye başlamıştır. PKK, bütün bunları yapabilmek için Kuzey Irak'ta özellikle Barzani'nin hakim olduğu bölgeyi etkili bir şekilde kullanmıştır ve kullanmaya devam etmektedir. PKK bu süreçte Barzani tarafından mali ve askeri anlamda etkili bir şekilde desteklenmektedir. AKP iktidarı PKK karşısında sergilemiş olduğu teslimiyetçi tavrı Barzani karşısında da sergilemiştir.

III. Barzani Karşısında Teslimiyetçilik

AKP iktidarı döneminde Türkiye'nin Kuzey Irak'taki bütün kırmızı çizgileri silinmiştir. Kuzey Irak'ın bir bölümüne hakim olan Barzani çok boyutlu olarak Türkiye'ye karşı saldırgan bir siyaset izlemiştir. Barzani bir yandan PKK'yi desteklerken, öte yandan Türkiye'de sigara, içki, şeker ve akaryakıt kaçakçılığı yapmıştır. PKK dışında siyasal bir örgütlenme için kendisine bağlı unsurlara iki bölücü parti kurdurmuştur ve bunları desteklemektedir.

Kuzey Irak'ta Telafer'de binlerce Türkmenin öldürülmesi, yaralanması veya sürülmesinden birinci derecede Barzani sorumludur. Keza Kerkük'te Türkmenlere karşı izlenen cinayet ve bombalı kitle katliamları Barzani tarafından örgütlenmektedir. Türkmenlerin haklarını ihlal eden Barzani, Kuzey Irak'ı "Güney Kürdistan" olarak tanımlamakta ve Güney Kürdistan'da kurmaya çalıştığı bağımsız Kürdistan'ı Kuzey Kürdistan'a yani Güneydoğu Anadolu'ya doğru yaymaya çalışmaktadır.

Barzani'nin bu eylemlerine karşın AKP iktidarı Barzani'nin ekonomik olarak gelişmesi için elinden geleni yapmaktadır. Habur sınır kapısı Barzani'nin zenginleşmesi için çalışmaktadır. Mersin Serbest Ticaret Bölgesinde Barzani ve Talabani'ye ait 174 firma AKP'nin izni ile faaliyet göstermektedir. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Türk sanayicisine 9 sente satılan elektrik Barzani'ye 4 sente satılmaktadır. Bu arada Barzani bir çoğu Türkiye'den kendisine yakın sözde iş adamına Kuzey Irak'ta ihale vererek onları zenginleştirmekte ve Türkiye içindeki Barzanici-Kürtçü siyasete sermaye aktarmaktadır.

AKP iktidarı Habur sınır kapısı ve Mersin Serbest Ticaret bölgesinden Barzani'yi ve kurulmakta olan Kürt devletini desteklerken Türk ordusunun Kuzey Irak'a yapmak istediği askeri harekatı engellemektedir. Adı Cumhurbaşkanlığına geçen A. Gül adlı zat, Türk milletini Kuzey Irak'ta PKK kamplarına düzenlenecek bir askeri harekat konusunda yersiz ve densiz şekilde "Sarıkamış harekatı"ndan bahsederek korkutmaya çalışmaktadır.

IV. AKP Ekonomisi veya IMF Denetimli Tasfiye

Büyük basın ve rantiye çevreleri tarafından desteklenen AKP'nin ekonomik politikaları 57. Hükümetin devamını oluşturmaktadır. AKP'nin bağımsız, milli veya özgün bir ekonomik politikası olduğunu söylemek mümkün değildir. AKP, IMF'nin 57 Hükümete kabul ettirdiği politikaları "çomak sokmaksızın" yürütmüştür.[1] AKP'nin ekonomik politikalarını "1)Düşük kur, 2)Yüksek Faiz, 3)Sıcak Para, 4)Artan Borç, 5)Artan Cari Açık, 6)İşsizlik ve 7)Montaj Sanayiine Dönüş" şeklinde özetleyebiliriz. AKP ekonomisi içinde bugün olumlu olarak görünen hususlar gelecek felaketlerinin tohumlarını taşımaktadır. Üstelik AKP döneminde hiçbir hükümet döneminde olmadığı şekilde ekonomik istatistikler devlet eli ile çarpıtılarak, sanal bir ekonomik cennet yaratılmaya çalışılmıştır.

Örneğin AKP hükümeti büyük başarı olarak enflasyon ile mücadeleyi/fiyat istikrarını ön plana çıkarmıştır. Oysa enflasyon hesaplamalarında AKP hükümeti büyük oynamalar yapmıştır. Her şeye rağmen 2006'da%5 hedeflenen enflasyon %100 saparak %9.8 olmuştur.

AKP döneminin en büyük özelliklerinden birisi Türk ekonomisine zarar verecek ölçüde aşırı değerlenmiş Türk Lirası olgusudur. Bunun sonucunda AKP döneminde ithalat sürekli artmıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranı sürekli düşmüştür. 2002'de 48 milyar Dolar olan ithalat, 2006'da 136 milyar Dolara yükselmiştir.İhracatise 82 milyar Dolarda kalmıştır. Türkiye'nin dış ticaret açığı 54 milyar Dolara yükselmiştir.2006'da cari açık 34 milyar Dolara yükselmiştir. Tarımsal İhracat ve Turizm gelirleri düşmektedir.

AKP'nin iktidara geldiği 2002'de Dış Borç 130 milyar Dolarİç Borç 100 milyar Dolardır. Yani AKP toplam 230 milyar Dolar borçlu bir ülke devralmıştır. 2006 sonunda ise AKP'nin yönettiği Türkiye'nin dış borç miktarını 200 milyar Dolara iç Borcu260 milyar Dolara, toplam borcu 460 milyar Dolara yükselmiştir. Özel Sektör borçları 2/3'ü firmalara gerisi bankalara ait olmak üzere 110 milyar Doları aşmıştır. Ani bir kur artışı özel sektöre ağır darbe indirebilir. İzlenen yanlış borçlanma politikası sonucunda AKP, Türkiye'yi ucuz dış borç yerine pahalı iç borca yönlendirmiştir. Bunun neticesi Türkiye'ye 60 milyar Dolarlık bir yük olmuştur.[2]Özetle, AKP 4 senede 79 senelik Cumhuriyet tarihinde gerçekleşenborca ulaşmıştır.

Cari açığın milli gelire oranı % 9 olmuştur ki, bu ekonominin krize girmesi demektir. Ancak AKP % 12 ile dünyanın en yüksek reel faizini vererek, sıcak parayı Türkiye'ye getirmekte, cari açığı sıcak para ile finanse ederken, reel sektöre ağır şekilde darbe indirmiştir. Sıcak parayı yöneten gruplar nerede ise Merkez Bankası'nın işlevini üstlenerek döviz kurlarını, bono faizlerini, vergileri belirler hale gelmiştir. Yabancı sermaye kazandığı para ile borsanın % 70'ini denetimine almıştır.Türk Lirasının aşırı değerlenmesinin bir sonucu da ucuz ithalat sonucunda Türkiye'de yan sanayilerin tasfiye olmasıdır. İhracatçı firmalarda ithal girdi oranı %70-90'a çıkmıştır.ve montaj sanayisine kayış güçlenmiştir.

Özelleştirme-Yabancılaştırmaya, milletin dar kaynakları ile oluşturduğu milli varlıkların ucuza yabancılara satışadönüşmüştür. Telekom satışından 2005 yılında Türkiye 1.3 milyar Dolar kazanç sağlamıştır. Oysa Telekom'un 2005'de ilk 9 aylık karı 1.5 milyar Dolardır. Finans sektörünün % 40 yabancılara geçmiştir. BDDK Başkanı bile "Yabancılar Türkiye'de 20 milyar Dolarlık yatırım ile 100 milyar Doları kontrol edecek" uyarısında bulunurken,IMF politikalarının Türkiye'deki mimarı Kemal Derviş " bazı bankaların devletin elinde kalmasınıngerektiğine dikkat çekmek zorunda kalmıştır. Türk Müteahhitler bankalardan teminat mektubu almakta zorlanıyor. Yabancı şirketlerin Türkiye'den kar transferleri çok yüksektir. Bir otomobil firması bütün Avrupa'da 80 milyon Dolar kar ederken, sadece Türkiye'de 385 milyon Dolar kar etmiştir.

AKP döneminde Yeni Türk Lirasının pahalı olmasından ötürü iç enerji kaynaklarına yatırım yapılamamaktadır. Türkiye'nin dışa bağımlılığı her geçen gün artmaktadır

AKP iktidarı çok övünerek kişi başına düşen gelir 2006 sonu itibarı ile 5350 Dolar olarak açıklamıştır.Oysa bu ucuz Yeni Türk Lirası'dan dolayı şişirilmiş bir sonuçtur. Üstelik AKP kişi başına gelirin 2123 Dolar'dan 5350 Dolara çıktığını ileri sürmektedir. Ama Yeni Türk Lirası % 60 oranında aşırı değerli Yeni Türk Lirası gerçek değerine oturursa gerçek kişi başına düşen gelir ortaya çıkacaktır. Ekonomik büyüme AKP döneminde yeni yatırım ve üretim alanlarının açılmasından kaynaklanmadığı için işsizlik artmaya devam etmektedir. Resmi rakamlar, % 9 civarında olduğunu göstermektedir. Fakat, çalışmaya hazır ancak iş gücüne dahil olmayan hesaplandığında işsizlik % 17'yi aşmaktadır.

Bütün bunların ortaya koyduğu sonuç AKP dönemi ekonomisinin bir çöküş ekonomisi olduğudur.Prof.Dr. Şükrü Kızılot'un ifadesi ile "Piyasada 90 milyar Dolar emanet para var. Yüksek gelir getiren değerli varlıklarımız ve arsalarımız satılmış olmasına rağmen borçlarımız artmış. Bu böyle gitse gitse altı ay, bilemedin, bir yıl daha gider." Ancak bu kriz/çöküşün henüz vatandaşın günlük yaşamına yansıdığını söylemek mümkün değildir. Aksine uluslararası piyasalarda gidecek pazar vekazanacak yüksek reel faiz arayan sermayenin Türk piyasasına akması neticesinde son dörtsenede Türkiye borçlanarak, satarak, savurarak % 7 oranında büyümüştür. Halka yansıyan budur. Halk bir sene sonra çıkacak krize değil, bugüne oy vermiştir. Ve ne yazık ki, bu durum muhalefet tarafından etkili ve anlaşılır bir şekilde halka anlatılmamıştır.

V. AKP Döneminde Dış Politika

AKP dönemi dış politikasına damgasını vuran dış politika süreci AB tam üyelik süreci onunla bağlantılı Kıbrıs ve ABD ile ilişkiler ve onun uzantısı oalrak Kuzey Irak şeklinde özetlenebilir. Kuzey Irak'ı yukarıda ele aldığımız için burada değinilmeyecektir.

AKP'nin AB tam üyelik süreci, AB'ye inanç ve bağlılıktan çok AB'yi milli devleti tasfiye etmekte kullanacağı bir araç olarak görmüştür. Bundan dolayı, bu süreçte AKP Kıbrıs başta olmak üzere her türlü tavizi düşünmeden vermiştir. Bunu yaparken, AB ile belirsiz bir süreci, Türk milletine AB tam üyeliğine ilk adımı attık şeklinde satabilmiştir. Muhalefetin AB karşısındaki belirsiz/omurgasız tavrı AKP'nin bu oyununu çok kolaylaştırmıştır. Sonuçta, AKP'nin Kıbrıs ve AB tam üyelik politikaları Türkiye'nin menfaatleri açısından çift taraflı iflas etmiş bir sürece dönüşürken, AKP'nin gizli gündemi açısından bir zafer oluşturmuştur.

AKP'nin ABD ile ilişkilerinin uzun ve derinlemesine bir analizi mümkündür. Ancak AKP dönemi Türk-ABD ilişkilerini bir tek cümle özetler: "Başbakanı lağıma süpürmek yerine kullanın."

Özetle AKP'nin beş senelik icraatı Türkiye ve Türk milletini, onun geleceğini, milletin büyüklüğünü ve devletin varlığını çok boyutlu tehdit altına sokan bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Buna rağmen AKP oylarını büyük ölçüde artırarak, % 46'nın üzerine çıkarmıştır. Ortaya çıkan bu sonucu sadece TSK'nın verdiği "elektronik muhturaya" ve "Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı sürecinde mağdur edilmesine!" bağlamak, bunlarla izah etmek ve Türk halkını "akıllı olmamak ile suçlamak" 2007 seçimlerinin mağluplarının kendi kendisini kandırması ve AKP'nin yeni seçim galibiyetlerine de zemin hazırlayacaktır.

Eğer, geçtiğimiz beş sene içinde CHP, MHP, DYP gibi partiler sürekli, sistemli, yaratıcı bir propaganda süreci geliştirebilmiş olsalardı, hem elektronik muhtıraya gerek kalmaz hemde bir değil beş elektronik muhtıra dahi AKP'nin oyunun artışına yol açmazdı. Eğer, CHP, MHP, DYP sistemli ve sürekli bir propaganda ile Gül'ün neden cumhurbaşkanı olmaması gerektiğini anlatabilselerdi, A. Gül'den dolayı AKP oy kazanmaz aksine oy kaybederdi. Özetle AKP'nin başarısının en önemli boyutu muhalefet partilerinin başarısızlığında gizlidir.

Bundan dolayı, AKP'nin seçim zaferinin ve CHP ile MHP'nin seçim mağlubiyetinin nedenleri nesnel bir şekilde ortaya konulmalıdır. Öncelikle bütün kötü, zararlı, eksik ve Türkiye için risk oluşturan eylemlerine rağmen AKP'nin, değil oylarını korumak, artırmasının nedeni ortaya konulmalıdır.

VI. AKP'nin Seçim Zaferinin Nedenleri

AKP'nin seçim zaferini tek nedene indirgemek ve seçim öncesindeki kısa sürede yaşanan gelişmelerle izah etmeye çalışmak bu başarıyı doğru anlamamızı mümkün olmaktan çıkarır. AKP'nin seçim başarısı ancak beş senelik süreçte bir çok eylemi yan yana getirildiğinde doğru değerlendirilebilir. Aşağıda bunlar sırası ile incelenecektir.

VI.1. Siyaset Sürekli Propagandadır

AKP siyasetin en temel ilkesi olan "siyaset sürekli propagandadır" ilkesini en iyi kavramış partidir. AKP'nin 22 Temmuz 2007 seçimleri için seçim kampanyası nerede ise 4 Kasım 2002'de başlamıştır. Özellikle Erdoğan başbakan olduktan sonra nerede ise haftanın beş gününü, yurtdışında olduğu zaman hariç, AKP propagandası için Ankara dışında geçirmiştir. Dış geziler bile bir propaganda aracı haline getirilmiştir. AKP iktidarda bu şekilde halktan kopmamıştır.

Erdoğan'ın camilerde kıldığı namazlar, pazar ziyaretleri, halkla iletişimi, başarılı bir propaganda süreci oluşturmuştur. Erdoğan'ın bir numaralı sorumlusu olduğu hızlı tren kazasından sonra başsağlığı için gittiği evlerden birisinde kapının önünde ayakkabılarını çıkarması, içerde Kuranı-ı Kerim okumasından sonra ölen şahsın ailesinden birisinin basına "geçen seçimde AKP'ye oy vermemiştik ancak gelecek seçimde AKP'ye oy vereceğiz" demesi, başarılı bir propaganda örneğidir.

AKP bu süreçte sahip olduğu mevcut basın-yayın organlarını güçlendirirken hızla yeni televizyonlar ve gazeteler oluşturma yoluna gitmiştir. AKP'nin 22 Temmuz seçimlerine girerken 13 televizyon ve seçim sürecinde yüz binlerce bedava dağıtılan dört ulusal gazete sahip olduğu partibasını sayılabilecek basın-yayın gücüne demokrasi tarihimizde hiçbir partinin sahip olmadığı görülmektedir. AKP'li belediyelerde büyük reklam bütçeleri ile yaptıklarının reklamını hemen her gün ortaya koyarak bir başka boyutta reklama süreklilik getirmişlerdir.

Özetle, muhalefet partileri propagandayı seçimdenönceki bir ay içine sıkıştırırken Erdoğan ve AKP 22 Temmuz seçimlerine beş senelik bir propagandasüreci ile girmişlerdir. Üstelik son bir ayda da Erdoğan'ın gerçekleştirmiş olduğu miting sayısı Baykal ve Bahçeli'nin gerçekleştirmiş olduğu miting sayısının toplamından daha fazladır. Keza aynı süreçte Erdoğan, televizyonları ve gazeteleri Baykal ve Bahçeli'nin toplam ortak yayın saatinden daha fazla kullanmıştır.

Ayrıca üzerinde durulması gereken husus, AKP'nin propaganda mekanizmasının AKP iktidarı boyunca uluslar arası sistem ve yerli unsurlarınınTürk halkınayönlendirdikleri psikolojik operasyon niteliğikazanan kapsamlı propaganda ile desteklenmesidir.[3] Halkın yanlış bilgilendirilmesine dayanan ve halkın doğru bilgiye ulaşmasını engelleyen bu sürece Avrupa Birliği faşizmi süreci diyebiliriz. AB faşizmi sürecinde Türk basını nerede ise tek parti dönemi basını karakteri kazanmıştır.

ABfaşizminin yürüttüğü psikolojik harekatta insan ve kitlelerin düşünce ve duygularını şekillendirmek için dört aşamalı bir plan uygulanmıştır. Birinci aşamada hedef seçilen Türkiye'nin milli menfaatleri ile ilgili konular "önemsizleştirilmeye" çalışılmıştır. İkinci aşamada milli menfaatlerimiz ile ilgili konulara karşı Türk halkının "duyarsızlaşması" hedeflenmiştir. Üçüncü aşamada ise psikolojik operasyonu yönetenlerin hedefi kitleleri milli menfaatlerimizin ortadan kaldırılmasına yönelik eylemlere karşı "tepkisizleştirmek" olmuştur. Dördüncü ve son aşamada ise kendi politikalarının Türk halkına "kabullendirilmesi" gerçekleşmiştir.

22 Temmuz 2007'de sandık başına giden seçmen AKP propagandasını destekleyen kusursuz bir psikolojik operasyondan geçmiştir.

VI.2. Yatırımların İyi İzahı

AKP, duble yollar, hastanelerde yeni sistem, TOKİ inşaatları gibi günlük yaşamın kolaylıkla parçası olan alanlarda yaptığı düzenlemeleri sürekli tekrar yolu ile de destekleyerek, AKP'nin başarısı olarak sunmakta başarılı olmuştur. Keza köylerin altyapılarının gerçekleştirilmesine yönelik Köydes ve Beldes projeleri, seçimden hemen önce 7 Haziran'da hububat alım fiyatları, mera ve yayla affı AKP'nin propagandasını çok etkili şekilde gerçekleştirdiği projeler olmuştur. Bedava okul kitapları, eğitim bursları ve seçim öncesinde 218 bin kişiye daimi kadro verilmesi AKP'nin seçim başarısına yardımcı olmuştur.

Çok üzerinde durulmayan bir başka alan ise doğalgaz kullanımının 2002'de 9 il iken 2007'de 44 ile çıkmış olmasıdır. Doğalgaz dışa tek yanlı bağımlılık yaratırken, kullanan vatandaş için temiz ve ucuz bir enerji kaynağı oluşturmuştur. Üstelik AB ülkelerine kıyasla en ucuz doğalgaz Türkiye'dedir. AKP, son dört senede elektrik fiyatlarına zam yapmamıştır.[4]Bütün bunların AKP'nin seçim başarısındaki etkisini küçümsememek gerekmektedir. Yapılan araştırmalarda AKP'ye oy veren seçmenin % 70'inin ekonomik nedenlerle AKP'yi desteklediği görülmektedir. Yukarıda da dikkat çektiğimiz gibi seçmen gelecek krizlere göre değil, bugüne göre oy vermiştir.

VI.3 Belediyelerin ve Yardım Kuruluşlarının Ayni Yardımları

AKP'li belediyeler özellikle de İstanbul ve Ankara gibi Büyükşehir belediyeleri yıllardan buyana sistemli olarak kentlerin varoşlarına muhtaçlara yardım adı altında yiyecek, yakacak ve giysi yardımı yapmaktadırlar. AKP'nin gerçekleştirdiği yardımların ekonomik tutarının 5 milyar Dolara ulaştığı ifade edilmektedir. Bu ayni yardım süreci sayıca çok önemli bir kısım seçmende yardım bağımlılığı yaratmıştır. Keza AKP eğilimli yardım kuruluşları da son beş senede büyük bir basın kampanyası desteği ile bir kısım halka ayni yardım yapmış ve AKP'nin seçim başarısına katkıda bulunmuştur.

Muhalefet partileri ne belediyeleri ellerinde tuttukları yerlerde ne de diğer kentlerde AKP'nin belediyeler aracılığı ile yaptığı bu ayni yardımı dengeleyecek bir strateji geliştirmemişlerdir. Bu durumda anılan bölgeler AKP için oy deposuna dönüşmüştür.

VI.4 Uluslar arası Sistemin AKP'ye Desteği

AKP'nin 22 Temmuz seçimlerinde kazandığı başarı sadece etkili propaganda ve yatırımları ile yeterince izah edilemez. Cari açığın milli gelire oranının % 9'a yükseldiği bir ülkede uluslar arası sistemin etkin desteği olmadan bir iktidarın ekonomik krizi engellemesi mümkün değildir. AKP gibi ekonomiyi her an çökebilecek hassas dengeler üzerine iten bir partinin de uluslar arası sistemin ekonomik desteği olmadan ayakta kalması açıklanamaz. 22 Temmuz seçimleri öncesindeki beş yılda olduğu gibi seçim döneminde de ABD, AB ve ABD denetimindeki Arap sermayesi, Türkiye'de piyasaların dengede olması için üzerine düşeni yaparken, IMF'de normal şartlarda AKP hükümetinin IMF ile yaptığı anlaşmayı ihlal etmesine fırsat vermeden sert çıkması gerekirken susmayı tercih etmiştir.

Özetle, AKP'nin 22 Temmuz'daki zaferinin arkasındaki en önemli neden uluslararası sermayenin gelecek iki yılda Türkiye'de talana hazırlandığı "100 milyar Dolar" civarındaki zenginliklerimizdir.[5]

VII. MHP ve Seçimler

MHP 3 Kasım 2002 seçimlerinde % 8.7 olan oylarını Nisan 2004 yerel seçimlerinde il genel meclisi oyları olarak % 10.87'e yükseltmiştir. 22 Temmuz seçimlerinde ise MHP oylarını ikinci kez yükselterek, % 14. 34'e yükseltmiştir. MHP'nin oylarındaki artış gerek sayı gerek oran olarak küçümsenemez. MHP sistemli bir yükselme içindedir. Bu artış birbaşarıdır.

Ancak seçimler yarıştır. Yarışta başarı, elinizdeki imkanlar, kendinize koyduğunuz hedef ve ulaştığınız sonuç arasındaki ilişkinin sonucunda belirir. Bu çerçevede örneğin Saadet Partisi için 22 Temmuz seçimlerinde % 10'un üzerinde almak "müthiş bir başarı" Demokrat Parti için % 10'u aşmak "çok önemli birbaşarı" olarak nitelendirilebilirdi.

Seçimlere "tek başına iktidar" sloganı ile giren ve kendi parti kadrolarına "en az % 25-27" oy alacağı mesajını veren bir partinin seçim sonunda "halk bize muhalefet görevini verdi" demesi başarısızlığın/yenilginin nazik bir ilanıdır. Bu durumda MHP, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden kendi koyduğu hedeflere ulaşma açısından ne yazık ki büyük bir başarısızlıkla çıkmış demektir. Yarışa birinci gelmek için katılan bir atletin bir önceki yarıştan daha iyi koşması ancak kendi rekorunu dahi kıramadığı bir yarışta üçüncü gelmesini gerçek bir başarı kabul etmek mümkün değildir.

MHP ve CHP için başarının veya başarısızlığın tabii ki tek ölçütü kendi aldığı oy değildir. AKP başta olmak üzere diğer partilerin aldığı oydur. Bu çerçeveden bakıldığında AKP, aldığı oy ile CHP'nin iki katından fazla ve MHP'nin ise üç katından fazla oy ile bu iki partinin mağlubiyetini daha da ağırlaştırmıştır. Bir başka ifade ile AKP, MHP'nin toplam oyu kadar oylarını artırmıştır.

MHP'nin 22 Temmuz seçimlerinde alınan sonuçtan çok daha başarılı bir sonuç ile çıkması için var olan bir çok şart mevcuttu. Ancak bu olumlu şartlar yeterince değerlendirilememiştir. Şimdi sırası ile bu şartları ve neden değerlendirilemediklerini inceleyelim.

VII.1 "Yükselen Türk Milliyetçiliği"

Türk milliyetçiliği son yıllarda toplumun çok geniş katmanlarında AB sürecinde karşılaşılan aşağılamalardan, ABD'nin Irak'ı işgal etmesinden sonra uyguladığı Türkiye karşıtı uygulamalardan dolayı ciddi bir kabul görmüştür. Türk milliyetçiliğinin yaygın benimsenmesi AKP'nin dahi dikkatinden kaçmamıştır. AKP son üç yılda sistemli olarak ve giderek artan ölçüde Türk milliyetçisi bir söylem kullanmaya başlamıştır. 22 Temmuz öncesinde AKP hem kendine yönelik şüpheleri etkisizleştirmek hem de milliyetçi zemini mümkün olduğunca kendisine çekmek için "tek millet, tek devlet, tek bayrak" sloganını ön plana çıkarmıştır.

Türk milliyetçiliğinin yükselmesi Türk milliyetçiliğinin siyasal markası olan MHP'nin oy patlaması yapması için çok uygun bir zemin oluşturmuştur. Ancak bu noktada MHP, Türk milliyetçiliği çizgisini Atatürk-Türkeş çizgisinde temsil etmemiştir. Liberal ve sol basın tarafından alkışlanan, "kontrollu devlet milliyetçiliği" hareketin eylem ve söylemine hakim olmuştur. İdeolojik ve politik yumuşama çizgisindeki MHP "devletin ve milletin menfaatlerini partinin menfaatlerinin üstünde tutuyor" şeklinde yayın yapan sistemin kalemlerinin tuzağına düşürülmüştür.

Bu yaklaşım MHP'nin menfaatleri ile Türkiye Cumhuriyeti'nin menfaatlerinin çatıştığı gibi bir ön kabulü doğru saymaktır ki, bu akla aykırıdır. Ancak bu tuzağa düşen MHP, "devlet ve milletin menfaatlerinin gerçekleşmesi adına partinin menfaatlerinden feragat eden" bir parti konumunu kabullenmiş hatta bununla övünmüştür. Bazıları daha da ileri giderek, "Biz isteseydik, oylarımızı çok yükseltirdik ancak kan gövdeyi götürürdü. Ancak bunu yapmayarak ne kadar sorumlu olduğumuzu gösteriyoruz" deme gafletine bile düşmüşlerdir.

Oysa Türk milliyetçilerinin siyasal partisinin büyümesi Türkiye'nin menfaatlerinin aleyhine değildir aksine Türk milletinin menfaatleri ancak MHP'nin büyümesi ile gerçekleştirilebilir. Ve Türk milliyetçiliğinin büyümesi için "kanın gövdeyi götürmesine" gerek yoktur. Yapılması gereken Atatürk-Türkeş çizgisinde Türk milletinin beklediği ve istediği bir zeminde "Ne Mozaiği ulan" diyen bir Türk milliyetçiliğidir. "Çiçek bahçesi" veya "Türkiye'yi farklılıkların farkında olarak yöneteceğiz şeklindeki yaklaşımlar MHP'ye bir tek ek oy getirmediği gibi çok oy kaybedilmesine neden olmuştur. Özetle, Türk milliyetçiliği için çok uygun olan politik ve psikolojik ortam değerlendirilmemiştir.

VII.2Terör ve Şehit Cenazeleri

2006-2007 ilkbahar ve yazlarında PKK azgın bir saldırganlığı temsil etmektedir. Anadolu'nun her yanına şehit cenazeleri ulaşmıştır. 2000'li yıllarda Türk milliyetçilerinin sokaktan çekilmek adına toplumsal ve milli muhalefete öncülük yapmaları engellenmiştir. 2007 ilkbahar ve yazında artan PKK saldırıları ve şehit sayısı halkın AKP'ye karşı haklı tepkisini yükseltmiştir. Bu tepki yükselen milliyetçiliğe bir duygusal zemin de oluşturmuştur.

22 Temmuz seçimlerinin ilan edilmesinden sonra şehit cenazelerinden uzunca süre uzak tutulan gençliğin cenazelere katılması ve toplumsal/milli tepkiyi dile getirmesi tekrar başlamıştır. Ancak, bu tepkinin seçime endeksli tepki olduğu inancı halkın bir kısmında ortaya çıkınca AKP'ye tepki ve doğal olarak oy kaybına neden olan süreç, MHP'ye tepkiye dönüşmüştür. Oysa Türk milletinin ve milliyetçi gençliğin cenazelerdeki tepkisi haklı bir milli tepkidir. Fakat doğru bir siyasal tavır sürekli şekilde sergilenmediği için ortaya teröre tepki anlamında gereken siyasal sonuç çıkmamıştır.

VII.3 ANAP'ın Çöküşü

ANAP ve DYP ittifakının gerçekleşmemesi neticesinde DYP tek başına DP adı ile seçime girerken ANAP teşkilatları bir çok yerde DP'den intikam almak adına da olsa MHP'nin yanında yer almışlardır. Bu MHP için siyasal bir avantajdır. Bu avantajdan yeterince faydalanılmamıştır.

VII.4 Genç Parti'nin Çöküşü

2002 seçimlerinde % 7'nin üstünde oy alan Genç Parti 2007 seçimlerinde çökmüştür. Bu sonuçta MHP için büyük bir avantajdı. Özellikle Genç Parti'nin yıkılışı genç seçmen gruplarının MHP'ye yönelmesi için uygun bir zemin oluşmuştu. Ne yazık ki bu sonuçta yeterince MHP'ye yönlendirilememiştir.

VII.5 DYP'nin Silinmesi

DP'nin uğradığı % 50 civarında oy kaybı, MHP'nin 22 Temmuz seçimlerinde ciddi başarı sağlamasını kolaylaştıracak bir faktördü. 2006 başına kadar yoğun bir çalışma ile oylarını artıran ve M. Ağar'ın bürokratik kariyerinde PKK ile mücadelesinden dolayı seçimlerde MHP'den oy alma ihtimali olan DYP önce "ovada siyaset" söylemi ile ağır bir darbe almıştır. Sonra ANAP ile birleşme sürecinin fiyasko ile sonuçlanması DYP'nin silinmesine yol açmıştır.

Özet olarak, ANAP, Genç Parti ve DYP/DP'nin 2002 seçimleri ile karşılaştırıldığında toplam oy kaybı % 12 civarındadır. Bu % 15'den MHP'yekayan oy çok az görünmektedir.

VII.6 DSP ve CHP'den MHP'ye Oy Kayışı

22 Temmuz seçimlerinde ulusal sol diye nitelendirilebilecek seçmen zemininden MHP'ye oy kayışı partinin bu seçimlerde çok yüksek bir oy almasına yardımcı olacak bir başka olumlu faktör olmuştur. 22 Temmuz seçimlerinin bir diğer özelliği de CHP ile birleşmeyi içine sindirememiş olan DSP'li teşkilatların seçim kampanyası süresince gizli şekilde MHP'ye çalışmaları ve MHP'ye oy kaydırmalarıdır. Keza CHP'de Baykal'a karşı olan CHP'liler de bir çok yerde MHP'ye oy vermişlerdir. DSP ve CHP'den MHP'ye oy kayışında bir süreden buyana yapılan "Solda CHP sağda MHP'yi destekleme" kampanyalarının da etkisi olmuştur.

CHP ve DSP'den MHP'ye oy kayışının oransal olarak kesin doğrulukla tespit etmek mümkün olmamak ile birlikte bunun MHP'nin oyunu artırdığı merkezler ve kaybettiği kaleler göz önünde tutulduğu ve MHP'nin aldığı % 14.23 oy üzerinden hesaplandığında toplam oyun % 5'i civarında olduğu düşünülebilir. Bazı yorumcular, MHP'yi TBMM'ne sol oyların taşıdığını belirtmektedirler ki, bu büyük ölçüde doğrudur.[6] Ancak bilinmelidir ki, ülkücü oyları feda ederek, konjektüre bağlı ve ödünç gelen bu oylarla siyaset yapmak "kaygan sabun üzerinde" siyaset yapmaktır.

VII.7 BBP'ninSeçime Girmemesi

BBP'nin seçimlere parti olarak girmeyip sadece belirli illerde bağımsız adaylar çıkarması da MHP'nin seçim başarısını kolaylaştırıcı unsurlardan birisiydi. Oysa BBP'nin milliyetçi camiadaki bir çok ileri gelen şahsiyeti bir araya getirerek "Milliyetçi Türkiye Partisi"ni kurması durumunda 22 Temmuz seçimleri MHP için çok zor bir seçim haline gelirdi. Hiçbir faaliyet yapmayan, siyasal anlamda ölü bir parti diye nitelendirilebilecek olan ATP dahi sadece 25 ilde aday göstermiş olmasına rağmen % 0.59 oy almıştır. Özetle BBP'nin seçimlere girmemesi de MHP'nin yararına olan bir faktördü.

VII.8 Basının MHP'ye Geniş Desteği

MHP, 22 Temmuz seçimlerinde yaygın basından 1965 seçimlerinden bu yana görmediği kadar büyük ve etkili bir destek görmüştür. Basın bütün kampanya boyunca MHP'nin olumlu yanlarını ön plana çıkarmıştır. Etkili köşe yazarları MHP ile ilgili olumlu şeyler yazmak konusunda hassas davranmışlardır. Hatta bazen MHP'ye AKP'den yönelen saldırıların etkisizleştirilmesi için basın ya görmemezlikten gelmiş ya da aktif olarak MHP'yi savunmuştur. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli çok az çıktığı televizyon söyleşilerinde diğer siyasal parti liderlerine göre bariz bir şekilde korunmuş ve kollanmıştır. Basının bu yaygın desteği de MHP'nin daha başarılı bir sonuç alması için olumlu bir zemin oluşturmuştur.

Özetle, MHP, 22 Temmuz seçimlerinde çok daha yüksek oy alması için gereken yükselen Türk milliyetçiliği, AKP'nin terör ile mücadeledeki zaafı, ANAP'ın çöküşü ve ANAP teşkilatlarının MHP'ye desteği, Genç Parti'nin çözülüşü, DP'nin dağılması, DSP ve CHP'den küçümsenmeyecek bir oy desteğinin MHP'ye akması, BBP'nin seçimlere girmemesi ve nihayet basının MHP'ye olan büyük desteğine rağmen sadece % 14.23 gibi bir oyda kalarak, iktidar olma iddiası ile girdiği seçimde iktidar partisinin aldığı oyun 3/1'ini alarak büyük bir mağlubiyet ile çıkmıştır.

IIX. Mağlubiyetin Anlaşılması

MHP yöneticileri ne yazık ki, hala neden mağlup olduklarını anlamamanın şaşkınlığı içindedirler. Sayın D. Bahçeli'nin"AKP'nin bu kadar çok hata, bu kadar yanlışına rağmenoylarını bu kadar artırması hayret edilecek bir durum. Nasıl oluyor, anlamakta zorluk çekiyorum" demesi, şaşkınlığın ölçüsünü göstermektedir.[7] Keza Genel Sekreter Cihan Paçacı'da "Köylü, esnaf herkes demek ki hayatından çok memnunmuş. Demek ki bu ülkede fındık fiyatı iyiymiş, terör hiç problem değilmiş, milli kaynaklarımızın yabancılara satışında herhangi bir sıkıntı yokmuş, Cumhuriyet değerlerinin tahribatına yönelik herhangi bir kaygısı yokmuş vatandaşın. Vatandaş son derece mutlu demek ki. ŞimdiMüslüman bir cumhurbaşkanı da seçersek ülkemiz daha mutlu hale gelecek. Bu vatandaş devletin kurumlarıyla çatışan daha şimdiden bu halkın muhtırası diyen bir anlayışı tek başına iktidar yapmıştır. Artık çok söyleyecek bir şey yok" diyerek, meseleyi sayın Bahçeli gibi gördüğünü ortaya koymaktadır.[8]

Seçim sonuçları ile ilgili olarak MHP (ve CHP) yöneticilerinin gösterdiği şaşkınlık ve halkı suçlamaya yönelik kızgınlık makul değildir. Tekrar edelim ki, son beş yıldan bu yana AKP iktidarı ve uluslar arası sistem el ele Türk halkına yönelik çok kapsamlı bir psikolojik operasyon gerçekleştirmiştir. Bu süreçte MHP (ve CHP ile diğer muhalefet partileri) bu psikolojik operasyonu etkisizleştirecek ve halkı aydınlatacak bir karşı-propaganda/doğrubilgilendirme çalışması gerçekleştirememişlerdir.

Bu koşullar altında yani Türk halkının karşı karşıya olduğu yalanın büyüklüğü ve bu yalanın halka iletilmedeki kapsamı/yoğunluğu göz önünde tutulduğunda AKP'nin % 60-65 arasında oy alması dahi şaşırtıcı olmamalıydı. Diğer bir ifade ile propaganda performansları göz önünde tutulduğunda muhalefet partileri çok oy bile almışlardır.

22 Temmuz seçimlerinin üzerinden bir gün geçtikten sonra MHP Genel Merkezi esasen AKP ve Türkiye'deki liberal AB'ci lobinin stratejik nedenlerle geliştirdikleri AKP'nin seçim zaferi ile ilgili iki tali nedeni, AKP'nin seçim zaferinin gerçek nedenleri olarak ortaya koymuştur. Tabii ki, AKP seçim zaferini uluslar arası sistemin AB, ABD ve Arap sermayesinin yoğun mali desteği, son beş senede gerçekleştirilen psikolojik operasyon niteliği kazanan çok başarılı propaganda kampanyası, halka belediyeler aracılığı ile sistemli ve sürekli rüşvet verme operasyonları açıklayacak değildir.

AKP ve AB'ci lobi AKP'nin seçim başarısında gerçek ve stratejik nedenler yerine tali/ikincil öneme sahip olan TSK muhtırası ve A. Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığını ön plana çıkarmaktadır.[9] Muhakkak ki, muhalefetin özellikle cumhurbaşkanlığı meselesini doğru anlatamaması neticesinde AKP özellikle seçim kampanyası sürecinde "Gül'ün mağduriyeti üzerine başarılı bir duygusal sömürü siyaseti" yapmıştır. Bu başarılı duygusal sömürü siyasetinin AKP'ye yaptığı oy katkısının % 47 içinde % 7 bile olması çok zordur.

Gerek MHP'nin gerek CHP'nin şimdi AKP ve AB'ci liberal lobinin tuzağına düşerek, beş seneden buyana yaptıkları hataları anlamak ve bu hataları gelecekte telafi edecek yollar bulmak yerine seçimi kaybetmenin suçunu Türk ordusunun üzerine atmaya çalışmaları her anlamda yanlıştır. MHP'nin (ve CHP) yapması gereken mağlubiyetin faturasını Türk halkına ve Türk ordusuna çıkarmadan mağlubiyetin sorumluluğunu üstlenerek nedenlerini kendi bünyesinde araştırmaktır.[10]

Mağlubiyettendolayı Türk halkı sorumlu tutulmamalı hele halka hakaret yoluna hiç gidilmemelidir. Yapılması gereken mağlubiyetin gerçek nedenlerini anlamaya çalışmak olmalıdır. Mağlubiyetin nedenleri anlaşılırken, mağlubiyetin gerçek kapsamı da anlaşılacaktır. MHP'nin ülkücü hareketten koparak, ideoloji ve kadro dönüşümüne 22 Temmuz seçimlerinde "seçmen değiştirmeyi" eklemesi de bu anlama süreci içinde görülecektir. Tabii ki, mağlubiyetin gerçek nedenleri anlaşılınca gelecekteki galibiyeti inşa etmek daha kolay olacaktır.

IIX.1. İdeolojik Değişim veya Yumuşama

MHP'nin aldığı mağlubiyette en önemli neden partinin Aralık 2004'de açık bir şekilde içine girdiği ideolojik dönüşüm sürecidir. Seçimden hemen önce MHP Genel Merkezi tarafından MHP'nin propaganda stratejisini "toplumsal merkezin siyasal izdüşümü" üzerine inşa edeceğini açıklaması bu dönüşümün bir ifadesi idi. Bu ideolojik dönüşümün merkezini "Çiçek Bahçesi" söylemi teşkil etmiştir. MHP'nin liberal ve sol çevreler tarafından alkışlanan bu çizgisi 22 Temmuz seçimlerine kadar sürmüştür. Denilebilir ki, halk seçimlerde ideolojilerle pek ilgilenmez. Bu doğrudur. Ancak ideolojiler, partilerin siyasetlerini, söylemlerini ve halka önerilerini belirlerler.

MHP, geçirdiği ideolojik dönüşüm sürecinde Atatürk-Türkeş çizgisinden koptukça kendi tabanının siyaset ile ilgili talep ve özlemlerinden de kopmuştur. İdeolojik yumuşama neticesinde MHP, tabanının ve seçmeninin geniş katmanlarının ABD, Kuzey Irak, AB, IMF konusundaki taleplerini dile getiren parti olmaktan çıkmıştır.

IIX.1.1 ABD ile Stratejik Ortaklık

Partilerinseçim bildirilerinin incelemesinden ABD ile ilişkilere en sıcak bakan iki parti olarak "MHP ve AKP" ön plana çıkmıştır. Türk halkının % 95'nin Amerikan karşıtı olduğu, Bush'un ABD'de bile kimsenin yanından geçmediği bir dönemde MHP'nin ABD ile stratejik ortaklığa talip olması her anlamda büyük bir yanlış olmuştur. MHP adayları bu konu ile ilgili soruları cevaplandıramamışlardır.

Pew Araştırma Kurumu adlı Amerikan şirketi tarafından Türkiye'yi de kapsayan 47 ülkede yapılan araştırmadaTürklerin sadece % 9'unun ABD'ye sıcak baktığı, Türklerin % 75'inin ABD'nin Türkiye'nin çıkarlarını dikkate almadığını düşündükleri ortaya çıkmıştır. Bush'a güven duyan Türklerin oranı % 2 iken sadece ABD'ye kafa tuttuğu için İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat'a güvenen Türklerin oranı % 21 olarak belirmiştir.[11] Özetle, ABD ile stratejik ortaklık bugünün Türkiyesinde Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktır.

IIX.1.2 "1 Mart Tezkeresi kabul edilmeliydi"

Seçim kampanyası sürecinde Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği için en hayati konu olan Kuzey Irak'ta yapılması gerekenler hususunda MHP sözcüleri, Türk seçmeninin % 80'inin reddettiği, MHP seçmeninin % 99'unun reddettiği 1 Mart Tezkeresini savunurken, "Türkiye'nin Kuzey Irak'ta ABD'ye rağmen" hareket etmemesi gerektiğini vurgulamışlardır. Böylece çok doğru bir siyaset önerisi olan Habur sınır kapısının kapatılması önerisi etkisini yitirmiştir. Böylece, AKP ile MHP'nin Kuzey Irak siyaseti arasındaki fark silikleşmiştir.

IIX.1.3 Avrupa Birliği ile Tam Üyeliğe Devam

AB'nin Türkiye'ye yönelik çifte standarda dayanan, ahlaki olarak düşük siyasetine karşı da sadece MHP'nin geleneksel tabanı değil, Türk milletinin % 80'nini aşan bir bölümünün nefret ettiği bir projedir. Buna rağmen, MHP'nin ideolojik yumuşamanın sonucunda AB'ye açık "hayır" politikası izlememesi ve "stratejik düşünme dönemi" gibi kavramlarla halka ulaşacak mesajlar verememesi de partinin başarısızlığına etkide bulunmuştur.

IIX.1.4 Ekonomik Belirsizlik

AKP sonrasında uygulanacak ekonomik politikalar konusunda da IMF çizgisi dışında bir yeni model ve yeniden yapılanma ortaya konulmamıştır. Bütün bunlar MHP'nin "merkez partiprojesi" adı altında köşelerini yitirmesinin bir sonucudur.

Bu durum MHP'nin kendi adayları tarafından kamuoyu önünde "MHP sağdaki CHP'dir" şeklinde ifade edilmesi sonucunu doğurmuştur.[12] Bu yaklaşımlar, AKP'nin, "Oyunu ver MHP'ye gitsin CHP'ye" söyleminin tutmasına ve milliyetçi-muhafazakar seçmenin MHP'den uzaklaşmasına neden olmuştur.

IIX.2. Etkisiz, Yetersiz Propaganda ve Başarısız Seçim Kampanyası

Türk halkı son beş-altı yıldan buyana dünyada en yoğun psikolojik operasyona maruz kalan halktır. Bu halkın bilincini yeniden yapılandırmak, yanıltmak, yönlendirmek amacı ile psikolojik operasyonların her türlüsü AKP iktidarına destek verecek şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu gerçek anlaşılmadan AKP'nin seçim zaferini izah etmek mümkün değildir.

MHP'nin propaganda anlayışı ve mekanizması uluslar arası psikolojik operasyonu ve AKP ile göğüs göğüse bir mücadeleyi kaldırabilecek şekilde tasarlanmamıştır. AKP, yukarıda altını önemle çizdiğimiz gibi 4 Kasım 2002'den buyana etkisini ve araçlarını her geçen gün artıran bir propaganda süreci geliştirirken, MHP seçim kampanyasını son bir aya sıkıştırmıştır. Oysa yapılması gereken örgütlenme ve propaganda konusunda Türkiye'nin en deneyimli siyasi partisi olan MHP'nin dayanışma içinde olduğu bütün sivil toplum örgütleri ile birlikte 4 Kasım 2002 tarihinden itibaren 2007 seçimlerine hazırlanmasıydı. Seçim, seçim kararı alındıktan sonra yapılan propaganda ile kazanılmaz.

Bu süreçte AKP'nin yaptığı büyük tahribat halka sürekli ve defalarca anlatılmalıydı. Çünkü AKP yaptıklarının yoğun propagandasını gerek kendi medyası gerek yaygın medya aracılığı ile halkın bilincini yeniden yapılandıracak bir psikolojik operasyon şeklinde yaparken, MHP'nin dışında halka yönelik psikolojik operasyonu kıracak başka hiç bir güç yoktu. MHP'nin son dört yılda sürekli olarak, konferanslar, toplantılar, mitingler, afişler, el ilanları, mevcut gazetelerin ve dergilerin baskı ve satış sayılarının yükseltilmesi, televizyon kurulması ile AKP'nin propaganda mekanizmasını göğüslemesi ve etkisiz hale getirmesi mümkündü.

Halkın IMF ekonomisinin uzun vadeli sonuçlarını kendiliğinden anlaması beklenemez. Halk kitleleri bugün cebinde olan paraya bakarak siyaseti değerlendirme eğilimindedir. Halk Annan Planı'nı okumaz. Halk AB ile yapılan anlaşmaların detaylarını bilmez. Halk, AB'nin tarım konusundaki taleplerinin Türkiye için ortaya çıkaracağı felaketleri gösterilmez ise görmez. Üstelik yaygın medyanın da AKP'nin politikalarına destek verdiği düşünülür ise halktan kendi başına bütün doğruları bulması beklenemez. Zaten halktan bütün doğruları tek başına bulması beklenseydi siyasi partilere gerek kalmazdı. MHP'nin yapması gereken AKP iktidarı boyunca AKP'nin yaptıklarının sonuçlarını günlük dile tercüme ederek halka anlatmaktı. Bunu yapmayanların şimdi "halk demek ki memnunmuş" diyerek halkı suçlamaya hakları yoktur.

Seçimden önce son bir ayda yayına başlayan ATA Tv kaliteli ve başarılı bir yayın politikası izlemesine rağmen çok geç kalmış bir girişimdir ve sonuçları ancak 2012'de görülecektir. Öte yandan MHP Genel Başkanı D. Bahçeli'nin televizyonlardan kaçmaması bir zorunluluktu. Oysa son beş sene içinde D. Bahçeli'nin bütün televizyonlarda toplam görüntü/saati her halde iyimser bir hesap 10 saati ile geçmez. Aynı süreç içinde Erdoğan her halde 5.000 saate yakın görüntü/saat ile televizyonlarda propaganda yapmıştır.

Küresel psikolojik operasyonu ve AKP propagandasını MHP temsilcilerinin son dört yılda Batı Trakya'da Mehmet Emin Ağa'nın cenaze töreninde, Ankara'da Türkmen Cephesi'nin mitinginde, keza Ankara'da Gazilerin düzenlediği mitingde, seçimden iki gün önce yapılan Kerkük Tuzhurmatın'da öldürülen 200 Türkmen için Kocatepe Camii'nde düzenlenen mevlütte bulunması gerekirdi. Bunun için MHP'nin Ordu'da fındık üreticisinin protestolarının önünde olması gerekirdi. Yok edilen Türk tarımı konusunda köylüyü uyarmak için son dört sene köylünün yanında olması gerekirdi ki AKP seçimden önce verdiği rüşvetle köylüyü ikna edemesin.

MHP'nin son beş senede sosyal muhalefetin öncülüğünü yapması gerekmekteydi. Bu işsiz kahvelerinde, ezilen ve haritadan silinen köylerde/tarlalarda, işçi sendikalarında ve memur sendikalarında, sivil toplum örgütlerinde bulunmayı, onların görüşlerini almayı, mücadelelerine destek olmayı gerektirirdi. Oysa MHP'nin 1965'den buyana fikri mücadelesinin en önemli parçası olan ülkücü öğretmenler 2002 ve 2007 seçimlerinde ve arasındaki dönemde küstürülmüşler, dışlanmışlardır.

Bu semt pazarlarında dolaşmayı, halkın içinde siyaset yapmayı, baskına uğrayan karakolları ziyaret etmeyi, şehit ailelerinin evlerine gidip baş sağlığı dilemeyi, şehit aileleri derneklerini kabul etmeyi, bir kez olsun Bilkent yolu üzerindeki gazi askerlerin rehabilitasyon merkezine giderek elleri, kolları, bacakları veya gözleri bazen da bunların hiç birisi olmayan gençlerin alınlarından öpmeyi gerektirirdi.[13]

AKP'nin başarısını alkışlayan küresel psikolojik operasyonun Türkiye uzantıları son dört yılda "MHP sokağa çıkmıyor. MHP, uyumlu ve ılımlı hale geliyor" diye alkış tutuyorlardı. Oysa "MHP içeri girerken" AKP beş sene boyunca sokağa çıkmıştır. Her halde bu alkışların bir nedeni vardı ve bu neden 22 Temmuz 2007 gecesi açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Propagandanın etkili olabilmesinin en önemli araçlarından birisi il ve ilçe teşkilatlarıdır. İl ve ilçe teşkilatları, merkezin ürettiği tezleri toplumsal uçlara yerel siyasetin diline tercüme ederek aktarırlar. Teşkilatları ile sevgi dolu kardeşçe bir ilişki içinde olmayan Genel Merkezin teşkilatları dinamik tutması zordur. Kendisi öğlenden sonra açılan bir Genel Merkezin il ve ilçe teşkilatlarından sabah ezanı ile çalışmaya başlamasını istemesi mümkün değildir.

Bu çerçeveden bakıldığında 2007 seçimlerinde bazı istisnalar bir tarafa bırakılır ise MHP teşkilatları olağanüstü bir fedakarlık ve verimlilik ile çalışmışlardır. 2007 seçimlerinden önce 2.5 sene kapalı kalan Ankara il teşkilatının Ankara'da seçimlerde aldığı sonuç bu çerçevede değerlendirilir ise çok başarılı kabul edilmek zorundadır. Ayrıca yaygın medyaya çıkan MHP temsilcileri diğer partilerin temsilcilerinden genel çerçevede daha iyi bir performans ortaya koydular. Fakat bu temsilcilerin Erdoğan'ın performansını etkisiz hale getirmesi beklenemezdi.

Yine AKP Genel Başkanı son bir ayda da MHP Genel Başkanı'nınortaya koyduğu performanstan çok daha etkili bir seçim performansı göstermiştir. Erdoğan'ın yapmış olduğu miting sayısı, Bahçeli'nin düzenlemiş olduğu miting sayısından çok daha fazladır. Beş yıllık süre sonunda Erdoğan televizyonları tekrar son 30 günde yüklenerek kullanırken, Bahçeli sadece iki kez televizyonda program yapmıştır.

Teşkilatların ve adayların bütün çabalarına rağmen, aşamadıkları bir diğer olumsuz hususta, seçim kampanyası süresince kullanılan, afişler, broşürler, görsel malzeme, tasarım, renk seçimi vs açılardan amatörlüğün ötesinde 1960'ların ortasını hatırlatır bir üslupla hazırlanmış,çirkin, kötü ve etkisiz olmasıydı.

Özetle son beş sene propaganda açısından tamamen boş geçirildiği gibi son bir ayda gerçekleşen propaganda da basının MHP'ye verdiği bütün desteğe rağmen yeterli değildi. Nitekim sonuçta değil seçmenin geneline kendi seçmenine bile ulaşmakta etkisiz kalan MHP, ülkücü hareketin kalesi olarak bilinen yerleri AKP'ye terk edilirken, PKK'ya tepkinin yükseldiği Mersin, Antalya, Manisa, Aydın gibi iller ile Ankara, İstanbul ve İzmir'de CHP-DSP'den kayan oylar sayesinde % 10 barajını aşmıştır.

IIX.3 CHP Laikçiliğine Kayış

MHP, siyasi tarihi boyunca ortalama Türk muhafazakar yapısını temsil etmiş bir parti olmuştur. MHP, laik sistemi kabul etmiş ancak milletin Müslüman olduğu gerçeğini siyasetine doğru olarak taşımıştır. MHP'nin bu çizgisi bir yanda laik sistemi laikçi dinciliğe kaydıranlar ile öte yanda dinimizi günlük siyasette araç olarak kullananlar arasında mükemmel bir doğru hattı temsil etmiştir.

Son yıllarda MHP'nin Atatürk-Türkeş çizgisinden uzaklaşarak, İnönücü zihniyetin düşünce kalıplarına yakın, "kontrollu bir devlet milliyetçiliğine" kayması, MHP ile ülkücü kitleler arasında yabancılaşmaya neden olduğu gibi örneğin 1999 seçimlerinde MHP'yi % 18'e taşıyan muhafazakar seçmeni AKP'nin kucağına itmiştir.[14]

Ülkücü taban seçim kampanyası boyunca televizyonlarda tanıdığı, bildiği ülkücü damardan gelen MHP'lileri değil, daha MHP'li bile olamadıklarını ifade eden, "ben MHP'ye kaymadım, beni davet ettiğine göre MHP benim çizgime kaydı" diyen adaylar tarafından MHP'nin temsil edildiğini görmüşlerdir. Sonuçta, MHP kalelerini AKP'ye terk etmiştir.

Gerçi bu yeni duruşla CHP-DSP seçmen zemininden MHP'ye oy kayması olmuştur. Ancak bu oy kayması kalıcı olmaktan ziyade konjenktüreldir veCHP-DSP seçmen tarafından "MHP'de %10'u geçsin" düşüncesi ile taktik nedenlerle verilmiştir. Oysa, AKP'ye giden MHP oyu orada kalıcı hale gelmekte veya hiç sandığa gitmemekle beraber MHP'ye yabancılaşmaktadır. Eğer bu seçimde MHP içinde bir grup, "Ülkücülerin oyu olmadan da %10'u geçerek üzerimizdeki seçmen baskısını" kaldıralım diye düşünmüş ise bu başarılmıştır.

IIX.4. Çözüm Üretememe Ve Gelecek Vaat Edememe

Başarısızlığın bir diğer nedeni MHP'nin halkın aklına nüfuz edecek herhangi bir konuda çözüm önerisi üretememiş olmasıdır. MHP'nin seçim kampanyası, AKP'nin haklı eleştirisine dayanmıştır. Oysa seçmen AKP'nin kötü icraatlarından dolayı değil, MHP'nin yapacaklarından dolayı MHP'ye oy vermeye davet edilmeli idi. Kampanya sürecinde ve hatta sonrasında MHP Genel Merkezi'ne hakim olan hava "AKP o kadar kötü ki, seçmen bize oy verir" şeklinde olmuştur.

Bu anlayış siyasette iflas etmiştir. MHP kampanyasını, AKP'nin eleştirilmesi ve çözümler üzerine kurmalıydı. Bu çözümler her alanda radikal, kolay anlaşılır, umut vaat eden sloganlarla ifade edilmeliydi. Oysa MHP seçime kitlelere değil kendi seçmenine bile ulaşmada sıkıntılı olan üç slogan ile girmiştir. Bunlar, "tek cevap", "60. hükümet, milliyetçi hareket" ve "devletin başına devlet gelecek" sloganlarıdır ki, seçmenin günlük hayatı ile hiçbir ilgisi olmayan, ona ulaşmayan sloganlardır.

Seçimden hemen önce acele ile sanki "bizde çok inanmıyoruz ama yine de söyleyelim" havası ile ortaya atılan ve geçen seçimlerde MHP tarafından köfte-ekmek partisi diye suçlanılanGenç Parti'den alınan "OSS kalkacak", "Mazot 1 YTL olacak", "Her işsize 200 YTL" gibi çözümler ise MHP'ye yakışmamıştır. Keza Sayın Bahçeli'nin "Bana anayasayı değiştirecek çoğunluğu verin, Öcalan'ı asayım" demesinden hemen bir gün sonra partinin vitrindeki iki adayının televizyonlarda "bunun mümkün olmayacağını" söylemeleri seçmenin gözünden kaçmamıştır.

IXX.5 Yanlış Anlatımlar ve Yetersiz Karşı Propaganda

Bazı MHP adaylarının uzmanlıkları dışındaki alanlarda yanlış anlaşılmaya müsait ve MHP tabanının hassas olduğu konularda açıklamalar yapması, yaygın basının bütün örtme çalışmalarına rağmen MHP'ye özellikle iç ve doğu Anadolu'da muhafazakar-ülkücü tabandan oy kaybettirmiştir. Hatta MHP'ye kızgınlığından dolayı "oy vermemek" için gerekçe arayan ülkücü seçmene bu yanlış anlatımlar gerekçe oluşturmuştur.

MHP, propaganda sürecinde AKP'nin her yöntemi kullanarak geliştirdiği MHP'yi karalama çalışmalarına karşı etkili cevap geliştirememiştir. Örneğin, AKP'nin "CHP-MHP ittifakı" propagandasına karşı "AKP-DTP birlikteliği" veya "Barzani'ye AKP'nin ekonomik yardımı" gibi konular yeterince etkili kullanılmamıştır.

IX. Bundan Sonra Türkiye

"Türkiye Türklerindir sözü hayasızca bir sözdür. Bu sözü söylersenizTürkiye'yi 30 parçaya bölersiniz."

R.T. Erdoğan/Yeni Zelanda

Türkiye'nin gelecek beş yılı AKP'nin temsil gücü yüksek olan bir zeminde, kendine öz güveni geçen döneme göre çok daha yüksek bir şekilde iktidarı ile geçecektir. Üstelik AKP tek modern toplumun siyasal gereklerine göre örgütlenmiş ve bilimsel çalışan tek partidir. 22 Temmuz seçimlerinden hemen sonra AKP derhal 2009 yerel seçimleri ve 2013 genel seçimleri için propaganda çalışmalarına başlamıştır.[15]

Oysa seçimleri kaybeden muhalefet bir duygu karışıklığı içindedir. CHP Genel Merkezi muhalefetin eleştirilerine "CHP'yi Sorozculara vermeyeceğiz" yazılı bir pankartı CHP Genel Merkezi'ne asarak "cevap vermiştir." Genel Başkan D. Bahçeli iseAnkara'da toplanan MHP il başkanlarına "MHP seçimlerden başarı ile çıkmıştır. Bayrama kadar dinlenin" mesajı vermiştir.[16] İktidarda ve muhalefette bu ruh hali devam ettiği takdirde gelecek seçimleri kazanacak partinin hangi parti olacağını kestirmek zor olmayacaktır.

AKP'nin % 47 ile tek başına iktidara gelmesi Türkiye'yi çok büyük risklerle karşı karşıya bırakacaktır. Üstelik AKP'nin TBMM'ne soktuğu parlamento grubu bir önceki dönemdeki AKP grubu ile karşılaştırıldığında çok daha olumsuzdur. Bu grup Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ilkelerine, milli devlete karşıdaha düşman insanları bir araya getirmektedir.

AKP'nin Güneydoğu Anadolu'da bir çok yerde DTP'li bağımsızlardan daha fazla oy almış olması bazı çevrelerde "etnik siyasetin ve DTP'nin yenilmiş olması" olarak nitelendirilmektedir. Oysa gerçek "etnik siyasetin" sadece Güneydoğu Anadolu'da değil, bütün Türkiye'de AKP saflarına gizlenmiş olmasıdır. Bu durumu daha da vahim hale getiren terör örgütünün siyasi kolu DTP'nin de TBMM'de grup oluşturmuş olmasıdır. Bir İspanyol gazetesi olan ABC, Türkiye'deki bu durumu "Erdoğan, milliyetçi Kürtler ile ittifaka hazırlanıyor" diyerek ifade etmektedir.

AKP ve DTP, federalizmin ılımlı ve radikal partileri olarak önümüzdeki dört yılda Türkiye'nin AB tam üyelik sürecinin örtüsü altında ve Kuzey Irak'tan gelen dinamiklerle Türkiye'yi çok etnikli federal bir devlete sürüklemek için bir program uygulayacaktır. Bu süreçte, AKP ile DTP arasında bir görev dağılımı yapılması büyük bir ihtimaldir.

Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen sonra Sezer'in veto ettiği ve Türkiye'nin menfaatlerini ağır bir şekilde tehdit eden "Petrol Yasası", yine veto edilmiş olan "Vakıflar Yasası" gibi yasalar derhal yürürlüğe girecektir. AKP, durmuş bulunan AB sürecinde Kıbrıs'ta Rumlara liman tavizi vererek, Ermenistan ile sınır kapısını açarak tekrar başlatmak isteyecektir. Kuzey Irak'ta Kerkük'ün Barzani'nin eline geçmesi ve bağımsız Kürt devletinin kurulması artık daha kolay görünmektedir.

Keza Türkiye'ninfederalleştirilmesi için AKP'nin önümüzdeki beş yılı etkili bir şekilde kullanacağı da görülmektedir. AKP'li milletvekillerinin daha ilk günlerde anayasanın değiştirilmesi ile ilgili verdikleri mesajlardan önümüzdeki beş yılın nasıl geçeceği anlaşılmaktadır.

X. Türk Milliyetçilerine Düşen Görev ve MHP

Herkesin umutsuzluğa kapıldığı noktada Ülkücünün görevi başlar.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ilkelerine sadık olan partileri, sivil toplum örgütlerini ve aydınları, demokratik hukuk rejiminin kuralları içinde etkili bir demokratik mücadele vererek, AKP-DTP projesine karşı mücadele etmesini gerektirmektedir. Bu mücadele çok boyutlu olmalıdır. Cumhuriyetin temellerine saldıranlara karşı hayatın her alanında etkili bir mücadele verilmelidir.

Bu amaçla, yoğun, kitlelerin içine çekildiği, çok güçlü bir fikri üretim üzerine oturan büyük bir siyasal ve kültürel mücadele başlatılmalıdır. Bu mücadele yaygın basın ve AKP medyasının gücü göz önünde tutularak ve aynı ölçüde güce yakın tarihte sahip olunamayacağının bilincinde olarak var olan bütün milli güçleri birleştiren bir anlayış ile yapılmalıdır. Milliyetçi gazete, dergi ve televizyonlarla işbirliği geliştirilmelidir.

AKP'ye karşı mücadelenin belkemiğini siyasal alanda MHP oluşturacaktır. MHP'nin böyle bir mücadele içinde olduğu süreçte bütün milli unsurların MHP'nin mücadelesini destekleyici bir tavır içinde olmaları gerekmektedir. Çünkü, MHP'nin gerçek mücadelesi yaygın medyanın hedef saptırmak için sürekli körüklemek istediği şekilde MHP ile terör örgütünün TBMM'deki siyasal uzantısı arasında olmayacaktır. Gerçek mücadele uluslar arası sistem ve onun desteklediği AKP ile milli güçlerin tamamı tarafından desteklenmesi gereken MHP arasında gerçekleşecektir.

MHP'nin böyle bir mücadelede Türk devleti ve milleti adına başarılıolması için gereken milli devletin tavizsiz savunulması konusunda fikri planda Atatürk-Türkeş çizgisine geri dönmesi bir zorunluluktur. MHP'nin oy patlaması yaptığı coğrafya tahlil edildiğinde seçmenin MHP'ye oy vermesinin gerekçesi "çiçek bahçesi ve Türkiye'yi farklılıkların farkında olarak yönetme" söylemi değil, rahmetli Türkeş'in "Ne mozaiği ulan" söyleminde öz güvenin MHP üzerinde süren etkisidir.

İçine girdiğimiz dönemde MHP Genel Merkezine karşı değişik ve haklı nedenlerle eleştirisel bir tavır alan bütün sivil toplum örgütleri, aydınlar, yayın organları MHP'nin mücadelesini güçlendirici bir tavır almalıdırlar. Öte yandan MHP'nin de kendisini eleştirdi veya sorgusuz-sualsiz itaat etmedi diyerek sivil toplum örgütlerini dışlamak gibi bir lüksü yoktur, olmamalıdır. MHP, milli devlet ve Türk milletinin bütünlüğünü koruyan siklet merkezini oluştururken, arkasında ve kanatlarında bütün milli birikimi toplamalıdır.

Liberal basının MHP'nin "uyumluğuna" düzdüğü övgülere inanılmamalı ve Atatürk-Türkeş çizgisine uygun politikalar büyük bir kararlılıkla gündeme getirilmelidir. Ülkücü geçmişe ve duruşa sahip çıkılmalıdır. MHP tekrar kendisini Türk Dünyasının sesi olarak algılamalıdır. MHP, AKP'nin belirlediği gündemin peşinden gitmemeli, kendi Türkiye gündemini belirleyecek çıkışlar yapmalıdır. MHP Türkiye'nin büyük bölümünü arkasında birleştirecek politikalarla gündemi belirleyerek yeni yasama dönemine girmelidir.

MHP başta olmak üzere muhalefet eğer yeniden yapılanmaz, AKP propaganda mekanizması ve arkasındaki büyük küresel destek ile mücadele edecek bir yapı oluşturamaz ise AKP'nin Türkiye'nin veya ondan geriye kalanın gelecek 10 yılına damgasını vurması çok zor olmayacaktır.



· 21. Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü Başkanı

[1] Radikal, 24 temmuz 2007, Korkmaz İlkokur, "It's the economy, stupid"

[2] Milliyet, 21 Temmuz 2007, Yaman Törüner, "60 Milyar Dolar Nasıl Gitti?"

[3] Bu hususa Türk basınında dikkat çeken tek isim e. Tüğgeneral Nejat Eslen olmuştur. Radikal, 30 Temmuz 2007, Nejat Eslen, "Ortaya Çıkan Tablonun Adın Yeşil Devrim"

[4] Milliyet, 30 temmuz 2007, Yaman Törüner, "Seçim Başarısının Sırrı"

[5] Milliyet, 27 Temmuz 2007, Hamdi Akın, "Türkiye'nin Satacak Daha Çok Malı Var"

[6] Zaman, 24 Temmuz 2007, Dr. Hüseyin Yayman, "MHP'yi Meclise Sol oylar Taşıdı"

[7] Milliyet, 23 Temmuz 2007, Fikret Bila, "Erdoğan:Sonuç, Abdullah Bey'e Yapılana Gösterilen Milli Reflekstir"; Seçimin diğer mağlubu CHP Genel başkan yardımcısı Onur Öymen'de aynı şekilde "Sonuçları mantıkla izah etmek mümkün değildir. Fındık fiyatlarından dolayı hükümeti eleştiren, sokağa dökülen Giresun gibi bir yerde AKP'nin oylarını artırmasını hiçbir mantık izah edemez. Tarım bölgelerinde hükümetin bu kadar fazla oy almasını akılla açıklamak mümkün değildir" demektedir. Sabah, 24 Temmuz 2007

[8] Radikal, 24 Temmuz 2007

[9] AB'ci liberal lobinin yayın ve fikir organı olan Radikal gazetesi yöneticisi ve köşe yazarı İsmet Berkan bu konudaki çalışmalarını açıklamaktadır. Bkz. Radikal, 25 Temmuz 2007, İsmet Berkan, "Muhtıra Etkilemedi mi?"

[10] MHP İzmir milletvekili adayı olan Özgür Çakmak (eğer doğru ise) şöyle demektedir. "Bu halka her şey layık. Bu halk ihanete göz yummuştur. Bu halkla yola çıkılmaz. Ortaya çıkan bu tablodan utanç duyuyorum. Halkımız maalesef küçük paralara satıldı. Şehidine ihanet eden bir halkla karşı karşıyayız. Bu tablonun tek sorumlusu halk. Halkımız bu kadar çıkarcı olmamalıydı. Ben bütün dünyayı neredeyse dolaştım. Ama bu kadar kişiliksiz bir halk görmedim", Radikal, 25 Temmuz 2007; Suçu kendisinde, eksiklerinde aramak yerine halkını bu kadar aşağılayıcı bir şekilde suçlamak bir Türk milliyetçisine yakışmaz. İstiklal Savaşı'ndan sonra gökten Anadolu'ya yeni bir halk inmemiştir. 1984'den buyana çıt çıkarmadan çocuklarını "vatan sağ olsun" diyerek şehit veren de bu halktır. Üzerinde düşünülmesi gereken bütün bunlara rağmen AKP'nin bu kadar oy almasında muhalefetin vebalidir.

[11] Hürriyet, 29 Haziran 2007

[12] Milliyet, 19 Temmuz 2007, Gündüz Aktan

[13] Recep Tayyip Erdoğan bu merkezi ziyaret etti. Gazilere konuşma yaptı. Konuşması sırasında "gazi kavramını kullanmadan "engelliler-sakatlar" için yaptıklarından bahsetti. Konuşmasını bitirdiğindesalonun sessizliği suratına tokat gibi indi. Bir tek gazi Erdoğan'ı alkışlamadı. Sonra Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt söz aldı "Evlatlarım" dedi ve salondan büyük bir alkış koptu.

[14] Bu durum MHP dışında da ilgi ile izlenmekteydi. Haluk Şahin şu tespiti yapmaktadır: "Ya MHP… Bu siyasal hareket AKP'ye karşı dik durmaya çalışırken kanatlarının İslamcı uçlarını ufaltıp daha geleneksel Kemalist sembollere ve söyleme kaydı." Radikal, 23 Şubat 2007

[15] Milliyet, 30 Temmuz 2007, "AKP'de 17 İl Seferberliği"

[16] Radikal, 29 Temmuz 2007

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display