< < Artık Yeni Bir Devletçilik Modeline İhtiyaç Var
 Bu sayfayı yazdır

Artık Yeni Bir Devletçilik Modeline İhtiyaç Var

Yazan  12 Nisan 2022

Ekonomik krizler olur. En gelişmişten en az gelişmişine kadar her ülke bir şekilde ve birçok nedenle ekonomik zorluk yaşar. Üstesinden gelinebilen her ekonomik zorluk mutlaka kriz olmayabilir.

Ama nedeni ne olursa olsun eğer ekonomik zorluklar kurumsal çöküntüler, toplumsal güveni sarsan ve siyaseti itibarsızlaştıran yolsuzluklarla beslenirse krize dönüşür. Her kriz bir fırsat mıdır? Buna emin değilim. Galiba bu içine düşülen uçurumdan çıkmak için gösterilen çabaya ve tercih edilecek yöntemlere dayanarak, yenilenme, kabuk değiştirme, yeniden motivasyon kazanıp, toplum olarak birlikte başarma iradesine bağlıdır. Türkiye’de, Cumhuriyetin ilanını izleyen yıllarda, mutlak çöküntünün fırsatlara dönmesi için ulusal bir motivasyon vardı. Atatürk’ün önderliğinde kurucu kadro, büyük bir heyecan ve özveri ile o günün koşullarında kurtarılan son vatan parçasında, ülkenin her türlü ihtiyacını yıllar boyu karşılayacak ilk ivmeyi verdi. O ivme kurtuluş savaşının, ekonomik bağımsızlıkla perçinlenmesi öngörüsüne dayanmıştı. Türkiye’nin geçmişindeki devletçilik anlayışı bu nedenle köklü, inançlı, azimli ama farklı bir devletçilik anlayışıydı. Ancak belli özellikleri ile tekrarlanabilir ve pek çok nedenle tekrarlanmak zorunda. Ama aradan geçen yıllarda dünyadaki gelişmeleri gözden geçirerek, ekonomik dar boğazlardan çıkmak için kullanılan modelleri ve en önemlisi artık ülkeler arasında karşılıklı bağımlılığın kural olduğu bir dünyada yaşadığımızı unutmadan.

Nereden Başlanmalı?

Kurumları yeniden organize edip, onları yetkin, basiretli, cüretkâr değil cesur ve yoz olmayan ellere teslim ederek. Çünkü kişiselleşmiş siyasi iktidar, Türkiye’de, tüm kurumları siyasileştirip, kişisel tercihlerinin keyfiyetine tabi hale getirdi. Adeta hepsinin ocağına incir dikildi. Çok geriye gitmeye gerek yok. 2002-2010 yılları arasında ekonomiyi yeniden şahlandıran kurumsal reformların ve verilen taahhütlerin tamamını rafa kaldırarak, ekonomik ve ekonomik olmayan, dini ve dini olmayan, askeri veya sivil tüm kurumları itibarsızlaştırdı. Kişi çıkarlarına ve talana alet ederek onlara duyulan güveni sarstı. İşte yeni devletçilik anlayışı ile önce bu gidişat durdurulmalı ve geri çevrilmeli. Özel sektörü dışlayan bir devletçilik anlayışına artık asla yer yok. Yeni devletçilik anlayışı özel sektör veya özel girişime alternatif değil.Onun güdümüne veya belli özel sektör firmaları ile ahbap-çavuş(Crony) ilişkisine girmiş olan devletçilikte değil.Yol gösterici, keyfiyete değil, verimlilik ve etkinlik esasına dayanarak destekleyici bir devletçilik. Türkiye, bu açıdan son on bir yılda Orta Doğu’ya yalpaladıkça, siyasi ihtiraslar ve bölge liderliği iddiası ile rekabet içinde olduğu, ama ilişkilerini gerdiği Mısır’ın büyük hatasına düştü. Bununla kalmayıp petrol ve doğal gaz zengini Körfez ülkelerinin rantiye tüketim kalıplarını benimseyerek, bunları, belli ayrıcalıkları olan siyasi simalar için oralarda bile bu ölçüde olmayan bir dini kisveye büründürdü. Teşbihte hata olmaz, örneğin tavuk kaza bakmışçasına bir varlık fonu kurup, kamu kuruluşlarının karlarını aynı havuzda hesapsız, denetimsiz bir yemlik deposu haline getirirken, merceğine takılan özel kurumların karlarını da bu havuza rehin olarak aktardı.Neden? Bu en çok kime veya neye hizmet etti? Neden Cumhuriyetin kurduğu şeker, kâğıt, hatta tank palet fabrikaları satıldı veya kapatıldı? Neden orman ve kıyı alanları talan edildi? Mülkiyet devri yapılmaksızın uzun süreli kiralama gibi bir imkân varken, neden vatan toprakları yabancılara satıldı? Çılgın proje rantı kandırmacasıyla hala satılmaya neden devam ediyor? Hazineye kaynak yeni sağlasın diye neden TC vatandaşlığı pazara çıkarıldı?

Bal Tutan Parmağın İştiha ile Yalandığı bir Dönem Bitmeli

Türkiye bakanlığına kendi şirketinden mal satarak büyük kazanç elde eden bakan da gördü. Sessiz sedasız görevden ayrıldı. Bir ceza görmedi. Öte yandan kendi bakanlığına bağlı hayati öneme sahip bir sektörün batmasına göz göre göre rıza gösteren bir başka bakanın olduğu bir Türkiye var. Türkiye yerine Orta Asya’da, Azerbaycan’da, Sudan’da tarım sektörlerine yatırım yapan girişimcileri desteklerken, tarım ürünü ithalatının da kısmen bu girişimlerden yapıldığını hatırlayalım. Suriye’nin patatesine, Ukrayna’nın buğdayına, ayçiçeğine muhtaç bir Türkiye var artık. Şimdi başta can çekişen tarım sektörü olmak üzere tüm üretken sektörlerde üretimi etkinlikle canlandırmak için, arz yanlısı politikaları seferber edecek yeni bir devletçilik anlayışına acilen ihtiyaç var. Türkiye bal üretiminde dünyada önde gelen ülkelerden biri. Ama şimdi balcılık bile sıkıntıda. Bal tutanın parmak yalaması teşbihte güzel. Ama ayrıcalık çağrışımı verdiği sürece, bal tadamayan çocuklara karşı, yoğurda kestane balı katıp yiyen, bunu da sağlık reçetesi olarak sunan devlet anlayışının değişmesi gerek. Bal tutan devlet mensubu parmak yalamaya devam etmemeli. Haram sirkeyi bile baldan tatlı gören zihniyet sona ermeli.  Devlet, kamu bürokratları, bakanlar ve devleti temsil eden Cumhur Başkanları olur olmaz ve galiz konuşmaz, konuşamaz Benim yeni devletçilik anlayışımda, devletin üslubunu düzeltecek, belli bir standart kazandırıp örnek olacak bir devletçilik var. Devleti, umur-u devlet görenlerin yönetmesi, bunların oturdukları koltuğa vakar katmaları var.

Devletin Malı Deniz Değil. Böyle DüşünüpTüketme Hakkını Kim Verdi?

Kurumlardan işe başlamak deyince, aynı zamanda şeffaf hesap sorabilmeyi, yeniden devlet işleyişinin önemli bir parçası haline getirecek bir devlet yönetimi anlayışını da yeni devletçiliğin mütemmim cüzü olarak düşündüğümü bilmenizi isterim. Şeffaf kamu ihaleleri, adil ve hak edilmiş sübvansiyonlar, kamu gelir, gider ve tahsislerini beyt-ül maldaki yetim hakkını gözeterek denetleyen bir sistem, yeni devletçilik anlayışının olmazsa olmazı demek. Bu bağlamda tüm adli sistem gibi bağımsız bir mahkeme olan Sayıştay; Sayıştay ve mali idarenin her bir kamu kurumuna uzanan eli-kolu saymanlıklar, bunlarla bir bütün olan gelir idaresi, milli emlak, vakıflar idaresi ve nihayet tüm Maliye yeniden iyi, şeffaf ve müdahalesiz çalışmaya başlamalı.   Pahalı ihalelerden komisyon alarak, kamu maliyetlerinin şişirilmesini ve kamu hizmet fiyatlarının yüksek tutulmasını engelleyecek yeni bir devletçilik anlayışına acilen ihtiyaç var.

Türkiye’de her iktidar dönemi kendi tercihli iş adamlarını, müteahhitlerini yaratmıştır.Bu yeni bir şey değil.  Ama geçmişte bunlarla ilgili nice KDV sahteciliği, hayali, hileli ihracattan elde edilen teşvik dosyası çıktı. Nice balon söndü ve iş insanı gözden düştü.İktidar dönemi uzadıkça bu tercihlerdeki kemikleşme, yozlaşmanın boyutlarını çok büyüttü. Şimdi bırakınız ceza mekanizmasının çalışmasını, yine misliyle yaşandığı düşünülen yolsuzluklarla ilgili hazırlanan tek bir dosyanın bile olduğunu sanmıyorum. Zaman, yolsuzluk yapanın görmezden gelindiği, yolsuzların itibarlı iç ve dış görevlere tayin edilerek kamu vicdanının kanatıldığı bir dönem. Yolsuz işlerden komisyon alınarak, bunlara paydaş olunan bir dönemdeyiz. Çivi çiviyi söker. Yeni devletçilik anlayışı ile bu devri-i saadet sona ermeli.

“Devletin malı deniz, yemeyen domuz” nasıl bir anlayıştır? Ahlakı erdem olarak baş tacı eden hangi din bunu kabul eder? Bu hangi dini inanca sığar? İtikatsız ibadet arkasına gizlenen yolsuzluğun, insafsız imanın göstermelik aldatmacası bilinmiyor, fark edilmiyor mu sanılır? Dini daha doğrusu inancı yeniden vicdani bir sorumluluk haline getirip içselleştiren, gerçek kutsalı,Merkezden gelen hutbenin sığlığında boğmayan bir devletçilik anlayışı, yeniden canlanmalı. Devletin dini olmaz. Bireyin inanç ve vicdan özgürlüğünü devletin güvencesi altına alan, umur-u devlet ile dini birbirine karıştırmayan bir devletçilik anlayışa yeniden ihtiyaç var. Sorarım size Camilerden bet sesle, makamsız ve balgamlı bir Arapça ile okunan Ezan, 1400 yıl önce yani 622 de ilk okunduğundan beri günde beş kez adını minarelerden duyurmayı başaran o fevkalade akil ve dirayetli Hazreti Muhammed’in aziz adına yakışıyor mu? Evet, “bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli, ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli”. Ama bunu dinin kutsiyetine ve kurucusunun ulviyetine yakışacak bir üslupla yerine getirmeyi güvence altına almak da yeni devletçilik anlayışı içinde yer bulmalı.

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Misafir Yazar