Bu sayfayı yazdır

Toplumu Kimliksizleştirmek

Yazan  08 Mayıs 2007
Cumhuriyet döneminde Türk toplumunda önce kimlik tartışması,

daha sonra kimlik bunalımı yaratma ile ilgili çalışma ve tartışmaların tarihçesi oldukça eskidir.
Cumhuriyet öncesi, koskoca bir imparatorluktan bir yarımadaya hapsedilen Türkiye Türklüğü belirli bir süreci kimlik arayışıyla geçirmiş, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük düşünceleri Türk aydınları tarafından dönem dönem ve grup grup bir tanımlanma ve kurtuluş reçetesi gibi algılanmıştır. Ancak Türk soyunun evlatları, Osmanlıcılık ve İslamcılık alanında ciddi hayal kırıklıkları yaşamıştır. Osmanlıcılık çatısı altında yeniden dirilmeyi hayal edenler, mebus sıfatıyla Meclis-i Mebusan'da bulunan Boşo efendilerin "Benim Osmanlılığım Osmanlı Bankasının Osmanlılığı kadardır" meydan okumasıyla karşılaşmışlar (o dönemde Osmanlı Bankası Fransız sermayesinin oluşturduğu bir yabancı sermaye kuruluşudur), Balkanlarda ve Arap yarımadasındaki toplumların bağımsızlık ve isyan hareketleriyle yüz yüze gelmişler, sırtlarından hançerlendiklerini hissetmişlerdir.

Hıristiyan tebaanın ayrılıkçı tavrı karşısında, "Hiç olmazsa Müslüman tebaanın devlet içinde birlikteliğini sağlayalım" düşüncesi de, Lavrens'in dağıttığı altınlar ve Osmanlı askerinin sırtına saplanan kıvrık Arap cenbiyeleriyle son bulmuştur. Bu arada Türkçe'nin Devlet dili olmasının dahi ancak meşrutiyetin kuruluşunu sağlayan "Kanun-u Esasi" ile kabul edildiğini göz önünde tutmak, devletin son dönemlerine kadar Türklüğün ne kadar ihmal edildiğini göstermek bakımından önemli bir göstergedir. O kadar ki, bütün bu çatışma ve tartışmalar içinde milli düşünce ve milletleşme yerine Tevfik Fikret'in "Vatanım ruyi zemin, milletim nev-i beşer/ İnsan insan olur buna izanla inandım" mısralarında dile getirdiği milliyetsizlik düşüncesi dahi önemli ve uygulanabilir bulunmuştur.

Sonuçta, Türkiye toprakları üzerinde, Rahmetli Atatürk'ün önderliğinde "Türkçülük" düşüncesi temeline oturtulmuş bir milli devlet, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" kurulmuştur. Devletin kuruluşu ve devamıyla ilgili her türlü beyan ve uygulamada "Türk" vardır. Bu tavır Atatürk'ün ölümüne kadar kesintisiz ve tavizsiz biçimde sürdürülmüş, ancak daha sonra gerek eğitimde, gerekse yönetimde dışa endeksli politika ve uygulamalar sergilenmeye başlanmıştır.

Yunan klasiklerinin tercüme edilerek Milli eğitimde yaygınlaştırılması, yönetimde ciddi bir Sovyet yanlısı kadrolaşmaya gidilerek Türk milliyetçilerinin dışlanması bu politika değişikliğinin önemli göstergeleridir. Türk Milliyetçiğine yönelik saldırganlık, dönemin Cumhurbaşkanının Türkçüleri ve Türkçülük düşüncesini suçlayan 19 mayıs 1944 nutku ve bunun hemen öncesinde yapılan Türkçülerin tutuklanmasıyla uç noktaya vardırılmıştır. Farklı bir siyasi tabela altında da olsa 1957'de Milliyetçiler Derneği'nin kapatılması, devletin yaptırım gücünü ve otoritesini sarsarak Türkçü düşüncenin zaafa uğratılmasıyla sonuçlanan ve Kürtçü eşkıyaya rüşvet niteliği taşıyan Orgeneral Mustafa Muğlalı olayı, bu saldırgan tavrın devamı durumundadır.

Bu tavır ve uygulamalar daha sonraki yıllarda tek kutsalı sermaye olan liberallere, Millet ve milliyet gerçeğini göremeyen İslamcılara, bölücülere cesaretlerini arttırma, pervasızca davranma imkanı vermiştir. Son 40 yılda bir dönemin başbakan yardımcısının, "Siz Türküm, doğruyum, çalışkanım derseniz bir başkası da ben de kürdüm, daha doğruyum, daha çalışkanım der" dediği; bir eski başbakanın "Ne mutlu Türküm diyene yerine ne mutlu Türkiyeliyim desek ne olur" teklifini getirdiği; mevcut başbakanın ise "Bizim üst kimliğimiz Türkiyeliliktir" diyerek Anayasa suçu işlediği fakat ciddi bir tepki görmediği Türk Milleti'nin dikkatinden kaçmamalı, hafızasından silinmemelidir. Bu gün Türk Milletine dil uzatmış bir Ermeni gazetecinin katli sonrası onbinler sokağa dökülüyor ve "Hepimiz Ermeniyiz" diye bağırıyorsa, üç Hıristiyan misyonerin katline tepki olarak "Hepimiz Hıristiyanız" pankartları açılıyorsa, bunu insani bir tepki olarak algılamak olaya eksik bakmak, bir asra yakındır sürdürülen Türk ve Türkçülük düşmanı politikaların doğurduğu kimlik erozyonunu görmezden gelmek demektir. Bu insanlık(!) âşıklarına, son bir ayda teröre kurban verdiğimiz 23 şehidin cenazelerine neden katılmadıklarını ve yüz binler oluşturup neden "Hepimiz Türküz, hepimiz Mehmetçiğiz" diye bağırmadıklarını sormak Türkler ve Türkçüler için hem bir hak, hem bir görevdir.

Dursun DAĞAŞAN

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Yönetim Kurulu Üyesi