Bu sayfayı yazdır

Irak Türkleri(Türkmenler) ve Türkiye

Yazan  27 Ağustos 2014

 

Türkmen konusu, Türkiye’de birçok insan tarafından yeterince bilinmeyen ve gereken önemi görmeyen bir görünüm sergilemektedir. Halbuki söz konusu olan 1918 yılından önce aynı devletin sınırları içinde beraber yaşadığımız soydaşımız Irak Türkleri’dir. Türkiye’nin bir zamanlar hüküm sürdüğü, yaklaşık 400 yılı kesintisiz 900 yıl hâkim olduğu, yönettiği topraklarda yaşamaktadırlar. Irak’ta yaşayan Kürtlerin, Asurilerin, Yezidilerin  maruz kaldıkları en küçük sıkıntıyı bile, bütün dünya bilmekte, ancak Irak Türkleri’nin varlığı ve uğradığı katliamlar yeteri kadar bilinmemekte ya da ilgisiz kalınmaktadır.

 Türkmenler, Irak halkının eğitimli ve aydın bölümünü oluşturmaktadır. Araplar ve Kürtlerden sonra Irak’ın üçüncü asli unsurudur. Irak nüfusunun %13’ünü teşkil ederler. Bunun bazı kaynaklara göre % 30’u Şii, % 70’i Sünnidir. Bazı kaynaklar Şiileri %40-%50 olarak da göstermektedir. Türkmenlerin yaşadığı kuzey batıdan güney doğuya kadar uzanan şerit halindeki “Türkmeneli” bölgesi, Kürtler ve Araplar arasında bir tampon bölge niteliğindedir . Bu bölge, Irak’ın kuzey batısında ve Musul’un 70 km. doğusunda bulunan Telafer ve buna bağlı olan köylerden itibaren,  Musul ve çevresindeki yüzlerce köy, Erbil, Altunköprü, Kerkük ve çevresindeki köyler, Tuzhurmatu, Tavuk, Tuzhurmatu ve çevresindeki Bayat köyleri, Kifri, Karatepe, Hanekin, Kızlarbat (Sadiye), Karağan (Celevla) ve çevre köyleri, Şahraban (Miktadiye), Bedre, Kazaniye ve Mendeli gibi il, ilçe, kasaba ve köyler, Türklerin yerleştiği bölge, Kuzey Irak’ın Musul, Erbil, Kerkük ve Diyale illerinin sınırı içinde kalmaktadır. Ayrıca başkent Bağdat’ta 50 bine yakın Türk ailesinin de yaşadığının unutulmaması gerekir.

Türkmenler, varlık ve kimliklerinin ispatlanması konusunda 1918 yılından günümüze kadar uzanan zaman diliminde, Irak Devleti’ne hükmeden değişik antidemokratik güçlerin yürüttükleri baskıcı asimilasyon politikaları nedeniyle büyük güçlükler, sürgünler ve hatta katliamlar yaşamıştır. Buna rağmen Irak Türkleri dilini ve Türklüğünü unutmadan sürdürmeyi başarmıştır. Benzer haksız uygulamalar günümüzde de değişik boyutlarıyla sürmektedir. Türkmenlerin meşru haklarını kazanmalarının engellenmesi için, gerek Arap yönetimleri gerekse yerel Kürt Hükümeti, kontrolleri altındaki bölgelerde değişik oyunlara başvurmaktadır. Irak yönetimleri, biraz da Türkiye’nin pasif tutumundan da istifade ederek, Türkmenlerin birliklerini bozmaya çalışmaktan, onları asimile etmekten geri kalmamışlardır.

Türkmenler Irak’taki diğer toplumlarla etnik ve dini çatışmalara girmemişlerdir. Türkmenler, Irak’ta Arap, Kürt, Asuri ve hatta Yezidiler ile mezhepsel ve milliyetçi çatışmalara da girmemişlerdir. Türkmenler politik mücadelelerinde genelde barış çözümünü seçmişlerdir. Türkmenler, meşru haklarını kazanmak için çaba sarf etmişlerdir. Kültürel dernekler ve sosyal kuruluşlardan oluşan Türkmen hareketi Körfez Savaşı sonrası Kuzey Irak’ta güvenli bölge ilan edildikten sonra açık siyasi faaliyete geçmiş ve Irak muhalefetine üye olmuştur. 24 Nisan 1995’te partiler arası anlaşma gereğince Irak Türkmen Cephesi(ITC) kurulmuştur. Barzani ve Talabani, uygulamalarıyla Saddam Hüseyin’den daha gaddar olduklarını göstermişlerdir. Barzani, yönetimindeki Güvenlik bölgesinde 1996, 1998 ve 2000 yıllarında Irak Türkmen Cephesi(ITC)’ne yaptığı saldırılarla, tutuklamalarla, insan hakları ihlalleriyle bunu kanıtlamıştır. Talabani ise daha politik şekilde davranmış, bu tür uygulamaları el altından yapmış, ikiyüzlü politikası ve siyasi dansözlüğüyle ustaca gizlemiştir. Türkmenlere haklarının verilmemesi durumu, Irak’ın işgal edilmesinden sonra da ABD tarafından sürdürülmüştür. Irak Türkleri, ABD’nin işgali sonrasındaIrak’tan dışlanarak asimile edilmek istenmiş, Türk şehri Kerkük, Barzani ve Talabani’ye bağlı kuvvetlerce işgal edilerek bölgeyeçok büyük miktarda Kürt nüfusu kaydırılmıştır. Telafer’de ve diğer Türkmen bölgelerinde de aynı şey yapılmıştır. Türkiye, kırmızı çizgileri ihlal edildiği halde buna seyirci kalmıştır.

Irak’ın kuzeyinde oluşan kukla devlet,Türkiye’nin kucağında büyütülmüştür. Türkiye, Türkmenler yerine Kürtleri destekleyerek, Kürt Bölgesinin zenginleşmesini ve gelişmesini sağlamıştır. Türkmenlerin Kürtler tarafından asimile edilmesine, katledilmesine duyarsız kalmıştır. Unutulmamalıdır ki, güneydoğu Türkiye’nin hassas bölgesidir, yumuşak karnıdır. Oluşabilecek Kürt devletinin kuzeyi de Türkiye topraklarının bir bölümünü içine alacaktır. ABD’nin desteğiyle Irak Hükümeti’nde önemli makamları işgal eden Kürtler, işgalden sonraki süreçtekendi bağımsızlıklarını sağlayacak yolda süratle ilerlemişlerdir. Irak’ın kuzeyinde bir “Kürdistan” bölge­si kurulmuş, Türkmen bölgesi yok sayılmış ve Kürdistan’ın bir parçası gibi görülmüştür.Kürtler, %15-18 olan nüfuslarıyla   orantılı olmayan haklar elde etmişlerdir. Barzani ve Talabani’ye bağlı milisler, Türkmen yerleşim bölgelerinde, terör havası estirmiştir. Türkmen liderleri, Kürtler, Araplar ve diğer karanlık odaklar tarafından tertiplenen suikastlerle katledilmiştir. Türkiye’nin Irak’taki gelişmelere Barzani petrolü kadar ilgi göstermemesinin bir neticesi olarak yaşanan bu hâdiselerin son bulması için, yine Türkiye’nin iradesini ortaya koyması gerekmektedir.

Türkmen toplumuna iki seçenek kalmaktadır; ya Kürt yönetimi altı­na girmeye ve yok olmayı kabullenecektir; ya da Kürt yönetimini reddedip ayrı bir Türkmen bölgesi kurulması için çalışacaktır. Kürt yönetimi altında Türkmene hayat hakkı tanınmayacaktır. Çünkü Kürt grup­ların icraatları ortadadır. Türkmen bölgesine peşmergenin gelişi ile Türkmen toplumu zaman içinde asimilasyona uğrayacak; sağlam kalabilenler de Kürtleşecektir. Değişik tezgâhlarla Şii ve Sünni Türkmenler birbirine düşürülmüştür. Peşmergelerin Türkmenlere saldırıları, ırkçı saldırılardır ve gelecekte neler olabileceğinin de birer göstergesi olduğundan oldukça endişe vericidir.

Irak’ta Irak Kürdistan Demokratik Partisi ve Irak Kürdistan Yurtse­verler Birliği tarafından kışkırtılan ve diğer Kürt partileri tarafından da destek gören tehlikeli bir ırkçı milliyetçilik gelişmiş ve günden güne tehlikeli bir boyut kazanmaktadır. Bu oluşum,  bölgede Kürtten başkasına yaşam hakkı tanımamaktadır. Faşist zihniyetli, ırkçı, acımasız, Kürtçülüğe göre, Kürdistan’da Kürt olmayanın yaşama şansı yoktur. Hayatını ilkel şekilde dağlarda yaşamış, dağ kanunlarıyla elinde silahla büyümüş peşmerge için insan hayatının hiçbir değeri yoktur. Saddam zamanında bölgeye yerleştirildiği söylenen Arap­lar, Kürt bölgesinden tehditle kovulup, yerlerine Kürtler yerleştirilmiş, karşı çıkanlar öldürülmüş, etnik temizlik yapılmıştır. Sonra sıra Türkmenlere de gelmiş, Türkmenler, Kürtlerin hâkimiyeti altına alınmış, evlerini, yurtlarını kaybetmiş, baskı altına alınmış, tutuklanmış ve katledilmiştirler. Kürtler, Türkmenler üzerinde etkili olabileceğini değerlendirdikleri Türkmen liderleri İsrail taktiğiyle kalleşçe birer birer şehit etmişlerdir.

Terör örgütü Irak-Şam İslam Devleti(IŞID) tarafından 10 Haziran 2014 tarihinde Kuzey Irak’ta başlatılan ve halen devam etmekte olan insanlık dışı operasyonlarda  katliamlara uğrayan, tecavüz edilen, göçe zorlanan ve yurtlarından olan Türkmenler, çok güç durumdadırlar. Binlercesi Türk sınırına doğru kaçmış, Türkiye’nin Arap ya da Yezidi olmadıkları için sınırı kapatması üzerine Kürt ve Şii bölgesine sığınmaya çalışmış, açlık, susuzluk ve salgın hastalıklardan çöllerde perişan olmuştur. Türkmenlerin içinde bulunduğu bu trajik durum karşısında maalesef Türkiye sadece insani yardım açısından meseleye bakmış, Kızılay yardım tırlarını göndermiştir. Oysa, ABD, İran ve bazı Avrupa ülkeleri, Kürtlere IŞID’a karşı kendilerini savunmaları için silah göndermiş, ABD uçakları IŞID mevzilerini bombalayarak, Kürtlerin bölgeyi işgaline zemin hazırlamıştır. Türkiye, soydaşlarının katledilmesine her zaman olduğu gibi seyirci kalmıştır. Suriye’deki muhaliflere yardım eden Türk hükümeti, Türkmenlerin kendilerini savunmak için silah istemelerine tepki göstermiştir.

 

IŞID denilen ne idiğü belirsiz oluşum Kürtlerle danışıklı dövüş yapıyormuş gibi Türkmen yerleşim bölgelerinde katliamlar yaparak, peşmergenin Musul-Kerkük bölgesini işgaline zemin hazırlamıştır. Türkiye, Musul ve Kerkük’ün Kürtler tarafından işgal edilmesine ses çıkarmamıştır.

Türkmenler açısından bu sistemde adil olarak yer alabilmek için en önemli konu, Türkmenlerin milli birlik ve beraberliklerinin sağlanarak, bir çatı altında tek yumruk, tek yürek ve tek ses olarak temsil edilebilmeleridir. Türkmenlerin Irak ulusları arasında ve eğer kalırsa Irak devlet yapısında hak ettikleri yeri alabilmelerinin yegâne şartı bu milli birliğin sağlanması ve mücadelenin örgütlü şekilde sürdürülmesidir.

Yaşanan trajedinin tüm boyutları ile incelenip çözüm yollarının aranması hususu herkesten önce Türkmenlere düşmektedir. Bu konuda Ankara’ya güvenmemelidir. Türkmeneli bölgesinin şu anki sorunu ile ilgili olarak güvenlik meselesinin yanında siyasi boyutunun da dikkate alınarak bu yönde uluslararası ve BM nezdinde bir çalışmanın başlatılması gereklidir.  Bu da ancak Türkmenler arasında özellikle stratejik konularda bir plan ve program dahilinde söylem birliğinin var olmasının yanı sıra Türkmen temsilcileri arasında mutlaka bir uzlaşmanın sağlanması ile hayata geçirilebilir.

Ortadoğu’da silahlı gücü olmayan siyasi hareketlerin başarıya ulaşması mümkün değildir. Kürtler ve Arapların durumu buna örnektir. Kürtler, üzerine çöreklendikleri Türkmen topraklarını bir daha geri vermeyeceklerdir. Bu nedenle, Türkmen sorununun bir milli direniş hareketine dö­nüşmekten başka çaresi yoktur Irak’ın üçüncü asli unsuru olan Türkmenler, hassasiyetlerinin üstesinden gelerek,  bir milli direniş hareketini hakkıyla örgütleyip başarıya götürmek zorundadır.  Bu hedefe ulaşmak için Irak Türkmen Cephesi her bakımdan donanımlı hale getirilmeli, meşakkatli ve uzun süreli bir milli mücadeleyi yürütebilecek güce kavuşmalıdır. Cephe Başkanı Erşad Salihi bumu yapabilecek kabiliyettedir. Öncelikle cephe içindeki çürük elmaları temizlemelidir. Türkmen çıkarları doğrultusunda politika üretmelidir. Türkmenler, Kürtlerle olan mücadelelerinde çıkarları gereği, Araplarla ve Şiilerle geçici itttifaklar  yapabilirler. Türk hükümeti yardım etmese bile Türkiye’de kamuoyu oluşturularak, Türk halkından parasal destek temin edilebilir. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, Irak Türkmen kuruluşlarına verilen parasal destek, Gazze’ye yapılan yardımın yanında devede kulak bile değildir.

Bağdat'ın 180 km kuzeyinde, Kerkük'ün ise güneyindeki 20.000 nüfuslu küçük Şii Türkmen kasabası Amirli iki aydır, çevrelerindeki bütün köy ve kasabaları ele geçiren IŞİD milislerinin kuşatması altındadır. Elektrikleri kesik, ellerindeki ilaç ve gıda stokları da tükenmeye yüz tutmuş durumdadır. Maalesef, Şengal dağlarında mahsur kalan Yezidileri kurtarmak için yapılan operasyonlar benzeri, Batı ülkelerinin de katıldığı bir yardım harekatı Türkmenler için gündemde değildir. Amirli halkı da dünyanın kendilerine sırt çevirdiğini düşünmektedir. Ancak kendi oluşturdukları silahlı savunma gücü sayesinde iki aydır IŞID saldırılarına kahramanca göğüs gerebilmektedirler. Bu da Türkmen silahlı gücünün oluşturulmasının önemini ortaya koymaktadır.

Son yıllarda Türk dışişleri tarafından rafa kaldırılan Türk dış politikasının da uzun yılar esasını teşkil eden “Kürtlere tanınan haklar aynen Türk­menlere de tanınmalıdır” ilkesi Türkmen Mücadelesi için düstur olmalıdır. Kürtler Irak’ın asli unsuru sayılıyorsa Türk­menler de asli unsur sayılmalıdır. Irak’ta Kürtçe resmi dil oluyorsa Türkçe de resmi dil olmalı ve bir Kürt bölgesi kuruluyorsa bir Türkmen bölgesi de kurulmalıdır. Kürtler nasıl yıllardır Kürdistan için düşmanlıklarını bile unutup bir araya gelebiliyorsa Türkmenler için de “Türkmeneli”ni kurmak, bütünleştirici bir “Kızıl Elma” olmalıdır.

Türkmenlerin hedeflerini gerçekleştirmek için Türkiye’nin de destek vermesi gerekir. Irak’ta Kürtler ile Türkmenler arasında eşitlik bozulduğuna göre, Türkmenlere eşitlik istemek Türkiye için bir hak haline gelmiştir. Türkiye, Gazze için nasıl tepki gösteriyorsa, Irak ve Suriye’deki Türkler için de aynı tepkiyi göstermelidir.

Irak’ın her geçen gün biraz daha “kaos”a doğru kayması, Ortadoğu coğrafyasının tamamını etkileme potansiyeline sahiptir. Bu gelişmelerden en çok etkilenecek ülkelerin başında gelmesine rağmen, Türkiye’nin Irak’la ilgisi göstermesi gereken seviyenin altındadır. Türkiye “Kürdistan”ı desteklerse, yumuşak karnına zehirli hançeri kendi elleriyle saplamış olur. 

Türkiye, Irak, ABD, AB, BM, ve yerel Kürt yönetimi başta olmak üzere tüm dünyaya,  Irak’ta, Türkmenlere tam eşitlik sağlamayan bir dü­zenlemeyi tanımayacağını, bu haksızlığın giderilmesini, dü­zeltilmesini talep edeceğini ve bu haklı talebinden hiç vazgeçme­yeceğini, bütün bunların gerçekleşmediği durumda Türkmenler direnişe geçerse, Türkiye’nin onlara her açıdan destek olacağını anlatması gerekmektedir. Türkmenlerin ikinci sınıf Irak vatandaşı durumuna düşü­rülmesini, Kürt yönetimine terk edilmesini ne Türkiye, ne de Türkmenlerin kabul edemeyeceğini,  böylesine büyük bir haksızlığın demok­rasiye de, insan haklarına da aykırı olduğunu üstüne basa basa vurgulamalıdır. Irak genelinde Kürtlerin, IŞID’ın sindirme ve zorla göç ettirme operasyonuna engel olunmalı ve Türk beldelerine Kürt göçleri olabildiğince engellenmelidir.

Salt Irak’ın toprak bütünlüğüne dayalı bir dış politikanın geçerli olmadığı ortaya çıkmıştır. Irak göz göre göre parçalanmaktadır. Eğer Irak parçalanırsa, önemli olan Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve Türkmenlerin güvenli bir bölgede yaşamasını temin etmektir. Irak’ın parçalanması durumunda Türkiye’nin elinde bulunan en önemli kozlardan biri de Musul eyaleti üzerinde taşıdığı tarihî haklarıdır. Bilindiği gibi Musul eyaleti, 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması’na göre Irak’a bırakılmıştır. Bunun bir diğer anlamı da şudur: Irak parçalandığı takdirde Ankara Anlaşması’nın hükmü sona erecek ve Kuzey Irak bölgesinin eski adı olan Musul eyaleti tekrar eski sahibine iade edilecektir. Bu yüzden Türkiye, bu bölge üzerinde tasarruf hakkına sahiptir. Daha açık bir ifade ile Türkiye’nin bilgisi ve onayı olmadan, Irak’ın kuzeyinde yeni yapılanmaya gidilmesine izin verilmemesi gerekmektedir. Bu hususta Türk siyaset bilimcilerinin, Ankara Anlaşması’nı yeniden yorumlayarak, Türk dış politikasının bilgisine ve gündemine sunmaları gerekir.

Türkiye Telafer-Kerkük hattını tutar ve geliştirip kuvvetlendirebilirse Kürdistan projesinin gerçekleşmesi büyük ölçüde engellenebilir. Engellenemediği durumda Kürdistan’ı jeopolitik olarak dengeleyecek bağımsız bir Türkmeneli devletinin alt yapısı kurulmuş olacaktır. Ovaköy sınır kapısının açılması ve kontrolün Türkmenlerde olması Telaferi ekonomik olarak destekleyecektir.

Türkiye, Türkmen milli direnişine tam destek vermelidir. Çünkü Türkmenlerin Kürtlerle eşit duruma gelmesi ve Kerkük-Telafer hattında bir Türkmen bölgesi kurulması, Türkiye’nin güvenliği bakımından da önem taşımaktadır. Türkmen sorunu, bir bakıma Türkiye’nin gü­venlik sorunudur. Türkmenler ve Türkmen bölgesi, Irak’ın kuze­yinde Kürt grupları dengeleyebilecektir.

Türkmenler, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini etkileyebilecek bir faktördür. Türkmenlerin ayakta kalabilmesi için de, Kerkük, Telafer başta olmak üzere, diğer Türkmen şehirlerinin Türklüğünün korunması gerekmektedir. Türkmenlerin siyasî, kültürel ve fiziki olarak yok edilmesi gerçekleşirse, Türkiye’nin güneyinde Irak ve Suriye topraklarını içine alan Güney Kürdistan, maalesef Kuzeyi de bir gün topraklarına katabilecektir.

Son yıllarda Türkiye’nin Irak Türklerine desteğinde oldukça belirgin bir azalma  olmuştur. Türk Dışişleri Bakanlığı,  ITC ve Türkmen partilerini Ortadoğu ile ilgili düzenlediği toplantılardan dışlamış, ITC bürolarının sayısı azaltılmıştır.  Türk hükümeti, ITC’nin ve mevcut başkanının milliyetçi politikasından rahatsızdır. Ankara, Şii Türklerle “İran ilgilensin” diyerek ilgilenmemekte, ITC’nin politikasını Sünni Arap eksenli bir politikaya dayandırmak istemekte, ITC’yi Kürtler ve Araplarla işbirliği yapmaya zorlamaktadır

Unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin bölgedeki tek dostu, Türkmenlerdir. Ortadoğu’da yürütülen stratejinin en önemli belirleyicileri etnik ve dinî faktörlerdir. ABD, Irak’ı şekillendirmek için etnik ve dinî gruplarla işbirliği yapmıştır. Çünkü bölgenin gerçeği budur. Türkiye, konumu itibarı ile bölge üzerinde büyük bir etkinliğe sahiptir, fakat bunu yeterince kullanamamıştır. Ankara, sadece Gazze ve Suriye’deki Arapların değil, bölgedeki tüm Türkmenlerin haklarının korunması için gerekli uluslararası girişimleri ısrarla sürdürmelidir. Türkiye’nin Türkmen konusuna daha fazla önem vermesi, haklarının garanti altına alınmasını sağlaması, milli mücadelelerini desteklemesi gerekmektedir.

Türkiye’nin desteği olsun ya da olmasın Türkmenlerin haklı mücadelelerini sürdürmeleri gerekir. Çünkü bu onların var olma mücadelesidir, milli davasıdır.

Dr. İlhan Yılmaz Cömert

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı