Bu sayfayı yazdır

ABD ve Kerkük

ABD, Kürtlerin şehrin demografik dengesini değiştirmek üzere Kerkük’e düzenledikleri nüfus kaydırma operasyonunu ve Kerkük’te yapılan etnik temizliği onayladığını açıkladı.

Böylece Türkiye'nin bir önemli çıkarı daha "dost ve müttefik" ABD tarafından ihlal edildi. Kerkük'ün orta vadede Kürtlere verileceği kesinleşti. Bu ise Irak'ta bağımsız Kürdistan'ın ilk adımıdır. Türk-Amerikan ilişkilerini artık ne kadar "dost ve müttefik" olarak tanımlamak mümkün? İlişkileri hangi çerçeve içinde tahlil edebiliriz?

Türk-Amerikan ilişkileri sürekli bir kriz döneminden geçiyor. Bu krizi sadece Amerikan ordusunun Güneydoğu Anadolu'da konuşlanarak Türkiye üzerinden Irak'a girmesini sağlayacak olan 1 Mart Tezkeresinin reddedilmesine bağlamak yanlış olur. Krizin asıl nedeni Türk-Amerikan ilişkilerinin Soğuk Savaş paradigmasından Soğuk Savaş sonrasına tarafların üzerinde anlaştıkları kurallar çerçevesinde geçememiş olması.

Üstelik her iki taraf birbirlerini "tehdit" olarak algılıyorlar. İki müttefikin birbirlerini tehdit olarak algılaması ve "güvenilmez" bulması artık çok gizlenen bir husus dahi değil. Amerikan Kara Kuvvetleri tarafından çıkarılan bir dergi olan "Parameters"'ın yaz 2002 sayısında Robert M.Hickok'un yazdığı "Yükselen Hegemon" başlıklı makalede Türk ordusu güçlendikçe Türkiye'nin güvenilmez bir ortak haline geldiği ileri sürülmekteydi.

İki ülke 1990'lı yıllarda Kuzey Irak'ta birbirlerine karşı "kontrollü bir yüksek tansiyon" politikası geliştirmişlerdi. 1996 Ağustosunda Türkiye'nin KDP-Saddam işbirliğini teşvik ederek Irak ordusunun Erbil'e girmesine karşı çıkmaması bu yüksek tansiyonun bile kontrol dışına çıkabileceği krizlere neden olabiliyor, ABD Kongresi'nde Amerikan Güvenlik sistematiğini üst düzey yetkilileri Türkiye'ye küfrediyorlardı. Ayni yıllarda Cumhurbaşkanı Demirel, Washington'da araştırma merkezlerinde yaptığı konuşmalarda Türkiye'nin ABD'nin Kürt ve politikasına güvenmediğini açıkça ifade ediyordu.

10 yıl süren yüksek tansiyon politikası 1 Mart sonrasında "yapısallaşmış krize" dönüşmüştür. Amerikan ordusunun Süleymaniye'de Türk özel kuvvetleri üzerinden Türk ordusuna karşı başlattığı "stratejik nitelikli psikolojik operasyon" ikili ilişkilerde bir dönüm noktasıdır. Süleymaniye'yi Talefer'de Türkmenlere yönelik saldırı izlemiştir ki, bu saldırı Ankara'da Türkiye'ye yönelik bir saldırı olarak algılanmıştır. A.Gül, "Türkiye'nin ABD ile Irak'ta her türlü işbirliğini sona erdirmek zorunda kalacağını" açıklamıştır.

Ankara'nın Telafer'de yaptığı çıkışın arkasında duramaması üzerine Washington'un Ankara'ya yönelik baskılarında artış olmuştur. Amerikan ordusu 15 Aralık'ta Telafer'de Türkmen Cephesi, televizyon ve radyosunu basmış ve tahrip etmiştir. Keza Telafer nüfus dairesi de basılmıştır. Telafer baskını Musul'da 19 Aralık'ta beş Türk polisinin öldürülmesi izlemiştir. Türkiye, olayın oluş şekli ve coğrafi bölgesi itibarı ile bu saldırının ABD'nin "izin verdiği" bir saldırı olduğunu açıkça söylemese dahi buna inanmıştır.

Irak'ta ilişkiler "çatışma" noktasında gelişirken, taraflar hadiselerin geri dönülemez bir noktaya gelmesini engellemek için görüşmelere başlamışlardır. Ancak görüşmeler sanki olumsuzlukları ortadan kaldırmak değil, ABD'nin bu olumlusuzlukların devam edeceğini tebliğ ettikleri toplantılara dönüşmüştür. PKK konusunda Türkiye'nin taleplerine olumlu cevap verilmemiştir

Washington görüşmelerde Haziran 2003'den bu yana gündem de tuttuğu İncirlik hava üssünün NATO dışı amaçlar için kullanımını gündeme getirmiştir. Türkiye'nin haklı olarak, Irak'ta Türkiye'nin menfaatlerini çiğneyen Washington'un talebine olumlu cevap vermemiştir.

General John Abizaid'in Ankara'da yaptığı "biz iyi dostuz" açıklamaları çok fazla kabul görmüş görünmüyor. Görüşmeler bu aşamada bir çıkmazdadır. Türk Dış İşleri Bakanlığından bir yetkili Kerkük'e yerleştirilen 300 bin Kürt göçmene şimdi seçim kartı dağıtılmasına tepki göstererek "ABD'yi sorumlu davranmaya" davet etmiştir. Öte yandan PKK'nın kurduğu iki partinin seçimlere görmesini de engellememiştir ABD.

Bir Türk generale "Türkiye ile ABD'nin Irak'ta çatışıp çatışmadığını" sordum. Cevap oldukça acı idi: "Hayır çatışmıyoruz. Onlar bizi aşağılıyorlar." Türk komuta kademesinde böyle bir ruh halinin ortaya çıkması ortaya çıkaracağı sonuçlar önceden kestirmek mümkün değildir.

Bütün bunlar gerçekleşirken ABD televizyonlarında çok tutulan "24" adlı dizide Türkler terörist olarak gösterilmektedir. Türkiye'de ise bu ay yayınlanan ve ilk baskısı 50 bin olan "Metal Fırtına" adlı romanda 2007'de çıkan bir Türk-Amerikan savaşı anlatılıyor. ABD ordusu Ankara ve İstanbul'u işgal ediyor. Türk Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri yok ediliyor. Kara kuvvetleri direniyor. Bu arada bir MİT ajanı Washington'da bir atom bombası patlatarak ABD başkentini yok ediyor. Savaş, Rusya, Almanya, Fransa ve Çin'n Türkiye'den yana ortak tavır alması ile sona eriyor. "Dost ve müttefik ülke" kamuoylarının karşılıklı algılamalarının yeni zemini mi oluşuyor?

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü