AB’nin 2012’den 2013’e Uzanan Dış Politika Gündemi

Yazan  13 Aralık 2012
Kuzey Afrika ve Ortadoğu; silahsızlanma ve nükleer güç kontrolü; Transatlantik ilişkiler 2013 yılında da AB dış politikasının temel gündem maddelerinden olacaktır.

Avrupa Birliği'nin (AB) dış politika gündemi uluslararası gelişmelerin paralelinde şekillenmeye devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'nde gerçekleşen başkanlık seçimleri Avrupalıların ikili ilişkileri gözden geçirmeleri için bir fırsat yarattı. 19 Kasım'da üye ülke dışişleri ve savunma bakanlarının bir araya gelmesiyle gerçekleştirilen AB Zirvesi 2013 gündemini belirledi. 10 Aralık'taki Dışişleri Bakanları Zirvesi de bunu pekiştirdi. ABD başkanlık seçimleri süresince ikili ilişkilerin tartışılması ve AB Zirveleri, Birliğin 2013 yılında izleyeceği dış ve güvenlik politikasının çerçevesini belirlemesi açısından önemliydi.

Ortadoğu'daki Gelişmelerin AB'ye Yansıması

İlk gündem maddesini Gazze olaylarının oluşturduğu 19 Kasım'daki AB Zirvesi'nde[1], Mısır'ın kendi bölgesindeki arabuluculuk işlevinin desteklenmesi, sivil kayıpların önüne geçilmesi, ateşkesin sağlanması ve İsrail-Filistin-Arap Birliği-Mısır-Birleşmiş Milletler (BM) ve Türkiye'yle bağlantıda kalınması üzerinde durulmuştu. Beşar Esad hükümetine karşı oluşturulan Koalisyon'un Suriye'nin meşru temsilcisi olarak tanındığı ve ülkedeki siyasi geçişin sağlanmasına katkıda bulunmasının beklendiği ifade edilmişti. AB'nin güvenlik ve savunma politikalarının da güçlendirilmesine dönük görüşmelerin yapıldığı Zirve'de, Avrupa'nın askeri kapasitesinin geliştirilmesi gerektiğinin altı çizilmişti. Bunun için üye ülkelerde ulusal düzeylerde yapılan planların ortak bir havuzda toplanması ve bütçe tahsis edilmesi kararlaştırılmıştı. Aynı zamanda, askeri kapasitenin geliştirilmesini destekleyecek güçlü bir savunma sanayi altyapısının hazırlanması üzerinde görüş birliğine varılmıştı. Uluslararası düzeyde üstlenilen askeri misyonlar tartışılmış, uluslararası güvenliği tehdit eden terör odaklarıyla mücadele için anında müdahale sorumluluğu üstlenilmesinin önemine işaret edilmişti.

19 Kasım'daki Zirve'nin sonuç bildirgesinde, üzerinde uzlaşılan temel konular olarak Suriye'deki muhalif Koalisyon hareketinin ve muhalefetin bütünleşmesinin desteklenmesi, Gazze olaylarının İsrail ile Filistin arasındaki barış sürecini bozmamasına çalışılması, AB'nin askeri gücünün artırılması ve uluslararası alandaki operasyon yeteneğinin güçlendirilmesi öne çıkarılmıştır.

10 Aralık'taki AB Zirvesi'nde[2], Gazze Şeridi'nde yaşanan son gelişmelere de paralel olarak Ortadoğu Barış Süreci'ne ayrı bir önem atfedilmiştir. Zirvenin ana temalarından birinin barış süreci olması bunun somut göstergesidir. Zirve'nin sonuç bildirgesine göre AB'nin Ortadoğu barışı için somut ve cesur adımlar atmasının zamanı gelmiştir. İki devletli çözüm dışındaki seçenekler söz konusu dahi edilmemelidir. AB İsrail'in Batı Şeria'daki yerleşim yerlerini genişletme çalışmalarını yasal görmemekte ve reddetmektedir. Barış çabalarını baltalayan girişimler olarak değerlendirmektedir. AB 1967 öncesi sınırları tanıdığını bir kez daha tekrarlamıştır. Hamas liderlerinin İsrail karşıtı söylemlerinin ise kabul edilemez olduğunu ifade etmiştir. Toplumların birbirlerine karşı toleranslarını sarsan terör eylemleriyle mücadele edileceğini belirtmiştir.

Zirve'nin bir diğer temasını da Suriye oluşturmuştur. AB, muhalif Ulusal Koalisyon hareketini Suriye halkının temsilcisi olarak tanımıştır. Koalisyon Başkanı Moaz Al-Khatib de toplantıya katılmış ve AB dışişleri bakanlarıyla görüş alışverişinde bulunmuştur. Ülkedeki insan hakları ihlallerine dikkat çekilerek, demokratik geçişin sağlanmasının gözetildiğine işaret edilmiştir.

Gündeme alınan tüm bu konular, hem AB'nin bu zamana kadarki performansının değerlendirilmesi, hem de önümüzdeki dönemde nasıl bir dış politika izleyeceğini göstermesi açısından dikkate değer ipuçlarıdır. AB'nin güney sınırlarını güvence altına almaya çalıştığı açıktır. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Suriye'deki geçişin, Ortadoğu Barış Süreci'nin ve Ortak Dış ve Güvenlik Politikası'nın (ODGP) AB'nin dış politika gündeminde önde gelen konular olmasını beklemek yerindedir.

ODGP'nin etkinliğinin sadece yumuşak güç unsurlarıyla yerine getirilemeyeceğinin farkında olan Avrupa ülkeleri, artık sert güç unsurlarını güçlendirmek için de yatırımlar yapmanın peşindedir. Avro krizinin etkileri hem ulusal hem de ulusüstü düzeylerde yoğun şekilde devam ederken, bakanların bu Zirvelerde, bütçe kesintilerinin tartışıldığı koşullar altında Birliğin savunma harcamalarının artırılmasında ve savunma sektörüne teknolojik gelişmelerin yansıtılması bağlamında yenilikçiliğin takibinde ortak görüş beyan etmeleri çarpıcıdır. Bundan AB'nin askeri kapasitesinde ve operasyonel yeteneğinde bağımlı olmaktan kurtulmak istediği ve savunma sektöründe çok parçalı değil, bütüncül bir yapı arayışında olduğu anlaşılmaktadır.

Tüm bu hususlar resmin bütününün parçalarını meydana getirmektedir. Bu hususlar bir araya geldiğinde ortaya çıkan resimde, AB'nin yakın çevresinde oluşturmaya çalıştığı güvenlik alanının tehlikeden kurtarılıp uzak tutulmaya çalışılması göze çarpmaktadır. Örneğin AB'nin Suriye meselesiyle ilgili en büyük endişesi istikrarsızlığın ve çatışmaların komşu ülkelere sıçraması ve bölgesel güvenlik tehditlerine zemin hazırlamasıdır. Böyle bir sıçramanın siyasi, ekonomik, sosyal, vb. olumsuz etkilerini Avrupa ülkelerinin yaşaması kaçınılmazdır. Avrupa Komşuluk Politikası ve Avrupa Akdeniz Ortaklığı'nın hedef kitlesini oluşturan Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki iç karışıklıklar AB politikalarının işletilmesini ciddi sıkıntılara sokabilecek potansiyeldedir. Mevcut koşullar altında yaşanan da budur. AB'nin, ortak politikalara dahil olan Arap ülkelerindeki rejim sıkıntıları ve iktidar değişimlerinin sonuçlarını, bu politikaları devam ettirip ettiremeyeceği kıstası üzerinden değerlendirdiği ileri sürülebilir. Dolayısıyla, Suriye örneğinde de olduğu gibi Avrupa ülkeleri mevcut iktidarlar yerine hangi aktörlerin iktidara geleceğini ve nasıl bir politika yürüteceklerini kestirmeye çalışmakta, hatta yönlendirebildiklerini hazırlanan programlarla siyasi ve ekonomik açıdan kendilerine bağlamaya teşvik edebilmektedir.

Üye ülkelerin ortak bir tutum sergilemek için aceleleri olmadığı ve çıkar çatışması yaşamadığı olağan zamanlarda daha rahat kararlar alınabilen AB'de, uluslararası krizlere cevap vermekte daha tutuk olunduğu ve zorlanıldığı görülmektedir. Buna bir de üye ülkelerin üçüncü ülkelerle ilişkilerinin siyasi, ekonomik, stratejik çıkarlarını etkilemesi durumu eklendiğinde ortaklığın sınandığı süreçler yaşanabilmektedir. Gerek Suriye meselesi gerekse de Gazze olayları gibi gündem konuları AB ortaklığını çok da sarsan gelişmeler olmasa da, AB, çatışmada taraflar arasındaki uzlaşmazlığın sürmesi nedeniyle eylemlerinde daha çok geçici bir etkiye sahip olmaktadır. Dolayısıyla Suriye ve Gazze olayları AB ortaklığının sınanması için işaret edilecek meseleler halini almaktadır. Bu noktada da, AB'nin en güçlü, etkili ve bağlayıcı dış politika araçlarından olan ve ilgili üçüncü ülkelerle yürütülmeye çalışılan mali programlar devreye girmektedir. Arap baharıyla işletim sistemleri yeniden yüklenen ülkelerde bu programlar devreye sokulmaya başlanmış ve yürütülmesi kesintiye uğrayanlar da devam ettirilmek için hazırlanmıştır. Böylece uluslararası alanda AB'nin görünürlüğünü besleyen kanallar açık kalmaya devam etmiştir. Önümüzdeki süreçte izlenmesi gereken husus, AB'nin uluslararası sistemin dönüşümüne yapacağı katkıda norm ve değerlere dayalı idealist politikayla, operasyonel kapasitenin artırılmasını içeren reel politika arasında kurulacak denge olmalıdır. Bu dengede küresel güçlerin nasıl konumlandırılacağı da göz önünde bulundurulmalıdır. ABD, bu açıdan AB için temel aktörlerden biridir.

AB'nin Seçim Sonrası Dönemde ABD ile İlişkileri

Ortadoğu'daki gelişmelerin ötesinde, ABD'de gerçekleşen başkanlık seçimleri Avrupalıların kendi durumlarını tartışmaları için bir fırsat yarattı. AB Barack Obama'nın yeniden ABD başkanı seçilmesinden memnun oldu. Zaten seçimlerin öncesinde yapılan kamuoyu yoklamaları AB ülkelerindeki Obama desteğini açıkça gözler önüne sermişti. ABD'de, istenilen aday başkan seçilmiş olsa da, ikili ilişkilerde Avrupalılar için asıl önemli meseleler şimdi varlığını hissettirmeye başlamıştır.

Bu meselelerden ilki, yeni dönemde AB'nin ABD'nin ilgisini nasıl çekeceğidir. Hatırlanacağı üzere, ABD Başkanlığının ilk döneminde Obama ile Avrupalı liderler arasında mesafeli bir ilişki vardı. Avrupa ülkeleri ile ABD arasındaki görüşmelerin ağırlıklı olarak Avro krizi ve krize karşı alınacak önlemler üzerine yoğunlaştığı görülüyordu. Hatta Francois Hollande'ın Fransa Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Mayıs 2012'de ABD'ye yaptığı ilk ziyarette gündemi Avro krizi oluşturmuştu. Almanya'nın kriz önlemlerini ağır bulan Obama, Hollande'ın önerilerini destekleyerek adeta AB ile ilişkilerde fikir ayrılıkları olduğunu vurgulamıştı. ABD'nin, stratejisini Asya-Pasifik'e doğru kaydırması ve AB'yi kendi güvenliğini sağlayabilecek konumda değerlendirerek bu açıdan tek başına bırakması yeni dönemde taraflar arasında ekonomik ilişkiler yanında hangi konularda işbirliklerinin devam edebileceğini düşündürtmeye başlamıştır.

İkinci mesele, Avrupa'nın, Avro krizinin ve Almanya'nın öncülüğünün etkisiyle iç koşulları düzeltme sürecinden geçmekte olup, bu süreçte AB'nin uluslararası misyonlar yüklenip yüklenemeyeceğinin tartışmalı hale gelmesidir. Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle 3 Kasım 2012'de yaptığı açıklamada adeta bu tartışmalara cevap vermiştir. Buna gore yeni dönemde AB ile ABD arasındaki ilişkiler belirlenen öncelikli konu ve bölgeler üzerinden hareketle işbirliği zeminine dayandırılmalıdır. Westerwelle'ye göre Kuzey Afrika ve Ortadoğu; silahsızlanma ve nükleer güç kontrolü; ABD ile Avrupa arasında Transatlantik serbest ticaret bölgesi kurulması ilişkilerdeki öncelikli konular olmalıdır.

Bu gibi meseleler üzerine Avrupa'da çeşitli değerlendirmeler yapılmaktadır. Örneğin, araştırmacı Stefan Lehne, geçen dört yılın Transatlantik ilişkiler için zorlu geçtiğini ifade etmektedir. Asya ve Latin Amerika'ya kayan güç dengesinin Avrupalılarda ABD ile ilişki düzeyini yoğunlaştırma konusunda şüphe uyandırdığına işaret etmektedir.[3] Avrupalılar Obama yönetimini kendilerine yakın hissetmişlerdir. Hatırlanacağı üzere, ABD başkan adayı Mitt Romney Obama'yı ABD'de Avrupa sosyal modelini uygulamakla itham etmiştir. Avrupalılar uluslararası meseleler karşısında yine Obama yönetiminin tutumunu benimsemişlerdir. Irak ve Afganistan'da savaşı sonlandırma çabaları, İran'la devam eden nükleer krizin müzakere yoluyla çözülmeye çalışılması, Arap dünyasına yönelik tutumu Avrupalılarca olumlu karşılanan yönler olmuştur. Bir başka deyişle, AB'nin uluslararası meseleler karşısında öne sürdüğü çok taraflı diplomasinin ve yapıcı müdahale anlayışının Obama dönemi ABD'sinde karşılık bulduğu düşünülmüştür.

Yeni dönemde AB kendi özeleştirisini yaparak dış politika, güvenlik ve askeri konularda kapasitesini artırmaya daha fazla önem verebilir. Yeni dönemde AB'nin kapasite güçlendirme girişimleri, NATO'nun da üye ülkelere 21. yüzyıl ittifakı adına ortak çıkarlar etrafında şekillenen bir vizyon sunamadığı eleştirisine verilecek cevapla paralel gidebilir. Değerlendirmelerin bir diğeri de, Araştırmacı Thomas Kleine-Brockhoff'un AB'nin geleceğini Almanya'nın tutumuna bağlamasıdır. Almanya'nın ekonomik istikrar ve sürdürülebilirliğine odaklandığını belirten Brockhoff, ülkenin önceleri siyasi nüfuzunu genişletme ve liberal değerleri yayma hedefindeyken şimdi çoktaraflılığı öne çıkarmayan, ulusüstü kurumlara yetki devrinin gerçekleştirilmesi ve uluslararası görevleri üstlenmek için daha az istekli olan bir konuma yerleştiğini ileri sürmektedir. Bu da onu, nüfuzunu artırmak için ticarete yönlenmiş bir jeo-ekonomik güç haline getirmiştir. AB de bu durumdan etkilenmektedir.[4]

Sonuç Yerine

Gerek Suriye meselesi gerekse de Gazze olayları üzerinden AB ortaklığının sınanması esnasında, çatışan taraflar arasındaki uzlaşmazlığın sürmesi nedeniyle AB eylemlerinin daha çok geçici etkiye sahip olduğu görülmektedir. AB, bu durumu ortadan kaldırmak için mali ağırlıklı alternatif programlar üzerine yoğunlaşmakta, programların yürütülmesi için de uygun koşulların hazırlanması beklenmekte ya da sağlanmaya çalışılmaktadır. Önümüzdeki süreçte AB'nin idealist politikayla, reel politika arasında nasıl bir denge kuracağı dikkatle izlenmelidir. Bu dengede küresel güçlerin nasıl konumlandırılacağı da önemli olduğundan ABD, bu açıdan AB için temel aktörlerden biri konumundadır. ABD'nin Asya-Pasifik ilgisi karşısında AB'nin ilgiyi kendi üzerine çekme çabaları ön plana çıkabilecektir. Bunu yaparken kendisinin de o bölgeye ağırlık vermesini beklemek yerinde olacaktır. Rusya, Çin, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Kazakistan ile bölgesel işbirliği ve güvenlik konularında geliştirmeye çalıştığı stratejiler de gelecek dönemde hayata geçirilmeye çalışılacaktır. Uluslararası düzeyde vizyon geliştirme ve ortak politikaların kapasitesini artırma düzeyindeki artış bu dönemde AB'yi izlerken başvurulabilecek önemli göstergeler olacaktır.

 


 

[1] İlgili Zirve'nin Sonuç Bildirgeleri için bkz. Council of The European Union, "Foreign Affairs/Defence", 3199th Council Meeting Press Release, 19 November 2012; General Secretariat of The Council, "Conclusions", EUCO 156/12, 19 October 2012; Council of The European Union, "Council Conclusions on Military Capability Development", 19 November 2012; Council of The European Union, "Council Conclusion on Syria", 19 November 2012.

[2] İlgili Zirve'nin Sonuç Bildirgeleri için bkz. Council of The European Union, "Council Conclusions on the Middle East Peace Process", 10 December 2012; Council of The European Union, "Council Conclusions on Syria", 10 December 2012.

[3] Stefan Lehne, "Europe's Security Opportunity", (30.10.2012), http://www.carnegieendowment.org/2012/10/30/europe-s-security-opportunity/e9uo

[4] Thomas Kleine-Brockhoff, "Too Much Alarm", New Dangers to the Western Liberal Order, The EuroFuture Project, Paper Series, November 2012, http://www.gmfus.org/wp-content/blogs.dir/1/files_mf/1352481366KleineBrockhoff_Leonard_Bremmer_2Views_Oct12.pdf

 

 

Dr. Sezgin Mercan

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi Başkanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display