ABD ASKERİ HARİTASI YENİLENİRKEN; KARADENİZ
 Bu sayfayı yazdır

ABD ASKERİ HARİTASI YENİLENİRKEN; KARADENİZ

Yazan  30 Aralık 2019

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkan Gözde KILIÇ YAŞIN’ın bu makalesi ilk olarak 05 Aralık 2005 tarihinde Cumhuriyet Strateji dergisinde yayımlanmıştır.

Üzerinden 14 yıl geçmesine rağmen makalenin içeriği güncelliğini korumaktadır. Makaledeki  tespit ve öngörüler Türkiye gündeminin ilk sırlarında yer alan KANAL İSTANBUL konusuyla yakından ilgilidir. Kanal İstanbul konusunu daha iyi kavranılmasında yardımcı olacağı düşüncesiyle makalenin yeniden yayımlanmasının uygun olacağı değerlendirilmiştir.

ABD ASKERİ HARİTASI YENİLENİRKEN; KARADENİZ

Ortadoğu anlayışı, bilinen Ortadoğu sınırlarını kilometrelerce aşan ABD, hamlelerini kuzeye doğru yönlendirdi. Üslerini doğuya kaydırdıkça daha da doğudaki noktalara askeri operasyonlar düzenlediği ve bu bölgelerdeki enerji kaynaklarını kontrol altına aldığı dikkate alındığında daha kuzeye kayan üslerin yeni hedefler anlamına geldiğini düşünmek kaçınılmaz oluyor. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana ABD’nin müttefik ve düşman anlayışının ciddi bir dönüşüme girmesi, sonraki hedefinin ne/neresi olabileceği konusunu karmaşıklaştırıyor. Dünya öyle bir hal aldı ki, demokratikleşme gibi huzur da anlamını yitirdi. İnsanoğlu eskiyi özler hale geldi. Soğuk Savaş döneminin dondurduğu sorunların hızla gündeme taşınması, ABD’nin dizginleri boşalmış at misali sağa sola, doğuya kuzeye koşturması dünyayı kana bulayarak, yaşanılmaz hale getirdi. Yeni dönem eski dönemi aratıyor ve “Soğuk Savaş zamanları daha mı iyiydi?” sorusu, zihinleri kurcalıyor.

Yeni müttefikler, yeni sınırlar

ABD’nin kuzey-doğu istikametindeki ilerleyişi, Rusya’yı da rahatsız eder bir biçimde oldu. Romanya ile Soğuk Savaş döneminde SSCB’nin en sadık müttefiki olan Bulgaristan, eski Doğu Bloku beş ülkeyle birlikte 29 Mart 2004’te resmen NATO üyesi olmuştu. Böylece ABD güdümündeki NATO, Doğu Avrupa’nın üç önemli noktasına yayılmıştı. Yeni hedefler için, eski hedefler şimdi müttefik konumuna getirilmiş; yeni hedeflere yakın birlikler eski düşmanlardan sağlanmıştı. Doğu’ya doğru genişleyen NATO’nun 2.8 milyonluk birleşik gücü, eski komünist ülkelerin katılımıyla 200 bin asker kazanmıştı.

Henüz NATO üyesi değilken bile, ABD’nin Ortadoğu’daki faaliyetlerini destekleyen; bu anlamda Irak operasyonu çerçevesinde ABD’ye topraklarında üs açan, yine bu operasyonlar için hem Afganistan’da hem de Irak’ta asker bulunduran Romanya ve Bulgaristan için,1 Batı ile entegrasyonda önemli bir adım atılmış olmuştu. NATO açısından da Romanya Bulgaristan ile birlikte, Macaristan ve Türkiye arasında bir köprü oluşturarak İttifak’ın, hem güney kanadını hem de Karadeniz civarındaki varlığını güçlendirecektir. Avrupa-Asya geçiş noktasındaki en hassas yer olarak değerlendirilen bu bölgedeki işlevlerinin yanı sıra bu iki ülke, modernize edeceği ve profesyonelleştireceği askeri birlikleriyle, NATO kapsamında, Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi, ABD’nin dünya üzerindeki her türlü faaliyetinde görev alacaklar. Son dönem gelişmeleri, bu iki ülkeye yüklenen misyonun Atlantik İttifakı’na bağlılıkla sınırlı olmadığını gösteriyor.

ABD’ye açılan yeni üsler/ ABD askeri haritası yeniden çiziliyor

NATO ile eş güdümlü bir şekilde Amerikan ordusu da, özellikle 11 Eylül sonrasında giriştiği yeniden yapılanma planları çerçevesinde Doğu Avrupa’daki duruşunu değiştiriyor; yeni ve esnek yapılı üsler oluşturuyor. Tıpkı NATO gibi üslerini daha da doğuya ve biraz da kuzeye kaydıran ABD, Bulgaristan ve Romanya’ya askeri anlamda yerleşmesini garantiye bağlamış durumda. ABD, bir yandan 2700’ü Bulgaristan’a olmak üzere toplam 5000 ABD askerini bu iki ülkeye yerleştirirken bir yandan da özelikle Karadeniz kıyısında üs edinmeye çalışıyor. Romanya Devlet Başkanı Traian Basescu, 24 Ekim’de Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephen Hadley ile yaptığı görüşmenin ardından ABD üslerinin Karadeniz kıyısındaki Babadağ, Köstence ve Fetişi’de kurulabileceğini açıkladı. Bulgaristan’da da ABD ve NATO askeri üslerinin kurulması teklifi, zaten parlamento kararıyla 9 Aralık 2003’de onaylanmıştı. Romanya’da kurulacak ABD üslerin yerlerinin belirlenmesinin hemen ardından da Bulgaristan’da uygun üs arayışını girişildi.  Bulgaristan, Soğuk Savaş sonrası yürüttüğü dengeli dış politika anlayışına uygun olarak ABD üslerinin kalıcı olmasına ve başka ülkelere düzenlenecek askeri operasyonlarda kullanılmasına karşı çıksa da Bezmer Havaüssü’nün ABD askerlerine açılacağının işaretleri veriliyor. Hatta 21 Kasım 2005 tarihli Bulgar gazetelerinde Bezmer, Novo Selo ve Burgaz ile birlikte Aytos kentinin de ABD üssü olabileceği yer aldı. Bunların içerisinde 2003’te ciddi miktarda ABD askeri, uçağı, jetleri, hava tankerlerinin ve güvenlik sistemlerinin sevk edildiği Burgaz’ın özel bir önemi var. Burgaz, hem Karadeniz kıyısında olması bakımından hem de enerji nakil hatlarının geçiş noktası olmasından dolayı ABD için vazgeçilmez önemde.

Karadeniz’in çevrelenmesi

1990’lara kadar, Doğu Bloku ülkesi olması nedeniyle, NATO’nun düşman olarak tanımladığı Bulgaristan ve Romanya’nın bugün NATO’nun müttefiki olarak “şer ekseni”nde görev alıyor olması, dünyanın hızla değişen yüzünü ve bu hıza ayak uydurmaya çalışan hükümetlerin durumunu gözler önüne seriyor. İki ülke daha var ki, eski bağlarından kurtulmak ve parçalanmaya dönük endişelerinden sıyrılabilmek için kendilerini ABD’nin şefkatli kollarına bırakıyorlar: Gürcistan ve Ukrayna. Şevardnadze dönemini bitirip Saakaşvili dönemini açan koşullara minnetini Gürcistan’ın yeni yönetimi, ABD ve NATO ile ilişkilerini ilerletmek suretiyle gösteriyor. Nitekim, NATO’nun Tiflis’te açılan ofisi ve ABD’nin askeri yardımları da birbirini takip eden dönemlerde gerçekleşiyor. “Turuncu Devrim” iktidarı da Ukrayna’da, ABD için aynı önemi taşıyor. Her iki ülkede de zaten var olan Rusya endişesi/gerginliği, ABD ile işbirliği karşılığında alınan ABD güvencesi ile dindirilmeye çalışılıyor. Sonuçta tarafların her biri, bu ilişkiden kendisine düşen payı “çıkar” haznesine kaydediyor.2  Ne var ki, tüm hesaplar ortaya döküldüğünde ABD’nin payının daha büyük olduğu anlaşılıyor. ABD, yaptığı askeri/sivil yardımların ve bu ülkelerin toprak bütünlüklerine verdiği –yarın vazgeçebileceği- güvencelerin karşılığını, bu ülkelerin kıyısında bulundukları Karadeniz’de söz sahibi olmak suretiyle fazlasıyla alıyor.

Küresel egemenliğe giden yolda Karadeniz

Karadeniz, tarih boyunca bir yandan büyük savaşlara konu olmuş bir yandan da savaşların sonunu belirlemiştir. Kapalı bir deniz olmasına rağmen kıyısında bulunanlar için dünyaya açılan tek kapı olma niteliğini korumuştur. Kimi zaman silah kimi zaman diplomasi yoluyla yapılan günümüz savaşları da, yine enerji ve hammadde kaynaklarına ulaşmayı hedefliyor. Enerji kaynaklarının her geçen gün azalması, günümüz koşullarında mücadeleyi kızıştırıyor ve enerji ikmal yollarının tam da merkezinde yer alan Karadeniz’in önemini tazeleyerek arttırıyor. Rus petrolünün Batı’ya ulaştırılmasında kullanılacak Odesa(Ukrayna), Samsun(Türkiye), Burgaz(Bulgaristan) –bunlara Köstence de (Romanya) eklenebilir- rotalarının kontrolünün sağlanması da önemli bir güç vurgusu olacaktır. Bu da, okyanusları aşarak bölgeye gelen ABD’nin kapalı bir denize hakim olma niyetinin gerekçesini ortaya koyuyor. Hatta enerji yollarının kontrolü değil enerji yollarını kontrol edebilecek kudreti ortaya koymak küresel egemenliği sağlamada can alıcı nokta olacaktır.

Karadeniz’in önemi, en geniş kıyıya sahip olan Türkiye’nin ve Türkiye’ye ait Boğaz geçiş yollarının önemini de kritik boyuta taşıyor. Bu da, Boğazları Türk egemenliğine bırakan 1936 Montrö Sözleşmesi’ni kimileri için tartışmalı kılıyor.

Montrö yeniden sahnede

Montrö hükümlerinin değiştirilmesi, ilk defa Rusya’nın 1941’de gönderdiği notalarla talep edilmişti. Rusya’nın istekleri ise Rus harp gemilerine serbest geçiş ve boğazların Türkiye ile beraber müdafaası şeklindeydi.3 Talebinden vazgeçtiğini, Boğazlar hakkında saldırgan niyetinin olmadığını bildirmesi ve Montrö’deki sadakatini yenilemesi, Almanya saldırısının hedefinde olduğunu anlaması üzerine olmuş ve Almanya’nın mağlubiyetinin kesinleşmesine kadar sürmüştü. Bundan sonra Rusya’nın talebi açıkça “Boğazlarda üs edinilmesi” şeklini aldı; yani İstanbul’da. 1945 Postam Konferansı’nda Boğazlar’ın statüsünün değiştirilmesi teklifine Amerika ve İngiltere de sıcak baktıklarını bildirmişlerdi. Ne var ki II. Dünya Savaşı ertesinde Sovyetlerin yayılmacı politikası, ABD ve İngiltere’nin verdikleri desteği çekmesine sebep oldu. Konu 1947’den itibaren Sovyetler tarafından gündeme getirilmez oldu.

Rusya savaş gemileri açısından Montrö’nün gözden geçirilmesini, 1999’da Ecevit hükümeti döneminde4 bir kez daha gündeme getirmişse de herhalde bunun yeni talepçileri artık başka devletler olacak. Sözleşmenin ABD’yi ilgilendiren tarafı, barış zamanında Karadeniz’le sınırı olmayan devletlerin 30 bin tonajı aşmayan savaş gemilerinin, serbest geçişine Karadeniz’de ancak 21 gün kalmak koşuluyla izin vereceğini düzenleyen maddesidir. ABD’nin Karadeniz kıyıları boyunca edineceği deniz üsleri savaş gemilerini sürekli olarak orada tutamadığı müddetçe bir anlamı kalmayacaktır. Sonuçta tehdit altında kalacak olan Rusya’nın da Montrö’nün özellikle bu hükmünün aynen korunması taraftarı olması kaçınılmaz olacaktır.

Türkiye üzerindeki etkisini malum “tezkere” reddi ardından ve müttefiklik anlayışına ters düşen gelişmelerdeki rolü nedeniyle kaybetmekte olan ABD için, esasında Bush Yönetimi’nin hesapsız tutumunun bedeli ağır olacaktır. Gerçek şu ki ABD, Türkiye ile işbirliği ya da müttefiklik ilişkisinin ortadan kalkması ya da azalmasının yaratacağı boşluğu doldurmak için en az 6 devlet ve birkaç aşiretle işbirliğine gitmek durumunda kalacaktır. Sadece Türkiye ile sıcak tutulan ilişkiler Ortadoğu, Karadeniz, Akdeniz hatta Orta Asya’da güvenliğin sağlanması için yeterli olabilecekken Türkiye’nin hedef ülke olma psikolojisi ile uzaklaştırılması, ABD’yi yeni müttefik arayışına mecbur bırakacaktır. ABD’nin ‘çıkarları karşılığında vereceği ödünleri’ hesaplayan mantığıyla bakıldığında, herhangi biriyle işbirliğine gitmek Türkiye’yi elde tutmanın maliyetinden düşük olacaksa da bunun toplam maliyeti kesinlikle ABD’nin baş edebileceğinden daha fazla olacaktır.

------------------

1 Romanya’nın yaklaşık 93 bin olan askerinin binden fazlası uluslararası görevler için yurt dışında konuşlanmıştır. Romen askerlerin 860’ı Irak’ta, 700’ü Afganistan’da görev yapıyor. Aynı şekilde Bulgaristan’ın da 87 bin civarındaki askerinin 485’i Irak’taki koalisyona destek vermektedir.

2 ABD, Trabzon’da da üs edinmek istemişse de “tezkere” ile birlikte bu talebinin de reddedilmesi, Karadeniz’i çevreleme planını aksatmıştır.

3 Dav’er, Abidin, “Montreux ve Boğazlar Meselesi”, Cumhuriyet, 22 Temmuz 1945

4 Bu talep, Sırbistan’ın Balkanlar’da giriştiği katliam zamanına yani Rusya görünürde taraf olmasa dahi bir savaş dönemine denk gelmekteydi.

Gözde Kılıç Yaşın

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı