Birleşik Kıbrıs Federasyonu

Yazan  24 Temmuz 2015

Kıbrıs’ta yürütülen müzakereler açısından en büyük sorun Türk tarafının karartma uygulaması ve hangi konuların görüşüldüğü bilgisinin paylaşılmamasıdır. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı 23 Temmuz 2015’te basına açıklama yaparak ilk kez müzakerelerle ilgili bilgilendirme yaptı.[1] Bu açıklamada Rumlar ve Türklerin kuracağı yeni devlete ‘Birleşik Kıbrıs Federasyonu’ adının verilmesini planladıklarını söyledi. Ayrıca yönetim ve toprak paylaşımına ilişkin bazı hususlarda ulaştıkları noktayı açıkladı.

Kıbrıs’ta müzakereler Mayıs ayından bu yana devam ediyor, 27 Temmuz 2015’de liderler yeniden bir araya gelecekler. Müzakerelerin içeriği ya da üzerinde uzlaşılan konular hakkında basına bilgi verilmiyor. Hangi konuların görüşüldüğüne ilişkin izlenim ise Rum siyasi partilerinin eleştiri ve itirazlarının basına yansıması sayesinde edinilebiliyor. Öte yandan Rum basınına Rum Lider Anastasiadis’in Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’yı tecrübesiz bulduğu, anlaşma yapmaya yatkın bulduğu yargıları da yansıdı. Yine Rum basınında Türk müzakere ekibinde uluslararası hukukçu bulunmamasına ilişkin yorumlara rastlanabiliyordu.

Müzakerelere ilişkin en çarpıcı açıklama sonunda doğrudan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’dan geldi. Daha önce zaten “aylar içinde çözüme ulaşabilir” demişti ve şimdide “Bütün konuları görüştük, görüşülmeyen konu kalmadı, tek gereken siyasi irade” dedi. Buna göre taraflar çözüm planına o denli yakınlaşmış durumdadır. Zira Akıncı yeni devletin adını da ilan etti: Birleşik Kıbrıs Federasyonu. Doğrusu BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Bart Eide’nin ümitvar açıklamaları da Akıncı’yı destekliyor. Eidi, “Müzakerelerde çok güzel bir hava ve ilerleme var ancak daha yapacak çok işimiz var. Güvenlik Konseyi üyeleri de bu durumun farkındadır.Hepimiz zaman limiti konusunda hemfikiriz. Liderler, onların müzakerecileri ve bizim ekibimiz bu konuda aynı görüşteyiz. Dolayısıyla ne zaman sonuç alacağımız konusunda bir fikir belirtememekle birlikte, bir kaç ay içinde diye konuşmayı çok arzuluyorum”[2] dedi.

Ne var ki Rum lider Nikos Anastasiadis hiç zaman kaybetmeden Akıncı’yı yalanladı ve “(Akıncı) Neyde anlaştığımızı değil neyi görüştüğümüz söyledi” diyerek Akıncı’nın Türk tezlerini anlattığını bunları kendisinin kabul etmediğini söyledi. Ortak açıklama yapılana dek zaten yalanlamalar gayet normal. Kaldı ki Rum tarafı Akıncı’nın açıklamalarından sonra karıştı ve Akıncı’nın açıkladığı bazı hususlarda uzlaşı ya da yakınlaşma sağlanmışsa bile Anastasiadis’in geri adım atmasını gerektirecek bir ortam söz konusu oldu.

Yine de müzakere sürecinde neler olup bittiğine ışık tutması için –Anastasiadis’in deyimiyle sadece görüşülen konular olsa bile- Akıncı’nın Birleşik Kıbrıs Federasyonu açıklamasının ayrıntılarına sırayla bakalım:

* Müzakerelerde Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin oluşturduğu garantörlük dışında her konu konuşuldu. Ancak hassas olan toprak konusunda Türk ve Rumlara bırakılacak yüzdelik oranlar ve paylaşılacak yer isimleri sona bırakıldı.

Garantörlük zaten Kıbrıslı tarafların karar verebileceği bir konu başlığı değil, bu konuda İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin devreye girmesi gerekecektir. Bu da Beşli konferans düzenlendiği zaman gerçekleşecektir.

Toprak paylaşımı ise en netameli konu ve bugüne dek anlaşmaların yürürlüğe girmesinin önündeki en önemli engel toprak paylaşımında uzlaşıya varılamaması olmuştur. 171 bin nüfuslu KKTC yüzölçümü şu anda 3355 kilometre ve bu alan Kıbrıs Adası’nın yüzde 35.4’ünü oluşturuyor. Hatırlatmak gerekirse Annan Planı’na göre Türk tarafının elindeki toprak yüzde 36’dan yüzde 29,2’ye indirilecek ve Türk tarafı, Ada’nın kıyı şeridinin yüzde 52’sine sahip olacaktı. Mehmet Ali Talat’ın müzakereleri yürüttüğü dönemde Rum tarafı Annan Planı’na göre daha fazla toprak istemişti ve Talat da “Biz en başta (yani Annan Planı’nı kabul etmekle) 29 artıyı kabul ettiğimiz için toprak vermek zorundayız” demişti.[3]Not düşmek babında belirtelim ki Annan Planı’nın iki tarafça da kabul edilmemesi durumunda yok sayılacağı/bağlayıcılığının bulunmayacağı Planı’nın bir parçası olarak kabul edilmişti. Bu nedenle de yüzde 29’unu kabul eden daha azına da razı olur gibi bir yaklaşımın hiçbir geçerliliği bulunmamaktadır.  İkinci notumuz da Rauf Denktaş’ın toprak konusunda asla yüzde 30’un altına inmediği, bunu başlatanın Mehmet Ali Talat olduğu konusunda olsun. Talat’ın dediği gibi bir kez başlayınca devamı geliyor ve bugün de Rum tarafı Türklerin yüzde 25’e inmesini istemektedir. Dolayısıyla toprak konusunda bir ilerleme sağlanmadan anlaşma metni son halini almayacaktır.

* Federasyonu Kıbrıs Türk ve Rum kurucu devletleri oluşturacak. Her kurucu devletin kendi içinde ayrı bir vatandaşlığı olacak. 

Öncelikle “kurucu devlet”, “oluşturucu eyalet” farkının orijinal İngilizce metinde korunması gerektiğinin altı çizilmelidir. Dolayısıyla “constituent states” şeklinde İngilizce metinde yer alan ifadenin Türk liderlerce “Kurucu Devlet”; Rum liderlerce  “Oluşturucu Eyalet/kurucu devletçik-eyalet” çevirisiyle kullanımının yarattığı anlam karmaşası açık şekilde çözülmelidir. Rum tarafı Kıbrıs Cumhuriyeti gibi tanınmış bir devlet ile KKTC’nin eş tutulmaması gerektiğine inandığı için “devletçik/eyalet” çevirisi yapıyor. Ancak böylesi önemli bir hususun muallakta bırakılmaması gerekir. Bunun yolu bu ifadeyle neyin kastedildiğinin anlaşma metninde tarif edilmesidir. İkisi arasındaki fark ise kurucu olanın federasyon ortaya çıkmadan önce de devlet olmasıdır. Konu basit bir kelime oyunu değildir ve hukuken 1959-1960 Antlaşmalarından Kıbrıslı Türkler lehine doğan hakların korunması ya da tek bir kelime farkıyla yok edilmesi meselesidir. Nitekim zaten ENOSİS, Akritas Planı, 1963 Kanlı Noel ve tüm diğerleri tamamen bu bahsi geçen hakların kaldırılmasıyla ilgili mevzulardır. Dolayısıyla 1963’ten bu yana çekilenler ve 1974’ten bu yana mücadelesi verilenlerin boşa gitmemesi için Akıncı’nın ifade ettiği şekliyle “Kurucu Devlet” anlamının vurgulanması ve birleşmenin iki devlet arasında gerçekleştiğinin metne kaydedilmesi gerekmektedir. Akdi takdirde kendi kendini ve tüm Türkleri kandırma durumu Annan Planı’ndan bu yana devam ediyor olacaktır. Üstelik o plan işlemeyecek, kısa sürede tarafları çatışmaya sürükleyecektir. Tek devlet çatısı altında birleştikten sonra elbette iki taraf da “eyalet” olacaktır ancak birleşmeyi yapanın “kendi kaderini tayin hakkına sahip” iki devlet olduğu ve ortaya çıkacak tek devlete devrettikleri bir “egemenliğin” birleşme öncesinde var olduğu hususu unutulmamalıdır.

Her kurucu devletin kendi içinde ayrı bir vatandaşlığı olduğu hususu ise “tek egemenlik, tek uluslararası temsiliyet, tek vatandaşlık” uzlaşısından bir geri adım ise Türk tarafı için bir kazanımdır. Bu, Hristofyas ve Talat’ın üzerinde fikir birliğine vardığı ve Türk tarafının Türk tezlerinden bir kez daha vazgeçmesi anlamına gelen bir uzlaşıydı. Dahası ikili böyle bir karara varmadan önce “tek egemenlik, tek uluslararası temsiliyet, tek vatandaşlık” oluşumu Hristofyas’ın İngiltere ziyaretinde ortaya çıkmış ve bu da Birleşik Krallık’ın Kıbrıs’a o enteresan dokunuşlarından biri olmuştu. İngiltere ile Hristofyas arasında ilan edilen ve bahsi geçen hususu içeren Memorandum da AKEL ve dolayısıyla o dönemin iktidarının Kıbrıs’taki üslerin boşaltılması ya da kirasının ödenmesi söylemine son vermesi karşılığında gündeme gelmişti. Akıncı’nın açıklamasının yeni bir durum yaratıp yaratmadığı ya da klasik Türk tezlerine dönüşü ifade edip etmediği ancak bir takım ayrıntıların da açıklanması durumunda kesinleşecektir.


* Yeni federal devletin alt ve üst olmak üzere iki parlamentosu olacak.

Mevcut koşullarda bu husus özel bir anlam taşımamaktadır.


* Kıbrıslı Türk ve Rumlar istedikleri bölgede ikamet edebilecek. 

Bu husus, “iki kesimlilik” ilkesinden açık bir şekilde uzaklaşıldığı anlamına gelmektedir. Planlar ve ilke arasında yavaş yavaş oluşturulan uçurum artık son noktasına gelmiştir. Denktaş’ın asla vazgeçmediği ilkelerden biri olan ve Kıbrıslı Türklerin can güvenliği için gerekli görülen bu ilke esasen Annan Planı döneminde işlevsiz kılınmıştı. Zira planda iki kesimliliği koruyan bir takım önlemler vardı ancak AB, bu tür deregasyonların uzun vadeli/ kalıcı olamayacağını zira AB müktesebatının özünü oluşturan seyahat, mal, mülk edinme özgürlüğünü ortadan kaldırdığını söylemişti. Yani Annan Planı kabul edilmiş olsaydı, metinde iki kesimliliği koruyan bir takım hususlar vardı ama bunlar kısa sürede çiğnenecekti. Burada Kıbrıslı bir Rum’un gidip Almanya’ya yerleşmesini mümkün kılan bir sistemin içerisine aynı kişinin kendi devletinin içinde yani Kıbrıs’ın kuzeyinde bir yerlere yerleşmesini yasaklayan bir istisna getiremezsiniz denilmiş olmaktadır. Kuşkusuz ki AB açısından mantıklı bir yaklaşımdır.

Sonuçta Türkler açısından ise mecburiyetten ya da alıştıra alıştıra oluşturulan koşullardan ötürü önemli bir ilke terk edilmiştir. Bu durumda kurucu devletlerin kendi vatandaşlıklarının bulunması da önemini yitirmektedir. İki kesimlilik ilkesi, 1974 öncesinde Rumların Türkleri küçük gettolarda yaşamaya mahkum etmesi ve her türlü insani ihtiyaç ya da ilacın geçmesini engellemeleri nedeniyle önemlidir. Kimse, bu tür insanlık dışı eylemlerin geçmişte kaldığını düşünmüyordur herhalde… Filistin en canlı örnekse de bunun gibi pek çok örnek bugün varlığını korumaktadır.


* Türk kurucu devletine yerleşecek Rumlar ya da tam tersi Rum tarafında gidecek Türkler, yaşadıkları kurucu devlette, yerel ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinde seçme ve seçilme hakları olacak. Ancak bulundukları kurucu devletten federal parlamentoya gidecek milletvekilleri için seçme ya da seçilme hakkı olmayacak.(Rumların nüfusu Türklerden 4 misli fazla)

Burada, iki kesimliliğin ortadan kalkmasının doğuracağı zararlardan biri bertaraf edilmek istenmiştir. Rumlara göre eşitlik, eşit vatandaşlık anlamına gelir. –Eşit vatandaşlık imkanı zaten herhangi bir devlet için zorunludur- Buna göre Türkler ve Rumlar sandıkta eşittir. Türk siyasiler ve Rum siyasiler; Türk seçmen ve Rum seçmen eşit vatandaş olarak seçime gider. Ancak bu durum nüfus olarak azınlıkta olan Türklerin aleyhinedir. Böylesi bir koşulun kabul edilmesi, Batı Trakya Türkleri’nin Yunanistan’da yaşadığı seçme ve seçilme sorunlarının Kıbrıs’a taşınması anlamına gelir. Rumların “nüfus oranında temsil” tezi pek çok başka ülke için geçerli olsa da Kıbrıs için “kazanılmış haklar” nedeniyle söz konusu olamaz. 1960 Anayasası Türkler ve Rumları kurucu eşit halk olarak görmekte ve nüfus oranında temsili reddederek Türklerin siyasal eşitliğini vurgulamaktaydı. 1950-1960 döneminde Rumlar, Yunanistan ve bir kez de Hindistan tarafından defalarca BM Genel Kurulu’na Kıbrıs’taki Türklerin “azınlık” statüsüne ilişkin tasarı getirilmiş ancak tasarı reddedilmişti. Dolayısıyla Türkler siyasal olarak Rumların eşitidir, azınlık değildir. Kazanılmış hak mefhumu son derece önemli olduğundandır ki Yugoslavya Anayasası ile “kurucu halk” olduğu belirtilmiş Sırplar da Kosova’da bugün eskiden aldıkları hak nedeniyle kurucu halktır ve seçime girmeseler bile mecliste kendilerine ayrılmış sandalyeleri bulunur ve çeşitli durumlarda kararları “veto” hakları bulunmaktadır. Akıncı’nın dile getirdiği bu madde üzerinde uzlaşıya varılması durumunda hem bu husus hem de iki kesimlilik ilkesine aykırı yerleşimlerin yaratabileceği sorunlar kısmı olarak giderilmiş olabilir. Kısmi olarak ile parlamento seçimlerinde hem Türk milletvekillerinin Türklerin oyları ile seçilmesini hem de Türklerin oyları ile Türk adayların seçilebilmesini kastediyoruz. İlk kısmı açarsak Rumların oylarının daha fazla olacağı kesin ve bir kurucu devletteki tüm bireyler aynı sandıkta ve aynı adaylar için oy kullanacak olursa Rum tarafı kendi istediği Türk adayların meclise girmesini sağlayabilecektir. Örneğin UBP, DP gibi daha milliyetçi, sağ adayları sandığa gömülür ve solun daha Rumcu görünen adayları meclise gidebilir. Biz bunun yaşanmış örneğini Bosna Hersek’te görüyoruz: Cumhurbaşkanlığı’nın Hırvat üyesini, iyi organize olduklarında, Boşnakların oyları belirliyor. İkinci kısım ise elbette Türklerin oyunun heba olmaması ve Türk adayların aldıkları bu oyla meclise gidebilmesi anlamındadır. Ancak yerel seçimler ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinde bu tür garantiler sağlanmamış olduğu Akıncı’nın açıklamasından anlaşılmaktadır. Bu da Türklere bırakılmış görünen –iki kesimlilik kalmadığı için görünen diyoruz- beldelerde de Belediye Başkanları’nın Rum olma ihtimalinin daha güçlü olduğunu gösteriyor. Ancak bunun doğrudan sonuçlarından biri Belediye işçilerinin de Rumlardan seçileceği ve dolayısıyla işsizlik gibi konularda bu açıdan Türklerin bir kaybının olacağıdır.


* Nüfus çoğunluğuna sahip Rumların iki kesimliliği ve siyasi eşitliği bozmaması için konuşulan kısıtlama AB kurallarına aykırı. Bu nedenle varılacak anlaşma, AB mahkemelerine yapılacak bireysel başvurularla delinmemesi için üye ülkelerinin tümünde parlamento onayından geçmesi ve ‘AB’nin birincil hukuku’ olması gerekiyor.

Bu husus son derece önemli, gerçekleşirse de Türkler açısından bir kazanım olabilir. Zira ne tür bir anlaşma yapılırsa yapılsın; içinde iki kesimlilik çok güçlü korunsa, oy kullanma ile ilgili hususların tamamı Türklerin kaybını engelleyecek şekilde düzenlense bile birleşme sonrasında bir tek kişinin AİHM’e başvurması ile anlaşma tamamen geçersiz hale gelebilir. Çünkü AB değerleri, AB müktesebatı öncelikli uygulanacak hukuktur yani birincil hukuktur. Yukarıda bahsi geçen kimi istisna sayılabilecek hususların AB üyesi ülkelerin tümünün parlamentosunun onayından geçmesi önerisi yerindedir. Ancak pek tabi ki garanti olarak düşünülen bu hususun gerçekten garanti sağlaması için “Anlaşma’nın ancak bu onaylardan sonra geçerli olacağı” gibi bir hususun da anlaşma metnine yazılması gerekir.

Ancak hemen belirtelim ki Akıncı’nın Anlaşma’nın AB Birincil Hukuku olması önerisi Anastasiadis’in tamamen ve öncelikle reddettiği/ yalanladığı; Rum siyasi partilerinin de en çok tepki verdiği maddedir. Aslında bu durumda belli ki uzlaşı metni olmayan bir takım hususları açıklamakla Akıncı’nın taktik bir hamle yaptığı ve bu arada bazı kesimlerin uyanmasını sağladığını söylemek mümkündür.

Akıncı’nın açıklamasında ayrıca ordu ve polis gücüyle ilgili de açıklamalar vardı. Bunlara bakarsak:

* Federal devletin polis gücü Türk ve Rumlar arasında yarı yarıya ya da %40 Türk, %60 Rum olacak. Oranlar henüz kesinleşmedi.

Doğrusu böylesi bir durum Türklerin lehine sayılmalıdır. Zira 1960 Kıbrıs Anayasası’nda Bakanlık sayısında 7ye 3 oranı vardı. Yine Anayasaya göre devlet işlerinde Türkler Rumlardan daha az olarak 30/70 ve askeri birliklerde 40/60 gibi kurallar çerçevesinde denge sağlanacaktı. Bu durumda 40/60 oranını eski hukukun yeniden tesisi olarak kabul etmek gerekir. Lakin Rum tarafının bu tür oranları yok saydığını ve Türklerin azınlık olduğunu iddia ederek devlette nüfusları oranında temsil edilmeleri gerektiğini düşündüğü için katliamlara giriştiğini hatırlamak ve bir kez daha bunu kabul edeni Rumların vatan haini ilan edeceğini not düşmek gerekir.


* Milli ordu olup olmayacağı müzakere ediliyor. Ordu olmayabilir.

1960 Kıbrıs Anayasası’nın 14. Maddesine göre Cumhuriyet Ordusu yüzde 60 Rum, yüzde 40 Türk ve memur kadroları yüzde 70 Rum, yüzde 30 Türk olmak üzere, her iki toplum fertlerinden oluşacaktı. Ordunun olmaması ise Avrupa’da örneği olan bir uygulamaysa da Kıbrıs için de yeni bir durum anlamına geliyor. Bugün Rum tarafının böyle bir durumu kabul etmesi zor görünmektedir.


* Taraflar, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz konusunda müzakereler devam ederken sorun çıkartacak, sondaj gibi adımlar atmama konusunda anlaştı.

Şu an bu konudaki tartışmalar dinmiş görünmektedir. Lakin Rum tarafı da zaten planladığı sondajları tamamlamış durumdadır. Basına hareketlilik yansımıyorsa da Afrodit platformundaki çalışmaların durdurulduğu duyurulmamıştır. Sadece Türkiye’nin sismik gemileri şu an göndermediği bilinmektedir.


* Federal devletin milli günleri (20 Temmuz Barış Harekâtı yıldönümü, KKTC’nin kuruluş yıldönümü gibi) konular henüz görüşülmedi. Her iki tarafta da benzer törenler bulunuyor.

Burada zaten bu hususun görüşülmediği belirtilmektedir. Ama bu görüşme yapılmadan da bir uzlaşı metninin ortaya çıkarılması güç olacaktır. Zira Rum tarafının bayram olarak kutladığı 1 Nisan’lardan vazgeçmesi pek ihtimal dahilinde değil. 1 Nisan 1955 EOKA’nın tedhiş ve terör faaliyetlerine başladığı tarihtir ve Türkler için acı, kayıp, ölüm anlamına gelse de Rumlar için milli kimliğin oluşturulmasına önemli bir gündür.

Açıklamanın değeri ve anlamını bir tarafa bırakırsak mevcut koşullarda KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın bu açıklamasının taktik bir hamle görünümünde olduğunu da söyleyebiliriz. Zira Kıbrıs müzakereleri esasen “Masadan önce kim kalkacak” yarışıdır. Aklı başında tüm liderler bu masadan uzlaşı çıkmayacağını bilmekte ve zaten birleşmeyi de ayrılığın kesinleşmesini de istemeyen oyun kurucuların istekleri doğrultusunda görüşmeleri yürütmektedir. Şimdi Rum tarafında tedirginlik oluşmuş bu da Anastasiadis üzerinde gerilim yaratmıştır. Aslına bakarsak Anastasiadis’in sürekli Akıncı hakkında aşırı olması nedeniyle şüpheli duran olumlayıcı açıklamaları ve Akıncı’nın siyasi zayıflığı vurguları da Akıncı ismi üzerinde Kuzey’de gerilim yaratıyordu. Siyaseten eşitlik gerçekleşmiş oldu. İkincisi Akıncı’nın bu açıklaması ve hemen üzerine Anastasiadis’ten gelen yalanlama Anastasiadis’i dünya gözünde “oyun bozmaya yakın”  bir pozisyona koymuştur. Tabi bu asla kalıcı olmayacaktır. Üçüncü olarak Rum tarafının da bir takım tavizler vermek zorunda kalabileceği gerçeği Rum kamuoyuna duyurulmuş ve belki bu fikre alıştırılmak istenmiş olabilir. Aynısı Türk tarafı için de geçerlidir. Zira Annan Planı'nda tam korunamayan iki kesimlilik ilkesinden Kuzey'e yüzde 20 oranında Rum'un yerleşmesine gidildiği endişesi vardı ancak şimdi "dileyen dilediği yerde yaşayacak" denilmekle yüzde 20 kısıtının da kaldırıldığı görülmektedir. 

Sonuç olarak KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın 20 Temmuz Barış Harekatı münasebetiyle orada bulunan yabancı gazetecilere müzakerelerde varılan nokta başlığıyla açıkladığı maddelerin ne anlama gelebileceğini, olumlu ya da olumsuz olabilecek yönlerini ayrıntılarıyla inceledik. Bu açıklamanın Anastasiadis tarafından reddedilmesi, açıklamanın değerini düşürmemektedir. Çünkü birincisi her halükarda Akıncı’nın varmak istediği noktayı aşağı yukarı göstermektedir; ikincisi bunların masada görüşülen konular olduğunu Anastasiadis de doğrulamaktadır; üçüncüsü Rum oyunlarını biraz çözdüysek burada Türklerin aleyhine olduğunu söylediğimiz pek çok hususun anlaşma metnine öyle ya da böyle yansıyacağına emin olabiliriz. Bu da müzakerelerde hangi yeni durumların doğduğunu tahmin etmek için bir kaynağımız olduğunu göstermektedir. Anlaşılmaktadır ki iki kesimlilik, iki kurucu devletin eşit statüsü gibi vazgeçilemez ilkelerde zafiyet söz konusudur.

Son söz olarak: ABD Senatosu'na 29 Nisan 2015’te Vincent L. Morelli tarafından sunulan ve Akıncı’nın seçilmesinden itibaren gerçekleşen olayları yorumlayan Cyprus: Reunification Proving Elusive başlıklı 20 sayfalık raporda[4] bir gazetedeki yoruma atıfla “Akıncı’nın ekibinin çoğunun Kıbrıs sorununun tarihinden habersiz gençlerden oluştuğu” ve “Anastasiadis için kolay bir zafer olacağı” söylenmekte; Acemi Akıncı’nın ekibiyle (“novice” Akıncı team) ile Yırtıcı Anastasiadis’in (ravenous Anastasiades team) ekibi Rumların taleplerine uygun bir anlaşma üzerinde uzlaşacaktır. Akıncı Türklerin temel taleplerini tehlikeli şekilde riske atabilir.” öngörüsünde bulunulmaktadır. Doğrusu yorum şimdiden haklı çıkmış görünmektedir.   

 



[1] Adını koydular: Birleşik Kıbrıs Federasyonu, 23 Temmuz 2015, http://www.hurriyet.com.tr/dunya/29614266.asp;

[2] Eide: "Pazartesi günkü liderler görüşmesini iple çekiyorum", Kıbrıs Postası, 23 Temmuz 2015

[3] Talat: Rumlara toprak vermek zorunda kalacağız, Vatan, 1 Haziran 2009

Gözde Kılıç Yaşın

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...