×

Uyarı

JUser: :_load: Unable to load user with ID: 116

 Bu sayfayı yazdır

Bulgaristan’daki Başmüftülük Krizine Stratejik Yaklaşım - Kader ÖZLEM

Yazan  11 Temmuz 2010
Bulgaristan’da son dönemde yaşanan Başmüftülük krizi,ülkenin etnik ve dinsel azınlıklar konusunda sağladığı hakları ve azınlıklara karşı izlediği politikaları bir kez daha gündeme getirmiştir.
Kader ÖZLEM*

Yaşanan bu kriz, ülkedeki Müslüman ahalinin sinirlerinin her geçen gün biraz daha gerilmesine neden olurken; etnik ve dinsel barışın da risk altına girmesine neden olmaktadır.

Bulgaristan Müslümanlarına Genel Bakış

Bulgaristan'da Jivkov diktasına bir 'saray darbesi' ile son verilmesinin ardından ülkede demokrasi rüzgârları esmeye başlamıştır. Bulgaristan Türkleri bu dönemde partileşme yoluna giderek Bulgar siyasi yaşamına entegre olurlarken; Sofya Yönetimi 1984-89 yılları arasında Türk azınlığa uyguladığı asimilasyon politikaları ve sonucunda gerçekleşen zorunlu göç dolayısıyla sorun yaşadığı Türkiye ile ilişkilerini geliştirmenin yollarını aramıştır. Bu kapsamda Türk azınlık, Sofya Yönetimince iki ülke arasındaki ilişkilerde köprü olarak kullanılmak istenmiş ve Türklere azınlık haklarında sembolik bir takım iyileştirmelerde bulunulmuştur. Ancak, bu iyileştirmeler azınlığı tatmin etmekten çok uzak olmuştur.

Bulgaristan Türkleri etnik anlamda bazı haklarını elde etmiş olsalar da; dinî anlamda ülkedeki Müslümanlar yaşanan demokratikleşme sürecinden olumlu yönde yeterince faydalanamamışlardır. Söz konusu durum da 1990 ve takip eden yıllarda çözümlen(e)meyen ve göz ardı edilen hayatî nitelikteki konuların daha sonraki dönemlerde çok daha makro ölçekli sorunlar olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu çerçevede, Başmüftülük seçimleri örnek olarak gösterilebilir.

Aslında Başmüftülük seçimleri konusu, dinî sorunların yalnızca bir boyutunu oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra, Bulgaristan Müslümanlarına yönelik misyonerlik çalışmalarından, Osmanlı'dan kalma vakıf malları meselesine; Müslüman din adamları konusundaki yetersizlikten, Müslümanlara yönelik toplumsal yaşamda ayrımcılığa (özellikle Türklere yönelik) ve maddî sorunlara kadar bir dizi husus bu kapsamda değerlendirilebilir. Dolayısıyla Bulgaristan Müslümanlarının yaşadığı sorunlar tek boyutlu değil; çok boyutlu bir görüntü arzetmektedir.

Bulgaristan'daki Müslümanlar deyince, genel olarak Türk azınlık anlaşılsa da; ülkedeki Müslümanlar, Türklerin yanı sıra Pomak, Roman ve Tatarlardan teşekkül olmaktadır. Diğer bir deyişle, Bulgaristan Müslümanlarının Başmüftülük makamı sadece Türklerin değil; farklı etnik kökenden gelen Müslüman grupların da dinî otoritesidir. Bu açıdan bakıldığında; Başmüftülüğün, Türk, Pomak, Roman ve Tatarları din ortak bir paydasında buluşturabilen stratejik bir kurum olduğu görülmektedir.

Hâlihazırda Bulgaristan Müslümanlarının 1400'ün üzerinde cami ve mescidi bulunurken; bunlardan 230 kadar cami, imam yetersizliğinden dolayı ibadete kapalıdır. Öte yandan, Sofya'daki Başmüftülük kurumuna bağlı 18 bölge müftülüğü ile 1000 civarında imam, 1,5 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip olan Müslümanlara hizmet etmektedir. Ayrıca, ülkede 3 tane İmam Hatip Lisesi'nin (Rusçuk, Şumnu ve Mestanlı) yanı sıra, Sofya'da da Yüksek İslam Enstitüsü mevcuttur.[1] Başmüftülük tarafından koordine edilen imam yetiştirme kursları ile birlikte, yaz aylarında Kur'an kursları düzenlenmekte ve Türkiye'ye ilahiyat alanında eğitim görmek üzere öğrenciler gönderilmektedir. Bulgaristan Müslümanlarının kurumsal anlamda sahip olduğu araç ve gereçler bu unsurlarla şekillense de; özellikle finansal sıkıntılar, Müslümanlara götürülen hizmetlerin aksamasına yol açmaktadır. Örneğin imamların bir bölümü maaş alamamakta; geçimlerini ise halktan toplanan yardımlarla temin etmektedir.

Geçmişte Başmüftülük Seçimleri ve Yaşanan Süreç

Bulgaristan'daki Müslümanların, Başmüftülük de dâhil olmak üzere uluslararası hukuksal statüsünü güvence altına almış olan bir takım sözleşmeler geçmiş yıllarda bulunmaktaydı. 1909 İstanbul Protokolü ve Sözleşmesi ile 1913 yılında imzalanan Müftülüklerle ilgili Sözleşme[2] bu alana yönelik tesis edilmiş belgeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu belgeler her ne kadar güncel anlamda yürürlükte olmasalar da; konuyla ilgili bir teamül oluşturmaları bakımından önemli olmaktadır.

Todor Jivkov iktidarı döneminde ülkedeki Müslümanların Başmüftüsü atanarak göreve getirilmiştir. Bu dönemde Jivkov tarafından atanan Nedim Gencev Başmüftü olarak görev yapmış, söz konusu şahıs fiilen komünist yönetimin sözcüsü olmuş ve Müslümanlar içinde 'Truva atı' olarak vazifesini yerine getirmiştir. Diğer bir deyişle, Gencev, Başmüftü olduğu dönemde 'Bulgar ajanı' olarak komünist efendilerine hizmet etmiştir. Komünist dönemde Türk ve Müslüman unsurlara yönelik asimilasyon, baskı ve zulüm politikaları izlenirken, "Bulgaristan Müslümanlarının durumu çok iyidir" şeklinde açıklamalarda bulunan Gencev,[3] Soğuk Savaş sonrası dönemde de Bulgaristan Müslümanlarını en fazla uğraştıran isimlerden biri olmuştur.

Bulgaristan'da rejim değişikliği yaşandıktan sonra, ülkedeki Müslümanlar da dinî ibadet ve vecibelerini serbestçe yerine getirme hakkına sahip olmuşlardır. Müslümanlar, yeni dönemde Sofya Yönetimi tarafından atanacak bir müftüyü, dinî önder olarak kabul etmemişler ve kendi müftülerini seçme yoluna gitmişlerdir. Ancak, Başmüftülük seçimleri 1990'dan günümüze kadar geçen süre zarfında Bulgaristan Müslümanları için en sancılı konulardan biri olmuştur. Bu sorunun temelinde ise Bulgar devletinin oyunları bulunmaktadır.

Demokratik dönemde Bulgaristan Müslümanları Fikri Salih'i Başmüftü olarak seçerken; Sofya Yönetimi ise Nedim Gencev'i tayin etmişti. Söz konusu durum 5 yılı aşkın bir süre için devam etmiş ve 1997 yılında Müslümanlar bu ikiliğe son verme yoluna gitmişlerdir. Diğer bir deyişle, Müslümanlar, bir yandan halk nezdinde destek bulan ancak resmî kurumlarca onaylanmayan 'seçilmiş' bir Başmüftü ile öbür yandan halktan destek bulmasa da Sofya Yönetimince atanmış bir Başmüftü olmak üzere toplam iki Başmüftü tarafından idare edilmişlerdir. Ancak, halkın otorite olarak kabul ettiği Başmüftü, yine cemaat tarafından imamlar aracılığıyla seçilen Başmüftü olmuştur.

Bulgaristan Müslümanları 1997 yılında mevcut 'çift başlılığa' son vermek üzere bir Kongre gerçekleştirmişler ve kabul edilen tüzük değişikliği ile bu durum ortadan kaldırılmıştır. 1997 yılında yapılan Kongre'de Mustafa Hacı Aliş Başmüftülüğe seçilmiştir. 2000 yılına kadar görevde bulunan Mustafa Hacı Aliş döneminde, Müslümanlar, sadece ulusal kapsamda değil; uluslararası platformda da Başmüftülük seçimleri için hukuk mücadelesi vermişlerdir. Örneğin, 1994 ve 1996 yıllarında Nedim Gencev tarafından düzenlenen Kongrelerin yasal olmadığına ve Sofya Yönetimince Bulgaristan Müslümanlarının Başmüftülük makamına Gencev'in haksız bir şekilde atandığına ilişkin AİHM'e dava açılmıştır. AİHM'nin 26 Ekim 2000 tarihinde konuya ilişkin tesis etmiş olduğu kararda,[4] Müslümanlar haklı görülmüş ve Bulgaristan'ın aleyhine hüküm verilmiştir.

2000 yılında Başmüftülük seçimlerine yeniden gidilirken; bu makama Selim Mehmed seçilmiş ve Bulgaristan Müslümanlarının Başmüftüsü olarak görevine başlamıştır. 2005 yılına kadar görevde bulunan Selim Mehmed'in ardından 2005, 2008 ve 2009 yıllarında yapılan Kongrelerde Mustafa Hacı Aliş tekrar bu göreve seçilmiştir.

AİHM'nin kararıyla ilintili olarak, Bulgaristan'da hâlihazırda yürürlükte olan Din Kanunu'na göre, ülkedeki farklı dinler kendi liderlerini seçme hak ve hürriyetine sahiptir. Bulgaristan Anayasası'nın 13/3. Maddesinde belirtilen ülkedeki geleneksel dinin Hıristiyan-Ortodoks olarak değerlendirildiği yönündeki ifadeye paralel olarak, Din Kanunu'nda da Ortodoks Kilisesi'ne geniş imtiyazlar verilirken; söz konusu imtiyazlar diğer dinlere tanınmamıştır. Söz konusu kanuna göre, Müslümanlara kendi dinî liderlerini seçme serbestliği verilmiş olsa da, fiilen bunun işlevselliğini görmek pek mümkün olmamıştır.[5] Ne var ki, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının sorunu, kendisine tanınan azınlık haklarının az veya çok olması değildir. Bilakis, tarihsel süreç içerisinde tanınan hakların genel anlamda yeterli olduğu söylenebilir. Mesele, azınlığın bu haklardan faydalanmasına Sofya Yönetimince ne ölçüde müsaade edildiği noktasında düğümlenmiştir.[6] Bu çerçevede, Bulgaristan'ın kasıtlı hukuk ihlalleriyle sıkça karşılaşılmıştır.

Bulgaristan'ın Hukuk Oyunları

Başmüftülük meselesi ile ilgili AİHM kararına ve Din Kanunu'na rağmen, Sofya Yönetimi bir takım hukuk oyunlarının içine girmiştir. Örneğin, 1997 yılında yapılan Kongreyi sicilden silme girişiminde bulunan Mahkeme, buna yönelik hiçbir bildirimde bulunmamıştır. Yine aynı şekilde, 2000 yılında Selim Mehmed'in Başmüftü olarak seçildiği Kongre için de Mahkeme tarafından aynı girişimde bulunulmuş ve herhangi bir duyuru yapılmamıştır. Dolayısıyla, sessiz sedasız bir sicilden silme planı uygulanmıştır. 2005 yılındaki Konferans ise, başlangıçta onaylansa da ardından sicilden silinmiştir.[7] Bunun sonucu olarak, Bulgaristan Müslümanları 2008 yılında yeni bir Kongre düzenlemek zorunda kalmışlardır.

1994 ve 1996 yıllarında Nedim Gencev tarafından düzenlenen Kongrelerin ise, yasal olduğuna yönelik karar veren Sofya Şehir Mahkemesi'nin söz konusu Kongreleri iptal etmesi için yargı süreci başlatılmasına rağmen aradan geçen 6 yıllık süreye rağmen hâlen sonuca ulaşılamamıştır. Sofya Şehir Mahkemesi süreci özellikle uzatma eğilimindedir.

Sorun aynı olmakla birlikte, son dönemde yaşanan Başmüftülük krizinin ilk safhası, 2005 yılında gerçekleşen seçimlere Nedim Gencev'in itiraz etmesi ve konuyu yargı sürecine taşımasıyla başlamıştır. 2008 yılında Sofya Şehir Mahkemesi, 2005 yılında yapılan Kongreyi sicilden silerken; Bulgaristan Müslümanları yeni bir Kongre düzenlemek zorunda kalmışlardır. 2008 yılında yapılan Kongreyi de Mahkemeye taşıyan Gencev, Sofya Şehir Mahkemesi'ndeki davayı kaybetmiştir. Ancak, konuyu bir üst mahkeme olan İstinaf Mahkemesinde temyize götüren Gencev, mahkeme tarafından haklı görülmüştür. İstinaf Mahkemesinin verdiği kararın ardından, Başmüftülük tarafından konu bir üst mahkeme olan Yüksek Mahkeme'ye taşınmıştır. Ancak bu sırada, Başmüftülük Yönetimi 31 Ekim 2009 tarihinde Olağanüstü Kongreye gitmiş ve Kongrede Bulgaristan Müslümanları, temsilcileri statüsünde bulunan imamlar, cemaat-i İslâmiye (encümen) üyeleri ve başkanları aracılığıyla dinî yönetimlerini bir kez daha belirlemişlerdir. Komünist dönemin Jivkov tarafından 'atanmış' Başmüftüsü Nedim Gencev, bu Kongreye de itiraz etmiş ve Yüksek Mahkemenin kararı çıkıncaya kadar Sofya Şehir Mahkemesince 2009 Kongresinin onaylanmamasını istemiştir. Gencev'in bu tutumuna bölge müftülükleri sert bir şekilde tepki göstermiş ve toplantılar yaparak deklarasyonlar yayımlamışlardır.

Nisan 2008'deki Kongreye ilişkin 12 Mayıs 2010 tarihinde kararını açıklayan Yüksek Mahkeme, Nedim Gencev'in yaptığı itirazı yerinde görmüş; 2008 Kongresinin yasal olmadığına ve halihazırda görevi başında bulunan yönetimin mahkeme kaydının sicilden silindiğine hükmetmiştir. Kongrenin yasal olmadığı yönündeki karara ilişkin açıklama yapan Başmüftülük avukatı Asan İmamov, Kongrenin yasalara uygun olarak yapıldığını dile getirmiştir. Ancak, Din Kanunu'nda bulunan bir boşluğun olduğunu belirten İmamov, yönetimin kaydı olmadığı halde Kongreyi kimin organize edeceğinin belirtilmediği ifade etmiştir.[8] Bu noktada Gencev kendisini ön plana çıkarmaktadır.

2002 yılında kabul edilen Din Kanunu'na göre, daha önce Başmüftünün tescil işlemi Başbakanlığa bağlı Diyanet Müdürlüğü tarafından yapılırken; söz konusu kanun ile birlikte, bu yetki Sofya Şehir Mahkemesi'ne bırakılmıştır.[9] Din Kanunu'nun yasalaştığı dönemde II. Simeon'un Başbakan, HÖH'ün ise koalisyon ortağı olduğu göz önünde bulundurulursa, üyelerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu HÖH'ün bu noktada stratejik bir hata yaptığı sonucuna ulaşılabilir. Zira yetkinin bürokrasiden yargının eline verilmesi meseleyi tam bir hukuk oyununa çevirmiştir. Ayrıca, Başbakanlığa bağlı bir birimde tescil yetkisinin kalması seçim dönemlerinde Bulgaristan Müslümanlarının lehine çözümleri kaçınılmaz kılabilirdi. Şöyle ki, iktidar süresini uzatma hırsının içinde bulunan siyasetçiler, oy kaygısıyla hareket edeceklerinden, Başmüftülük seçimlerinin sorunsuz bir şekilde kayıt edilmesi sonucunu doğurabilirdi.

Kriz Büyüyor ve Müslümanlar Başmüftülüğüne Sahip Çıkıyor

Yüksek Temyiz Mahkemesi'nin almış olduğu karar, Müslüman ahali nezdinde infial uyandırırken; çok sayıda protesto gösterisine de neden olmuştur. Başmüftülüğün çağrısını yerine getirerek 18 Haziran 2010 Cuma günü eş zamanlı olarak sokaklara dökülen Müslümanlar, Kırcaali, Razgrat, Filibe, İslimiye, Paşmaklı, Rusçuk, Dobruca ve Müslümanların yaşadığı daha pek çok yerleşim yerlerinde Mahkeme kararını protesto etmiştir.[10] Bunların en fazla ses getireni hiç şüphesiz bizzat katılım sağladığımız Kırcaali'deki yürüyüş olmuştur. Bulgaristan'da ulusal basın daha ziyade Kırcaali'deki protestoları ön plana çıkarmıştır.

Başmüftü Mustafa Hacı Aliş'e ve yönetimine verilen destek sadece protesto gösterileriyle sınırlı kalmamış, mahkeme kararına tepki olarak imza kampanyaları düzenlenmiştir. Dört günde 150.000 Müslüman'ın imza attığı kampanyanın yanı sıra, 1.000'e yakın imam ve Başmüftü Dr. Mustafa Hacı Aliş, Haziran ayının başında Sofya'da protesto yürüyüşü ve basın açıklaması düzenlemişlerdir. Başmüftü Mustafa Hacı imamlara hitaben yaptığı konuşmada provokasyonlara izin vermeden protestoları sürdürme çağrısı yaparken; mahkeme kararının bozulmasını istemiştir.[11]

Bulgaristan Müslümanlarının Başmüftülük sorunu Türkiye'de de ses getirmiştir. Mahkeme kararının açıklanmasından sadece üç gün sonra kararı kınayan bir basın açıklaması yapan BAL-GÖÇ, konunun Türkiye gündeminde üst sıralarda yer almasına gayret göstermekte ve Bursa'da Bulgaristan'la ilgili faaliyet gösteren yöresel derneklerle bilgilendirme toplantıları düzenlemektedir.[12] BAL-GÖÇ'ün yanı sıra, Balkan kökenli çok sayıda sivil toplum örgütü de zamanla tepkilerini basın açıklamaları ve bildirilerle göstermişlerdir. En son Türkiye'de Balkan Türklerinin en üst düzey örgütlenmesi olan Balkan Rumeli Göçmenleri Konfederasyonu (BRGK) da konuyla ilgili bir açıklama yapmıştır. Ne var ki, Bulgaristan Müslümanlarının Başmüftülük sorunu Türkiye'deki ulusal basında kendisine pek fazla yer bulamamıştır. Bunda, ulusal basının Dış Türkler konusundaki geçmişten genel ilgisizliğinin yanı sıra, krizin yaşandığı süreçte Türkiye gündeminin fazlasıyla yoğun olması da etkili olmuştur. İsrail ile yaşanan kriz, İran'a uluslararası yaptırım, Güneydoğu'daki şehitler, iktidar-muhalefet kavgaları, Ergenekon ve Balyoz gibi konu başlıkları arasında kendisine pek yer bulamayan Başmüftülük krizini, basın ayağında dinî hassasiyetleri yüksek olan bir kesimin sahiplendiği görülmektedir. Bu durum sevindirici olsa da, yeterli değildir. Ankara Yönetimi şu anda Bulgaristan'daki Başmüftülük konusuna tam anlamıyla adapte olamamıştır. Ancak, bu konuda hızlı davranması ve Bulgaristan Müslümanlarının yanlarında olduğunu somut bir şekilde hissettirmesi büyük önem taşımaktadır. Aslında Davutoğlu, Mart 2010'daki Sofya ziyaretinde Başmüftü'yü de ziyaret ederek destek mesajını sembolik olarak iletmiş olsa da; güncel anlamda Ankara'nın daha yüksek bir sesle konuşması gerekmektedir. Ne var ki, önümüzdeki dönemde Bulgaristan Müslümanlarına Türkiye'deki desteğin artacağını beklemek yanlış olmayacaktır.

Bulgaristan Müslümanları ise, hiçbir yerden yardım beklemeksizin kendi davalarına sahip çıkmakta ve mahkemenin kararını tanımama konusunda kararlı görünmektedir. Örneğin, Haziran ayının hemen başında Gencev'in temsilcisi olan noterler, Başmüftülük binasına girmek istemişlerse de, Başmüftülük kapısında protesto gösterisi yapan ve din adamlarından oluşan yaklaşık 150 kişilik bir grup buna izin vermemişlerdir. Gencev'in İslâm ile Müslümanlarla alay etmesine izin vermeyeceklerini belirten grup, mahkeme kararını tanımadıklarını açıklamıştır.[13] Son olarak, 2 Temmuz 2010 tarihinde Kırcaali Bölge Müftüsü Beyhan Mehmed'in önderliğindeki Müslümanlar Cuma namazını Kırcaali Merkez Camii'nde değil de, açık alanda kılarak Gencev'i ve mahkeme kararını protesto etmişlerdir.[14]

Bulgaristan'ın Politikası, Hedefleri ve Ortaya Çıkan Riskler

Sofya Yönetimi, ateşle oynadığının farkında olmadan Başmüftülük krizini ilginç bir şekilde yönetmektedir. Meseleyi Müslümanların iç sorunuymuş gibi sunma gayretinde olan Bulgar Hükümeti, buna müdahale etmeyerek yargının verdiği karara saygılı olduğunu ve hukuk devleti mekanizmalarının işlediğini gösterme eğilimindedir. Bulgaristan'ın görünürdeki politikası bu doğrultuda şekillense de; esasında çok daha farklı uğraş ve çıkarların içinde oldukları açıktır.

Bulgar Devleti Başmüftülük krizini kullanarak birden fazla hedefini gerçekleştirme arzusundadır. Zira Başmüftülük kurumunun Bulgaristan Müslümanları için stratejik önemi büyüktür.

- Sofya Yönetimi Gencev'i kullanarak Bulgaristan Müslümanları arasında ikili bir yapının ortaya çıkmasını ve Müslümanların bölünmüş bir şekilde hareket etmelerini sağlamak. Gencev'in bu noktada geçmişte olduğu gibi Bulgar devletinin çıkarlarına hizmet ettiği aşikârdır. Zira Başmüftülük Kongresini yargıya taşıyan şahıs Gencev'in kendisidir. Ayrıca Gencev mahkeme kararının ardından yasal Başmüftü olarak belirmiştir. Zira 1994 ve 1996'da kendisi tarafından düzenlenen Kongreler tescil edilmiş; daha sonra yapılan Müslümanların yaptığı Kongreler başlangıçta tescil edilse de; sonradan kayıtlardan silinmişti. Mahkeme tesis ettiği kararda Gencev'i Başmüftü olarak atamamıştır. Zira mahkemenin böyle bir yetkisi bulunmamaktadır. Yaşanan hukuk skandallarının sonucu olarak böyle bir durum ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, Bulgaristan Müslümanları hâlihazırda, halkın güvenini kazanmış olan 'seçilmiş' bir Başmüftü ile komünist dönemde ajanlık yapan 'atanmış' bir Başmüftü'ye sahiptir. Müslüman ahalinin yargı kararına bu denli sert tepki göstermesinin arka planında Gencev'in Başmüftülük oyununda bilfiil bulunmasının payı büyüktür. Gencev'in geçmişte sadece komünist ajanlığı yapmış biri olarak değil; aynı zamanda 1990'lı yıllarda yaptığı Başmüftülük görevinde de bir takım dolandırıcılık eylemlerinin içinde yer alması nedeniyle Müslümanlar nezdinde kredisi yoktur.

- Sofya Yönetiminin Müslümanları yargı süreciyle uğraştırarak, yaşanan gelişmelerde yürütmenin bir payı olmadığını göstermek ve meseleyi çözümsüz halde bırakma stratejisi. Hâlbuki Bulgaristan yargının en fazla siyasallaştığı ülkelerden biridir. Dolayısıyla, Hükümet'in yargıya indirekt olarak müdahale etmesi kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca, AİHM Bulgaristan'ın Din Yasası'nda değişiklik yapmasını istese de, Bulgaristan sorunun çözümsüz kalmasını yeğ bulmakta ve değişiklik konusunda adım atmamaktadır.

- Başmüftülük kurumunu yıpratarak Müslümanlar üzerinde etki gücünü kırmak ve Müslümanları Türk, Pomak, Roman gibi etnik kimliklerine ayrıştırarak din ortak paydasında buluşmalarını engellemek. Söz konusu strateji Bulgaristan'ın çelişkili azınlık politikası kapsamında değerlendirilebilir. Bulgaristan'da yeni dönem başladığında; Sofya Yönetimi azınlığı 'Türk' olarak ifade etmekten özellikle kaçınmış ve bu noktada komünist dönemdeki 'Türk yoktur' söylemini kısmen benimsemiştir. Yeni dönemde 'Bulgaristan Müslümanları' kavramı ön plana çıkarken; son dönemde kavramın gücünü azaltmak istemektedir. Ancak Soğuk Savaş sonrası dönemde de Bulgaristan Türk ve Müslümanları için değişmeyen tek unsur, yine asimilasyon politikaları olmuştur. Bulgaristan yeni dönemde azınlığın asimilasyonu konusunda Jivkov döneminden kalma 'yumuşak' ve 'katı' yöntemler değil; 2000'li yıllara yakışır bir biçimde modernist asimilasyon metotlar kullanmaktadır. Bu noktada, azınlıkların hakları verilse de, ekonomik imkansızlıklar devreye konmakta; ekonomik sorunlar çözülse de, hukukî durum ileri sürülmekte; her şey mevcut olsa da, bu kez de ondan yararlanacak insan bulunamamaktadır. Kâğıt üzerinde her şeyin var olup da sonuçta ortada hiçbir şeyin olmadığı bir tabloyla karşılaşılmaktadır. Bulgaristan azınlığı dinî perspektiften alarak, Türkiye'nin yörüngesinden çıkarıp İslam dünyasına atfetmek isterken; öte yandan dinî çerçevenin de içini boşaltarak, azınlığı 'böl-parçala-yok et' ve 'yap-boz' gibi metotlarla yönetmek niyetindedir. İşin trajikomik yanı ise, Bulgaristan Anayasası'na göre ülkede 'azınlık' bulunmamaktadır.

- Bulgar devletinin stratejik karar alma mekanizmaları, Başmüftülük seçim krizini kullanarak, durumu fırsata çevirme ve zamanla Müslümanların direncinin kırılacağını hesap ederek Başmüftü'yü komünist dönemde olduğu gibi atama hakkına sahip olma düşüncesi. Söz konusu durum düşük bir ihtimal olsa da; bunu hedeflemesi halinde stratejik bir yanılgı içinde olduğu realitesini kabul etmek gerekir. Zira Bulgaristan'daki Türkler ve Müslümanlar dinî ve etnik varlıklarına yönelik bir tehdit algıladıklarında şiddete başvurmadan sertleşme eğiliminde olan bir karaktere sahiptir. Tarihte bunun örnekleri sabittir. Söz konusu tehdit algılamasının başladığı düşünüldüğünde, Müslümanların geri adım atmayacağı sonucuna ulaşılabilir.

Bulgaristan'ın uzun vadeli hedefi ise, ülkedeki İslâm toplumu üzerinde nüfuzunu kaybetmiş olan Başmüftülüğü iyiden iyiye zayıflatarak, misyonerlerin efektif çalışmalarıyla Hıristiyanlaştırılmalarını sağlamak ve sorunu kökünden halletmektir. Pomak ve özellikle Roman grupların üzerinde söz konusu çalışmalar sistematik olarak yapılmaktadır.[15] Ancak, Bulgarlar bu noktada stratejik bir hatanın içindirler. Zira Müslümanlar, din alanında transfer olmayı değil; transfer etmeyi seven bir karakterdedir. Ancak, yine de Bulgaristan Müslümanlarının tetikte olmalarında fayda bulunmaktadır.

Başmüftülük krizi, hem Müslümanlar hem de Bulgar Devleti için bir takım riskleri de taşımaktadır. Hâlihazırda Müftülük seçimleri konusunda Bulgaristan Müslümanlarının içinde bulunduğu konjonktür, Batı Trakya Türklerinin durumuna çeşitli açılardan benzemektedir. Bilindiği üzere Batı Trakya Türkleri, Atina Yönetimince atanan müftüyü tanımamakta; onun yerine müftü azınlık tarafından seçilmektedir. Dolayısıyla, 'atanmış' ve 'seçilmiş' olmak üzere iki müftüye sahiptirler. Batı Trakya'da Başmüftülük makamı bulunmamaktadır. 'Çift başlılık' bağlamında, Bulgaristan'daki durum Batı Trakya'ya benzese de, söz konusu model Bulgaristan Türklerine uygun değildir. Zira Yunanistan'daki Türkler ülkenin kuzeydoğusunda yer alan Batı Trakya bölgesinde toplu bir halde yaşamaktadırlar. Bulgaristan'daki Müslümanlar ise, ülkenin güneyindeki Rodoplar ve kuzeydoğudaki Deliorman bölgesi başta olmak üzere, ülkenin pek çok yerinde bulunmaktadırlar. Dolayısıyla Bulgaristan Müslümanları arasında topluca bir arada yaşama durumu yoktur.

Diğer taraftan, ikili bir yönetim mekanizmasının yerleşmesi halinde, Başmüftülük makamının Sofya dışındaki bölgelerde gücü zamanla kaybetmesi kuvvetle muhtemeldir. Zira güncel uluslararası konjonktür de hesaba katıldığında; İslâm'ın ana felsefesinden çıkmış, radikalizm yanlısı bir takım fundamentalist grupların Bulgaristan Müslümanların arasına sızarak, ülkedeki Müslümanların birlik ve beraberliği ile din anlayışlarını bozmaya çalışmaları gibi durumla karşılaşılabilir. Böylesi bir gelişme, genel olarak Bulgaristan'ın aleyhine sonuçlar doğurabilecek potansiyeldedir. Yakın zamana kadar İslam dünyasından bazı grupların Bulgaristan Müslümanları üzerinde bir takım çalışmaları olmuştur.

Genel Değerlendirme

Bulgaristan'da 12 Mayıs 2010 tarihinde Yüksek Mahkeme'nin tesis ettiği karar Başmüftülük seçimleri konusunu yeniden ülke gündemine taşırken; Müslümanlar cephesinde geniş katılımlı protesto eylemlerine de neden olmuştur. Mahkemenin aldığı son karar, Gencev'in işine yaramış ve söz konusu karar Bulgaristan Müslümanlarıyla adeta alay etme niteliği taşımaktadır. Açıkçası, Bulgaristan Müslümanları Başmüftüsünün kim olacağına Sofya'daki herhangi bir yargıç karar verecekse, Müslümanların yaptığı ve Başmüftülük yönetim mekanizmalarının belirlendiği Kongrenin hiçbir anlamı kalmamaktadır. Sorunun temelden çözümü için Başmüftülük onay mekanizmasının değişmesi kaçınılmazdır.

Başmüftülük konusu kısa ve orta vadede Bulgaristan Müslümanlarının gündemini meşgul edecek gibi görünmektedir. Dolayısıyla, ülkedeki Müslümanlar dik duruşları bozulmadan ve dirençleri kırılmadan mücadelelerini demokratik araçlarla sürdürmelidirler.

5 Temmuz 2009'daki parlamento seçimlerinin ardından iktidara gelen GERB Yönetimi, Ocak 2010'a kadar Türk azınlıkla ilgili etnik anlamda sorunlar yaşarken; bu durumun Ankara ile ilişkilere zarar vermesine paralel olarak geri adım atmak zorunda kalmıştı. Mayıs ayında Başmüftülük konusu gündeme gelirken, GERB iktidarı bu sefer geri planda durarak bir takım kazanımlar elde etmek istemekte ve doğrudan Türkiye'nin tepkisine maruz kalmaktan kaçınmaktadır. Ancak, Ankara Yönetimi henüz konuya adapte olabilmiş değildir. Başmüftülük konusuna paralel olarak, ülkedeki Türklerin tütün alımlarına ilişkin protestoları, yaşadığı ekonomik sorunlar ve yurtdışına sessiz göçleri, Hasan Aziz gibi çalışkan bir Türk belediye başkanını hukukî olmaktan çok siyasî nitelik taşıyan soruşturmalarla yıpratma girişimleri gibi bir dizi husus, azınlık sorununa dinî ve ekonomik boyut kazandırmaktadır. Dolayısıyla GERB Yönetimi ateşle oynamaktadırlar.

'Seçilmiş' Başmüftülük Yönetimi Müslüman halktan beklediği desteği bulurken; söz konusu desteğin artarak devam etmesi beklenmektedir. Konuya ilişkin, bir diğer destek ise Türkiye'deki Bulgaristan ve Balkan kökenli derneklerden gelmektedir. Söz konusu derneklerin Başmüftülük meselesini daha baskın bir biçimde işlemeleri önemli olmaktadır. Ayrıca Konfederasyon'un önderliğinde ve Konfederasyon'a üye Federasyonların genel merkezlerinin bulunduğu illerde bilgilendirme toplantılarının ve çeşitli görüş alışverişlerinin yapılması önemli olmaktadır. Bu noktada Türkiye'deki cephenin de birlik ve bütünlük içinde hareket etmeleri elzem olmaktadır. Ayrıca, sorunun ulusal basında daha yüksek sesle dillendirilmesi gerekmektedir.

Bulgaristan, iç hukukunda büyük bir hukuk skandalına imza atarken; uluslararası hukuku her zamanki gibi göz ardı etmektedir. AİHM'nin 2000 yılında aldığı karara ve yapılan tavsiyelere kayıtsız kalan Bulgaristan, 1909 ve 1913 yıllarında Müftülüklerle ilgili olarak imzalanan sözleşme ve protokollerin bakiyesi teamülü hiçe saymaktadır. Bulgar yargısı, kendi Anayasası ile Başmüftülük seçimlerine ruhunu veren Din Yasası'nı çiğnemekte; mevcut olan hukuksal bir boşluğu, art niyetli bir şekilde hukuksal olmaktan çok siyasî bir takım kaygılar ışığında doldurmaya çalışmaktadır.

Başmüftülük meselesi Bulgaristan Müslümanları için özel anlamlar içermektedir. Balkanlar'da etnik ve dinî konular mevzubahis olunca, değişen kimlik profili göz önünde bulundurulduğunda, Bulgaristan Müslümanlarının direnişlerini sertleştirme yoluna gitmeleri beklenmektedir. Ancak, bölgedeki Müslüman Türkleri diğer kavimlerden ayrıştıran en önemli özellik, silaha başvurmaksızın haklarını demokratik yollardan elde etme stratejisini benimsemeleridir. Dolayısıyla, Bulgaristan Müslümanlarının haklarını hukuk mücadeleleriyle elde etmesinde büyük fayda görülmektedir. Bu noktada, Bulgaristan'da tüketilen iç hukuk yollarının ardından meseleyi, Strasbourg'taki AİHM'e taşımak ve Bulgaristan'ı hükmettirmek çok stratejik bir hamle olacaktır.

'Balkanlaşmanın' kader haline geldiği Balkanlar bölgesinde hiç şüphesiz şimdiye kadar en büyük diyeti, bölgedeki Türkler ve Müslümanlar ödemiştir. Rumeli Türklüğünün mahvedilmek istendiği yaklaşık son 200 yıllık süreçte, bölgede halen kendi kimliğimizle bulunuyorsak, bunu hafızamız olan Türkçe ile kalbimiz olan İslâmiyet'e borçlu olduğumuzu unutmamak gerekir. Anadilimiz ve dinimiz beyaz bir güvercinin iki kanadı gibidir. Kanatlardan birinin yara alması veya kopması Rumeli Türklüğü için yeniden kara günlerin başlamasıyla eşdeğerdedir. Dolaysıyla, Bulgaristan Müslümanlarının Başmüftülük seçimleri, böylesine hayatî bir anlam taşımaktadır.



* Kader Özlem, Uluslararası İlişkiler Uzmanı - Balkanlar'da Türk Kültürü Dergisi Editörü, This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it..

[1] Bulgaristan Müslümanları Başmüftüsü Mustafa Hacı Aliş ile tarafımızca yapılan söyleşi için bkz. "Balkanlar'da Türk Kimliği ve İzi Kaybolmayacak", Balkanlar'da Türk Kültürü, Sayı:79, Ocak-Şubat 2010, s. 22.

[2] Söz konusu antlaşmalar için bkz. Bilal N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri, 2. Baskı, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2009, ss.482-487.

[3] Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği (BAL-GÖÇ) Genel Sekreterliği tarafından yapılan 15 Mayıs 2010 tarih ve BA/38 no.lu basın açıklaması için bkz. "Basın Açıklaması: Bulgaristan'da Başmüftülük ile İlgili Yaşanan Gelişmeler", BAL-GÖÇ Resmî İnternet Sitesi, http://www.balgoc.org.tr/2010/duyuru08.html, 3 Temmuz 2010.

[4] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) konuya ilişkin tesis etmiş olduğu, 26 Ekim 2000 tarih ve 30985/96 no.lu karar için bkz. "Case of Hasan and Chaush v. Bulgaria, Judgment, Strasbourg - 26 October 2000", AİHM Resmî İnternet Sitesi,

http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=3&portal=hbkm&action=html&highlight=Bulgaria&sessionid=56353904&skin=hudoc-en, 4 Temmuz 2010.

[5] "Bulgaristan'da Müslümanlar İlgi Bekliyor", Millî Gazete, 19 Haziran 2010.

[6] Ömer Engin Lütem, "Tarihsel Süreç İçinde Bulgaristan Türklerinin Hakları", Balkan Türkleri – Balkanlar'da Türk Varlığı, der. Erhan Türbedar, ASAM Yayınları, Ankara, 2003, s. 47.

[7] "İmamlar yasal haklarını aramak için yürüdü", Zaman Bulgaria, 7 Haziran 2010.

[8] Aynı yer.

[9] Ayhan Demir, "Bulgaristan'da neler Oluyor?", Millî Gazete, 16 Haziran 2010.

[10] "Bulgaristan'da Müslüman Olan Her Yer Gencev'e 'Hayır' Dedi", Kırcaali Haber, 24 Haziran 2010; "Bulgarian Muslims Rise in New Wave of Protests Against Chief Mufti", Novinite-Sofia News Agency, 18 Haziran 2010.

[11] "Bulgaristan'da Başmüftülük Krizi, Zaman,10 Haziran 2010.

[12] "Yöresel Göçmen Dernekleri ve BAL-GÖÇ Arasında İşbirliği Toplantısı", BAL-GÖÇ Resmî İnternet Sitesi, http://balgoc.org.tr/2010/yore/yore.html, 4 Temmuz 2010.

[13] "Basın Bildirisi", Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğü İnternet Sitesi, 2 Haziran 2010, http://www.genmuftibg.net/tr/duyurular/916-2010-06-02-10-47-38.html, 4 Temmuz 2010.

[14] "Memnuniyetsizlik Müslümanları Sokağa Döktü", Kırcaali Haber, 2 Temmuz 2010.

[15] IMIR Başkanı Dr. Antonina Zhelyazkova ile tarafımızca yapılan röportaj, Sofya, 1 Şubat 2010.