Bu sayfayı yazdır

Kıbrıs Müzakereleri Türkiye’ye Kurulan Tuzaktır

Yazan  18 Eylül 2018

Kıbrıs’ta müzakereler bir kez daha başlarsa Güvenlik ve Garantiler başlığından başlar. “İlerleme” açıklaması da ancak Türkiye’nin bu başlıkta pazarlığı kabul etmesi, dahası “tek başına müdahale hakkından” vazgeçmesi durumunda yapılır.

 Çünkü Mehmet Ali Talat’ın müzakereleri devraldığı dönemden bu yana Rum tarafı ve Yunanistan, toprak,mülkiyet, haritalar, yönetim başlıklarında istedikleri her şeyi neredeyse aldılar. Güvenlik ve Garantiler başlığı da bugün değil Annan Planı döneminde pazarlığa açılmıştı. Çünkü diğer tüm konularda hakem müdahalesiyle de olsa uzlaşı sağlanmıştı, son nokta olan Güvenlik konusuna da sıra gelmişti. Bu çerçevede anlaşmanın işleyişinin izlenmesi niyetiyle  asker sayısının kademeli olarak azaltılarak 650’ye indirilmesi, Garantörlük Hakkı’nın devamına gerek olup olmadığına ise belli aralıklara yapılacak konferanslarda karar verilmesi hükümleri kayıt altına alınmıştı. Annan Planı reddedildiğinde Türk tarafı, bu anlaşmadaki “Her şey hakkında uzlaşı sağlanana dek hiçbir konuda uzlaşı sağlanmış sayılamaz” hükmün işlemesini bekledi. Ama bu olmadı. Aksine Türk tarafının kabul ettiği her türlü esneklik, mecburiyeti haline geldi; Rum tarafı ise daha önce kabul ettiklerini yeniden kabul etmek için yeni tavizler ve geri adımlar istedi. Rum tarafı, açık bir şekilde Annan Planı’ndaki kazanımlarını arttırmak ve kayıp olarak gördükleri eksikleri gidermek için müzakere yaptı. Türk tarafı ise müzakereleri yürütmeye mecbur tarafmış gibi davranarak, Rumları masada tutabilmek adına ince detaylar ve ana konularda Rumların tüm istediklerini karşıladı. Bugün gelinen noktada Güvenlik ve Garantiler meselesi, müzakerelerin ön şartı halini aldı. Birkaç güne iyi niyet göstergesi olarak Maraş’ın müzakere öncesi iadesi de gündeme gelirse şaşırmamalı.

Kıbrıs’ta müzakerelerin yeniden başlatılmasının hazırlıkları bir süredir devam ediyor. Kamuoyları yoklanıyor. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, 30 Nisan 2018’de belge niteliği taşımayan Guterres’in önerilerini zemin alan bir girişimi desteklediğini açıklamıştı. (Nereden Çıktı Bu Guterres Belgesi?) Müzakereleri niye yeniden başlatma gereği duyduğu ayrı bir konu. KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın stratejik zemin yapmak istediği belge, Ada’da kalacak asker sayısını belirlemeyi sonraya bırakıyor ama tek taraflı müdahale hakkına artık gerek kalmadığını söylüyor. Akıncı, bu açıklamayı, KKTC Hükümetinin ve Meclisi’nin bilgisi dışında yapmıştı, tepki gördü. Türkiye Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hami Aksoy da bunu reddetmiş,  "Rum tarafında esaslı bir zihniyet değişikliği olmadığı sürece biz aynı oyunu oynamaya niyetli değiliz. Rumların zihniyetiyle bir federal çözüme ulaşılamaz. Artık yeni bir yol denenmesi gerektiğini düşünüyoruz." demişti. Akıncı’nın açıklaması, Çavuşoğlu’nun iki ayrı devlet modelinden bahsetmesi ve bunun Kıbrıs Türklerinde heyecan yaratması üzerine gelmişti. Nitekim, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 21 Nisan 2018’de Akıncı ve siyasi parti liderleriyle gerçekleştirdiği toplantıda “konfederasyon ya da iki ayrı devlet modeli üzerinde durulması önerisi”nde bulunduğu basına sızmıştı. Yani yeni bir yol denenmesi girişimi Akıncı’nın Guterres Belgesi önerisi ile baltalanmıştı.

Dün de (17 Eylül 2018) Yunanistan Dışişleri Bakanı Kocias, müzakerelerin yeniden başlayacağını ve masada Güvenlik ve Garantiler konusunun olduğunu, bunu BM Genel Sekreteri’nin de İsviçre’deki müzakerelerde kabul ettiğini ve bu nedenle öncekine nazaran çok daha iyi bir pozisyondan başlayacaklarını söyledi. Kastettiği yine Guterres’in önerileriydi. Bahsettiğimiz öneri ise 30 Haziran 2017’de BM Genel Sekreteri Guterres’in taraflara verdiği ödevleri içeren gayri resmi, “non-paper” idi. Yani yeni bir müzakerenin çerçevesi olabilir diye kaleme alınmış bir belge söz konusu değil. Ama bu hamleler sonuç getirecektir. Eylül sonunda BM Genel Sekreteri Guterres liderlerle buluşacak ve muhtemelen müzakerelerin devamı kararını açıklayacak.

Etkin ve Fiili Garantörlük Bütündür, Bölünemez

Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin zaten müzakerelerden muradı Türkiye’nin etkin ve fiili Garantörlüğünü ortadan kaldıran ya da işlemez kılan bir plana ulaşmak. Çünkü diğer her türlü ayrıntı Türkiye’nin etkisinin olmadığı bir ortamda kolayca çözülebilir, keza toprak, mülkiyet, yönetim başlıkları da Rum tarafının isteklerine uygun bir çerçevede şekillendi. Güvenlik ve Garantiler başlığı, Garanti ve İttifak Anlaşmaları ile ilgili. Garanti ve İttifak Anlaşmaları birbirinin ayrılmaz parçasıdır. Kağıt üzerinde kalmış, hukuken var olan ancak harekete geçme kabiliyeti tanımayan bir sistem güvence oluşturamaz. İttifak Anlaşması Ada’da asker bulundurma hakkı tanır ve Garantörlüğün fiili bir Garantörlük olmasını sağlar. Garanti Anlaşması’nda yer alan “tek yanlı müdahale hakkı” da Garantörlüğün etkin bir güvence sağlamasının teminatıdır. Rum tarafının bu husustaki talebi Garanti ve İttifak Anlaşması’nın iptalidir ancak gerçekte elde etmeyi umduğu Ada’da asker kalmaması ve “tek taraflı müdahale hakkı”na ilişkin düzenlemenin ortadan kaldırılmasıdır. Dolayısıyla kağıt üzerinde kalacak bir Garanti Anlaşması’na itiraz etmeyecektir.

Son müzakere sürecinde Türk tarafının üç önerisi gündeme gelmişti:

1-Türkiye’nin sadece Türklerin yaşadığı yerlerde geçerli olacak Garantörlük Hakkı’nın olması,

2- Garantörlük yerine Türkiye, Yunanistan, İngiltere’den oluşan çok uluslu gücün konuşlanması,

3- Garantörlük Hakkı’nın süreli olarak (15 yıl) devamının yeni planda yer alması.

Bunlara ek olarak Yunan Tae Nea gazetesi de Türkiye’nin Ada’da İngiltere gibi bir askeri üs kurmak istediğini yazmıştı.

Türk tarafı bu önerileri, anlaşmada gereken ilerlemenin sağlanamadığının farkında olmasına rağmen Rum tarafının masada kalmasını sağlamak için getirmiş olmalı. Bunların hiç biri Garanti ve İttifak Anlaşması’nın ikamesi değildir, olamaz. (Kıbrıs'ta Güvenlik ve Garantiler) Uluslararası anlaşma olması nedeniyle uluslararası hukuk güvencesinde olan Garanti ve İttifak Anlaşmaları üzerinde oynanmasını bir kez kabul ettiğinde Türkiye, bu güvenceyi kaybedecektir. Bilinmelidir ki Türkiye’nin bu hakkı ve haklı pozisyonu, Kıbrıslı Türklerin (ve Rumların da) güvenliği bakımından olduğu kadar doğrudan Doğu Akdeniz dengeleri bakımından da önemlidir. Bu dengeler başta Türkiye’nin güvenliği ve aynı zamanda ekonomik çıkarları ve en önemlisi de deniz egemenlik haklarıyla ilgilidir. Diğer Garantör ülkelerin çekilmesi de dahil olmak üzere hiçbir baskı ya da pazarlık Türkiye istemediği/kabul etmediği müddetçe Türkiye’nin 1960 Garanti ve İttifak Anlaşmaları’ndan doğan haklarında bir değişiklik yaratmayacaktır.

Olası Yanıltma Yöntemleri

Müzakerelerin yeniden başlatılacağı anlaşılıyor. Bu süreçte 1960 Garanti ve İttifak Anlaşmalarının sağladığı etkin (müdahale hakkı) ve fiilî (sürekli askeri birlik konuşlandırma yetkisi) hak ve yetkileri tartışmaya açacak her türlü girişime dikkat kesilmek gerekir. İçerikte yapılacak her türlü değişim, ilk anlaşmanın güvence niteliğini kaybetmesine sebep olacaktır. Kıbrıslı Türklerin garanti ve güvenlik şemsiyesinin işlevsizleşmesi kadar kısa sürede Kıbrıs’ın Türkiye için tehdit ve tehlike üreten bir merkez halini alması da kaçınılmazdır. Girit’in önce Türksüzleştirildiği ve ardından S-300 füzelerine ev sahibi yapıldığı unutulmamalıdır.

Öte yandan örneğin süreli Garantörlük Hakkı ve kademeli asker çekme gibi  hususların bir kısmı Annan Planı’nda da vardı zaten yanılgısına düşülmemeli. Çünkü kötü bir anlaşmaydı ama verilen tavizlerin bir karşılığı vardı. Sonraki süreçte, özellikle Akıncı döneminde Türk tarafının göreceli edinimleri kaybedildi. Akıncı, en son harita ve Güzelyurt’u karşılığında hiçbir şey alamadan vererek Türk halkının kaybını katmerlendirdi.

Bir diğer yanılgı da zamanlamayla ilgilidir. Sıranın Güvenlik ve Garantiler başlığına gelebilmesi için kalıcı, sürdürülebilir ve adil bir anlaşma sağlanmış olması gerekir. Crans Montana sürecindeki son haliyle plan kalıcı, sürdürülebilir ve adil değildi. Garantörlük Hakkı zaten böyle dönemler için gereklidir. Türkiye, ortaya çıkacak yeni devletin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini, federal anayasa düzenini, iki kesimliliği (anlaşmada zaten ortadan kaldırılmıştır), federe devletlerin kurucu ortak statüsünü (varlığı tartışmalıdır) garanti etmeyi sürdürmek zorundadır. Adil ve kalıcı bir barış planının oluşması durumunda ise askerin kademeli geri çekilişi ve 1960 İttifak Anlaşması’nda öngörülen Türkiye için 650, Yunanistan için 950 seviyesine indirilmesi düzenlenebilir. Garantörlüğün sulandırılması ya da kaldırılması, kalıcı ve adil bir planın oluşturulmasına da engel olacaktır. Rumlar diğer aksaklıkları konuşmaya yanaşmayacaktır.

Kaldı ki Türk tarafı müzakerelere muhtaç ve sürecin ezik tarafı rolünden de sıyrılmalıdır. Rum tarafında gerçekten de hiçbir değişiklik esaslı bir zihniyet değişimi olmamıştır. Kıbrıs Rum tarafından güven arttırıcı önlemler alması istenmelidir. Bunların başında Rum parlamentosunda 1967’de kabul edilen Enosis kararının ve Akritas Planı’nın aynı parlamentoda kınanması, EOKA A ve EOKA B’nin Ada’da yarattığı kaos ortamı ve gerçekleştirdiği tüm katliamlar için Rum ve Türk halklarından özür dilemesi,  mağdurlara veya yakınlarına –örneğin- daha önce Ortega Raporu ile tespit edilmiş esaslar üzerinden gerekli tazminatları ödemesi ve hayatta olan sorumlularına dönük bir yargılama faaliyeti başlatması istenmelidir.

Bugün kurulacak bir masa, Türkiye ve Kıbrıs Türkü için düne göre daha fazla zarar doğuracaktır. Türkiye’nin enerjisinin çok fazla bölündüğü, müttefik ilişkilerinin iç yüzünün ortaya serildiği, AB’nin açıkça taraf olduğu, ABD’nin Yunanistan’ı Doğu Akdeniz’in jandarması ilan ettiği bir ortamda masanın kurulmasına izin verilmesi söz konusu olamaz. Crans Montana Zirvesi çöktüğü zaman Türkiye Dışişleri Bakanı’nın bundan böyle BM parametrelerini zemin kabul etmeyecekleri açıklaması haklı, hukuka uygun, onurlu ve yerinde bir tavırdı, bu yaklaşımın korunması gerekir.

Gözde Kılıç Yaşın

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı