Bu sayfayı yazdır

KKTC’de Yarış Zamanı; Müzakerelerin Hız Vakti

Yazan  15 Mart 2010

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 18 Nisan 2010 tarihinde yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça tansiyon da artıyor. Seçimlere bağlantılı olarak iki konu ön plana çıkıyor. İlki seçimlerde kimlerin aday olacağı, hangi güçlerin hangi adayı desteklediği ve seçim sonuçlarının müzakere sürecine etkileri çerçevesinde ortaya atılan iddialar, beklentiler, spekülasyonlar ve yorumlarla ilgili. Ön plana çıkan ikinci konu ise 2005 seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan ve 2010 seçimlerinde de aday olan Mehmet Ali Talat’ın müzakereleri en son hangi noktaya getireceği ile ilgilidir.

Mehmet Ali Talat’ın seçim çalışmalarında da kullanacağı bir argüman oluşturması bakımından müzakerelerin geldiği aşamayı açıklaması ve hiç değilse kendi tabanının “çözüm” beklentisine yaptığı katkıları ortaya koyması gerekecektir. Nitekim seçimler nedeniyle müzakerelere ara verileceği ancak 30 Mart 2010 tarihine dek de görüşmelerin devam edeceği açıklanmıştı. Dolayısıyla Kıbrıs Adası’ndaki bölünmüşlük sorununa çözüm bulmak amacıyla gerçekleştirilen müzakere sürecinin ulaştığı aşamanın somut bir şekilde ortaya konulması bekleniyor. Bu da görüşme sürecinde gelinen noktada varılan uzlaşı noktalarının Rum Lider Dimitris Hristofias ve Talat’ın ortak bir basın açıklaması ile duyurması anlamına geliyor. Büyük bir ihtimalle yapılan açıklama bir “mutabakat metni” adını alacaktır. İsmi ne olursa olsun, Şubat 2008’de başlayan görüşme kararlılığı ve Eylül 2008’de resmi olarak başlayan görüşmeler bütünün tarafları ulaştırdığı uzlaşı noktaları ilk kez açıklık kazanacak ve mutlaka yapılan açıklamaya bir ciddiyet yüklenecektir. Bu anlamda söz konusu açıklamaların “bağlayıcılığı”ndan da bahsedilecek ancak muhtemeledir ki Hristofyas “ara anlaşma” olarak adlandırılmasını kabul etmeyecektir.

Hristofyas’ın böylesi bir formülü seçimlerde Talat’a destek vermek adına kabul edeceği düşünülebilir. Nitekim 19 Nisan 2009 parlamento seçimlerinde de Talat’ın eski partisi olan CTP’ye destek vermek adına, önceki açıklamaları ile çelişir biçimde, müzakere sürecini olumlayan açıklamalar yapmıştı. Ancak bu kez “Görüşmelerin olumlu gittiği” ya da “İlerleme sağlandığı” açıklamaları haliyle yeterli olmayacaktır. Ortak bir basın açıklaması ile varılan aşamayı detaylandırmak için ise önce Hristofyas’ın halkı temsil eden parti liderlerinden destek ve Rum Ulusal Konseyi’nden onay alması gerekecektir. Nitekim Hristofyas müzakere sürecinin tüm aşamalarını, hatta gizli kalması gereken öneri ve yorumları, Ulusal Konsey’in görüşüne sunmuş ve bu şekilde masada Rum toplumunun temsilcisi olarak oturmuştur. Hristofyas’ın desteğini almak istediği DİKO’nun (Demokratik Parti) yayın organı olarak bilinen Fileleftheros’un yorumuna bakılırsa verilecek destek, “Talat’ın Kıbrıs Rum tarafınca kabul edilebilecek tezler sunması”[1] ile mümkün olacaktır. 30 Mart’ta iki liderin bir ortak açıklama yapacağı kesin ancak açıklamanın ciddiyeti ve müzakere sürecinde önemli bir kilometre taşı olması, Hristofyas’ın kendi ülkesindeki karar vericileri ikna edebilmesine bağlı.

Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça müzakerelerde ve gerek Rumları masada tutma gerekse Rumların görüşmelerde ilerleme kaydedildiğini söyleyebilecekleri bir ortam yaratma çalışmaları da hız kazanıyor.

Seçimlere Türkiye Etkisi

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Türkiye’nin Kıbrıs politikasının da bir kez daha tartışılmasına sebep oldu. Nitekim seçimler için adaylıklarını açıklayan isimler hakkında yapılan yorumlar da hep bu adayların Türkiye’deki hükümetle ilişkileri, aldıkları ya da alacakları varsayılan açık ve gizli destekler çerçevesinde gelişiyor. Hangi adayların Türkiye’den icazet aldığı, hangi adayların iktidar partisi AKP’ye yakın şirketlerle seçim çalışmasına girdiği, hangi adayların geçmişte Türkiye’deki hangi liderlerle çatıştığı ya da uzlaştığı gibi konular KKTC basınının ve dolayısıyla Kıbrıs Türkü’nün öncelikli gündemini oluşturuyor. Adayların Türkiye’deki karar alıcılarla ilişkisine atfedilen önem ise tamamen Kıbrıs Türkü’nün ve KKTC’nin kaderini belirleyecek gücün Türkiye olduğuna inanılması ile ilgili.

KKTC’de 18 Nisan’da yapılacak seçimler için yedisi bağımsız sekiz kişi aday oldu. Yüksek Seçim Kurulu’ndan yapılan açıklamaya göre adaylar şöyledir: Mustafa Kemal Tümkan, Dr. Derviş Eroğlu, Arif Salih Kırdağ, Mehmet Ali Talat, Zeki Beşiktepeli, Ayhan Kaymak, Serap Tezcan, Tahsin Ertuğruloğlu. Aynı açıklamaya göre, adaylardan ikisi için yasal süre içerisinde itiraz geldi ve itirazlara ilişkin inceleme 18 Mart’ta sonuçlandırılacak ve kesin liste 21 Mart’ta açıklanacak. Sekiz aday olmasına rağmen seçim yarışı üç aday arasında gerçekleşecek gibi görünüyor: Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Başbakan Derviş Eroğlu ve Tahsin Ertuğruloğlu. Kimilerine göre asıl yarış Talat ve Eroğlu arasındadır. Ancak sanki bundan önce Ertuğruloğlu ile Eroğlu arasında başka bir yarış yaşanacaktır. Tahsin Ertuğruloğlu’nun adaylığı, Türkiye’den seçimlere yapılan etki ya da “Türkiye’nin planı” söylemlerine yeni iddiaları da ekledi.

Seçimlere dönük en fazla gündeme getirilen iddia, Türkiye’nin Talat’a “bir kez daha Cumhurbaşkanlığı makamını hediye edeceği” şeklindedir. Türkiye’nin -ya da Kıbrıslı Türklere göre AKP’nin- Talat’ın adaylığını desteklemesi, müzakere sürecinin “bir adım önde olma” prensibi ile hızlı ve yapıcı bir şekilde yürütülmesi ve Talat’ın “çözüm=birleşmek” perspektifinin kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Talat’a Türkiye’den verilecek destek, gerekiyorsa Rum koşullarının kabul edilmesi ya da mümkün olduğunca bu hedeflere yaklaşılması ve her halükarda birleşik bir Kıbrıs yaratılması hedefine odaklanılması olarak algılanmaktadır. Böylesi bir ihtimal, iki ayrı devlet formülünün de bir çözüm seçeneği olduğuna inananlar açısından “Türkiye’nin kendilerini terk ettiği” ya da “şaşırtıcı değil ancak kabul edilemez” olarak görülüyor. Birleşmek dışında bir seçenek olmadığı görüşündekilerin bir kısmı açısından ise[2] Talat, Ankara ile yakınlığı ve her adımında icazet alması bakımından diğer adaylardan farklı değildir ve Türkiye’nin oyununu oynamakla temel hedefin dışına çıkmıştır. Dolayısıyla Talat’ın bir dönem daha Cumhurbaşkanlığı yapmasına sıcak bakanlar açısından siyasi yelpazenin sağ kanadında aşırı; sol kanadında ise kısmi ama önemli bir daralma var. Nitekim yapılan tüm anket çalışmalarında Talat, Eroğlu’nun çok gerisinde görünüyor. Bu nedenle de seçim günü yaklaştıkça Türkiye’den yapılan gizli desteğin yoğunlaşacağı ve hatta Türkiye’nin Talat’ı bir kez daha iktidara getirmekle kalmayıp KKTC’deki siyasi yapıyı yeniden şekillendirmek üzere UBP’yi hükümetten düşürecek önlemler alacağı da söz konusu iddianın sonucuna ilişkin ön plana çıkan bir versiyondur. Buna göre, parlamento seçimlerini ezici bir güçle kazanan UBP’nin sonu, ekonomik sorunlarla baş edememesi ve maaşları ödeyemediği gibi bütçeyi de denkleştirememesi ile gelecektir. Diğer ve üzerinde çokça durulan ihtimal de UBP’nin içerisinden yeni partilerin çıkarılmasıdır. Bu iddianın her türlü versiyonu, Talat’ın ikinci bir dönem daha koltukta kalacağına ilişkindir.

İmza Şahinlere Attırılır

Ön plana çıkan diğer bir senaryo ise “Güvercinler imzalayamaz, imzalar şahinlere attırılır[3] şeklinde özetleniyor. Bu söylemde de ön plana çıkan yine Türkiye ve Türkiye’nin Kıbrıslı Türklerin kaderini belirleyecek güç olma rolüdür. Söz konusu senaryoya göre, Türkiye Hükümeti’ne göre Talat misyonunu tamamlamıştır ve müzakere sürecinde sorun çıkarmama sözü veren Eroğlu süreci bir anlaşma ile taçlandırabilir. Buna göre, Eroğlu’nun imzalayacağı bir anlaşma, Kıbrıs Türklerinin çoğunluğunun referandumda “evet” yönünde oy kullanmasını sağlayacaktır. Yaklaşık olarak halkın yüzde 10’unu oluşturan birleşme taraftarlarının zaten itiraz etmeyeceği bu anlaşmaya, UBP tabanı da Eroğlu’na duydukları güven nedeniyle itiraz etmeyecekler. Bu senaryonun sonucuna ilişkin versiyonlarından biri, Rumların referandumda zaten kabul etmeyeceği kesin olan anlaşmayı Türk tarafının kabul etmesinin Dünya’ya verilecek bir mesaj olacağı şeklindedir. Dolayısıyla Türkiye’nin müzakere sürecinin hızlı ve gerekiyorsa tavizli yürütülmesindeki temel amacının uzun vadede KKTC için “Tayvan Modeli”ni gündeme getirmek olduğu iddia edilmektedir. Ancak tam bu noktada, aynı yöntemin 2004 referandumu öncesinde de denendiğini ve aşama aşama bu hedefe uygun sonuçların alındığını ancak uzun vadeli stratejiye uygun girişimlerin yapılmadığını hatırlatmak gerekir. “İmza şahinlere attırılır” senaryosunun sonuca ilişkin ikinci versiyonu ise ilk senaryonun sonuçları ile birebir örtüşen ve karamsar olan yaklaşımdır.

Tahsin Ertuğruloğlu’nun adaylığı ile bu senaryolara bir yenisi eklendi. Aslında özetle Talat’ın gizli bir destekle iktidara getirileceği senaryosunu güçlendiren bir yaklaşım söz konusu. Buna göre Ertuğruloğlu’nun adaylığı, Eroğlu’na gideceği kesin olan sağ, milliyetçi oyların bölünmesi ve sandıktan Talat’ın çıkmasına yarayacak bir projedir. Bu görüşe dayanak yapılan gelişme ise Ertuğruloğlu’nun adaylığını Ankara’da gerçekleştirdiği temaslar sonrasında açıklamış olmasıdır.[4] Eroğlu’nun seçimlerin açık ara lideri göründüğü anket çalışmalarını dikkate alan bir yorumla Ertuğruloğlu’nun üçüncü güçlü yarışmacı olmaktan ziyade Talat karşısında Eroğlu’nun gücünü zayıflatacak bir yarışmacı olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Bir anlamda Eroğlu’nun önce Ertuğruloğlu ile sonra Talat’la yarışmaya zorlandığı bir seçim gündemi söz konusu olabilir. Ne var ki, 2008 sonunda yapılan ve Eroğlu’nun Genel Başkan seçildiği UBP Kurultay’ındaki seçim sonuçları da halkın eğiliminin ölçülmesinde önemli bir veridir.[5] Son dönemde yapılan bir seçim anketi Ertuğruloğlu’nu yüzde 3 oy oranı ile üçüncü sırada gösterirken siyasi analistler, Ertuğruloğlu’nun yüzde 7 civarında oy alabileceğini bildiriyorlar.[6] Dolayısıyla Kıbrıs Türklerinin bu konudaki genel algısı da kuvvetleniyor: “Ertuğruloğlu’nun adaylığı, Eroğlu’nun gücünü kırmak için projelendirilmiştir.”  

Kazanana Oynamak

Türkiye’deki yetkililerin her fırsatta belirleyici olanın Kıbrıs Türkünün iradesi olduğu, bu iradeye saygı duyulduğu ve Ankara’nın tüm adaylara eşit uzaklıkta olduğu yönündeki açıklamalar iddia ve senaryoların üretilmesini engellemiyor. 2004 Annan Referandumu sırasında yapılan açıklamalar, gizli ve açık destekler; 2005’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Talat’a verilen açık destek ve Denktaş etkisinin Ada’dan silinmesi girişimleri, müzakere sürecinde Talat’ın desteklendiği yönündeki açıklamalar birer delil olarak gösterilerek 2010 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de perde arkasından müdahaleler olacağı yorumları üretilmektedir. Aslında seçimlere ilişkin üretilmiş tüm senaryolar Türkiye’nin KKTC’deki etkisini, Ada’daki fili bölünmüşlüğü sona erdirmek ve Türkleri Rum tarafıyla birleşmeye zorlayacak şekilde kullanacağı sonucuyla bitiyor. Bu çerçevede Kıbrıs Türklerinin, Türkiye algısının son yıllarda ciddi biçimde değiştiği ve kendilerini Rumlarla birleşmeye zorlayıcı tedbirler alındığı inancının yerleştiği gözlemleniyor.

Türkiye’nin KKTC iç siyasetine etki ve müdahalesinin CTP gibi birleşme taraftarı parti ve bu partilerin tabanında Türkiye’nin tamamen reddedilmesi ve “ne paranı ne askerini ne memurunu” söylem ve propagandalarıyla  ülkeyi terk etmeye çağrıldığı  hatırlanacaktır.[7] Milliyetçi diyebileceğimiz siyasi yelpazenin merkez ve sağ kanadında yer alan kesimde de Türkiye’nin müdahalelerinin konuşulduğunu, bunun kendi iradelerini sakatladığının dile getirildiğini, sonucu Türkiye’nin belirlediği inancının yerleşmiş olduğunu gözlemleniyor. Ne var ki sol kesimden farklı olarak[8] bunu bir nevi “kader” olarak algılandığı ve daha çok sonuçları tahmin etmek için gözlem yapıldığı da dikkati çekiyor. Buradaki en büyük etken bu kesimin Türkiye’ye olan bağlılığı olsa gerek. Yine de KKTC’deki seçim süreçlerinin Türkiye’nin müdahalelerine karşı verilen  bir mücadele halini aldığı da gerçeğin bir diğer çarpıcı yönüdür.  Milliyetçi sağ ve merkez kesimde[9] Türkiye’nin Talat’ın seçilmesi yönünde destek ve zorlama yapacağı inancı olmakla birlikte Türkiye’ye bir küskünlük beslenmemesindeki yegane sebep bunun Ankara’ya AB ve ABD’nin dikte ettirdiğine inanılmasıdır. Nitekim ABD Başkanı Barack Obma’Nın Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu’ya “Talat’ın seçimi kazanması için yardım edin ce 30 Mart’ta ortak açıklama yapılması için Hristofyas üzerindeki nüfuzunuzu kullanın” yönünde direktif verdiğinin Rum basınında yer alması dadış etkenlerin varlığına yeni bir delil olarak algılanmıştır. Türkiye Başbakanı Tayip Erdoğan’ın İngiltere’de 17 Mart 2010’da İngiltere Başbakanı Gordon Brown ile gerçekleştirdiği görüşme sonrası yapılan basın açıklaması[10] ve BM genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un yine 17 Mart’taki “Ümidimiz iki liderin ortak açıklama yapmasıdır”[11] şeklindeki açıklaması da benzer şekilde değerlendirilmiştir. Yani Türkiye’nin dış ilişkilerini sorunsuz yürütebilmesi ve AB üyeliği hedefini sürdürebilmesi için AB ve ABD’nin yönlendirmesine uygun hareket etmesi gerektiği düşünülmekte ve kimilerince Türkiye’den gelen yönlendirmelere uymamak Türkiye’yi de bu baskıdan kurtarmanın yegane yoludur.    

Aslında görüldüğü kadarıyla Türkiye KKTC’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğrudan bir müdahalede bulunmamakta, herhangi bir adaya işaret etmemektedir. Yönlendirmenin perde arkasından yapılacağı düşüncesinin temel sebebi, adayların yoğunlaşan Ankara ziyaretleri, AKP’ye yakın kimi firma ve şirketlerden[12] seçim çalışmalarına destek alınması ve ÖRP’nin kuruluş hikayesi[13] ve Denktaş’ın siyasi arenadan silinmesine dönük geçmiş iddialardır. Ancak bu seçimler için geçerliliği tartışmasız olan tek bir sonuç var: Seçimleri kim kazanırsa kazansın müzakere süreci önceden belirlenen şablonla devam edecektir. Seçim yarışının başladığı şu günlerde hiçbir adayın müzakere sürecine ilişkin “aykırı” açıklama yapmamasının temel sebebi de bu olsa gerek. Dolayısıyla Türkiye seçimlere dönük açık bir tutum belirlememiştir ancak seçim sonrasındaki gelişmeler ajandalara çok önceden yazılmıştır. ABD’nin yönetim sistemi olarak dile getirilen “Her ata oynar, kazanan onundur” söylemini belki Türkiye’nin KKTC’deki seçimlere dönük stratejisi için dile getirmek yerinde olacaktır. Dolayısıyla seçimleri kim kazanırsa kazansın, müzakere süreci önceden belirlenen takvimle devam edecektir.

 



[1]“Talat ile Hristofyas tarafından ortak bir açıklama yapılmasının zorlukları” Volkan Gazetesi, 15 Mart 2010

[2]Cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylık başvurusunda bulunan BKP partisinden Zeki Beşiktepeli, Talat’ı “Ankara güdümlü aday” olarak değerlendirerek BKP ve CTP’nin “Ankara güdümlü adayları” desteklediğini, kendisinin bu nedenle “Yasemin Hareketi” ile hareket edeceğini açıklamıştır. “Kıbrıslı Türklerin Adayıyım”, Star Kıbrıs, 13 Mart 2010 Beşiktepeli’nin, adaylık başvurusunda bulunduğu “Cumhurbaşkanlığı” makamını “toplum lideri, görüşmeci lider” olarak tanımlaması ise ayrıca ilginçtir.

[3]Mete Tümerkan, Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine Doğru Sivri Senaryolar”, Kıbrıs Postası, 6 Mart 2010

[4]Burada Turgay Avcı’nın da aynı şekildeki irtibatlar sonrasında ÖRP partisini kurmasına yapılan atıf söz konusudur. UBP ve DP’den ayrılan milletvekilleri ile kurulan ÖRP’nin AKP’nin müdahalesiyle kurularak derhal hükümet ortağı yapıldığı iddiaları, Ertuğruloğlu’nun adaylığı ile bir kez daha canlanmıştır.  ÖRP, katı ve birleşme karşıtı duran yani geçerli tabirle “statükocu” partilerden doğan ancak solun “reform ve değişim” oyununu da oynayabilecek bir parti olarak kurgulanmıştır. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Gözde Kılıç Yaşın, Müzakerelerin Ortasında KKTC’de Erken Referandum”, 2023 ; Gözde Kılıç Yaşın, “Kıbrıs’ta Bir Rüya Sona mı Eriyor?”, 2023, Y. 8, S. 96,

[5] UBP’nin 17. Kurultayında Derviş Eroğlu 748; Tahsin Ertuğruloğlu 448 oy almıştır. Kurultay sonuçlarına ilişkin olarak Tahsin Ertuğruloğlu taraftarlarının eleştirisi, Kurultay öncesinde Ertuğruloğlu’nu destekleyenlerin engellendiği şeklindedir. Ancak belki ayrıntı olarak verilmesinde fayda vardır ki; KKTC Turizm, Çevre ve Kültür Bakanı Hazma Ersan Saner, Kurultay döneminde açıkça Tahsin Ertuğruloğlu’nu destekleyen isimlerden biriydi ve bu desteği bakan yapılmasını engellemedi. Öte yandan, Ertuğuloğlu’nu destekleyenlerin bir diğer iddiası ise UBP’nin zaten yüzde 40 oy oranına ulaştığı ve seçimlerden birinci parti olarak çıkacağının kesin olduğu daha önce partiden ayrılan Eroğlu’nun “zafer kokusunu” alarak partinin başına geçmek istediği şeklindedir. Bu konuda Prof. Dr. Ata Atun’un dönem gelişmelerini hatırlatan açıklaması konuyu aydınlatıyor: “Kamuoyu yoklamalarında UBP’nin yüzde 40’lara ulaştığı doğrudur. Ancak parti bölünme tehlikesi geçiriyordu. Genel başkanlık için üç aday vardı: İrsen Küçük, Tahsin Ertuğruloğlu ve Hüseyin Özgürgün. Partide üç grup oluşmuştu. Eroğlu Haziran’da partiyi toparlama kararı verdi ve önce Küçük’ü ikna etti, ardından Özgürgün’ü. Bu şekilde partiyi toparlamayı başardı ve oyların üçte ikisini aldı. Aksi takdirde parti üç eşit parçaya bölünüyordu” (Ata Atun’la 15 Mart 2010 tarihinde gerçekleştirilen mülakattan.)

[6]Yine de unutmamalı ki, Ertuğruloğlu seçim yarışına yeni başladı ve Serdar Denktaş’ın partisi DP (Demokrat Parti) ve Turgay Avcı’nın partisi ÖRP’nin (Özgürlük ve Reform Partisi) desteğini alması ve UBP’den kendine yakın isimlerin kendisi ile birlikte hareket etmesini sağlaması dengeleri değiştirebilir. Gelişmeler de böylesi bir ihtimali kuvvetlendirmektedir. Bu konuda ayrıca bkz. Emine Sütçü, “Sessiz Çoğunluk Belirleyici Olacak”, Kıbrıs Postası, 13 Mart 2010

[7]Aynı çevrenin bugün Mehmet Ali Talat’ı eleştirmesinin temel sebebi de bu söylemlerin sahibi bir lider olarak “Türkiye ile işbirliğine girmiş” olması ve “reçeteleri Türkiye ile birlikte uyum içerisinde hazırlıyor” olmasıdır. Eleştirilerin bir kısmı da “birleşme hedefine Türkiye’nin AB üyeliğini kolaylaştırıcı ya da Türkiye’nin çıkarlarını koruyucu kimi hedefleri eklemesi” ile ilgilidir. CTP’nin uğradığı oy kaybında -özellikle kendi tabanındaki erimede de-  yine “na paranı ne askerini” söyleminden uzaklaşarak Türkiye ile ilişkilerini yakın tutma gayreti göstermesi bulunmaktadır.

[8] Bu konuda “Yunanistan’ın Kıbrıs Cumhuriyeti’nin içişlerine karıştığı kadar Ankara’da sanırım kayıtsız kalmayacak bir zorunluluğa sahip” dedikten sonra Ankara’nın 19 Nisan 2009 KKTC yerel seçimlerine karışmasının önceki dönemlerde yapılan müdahaleden farklı bir yöntem olmayacağını vurgulayan ve sol kesimden yazılmış bir makale için bkz. Ozan Ceyhun, “29 Mart bitti, 19 Nisan’a Ankara karışmasın diyenler ne kadar samimi?”, Kıbrıs Postası, 2 Nisan 2009

[9]Bu kesim yaklaşık olarak KKTC halkının yüzde 80’ini oluşturmaktadır.

[10] “Kıbrıs Konusunda Önemli İlerlemeler Kaydedildi”, Kıbrıs Postası, 17 Mart 2010

[11] “Ban: Ümidimiz iki liderin ortak açıklama yapmasıdır”, Kıbrıs Postası, 17 Mart 2010

[12] Talat’ın seçim yayınlarını “AKP hükümetine yakınlığı ile bilinen Cihan Haber Ajansı’nın” yapacağına ilişkin yorum için bkz.  Levent Özadam “Taraf Olan Gidip Siyaset Yapsın”, Havadis, 15 Mart 2010

[13] Doğrusu ÖRP’nin halkı peşinden sürükleyen bir parti olamaması ve ancak seçim barajını geçebilecek oranda oy alabilmesi de, Ankara’nın herhangi bir adayı açıktan desteklemeyi tercih etmeyeceğini göstermektedir.

 

Gözde Kılıç Yaşın

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı