Bu sayfayı yazdır

Yaklaşan Kıbrıs Müzakerelerine Düşünceler ve Öneriler

Yazan  01 Mart 2021

Son günlerde tüm uluslararası camianın gözü, önümüzdeki haftalarda Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde, garantör ülkelerinde katılımıyla gerçekleşmesi beklenen Kıbrıs konusunda yürütülen 5 + 1 (BM) müzakere toplantısına çevrildi.

BM'nin öncülüğünde geçmiş yıllarda yapılan onlarca başarısız uzlaşma girişimleri veya müzakere görüşmeleri akla geldiğinde, Mart ayında yeniden başlayacağı duyurulan görüşmelerin adada belki çözüm için her iki taraf açısından yeni bir umut doğuracağı düşünülmektedir.

KKTC yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri hitamında, Ekim 2020 ayında yeni seçilen Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ile Güney Kıbrıs Rum lideri Nicos Anastasiades arasında Kasım 2020 ayında Lefkoşa'daki Birleşmiş Milletler yerleşkesinde görüşme yapılmıştı. Toplantı sonucunda her iki tarafta, adanın onlarca yıllık bölünmüşlüğünü çözmek için Birleşmiş Milletler himayesinde beş taraflı bir toplantı olasılığını desteklemeye karar vermişlerdi.

Geçmiş yıllarda başarısızlıkla sonuçlanan görüşmelerin ardından KKTC'nin önümüzdeki beklentileri arasında ki belki de en önemli hususu Kıbrıs Türklerinin uluslararası alanda tanınan bir devlete sahip olması gerektiği teşkil etmektedir. Bu konuda Guterres ile konuşan KKTC Cumhurbaşkanı Tatar da, Kıbrıs konusunda olası bir çözümün “mevcut iki devlet ve egemen eşitlik temelinde” kurulması gerektiğini ifade etmiştir.

Birleşmiş Milletler sözcüsü tarafından yapılan açıklamada ise, her iki tarafın liderlerinin "BM Genel Sekreteri'nin gayri resmi 5+1 Birleşmiş Milletler toplantısını elverişli bir ortamda, uygun bir aşamada toplama olasılığını araştırmaya yönelik kararlılığına olumlu yanıt verme kararlılıklarını ifade ettiler." şeklinde gelinen durum ifade edilmiştir.[1]

Adada çözüm için önerilen “Beş artı” formatı, Kıbrıs'ın iki toplumunun temsilcilerinin yanı sıra adanın garantör güçleri olarak Yunanistan, Türkiye, İngiltere ve artı bir olarak Birleşmiş Milletleri” içermektedir.

Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum tarafları arasındaki ikili müzakerelere yönelik olarak BM Genel Sekreteri Antonio Guterres de yaptığı açıklamada, müzakerelerin New York'ta yeniden başlamasının beklendiğini, kesin tarih ve yerlerin kesinleşeceğini ifade etti.

BM Genel Sekreteri, "Kıbrıs'taki liderleri mümkün olan en kısa sürede" gayri resmi bir toplantıya davet etme niyetini açıklamış, ancak bu toplantının diğerlerinden farklı olması ve tarafların ortak vizyonlarının "gerçek kapsamını" netleştirmeye yardımcı olması gerektiği konusunda uyarmış, yapılan bu görüşmelerin ileriye dönük bir yol belirlemek için gerekli olduğu da ifade edilmiştir.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da yaptığı açıklamada, Türkiye'nin müzakereleri yakın zamanda yeniden başlamasını beklediğini ve AB'nin de gözlemci olarak katılacağını söyledi. [2]

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)'nin 37. kuruluş yıldönümü münasebetiyle adaya giden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, burada "Kıbrıs'ta iki devletli çözümün müzakere edilmesi gerektiğini ve Türkiye'nin Kıbrıslı Türklerin meşru haklarını ve güvenliğini sağlayan sürdürülebilir bir çözüme öncelik verdiğini” ifade etmişti.[3]

1960 Anlaşmalarından bu yana garantör devlet olan Türkiye[4], Doğu Akdeniz bölgesinde hidrokarbon arama faaliyetleri yürütmektedir. Adanın MEB ve kıta sahanlığında Kıbrıs Türk halkının da hakkı olduğunu ifade eden Türkiye, Kıbrıs Rum Yönetiminin Doğu Akdeniz'deki tek taraflı sondaj faaliyetlerine sürekli olarak itiraz etti ve KKTC'nin de bölgenin kaynakları üzerinde haklara sahip olduğunu ifade etti.

21.  Yüzyıl Türkiye Enstitü olarak yaklaşan Kıbrıs müzakereleri öncesinde, karar vericilere yardımcı olunması için uygulanacak politikalara destek ve politik öneri vermek amacıyla, başta konu ile ilgili emekli diplomatlar ve bürokrasi olmak üzere konu üzerinde çalışan akademisyenler dâhil 60 kişiye internet üzerinden anket yolu uygulanan Kıbrıs politikaları ile ilgili görüşleri sorulmuştur.

Bu kapsamda sorulara verilen cevaplarda, genel olarak çözüm için Türk tarafının daha önceden ifade ettiği “garantörlük siteminin devam etmesi gerektiği, siyasi olarak adada iki ayrı devletli çözümün en iyi çözüm şekli” olacağı, “KKTC’nin bir an önce tanınması için çalışmalara başlanılması” konusunda genel bir kanaat ortaya çıkmıştır.

Bu soruya verilen cevaplardan Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı tarafından açıklanan küçük birkaç açıklama dışında, Türk kamuoyunun New York’ta başlayacak olan müzakerelerin içeriği ve genel parametreleri hakkında bilgi sahibi olmadığı konunun ulusal kamuoyunda çok fazla tartışılmadığı, konu hakkında kamuoyunun çok fazla bilgi sahibi olmadığı ön plana çıkmıştır.

Bu çerçevede müzakereler hakkında ulusal kamuoyunun bilgilendirilmesinin gerektiği, düşüncelerinin alınmasının gerektiği düşünülmektedir.

Ankete verilen cevaplara göre adada süren çatışmasızlık ortamının sürmesinde en önemli sebepler arasında, öncelikle adada ki “Türk Askeri Varlığı” ve “1974 Sonrası iki kesimli bağımsız devlet” olması ön plana çıkmıştır. Bu husustaki Zürih Anlaşmasından kaynaklı kazanımların korunmasının önemli olduğu düşünülmektedir.

Bu soruda alınan cevaplardan dikkati çeken önemli hususlardan birinin de BM Barış Gücünün çatışmasızlık ortamına sağladığı katkının % 8,3 oranında olduğu görülmektedir. Bu husus BM’nin barışı koruma konusunda bir etkisinin olmadığının göstergesi açısından önemli olduğu değerlendirilmektedir.

Katılımcılara sorulan adadaki “Türk askerinin varlığının devamı” konusundaki soruya verilen cevaplarda, devam etmeli ve kesinlikle devam etmeli diyenlerin oranının % 91,7 olarak ortaya çıktığı görülmektedir.

Bu durum müzakerelerde kesinlikle olmasa olmaz şartlar arasında, adada Türk askerinin garantör varlığının devamı olması gerektiğini göstermektedir.

11 Şubat 1959 Anlaşmaları Zürih Garanti Anlaşması ile kazanılan Kıbrıs üzerindeki garantörlük haklarının sürdürülmesi konusunda da % 91,7 ile sürdürülmesi yönünde görüş birliği ortaya çıkmıştır. Bu hususunda görüşmeler esnasında göz önüne alınması gereken pazarlık dahi yapılmaması gereken önemli bir husus olduğu görülmektedir.

Çözüm süreci sonrasında Türkiye’nin garantörlüğünün sürmesi konusunda verilen cevaplarda % 96,7’sinin sürdürülmesi yönünde görüş verdiği görülmektedir. Bu husus görüşmelerde mutlaka dikkate alınması gereken bir konu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu hususunda görüşmeler esnasında pazarlık dahi yapılmaması gereken önemli bir husus olarak ortaya çıktığı görülmektedir.

Yunanlılar ve Rumların “Eşit Ortaklık üzerine Kıbrıs Devleti” konusundaki genel kanaatlerine ilişkin izlenimleri sorulduğunda, katılımcılar arasında % 93,6 oranında eşit ortaklık üzerine bir devlet istemedikleri düşüncesi ortaya çıkmıştır.

Ankete katılan katılımcılarımızın “Adada siyasi çözüm olarak iki toplumlu iki kesimli federasyon mu, iki devletli çözüm mü uygulanmalı” sorusuna verdikleri cevaplarda ağırlıklı olarak daha önceki sorulara verilen cevaplara paralel şekilde % 91.7 oranında  “iki ayrı devletli çözüm” düşüncesi ortaya çıkmıştır.

Bahse konu hususa yönelik olarak farklı şekillerde sorulan sorulara da verilen cevaplarda da siyasi çözüm için “iki ayrı devletli” çözüme işaret edilmesi bahse konu hususun yapılacak görüşmelerde dikkate alınmasının gerektiğini ortaya çıkarmaktadır.

Katılımcılara müzakerelere gözlemci olarak katılacağı açıklanan “AB’nin Kıbrıs uyuşmazlığının çözümünü isteyip istemediğine” yönelik soruya verilen cevaplarda, % 86,7 ile AB’nin bu uyuşmazlığın çözümünü istemediği, en azından istese bile Yunanlıların ve Rumların parametreleri kapsamında çözüm istediği genel kanaat olarak belirtilmiştir.

Ancak bu hususta Türkiye’nin AB üyesi olması durumunda çözümün daha kolay olacağının dikkate alınması gerektiği değerlendirilmektedir.

Yine bu kapsamda AB’nin görüşmelerde gözlemci olarak bulunmasının Türk tarafı açısından % 80 oranı ile olumlu bir gelişme olmadığı bu çerçevede Mart 2021 yılında yapılacak görüşmelerde bu hususun dikkate alınması gerektiği değerlendirilmektedir. AB’nin tek yanlı tutumunu bu görüşmeler esnasında da farklı diplomatik kanalları kullanarak sürdüreceği düşünülmektedir.

Yine görüşmelerin yapılacağı yerin New York olduğu düşünüldüğünde ABD’nin çözüm konusunda istekli olup olmadığı sorulduğunda da % 88,3 oranında ABD’nin de uyuşmazlığın çözümünden yana olmadığı ve hatta çözüm olacaksa bile Rum Yunan ikilisinin görüşleri çerçevesinde çözüm için Türk tarafına baskı uygulayacağı değerlendirilmektedir.

Bu hususta Rusya’nın çözüme yönelik isteği sorulduğunda, % 85 oran ile Rusya’nın Doğu Akdeniz’de ki menfaatleri doğrultusunda, BM üzerinde çözümden yana bir irade göstermeyeceği çözümsüzlüğün Rusya tarafının işine geldiği düşünülmektedir.

Yine son zamanlarda AB içinde liderlik yarışına giren ve Doğu Akdeniz ve Libya başta olmak üzere Kıbrıs dâhil her alanda Türkiye karşıtı politikaları ile öne çıkan Fransa’nın, çözüme ilişkin isteği konusunda düşünceler sorulduğunda diğerlerinden bile fazla olarak % 91,7 ile çözüm istemediği düşüncesi hâkim olarak ortaya çıkmıştır.

Bunun temel nedeninin Fransa’nın, Orta Doğu’da yüzyıl önceki eski sömürgelerine dönme, Libya’da İtalya’nın yerini alma ve Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarından yararlanma peşinde olması ve bu amaçlara yönelik en büyük rakip olarak Türkiye’yi görmesinden kaynaklandığı değerlendirilmektedir.

Avrupa Birliği (AB) ülkelerini, özellikle Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının paylaşılması ve Kıbrıs uyuşmazlığı çerçevesinde, Yunanistan ve GKRY ile dayanışmaya çağıran Fransa, AB’ye Türkiye’ye yaptırım uygulamasını savunmaktadır. Fransa’ya göre, dış politikadaki bu kırılmanın nedeni “Türkiye’nin son yıllardaki stratejisinin bir NATO müttefikine yakışmaması” olarak ifade edilmektedir. 

Görüşmelere ev sahipliği yapan BM’nin uyuşmazlığın çözümüne sağlayabileceğine dair görüşlerde % 78,3 ile BM tarafından çözümün sağlayamayacağı görüşü ön plana çıkmıştır.

Adada mevcut siyasi statükonun sürdürülmesine yönelik olarak soruya verilen cevaplarda, önceki verilen cevaplara paralel olarak % 86,7 oranında “iki kesimli ve iki ayrı bağımsız devlet” modelinin sürdürülmesi görüşü ön plana çıkmıştır.

KKTC tanınmadan, KKTC’ye uygulanan ambargo ve izolasyonlar kalkmadan, tazminat hakkımız kabul edilmeden ve Türkiye’nin savaş tazminatı hakkı karşılanmadan görüşmeye oturulması Türk tarafının menfaatlerine uygun mudur?” şeklinde sorulan soruya uygun olmadığına dair hayır ve kesinlikle hayır cevaplarının toplam oranı % 75 olarak ağırlıklı görüş ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede bahse konu hususlarında görüşmelerde dikkate alınmasının gerekli olduğu değerlendirilmektedir.

Türkiye ile KKTC arasında, özerk devlet anlaşması imzalanarak ve KKTC’nin dışişleri ve savunmada Türkiye’ye bağlı, içişlerinde ÖZERK DEVLET olması çözüm olarak düşünülebilir mi? Sorusuna verilen cevaplarda katılımcılar ağırlıklı olarak evet ve kesinlikle evet cevapları birlikte düşünüldüğünde % 61,7 ile Türkiye’ye bağlı özerk bir devlet olmasının istendiği, buna karşılık hayır ve kesinlikle hayır diyenlerin oranının ise % 31,6 oranında olduğu görülmektedir.

KKTC ile GKRY arasında özerk devlet anlaşması imzalanarak siyasi çözüm bulunması fikrine de katılımcıların büyük çoğunluğu % 65 ile (hayır ve kesinlikle hayır) olumsuz bir görüş bildirirken % 27‘lik bir grubun evet ile bu çözüme de sıcak baktığı görülmektedir.

KKTC’nin başka devletler ve BM sistemi tarafından tanınması için çalışma yapılmasının çözüm çabalarına katkı sağlayıp sağlamayacağına dair sorulan soruya % 81,7 ile katkı sağlayacağı yönünde görüş ortaya çıkmıştır.

Bunun içinde öncelikle Türk kökenli devletler tarafından tanınmasına yönelik adımların atılması gerektiği ifade edilmektedir. Bu çerçevede “Bir millet, üç devlet” olarak yeni bir anlayışın geliştirilmesi gerektiği, KKTC’nin adı “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olarak değiştirilmesi gerektiği de gelen öneriler arasında bulunmaktadır.

Bahse konu hususun Rum tarafının eşit siyasi ortaklığa dayalı bir modelde anlaşmaya yanaşmaması durumunda ciddi olarak düşünülmesi gerektiği, BM'nin ise yıllardır sürdürülen görüşmelerde sonuç alamadıklarını dünya kamuoyuna ilan etmesi gerektiğidir.

KKTC'de düzenlenen Rusya Devlet Başkanı Putin'in danışmanlarından Prof. Aleksandr Dugin'in "Türkiye, Suriye ile diplomatik ilişki başlarsa, hızlıca Kuzey Kıbrıs'ın bağımsızlığının kabul olmasıyla çok daha büyük problemler çözülür. Dün, Rus-Türk ilişkileri sorunluydu, halloldu. Biz 15 yıl önce Rauf Denktaş'la görüştüğümüzde böyleydi, ama Denktaş bu durumun düzeleceğini görüyordu. Şimdi sırada Türkiye-Suriye ilişkilerinin düzelmesi vardır, o da hallolduğunda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tanınmasına sıra gelecektir"[1] şeklindeki ifadeleri dikkate alındığında bu konunun gerektiği takdirde milli menfaatlerimiz çerçevesinde çözülebileceğinin düşünülmesinin gerekli olduğu değerlendirilmektedir.

“Geçmişte imzalanan ancak AB baskısı nedeniyle askıya alınan TC-KKTC ORTAKLIK KONSEYİ yeniden işler hale getirilmeli midir?” sorusuna verilen cevaplarda % 78,3 ile yeniden işler hale getirilmesinin önemli olduğuna işaret edilmektedir.

Bilindiği üzere TC ile KKTC arasında 1997 yılında imzalanan iki ülke arasındaki ilişkilerin, “Ortak Ekonomik Alan” tanımı çerçevesinde biçimlendirilmesini hedefleyen anlaşma ile iki ülke arasında ekonomik ve mali alanlarda bir Ortaklık Konseyi kurulması kararlaştırılmıştır.

Bahse konu Konsey’in ayrıca, güvenlik, savunma ve dış politika alanlarında işbirliğine yönelik çalışması da hedeflenmiştir.

Bu hususta KKTC’ye maddi yardım yerine KKTC’nin üretime yönlendirilmesi gerektiği üretimin gerekirse TC tarafından satın alınarak ihracatının yapılması gerektiği,  Kıbrıs'ta ekonomik kalkınmaya yönelik köklü değişimlere ihtiyaç ifade edilmektedir. Bu nedenle KKTC’nin ekonomik anlamda üretim ekonomisine geçmesinin çözüm konusunda Türk tarafının elini güçlendirecek bir husus olarak ortaya çıktığı değerlendirilmektedir.

Son dönemde Türkiye tarafından uygulanan “Kıbrıs politikalarının başarısına” ilişkin olarak sorulan soruya verilen cevaplarda başarısız görenlerin oranının (kesinlikle başarılı bulmuyorum ve bulmuyorum toplam) % 71,7 olduğu, buna karşılık başarılı bulanların ise % 18,3 oranında olduğu görülmektedir. Bu husus bazı çekinceler olmakla birlikte son dönemde uygulanan politikaların başarılı olarak görüldüğünü göstermektedir.

"Birleşik Kıbrıs" bir idealdir ancak ada haklarının gerçek düşüncesini öğrenmeden atılacak siyasi adımların gerçekçi bir çözüm olmadığı da değerlendirilmektedir. Kıbrıs’ın sorun değil, millî bir dava olduğundan hareketle, ortada paylaşılamayan/paylaşılmak istenmeyen bir egemenlik sorunu olduğu, tarafların bundan sonra bir görüşme sürecini başlatmak ya da referanduma sunulacak bir anlaşma ortaya çıkarmak yerine, öncelikle tarafların kendi toplumlarına şu soruyu bir referandumda sorması, konunun açıklığa kavuşturulması davanın çözülmesine yönelik iradenin baştan tespit edilmesi açısından önem kazanmaktadır :

"Karşı tarafla egemenliği paylaşmak istiyor musunuz?"

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Anket sonucu, genel anlamı ile değerlendirildiğinde anket uygulanan 60 kişilik katılımcı grubunun büyük bir bölümünün, “adadaki Türk askeri varlığının sürmesini istediği”, Türk tarafının daha önceden ifade ettiği “garantörlük sisteminin devam etmesi gerektiği, siyasi olarak adada iki ayrı devletli çözümün en iyi çözüm şekli” olacağı, “KKTC’nin bir an önce tanınması için çalışmalara başlanılması” konusunda genel kanaati ortaya çıkmıştır.

KKTC’nin uluslararası toplum ve BM sistemi tarafından tanınması için başta ilk olarak Türk kökenli devletler tarafından tanınmasına yönelik adımların atılması gerektiği, bu çerçevede “Bir millet, üç devlet” olarak yeni bir anlayışın geliştirilmesi gerektiği, KKTC’nin adının da “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olarak değiştirilmesi gerektiği de gelen öneriler arasında bulunmaktadır.

Türkiye'nin KKTC’nin siyasi bekası ile doğrudan bağlantılı ekonomik bekasının devamı için desteğin devam ettirilmesi konusunda, KKTC’ye maddi destek yerine KKTC’nin üretim ekonomisine yönlendirilmesi gerektiği, üretimin gerekirse Türkiye tarafından satın alınarak ihracatının yapılmasının gerektiği, Kıbrıs'ta bağımsız statünün devamı için ekonomik kalkınmaya yönelik köklü değişimlere ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştır. Bu nedenle KKTC’nin ekonomik anlamda üretim ekonomisine geçmesinin çözüm konusunda Türk tarafının elini güçlendirecek bir husus olarak ortaya çıktığı değerlendirilmektedir.

Siyasi çözüme esas teşkil tarafların, öncelikle bundan sonra bir görüşme sürecini başlatmak ya da referanduma sunulacak bir anlaşma ortaya çıkarmak yerine, öncelikle tarafların kendi toplumlarına "Karşı tarafla egemenliği paylaşmak istiyor musunuz?" sorusunun sorularak uyuşmazlığın çözülmesine yönelik toplumsal iradenin baştan tespit edilmesinin gerekli olduğu değerlendirilmektedir.

Son olarak bu çerçevede benzer sorulara ve irade belirlemeye yönelik anketin, Kıbrıs Türk toplumu üzerinde de uygulanarak elde edilecek cevapların müşterek olarak analiz edilmesinin uyuşmazlığın çözümü açısından çok önemli bir nokta olduğu değerlendirilmektedir.

 

[1] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/kktcnin-taninmasi-adim-adim-yaklasiyor-53977yy.htm

[1] https://ca.news.yahoo.com/cyprus-leaders-first-encounter-back-195423562.html

[2] https://www.aa.com.tr/en/turkey/-greek-cypriot-admin-intends-to-harm-5-1-cyprus-talks-/2149176

[3] https://www.dw.com/tr/erdo%C4%9Fan-k%C4%B1br%C4%B1sta-iki-devletli-%C3%A7%C3%B6z%C3%BCm-m%C3%BCzakere-edilmeli/a-55608261

[4] http://www.mfa.gov.tr/garanti-antlasmasi-_zurich_11-subat-1959_.tr.mfa

Mehmet Zeki Bodur

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enstitü Başkanı