Bu sayfayı yazdır

Çözümsüzlüğe Doğru Nükleer Görüşmeler

Yazan  03 Aralık 2021

ÖZET

2015 yılında Birleşmiş Milletlerin 5 daimi ülkesi olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin'e ilaveten Almanya’nın da aralarında olduğu P5+1 ülkeleri ile İran arasında, İran'ın Nükleer faaliyetlerinin kısıtlanması karşılığında İran'a yönelik ABD ve BM yaptırımlarının kaldırılmasını öngören Nükleer Anlaşma (KOEP) imzalandı. Anlaşma 2016 yılının başında BM Genel Kurulunda kabul edilmiş ve resmiyet kazanmıştır. Barack Obama döneminde imzalanan ve dönemin başkan yardımcısı ve şimdinin ABD Başkanı Joe Biden'in da mimarı olduğu söylenen Nükleer Anlaşmadan 2018 yılında Donald Trump yönetimindeki ABD tek taraflı olarak çekilmiş ve sorunlar bu tarihten itibaren yaşanmaya başlamıştır.

Nükleer Anlaşmanın yapılmasını takiben İran ekonomisi kısa süreli iyileşme ve toparlama evresine girmiştir. ABD'nin 2018 yılında Nükleer anlaşmadan çekilmesinden sonra İran ekonomisi ABD yaptırımlarının yıkıcı etkisi karşında neredeyse tüm makro ekonomik göstergelerde negatif dönüşüm yaşamıştır. Bölgedeki ABD politikasının başkan değişimine paralel yaşadığı farklılık, İran'a ve tüm Ortadoğu coğrafyasına dönük büyük bir dönüşümün habercisiydi. Bölge ülkeleri tarafından oluşturulan ittifaklar denkleminin değişmesi anlamına gelen bu durumun etkileri Ortadoğu’daki Şii-Sünni ayrımını da derinleştirdi. Bu çalışma; ABD politikasına bağlı olarak bölge ülkelerinin İran'a yönelik uyguladığı politikaların değişim göstermesi, İran'ın bu etkiyi minimize etmek için attığı adımlar ile Viyana'da 7. oturumu gerçekleşen Nükleer görüşmelerin geleceğinin yaratacağı etki hakkında bir tablo ortaya koymayı hedeflemektedir.

ABD’NİN ORTADOĞU POLİTİKASININ ETKİLEDİĞİ NÜKLEER GÖRÜŞMELER

2015 yılında P5+1 ülkeleri ile İran arasında imzalanan Nükleer Anlaşma ile İran’ın Nükleer faaliyetleri BM ve AB üyesi ülkeleri tarafından kısıtlanmıştır. Bunun karşılığında İran’a 2005 yılından beri BM ve ABD tarafından uygulanan yaptırımların kaldırılması ve İran’ın dolara erişimi ile enerji kaynaklarının ticareti serbest bırakılmıştır. İran giriştiği nükleer faaliyetlerin enerji sektörüne yönelik olduğunu söylese de, İsrail ve ABD baskısı neticesinde bu durum kamuoyu tarafından gerçekçi bulunmamıştır. Anlaşma ile İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin önüne geçilerek nükleer silah yapması engellenmek istenmiştir. Bunun yanında İran, nükleer tesislerinin Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) tarafından denetimine izin verecek ve bu denetimler sonucunda tesisin kaldırılması da dahil olmak üzere UAEK’nın tüm kararlarına uyacağını taahhüt etmiştir. Ayrıca İran’ın uranyum zenginleştirme oranı düşürülmüş ve stoklarında saklayabileceği uranyum kapasitesine kısıtlamalar getirilmiştir [1].

Donald Trump’ın ABD başkanı olmasının ardından ise İran ile P5+1 ülkeleri arasında imzalanan Nükleer anlaşmanın geleceği tehlikeye girmiştir. Barack Obama’nın imzaladığı anlaşmayı seçim kampanyasından bu yana ‘’rezalet’’ olarak tanımlayan Trump, anlaşmadan çekileceğinin sinyallerini aslında çok önceden vermeye başlamıştı. Anlaşmanın eksik olduğunu ve İran’ı balistik füze tehdidi ile bölgesel politikalar noktasında sınırlandırmadığını gerekçe gösteren Trump, Nükleer Anlaşmadan 2018 yılında tek taraflı olarak çekildi ve İran’a yönelik yaptırımlar uygulamaya başladı.  Anlaşmaya başta P5 ülkeleri olmak üzere pek çok Avrupa ve BM ülkesi tepki göstermiştir. ABD’nin anlaşmadan çekilmesine olumlu bakan tek ülkenin İsrail olması da bölgedeki denklemlerin yerine oturması açısından faydalı olacaktır [2].

ABD’nin dünyadaki iki stratejik ortağından biri olarak bilinen İsrail’in bölgedeki varlığı ve güvenliği ABD’nin öncelikli güvenlik stratejisidir. Trump döneminde İsrail’e yönelik korumacı bir politika izlenmesi ve buna paralel bölgesel ittifakların zeminin aranması ABD’nin Trump döneminde Ortadoğu’da izlediği siyasetin ana felsefesini oluşturmaktadır. Arap ülkelerinin İsrail ile Abraham anlaşmalarını imzalamasına ve İsrail’in güvenliğini önceleyen bölgesel ittifaklara olan ABD desteği, bölgede İran’a yönelik ittifakları çeşitlendirmiş ve bu durum İran’ı daha saldırgan yaparak daha realist adımlar atmasına olanak sağlamıştır [3].

Trump yönetimi, Ortadoğu’da BAE ve Suudi Arabistan tarafından kurulan Sünni ittifaka destek vererek bölgedeki İran karşıtlığının perçinlenmesine neden olmuştur. Irak, Yemen ve Lübnan’da Şii-Sunni ayrımının derinleşmesine yol açacak ittifaklara destek veren ABD bu politika ile İran’ı baskı altında tutmak istemiştir. Bu doğrultuda Suudi Arabistan ile 400 milyar dolarlık yatırım anlaşmaları imzalayan ABD, BAE ye de uluslararası destek sağladı ve silah satışlarının önünü açtı. Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti nedeniyle Suudi Arabistan’a yaptırım uygulanması talebini reddeden Trump, İran ile mezhepsel ayrılık yaşayan ve hemen her alanda karşı karşıya gelen iki ülke ilişkilerinde tarafını ilan etmekten çekinmemiştir [4]. Tüm bunlara ek olarak Trump Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımış ve ABD büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımıştır [5].

Joe Biden’in ABD başkanı seçilmesinin ardından Sünni ittifaka verilen desteğin azalacağına ilişkin en güçlü sinyal İran ile Sunni ittifakın çatışma yaşadığı Yemen konusunda olmuştur. Yemen’de Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçlerine verilen istihbarat ve askeri destek Biden yönetimi tarafından iptal edilmiştir. Ayrıca Yemen’de İran tarafından desteklenen Husiler Biden yönetimince yabancı terör örgütleri listesinden çıkarmıştır [6]. Sunni İttifaka ABD tarafından verilen desteğin değişeceğinin bir diğer işareti de iki ülkeye yönelik silah satış anlaşmalarının geçici olarak askıya alınması kararı oluşturmaktadır. Ocak 2021 tarihinde silah satış anlaşmalarını yeniden gözden geçirileceğinin açıklansa da Nisan 2021 de silah satışlarının gerçekleşebileceğine yönelik beyanların basında yer alması kafaları karıştırmıştır. Kafaları karıştıran bu açıklamaların ardından Biden yönetiminin insan hakları ve demokrasi ilkelerinden taviz karşılığında Arap petrolü almak ve Araplara silah satmak gibi bir politika izlemeyeceği Biden tarafından açıklanmıştır. Bu durum Arap devletlerinin Trump yönetimindeki ABD’den kolayca alabilecekleri silah ve mühimmatların Biden yönetiminde bu kadar kolay alamayacakları anlamına gelmektedir [7].

ABD ve İsrail tarafından bölgedeki İran tehdidinin frenlenmesi maksadıyla oluşturulan Sunni Blok,  göreve yeni başlayan Biden yönetimince eleştirilmiş ve dağılma dönemine girmiştir. İran ile yeniden bir nükleer anlaşma yapmak isteyen Biden yönetimi bu kapsamda niyetini açıkça ifade etmiştir. Nükleer anlaşmaya dönmek isteyen ABD ile İran arasındaki görüşmeler Nisan ayında başlamış ve 6 kez görüşme gerçekleşmiştir. Görüşmeler İran’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle kesintiye uğrasa da 29 Kasım tarihinde görüşmeler yeniden başlamıştır [8]. İran tarafı anlaşmadan tek taraflı olarak ayrılan ABD’nin anlaşmadan bir daha ayrılmayacağının garantisinin verilmesini istiyor ve olası bir anlaşmanın ABD senatosu tarafından imzalanmasını talep ediyor. İran bu talebe ek olarak ABD’nin uyguladığı yaptırımların kaldırmasını da istiyor. İran tarafı anlaşmadan tek taraflı olarak ayrılan ABD ile müzakerelerde direkt olarak görüşmeyi de reddediyor ve bu tavrını 29 Kasım’da gerçekleşen görüşmelerde de sürdürdü. Anlaşmaya taraf diğer ülkeler de ABD’nin tekrar Nükleer Anlaşmanın bir tarafı olmasını ve İran’ın küresel ticarette yer almasını isteyerek İran petrol ve doğalgazından yararlanmayı arzuluyor [9].

2015 yılında imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) ile İran’a dönük ABD ve BM yaptırımları kaldırıldı. Bu kapsamda ilk etapta İran’ın diğer ülkelerde blokeli 100 milyar dolarlık paraya erişimi sağlandı ve İran bu sayede görece rahatlama yaşadı. Ayrıca petrol ve doğalgaz bakımından dünyanın önemli üreticileri arasında yer alan İran’ın petrol ve doğalgaz ticaretine girmesiyle ülkeye yönelik sıcak para akışı yaşandı ve doğrudan yatırımlardaki artış İran ekonomisini 2016-2018 yılları arasında rahatlattı [10]. 2018 yılında Trump’ın başa gelmesini takiben İran’a yönelik yaptırımlar tekrar uygulanmaya başladı. Yaptırımlar ile İran’ın dolar ve değerli madenlere ulaşması ve bunlar üzerinden ticaret yapması yasaklanıyor ayrıca ülkenin çelik, metal ve alüminyum gibi ağır sanayisinde kullanması gereken madenlere ulaşımı kısıtlanıyordu. Bunun yanında petrol ve doğalgaz ticaretine getirilen kısıtlamalar ile İran ekonomisi ABD tarafından bir darboğaza doğru itildi [11].

ABD’nin KOEP anlaşmasından tek taraflı olarak çekilmesinin ve açıkladığı yaptırım kararlarının uygulanmasının ardından İran’ın petrol ve doğalgaz ihracına bağlı olarak gelirleri hızla düşmeye başlamıştır. Bu durum İran riyalinin dolar karşısında hızlı bir düşüş yaşamasına neden olmuştur. Buna bağlı olarak enflasyon ve büyüme verileri de negatif yönlü seyrederek İran ekonomisini zorda bırakmaya devam etmektedir. Covid-19 pandemisiyle ekonomisi iyice dar boğaza giren İran bu etkileri bertaraf etmek maksadıyla yönünü doğuya çevirmiş ve ekonomisini rahat ettirerek stratejik hamleler yapmıştır [12].

BM ve batının uyguladığı ambargolar yüzünden ekonomik anlamda zor günler yaşayan İran çareyi başka ülkelerle işbirliğinde aramaktadır. Bu doğrultuda mart ayı içerisinde Çin ile İran arasında 25 yıllık süreyi kapsayan 400 milyar dolarlık devasa bir ekonomik işbirliği anlaşması imzalandı. Anlaşma ile Çin, İran’ın sanayi, askeri, sağlık ve telekomünikasyon gibi sektörlerine yatırım ve işbirliği yolu ile 25 yılda 400 milyar dolarlık harcama yapacak, karşılığında ise İran petrol ve doğalgazını ucuza temin edecektir. Nükleer Anlaşmanın da bir tarafı olan Çin’in, İran ile imzaladıkları anlaşmanın ardından Nükleer Anlaşmaya ABD'nin dönüşünün sağlanması gerektiğine yönelik açıklamalar yapması ve yaptırımların ‘’kayıtsız şartsız’’ kaldırılması gerektiğini ifade etmesi İran’a yönelik Çin desteğinin bir yansımasıdır.  ABD’nin KOEP anlaşmasına döneceğinin sinyallerini verdiği bir dönemde böyle bir anlaşmanın yapılması kuşkusuz İran tarafının elini güçlendirecek ve müzakere masasında koz olarak kullanılacaktır [13].

ABD’nin KOEP anlaşmasına dönme ihtimali İsrail tarafından endişe eile takip ediliyor ve ABD’nin anlaşmaya dönmesinin İsrail için bir felaket olacağına vurgu yapılıyor. İsrail, İran’ın 25 kg uranyumu % 60 saflıkta zenginleştirdiğini açıkladığını ve nükleer silah yapımı için gerekli olan %90 saflığa aylar içerisinde ulaşacağını söylüyor. Bu gelişmelere paralel olarak İsrail, geçtiğimiz ekim ayında İran’ın nükleer tesislerine saldırı maksadıyla 1.5 milyar dolarlık kaynak ayırdığını açıklamıştı. Nükleer Anlaşmaya ABD’nin dönüşünün sağlanmamasına yönelik Yahudi lobi faaliyetleri ve baskısı devam etmektedir. İsrail’in İran’a yönelik bir askeri saldırı ihtimali zor görünse de olası bir saldırının bölgesel dinamikleri etkileyeceği unutmamalıdır. İsrail açısından bakıldığında, İran’ın karşı saldırı konusunda üstün yeteneklere sahip balistik füzelerinin varlığı, Hamas tarafından İsrail’e atılan Kassam füzeleri ile kıyaslanamayacak kadar iyi olması konu hakkında İsrail tarafının temkinli adımlar atılmasına neden olmaktadır [14].

SONUÇ

Nisan ayından itibaren P4+1 ülkeleri ile İran arasında gerçekleşen KOEP görüşmeleri İran’da gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından sekteye uğramış fakat 29 Kasım’dan itibaren yeniden başlamıştır.  Nükleer görüşmelerden tarafların birbirinden karşılıklı beklentileri bulunmaktadır. İran tarafının en önemli beklentisi yaptırımların kaldırılması ve ABD’nin anlaşmadan bir daha çekilmeyeceğine ilişkin İran tarafına garanti verilmesi şeklindedir. ABD tarafı ise anlaşmanın yeniden müzakere edilmesi şartını ileri sürmektedir. ABD bu yolla 2015 yılında imzalanan KOEP anlaşmasının yetersizliğini kabul ederek İran tarafından daha fazla taviz vermesini istemektedir. ABD’nin bu iddiasına ise İran sert bir dille karşı çıkarak İran’ın 2015 yılında imzalanan anlaşmaya bağlı olduğunu anlaşmadan hukuksuz olarak ayrılan tarafın ABD olduğunu ve anlaşmaya ABD’nin dönmesi gerektiğini ifade ediyor.

İki tarafta ilk adımı karşısındaki taraftan beklerken anlaşmanın tarafı olan P4 ülkeleri de bir an önce KOEP anlaşmasına dönülmesinin ve İran petrol-doğalgazından uluslararası piyasaya sunulmasını arzuluyor. İran’ın balistik füze ve bölgesel faaliyetlerinin kısıtlanmadığı bir KOEP anlaşmasına dönüşün İsrail için felaket olduğunu düşünen İsrail yönetimi, ancak ABD tarafından bu şartların sağlanmasıyla anlaşmaya onay verebilir. İran tarafı 2015 yılında imzalanan KOEP anlaşmasından çok daha farklı bir yerde duruyor ve eli daha önce hiç olmadığı kadar güçlü. Çin ile imzalanan ekonomik anlaşma ve Rusya ile bölgesel konularda (Suriye ve Kafkasya) yapılan ittifaklar İran tarafının daha cesur davranmasına neden olmaktadır.

 

Barış Yüksel

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Uzman