“Arap Baharı”nda Yeşeren İsrail – Hindistan İlişkileri
 Bu sayfayı yazdır

“Arap Baharı”nda Yeşeren İsrail – Hindistan İlişkileri

Yazan  08 Nisan 2016

Kraliçe Victoria döneminde Birleşik Krallık başbakanlığını yapan Henry John Temple’nin “ebedi dostlarımız ve düşmanlarımız yoktur; ebedi çıkarlarımız vardır” sözü özellikle uluslararası politikaya realist açıdan bakanların parolası haline gelmiştir. Ancak bu söz, “uluslararası politikada dostlar ve düşmanlar yoktur” gibi zaman/süre mefhumu dışlanmak suretiyle yanlış bir şekilde yerleşmiştir; zira zaman/süre mefhumu dikkate alınırsa, geçici de olsa uluslararası politikanın temel aktörü olan devletler dostlara da, düşmanlara da sahip olabilirler. Bu noktada bir devletin dostlarını ve düşmanlarını belirlemesinde, dost/düşman algısının oluşmasında,  tarih gibi sabit koşullar ile uluslararası konjonktür, devletlerin değişen politikaları, devlet-dışı aktörlerin ortaya çıkması gibi sabit olmayan koşullar belirleyici rol oynamaktadır. Bu dinamik koşulların dostlukları yoğunlaştırabileceği, düşmanlıkları azaltabileceği ya da artırabileceği de unutulmamalıdır.

Dinamik faktörlerin iki devlet arasında gergin/mesafeli başlayan ilişkileri nasıl dostluk boyutuna taşıyabileceği hususuna örnek olarak, özellikle de cari gelişmeler ışığında, İsrail-Hindistan ilişkilerini gösterebiliriz. Hindistan hükümeti İsrail’i ilk tanıyan devletler arasında değildi; hatta İsrail’in Mayıs 1948 tarihinde Hindistan hükümetine İsrail’i tanımalarını isteyen bir mektup gönderdiği,  ancak Hindistan hükümetinin bu mektuba cevap vermek için hiç de acele etmediği bilinmektedir.  Eylül 1950 tarihinde İsrail’i tanıyan Hindistan hükümeti, İsrail’i tanımalarındaki gecikmenin nedenini Hindistan başbakanının sözcülüğüyle açıklamıştır: Hindistan Arap dostlarının duygularını incitmek istememektedir.  1992 yılına kadar da iki devlet arasında diplomatik ilişkiler kurulmamıştır.  Bu durum, elbette Hindistan’ın Arap dostlarının duygularını incitmemek gibi “duygusal” bir gerekçeyle açıklanabilecek kadar basit değildir. Hindistan’ın 1990’lı yılların başına kadar İsrail’e yaklaşımında hep mesafeli olmasının başlıca iki nedeni vardı. Birincisi, Soğuk Savaş koşullarında İsrail ve Hindistan farklı kamplar içinde yer alıyorlardı. İsrail Batı kampında iken, Hindistan Bağlantısızlar Hareketinin lideri olsa da Sovyetler Birliği ile yakındı ve Arap devletleri ile iyi ilişkiler sürdürüyordu. Dolayısıyla Sovyetler’in yörüngesinde olan Hindistan’ın Batı kampındaki İsrail ile ilişkiler kurması ve geliştirmesi, o dönemin koşulları içinde mümkün değildi; iki devlet arasındaki diplomatik ilişkilerin Sovyetlerin yıkılması sonrası 1992 yılında başlaması bu açıdan tesadüf değildir. İkincisi, Hindistan’da yaşayan Müslümanların, ülkedeki en büyük ikinci dini grubu oluşturmasıdır; hatta Endonezya ve Pakistan’dan sonra en büyük Müslüman nüfus (yaklaşık 180 milyon) Hindistan’da yaşamaktadır. Dolayısıyla Hindistan’ın İsrail devleti ile ilişkileri bir dış politika konusu olmanın yanı sıra, hatta daha önemli ölçüde,  ülkede yaşayan Müslüman nüfusu rahatsız etme,  radikalleştirme riski taşıması nedeniyle iç politika sorunu olmuştur.

1992 yılında diplomatik ilişkilerin kurulmasından sonra Hindistan’ın İsrail ile ekonomik, siyasi ve askeri ilişkileri hızla gelişmiştir. Bu durumun ilk nedeninin Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş koşullarının sona ermesi olduğu açıktır, ancak bu neden iki ülke arasındaki ilişkilerin önemli ölçüde gelişmesini açıklamada yeterli değildir. Üstelik Hindistan’daki Müslüman nüfus azalmadığına, bilakis arttığına göre Hindistan’ı İsrail’e yakınlaştıran diğer başka nedenler aranmalıdır.

İlk neden Hindistan’ın güvenlik kaygılarıdır. Hindistan Çin’i ve Pakistan’ı birer tehdit olarak algılamaya devam etmektedir.  Bu tehdit algıları bağlamında Hindistan İsrail’in askeri teknolojisinin önemli bir müşterisi olmuştur. Hindistan’ın askeri malzeme/silah ithal ettiği ülkeler listesinde ilk iki sırayı Rusya ve ABD alırken,  üçüncü sırada İsrail bulunmaktadır. İsrail Hint ordusunun modernizasyonunda teknolojisi ile önemli yer alırken, Hint güvenlik birimlerinin eğitimini de üstlenmiştir. İki devlet arasındaki ilişkilerin yoğun olduğu bir diğer sektör de tarım sektörüdür. 2008 yılında iki devlet tarım ve sulama teknolojilerinin geliştirilmesini hedefleyen 50 milyon Dolarlık bir fon kurmuşlar; 2013 yılında İsrail, Hindistan’ın tarım ürünlerinin çeşitlendirilmesi amacıyla gelişmiş teknoloji sağlayacağını açıklamıştır. 2014 yılında iki ülke arasındaki ticaret 4.5 milyar Doları aşmıştır.

İsrail ve Hint basınını takip edenler, özellikle de “Arap Baharı” sürecinde iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da geliştiğini ve hatta bu ilişkilerin deyim yerindeyse adeta reklamının yapıldığını fark etmişlerdir. İşin reklam yönünün özellikle İsrail’in Arap devletlerine, “Hindistan örneğinde İsrail’in Filistin davasından yana bir devletle sıkı ilişkiler kurabileceği” mesajını vermeye yönelik olduğu tartışma götürmez olsa gerektir. Örnek vermek gerekirse, “Timesofisrael”de  “Hindistan’ın yeni dışişleri bakanı İsrail hayranı”, “(Hindistan’da) 20.000 kişi İsrail’e destek için yürüdü” gibi haber başlıkları kullanılmıştır. Daha geniş bir perpektiften  yapılacak değerlendirme, aslında İsrail- Hindistan ilişkilerinin, İsrail’in Asya ile iyi ilişkiler geliştirme çabasının sadece bir parçası olduğunu gösterecektir. Zira İsrail bir “Asya Açılımı” başlatmıştır. İsrail özellikle Japonya,Güney Kore, Vietnam, Singapur ve Orta Asya ile ticari ilişkilerini geliştirmek istemekte, bu amaçla Hindistan'ı ileri bir kolu haline haline getirmeyi hedeflemektedir.

İki devlet arasındaki ilişkilerin "Arap Baharı" ile gelişmesinin nedeni ise özelikle Hindistan tarafından kaynaklanmaktadır.Nedensellik ilişkisi olmasa bile, sözde Bahar süreci Ortadoğu'da yaşanırken, Hindistan' da, Müslüman nüfusun tercihleri konusunda hassas olmayan, İsrail'e sempati duyan aşırı sağ yükselmiş, 2014'de milliyetçi Bharatiya Janata Partisi iktidara gelmiştir. Hindistan' da aşırı sağ, Keşmir sorununda Arap devletlerinden hiç destek görmediklerini, Arap devletlerinin Keşmir sorununun çözümü için Pakistan üzerinde baskı uygulamak gibi çabalarının hiç olmadığını, Arap devletlerinden uzaklaşmalarının nedeni olarak göstermektedir.

Diğer taraftan sözde Bahar sürecinde yükselen radikal İslamcı terör örgütlerinin Hindistan Müslümanları üzerinde propaganda faaliyetleri, Hindistan yönetimi tarafından iç  güvenlik/terör sorunu olarak nitelendirmektedir.Bu koşullarda Hindistan ve İsrail, aynı ideolojiden kaynaklanan ortak tehdit ile karşı karşıya oldukları söylemiyle, terörizm ile mücadele konusunda aralarındaki işbirliğini güçlendirmek kararı almışlardır.

Görünen odur ki; geçmişte Hindistan'ın Arap yanlısı politikalarının gerekçelerinden biri olan Hindistan'daki Müslüman nüfus, günümüzde radikal islamın yükselmekte olması ve terör gerekçesiyle İsrail yanlısı politikanın da nedeni olmuştur.

İsrail- Hindistan ilişkilerini yakınlaştıran uluslararası konjoktürün dinamik yapısıdır. Bu konjoktürde,"Arap Baharı", ortak tehdit ve ortak çıkar algılarını güçlendirerek iki devlet arasındaki ilişkileri ileriye taşımaktadır.

 

 

 

Doç. Dr. Dilek Yiğit

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı