Fransa’nın Lübnan Hamlesi

Yazan  11 Ağustos 2020

Lübnan’da Arap Ayaklanması Sloganları "Halk rejimin yıkılmasını istiyor"

(07.08.2020 Beyrut Sokakları)

Nicolas Sarkozy’nin 2008 yılındaki Francois Hollande’ın 2016' daki Lübnan açılımları ve Macron’un Beyrut patlaması sonrası yaptığı Lübnan ziyareti arasında makro ölçekte herhangi bir farklılık yoktur. Fransa “Bağını sürdür ve koru yoksa nüfuz ve imtiyaz alanlarını kaybedersin”dış politika prensibiyle Middle East-North Africa (MENA)’yaen hassas ve sorunlu bölgelerden yaklaşmaktadır.

Bu bağlamda en hassas bölgelerden olan ve “Akdeniz için Birlik” (Unionfor the Mediterranean) Projesi’nin bir uzantısı olan Lübnan açılımı Fransa için;

  • Ciddi bir pazarı ve o pazarın hinterlandını korumak,
  • Avrasya ve Orta Asya’ya geçiş bölgesi ve derinliğine nüfuz etmek,
  • Yeraltı ve enerji kaynaklarına en yakın olduğu bir bölge olan MENA’daki bir tutamağı yeniden inşa etmekten ve eski ilişkilerini yeni dengelerle sürdürmekten başka bir şey değildir.

Bundan da öte “Ortadoğu ve Kuzey Afrika Serbest Ticaret Bölgesi”nin günümüz şartlarına uygun olarak inşa edilmesinde Lübnan Fransa için önemli bir hamledir. Bu hamle tarihi, sosyal ve dinsel geçmişi olan bir ilişkiler bütününe ve bölgesel tarihi bir dizayna dayanmaktadır.

Nitekim Fransa’nın ekonomik olarak elde ettiği avantajları koruma ve Arap Dünyasına yeniden açılmak için tasarladığı uzum erimli bir yaklaşım olan Lübnan’da; 1 ve 2‘nci Dünya Savaşları esnası ve sonrasında kurulan ilişkiler ve sömürü politikaları sayesinde elit sınıflar bugün hala birinci lisan olarak Fransızca konuşmaktadır.

Dinsel açıdan da yine Fransa’nın etkisiyle Lübnan’ da Latin Katolik kültür ve mezhebinden MARUNİTLER Anayasaya göre Cumhurbaşkanlığı makamını yasal olarak ellerinde bulundurmaktadırlar.

Sonuç olarak Lübnan halen Fransa’yla geçmişe dayanan çok sıkı ekonomik ve ticari ilişkilerini sürdürmekte; bu ülkelerdeki tüccarlar gerek dil (Fransızca) gerekse tarihi bağlar nedeniyle dış ticarette Fransa’yı birincil ve öncelikli partner olarak görmektedirler[1].

Açıkçası Levantenler Fransızların Lübnan’daki mirası olarak misyonlarını muhafaza etmekte, Lübnan gibi birçoğu geçmiş yıllarda Fransızlar tarafından çeşitli sürelerde ve çeşitli şekillerde idare edilmiş ülkelerdeki Levanten etkisi halen devam etmektedir.Bu etki nedeniyle amacı hiçbir zaman halkın bağımsızlığı ya da devletin güçlenmesi olmayan politikalara konu edilen Lübnan, küresel ve yerel güçlerin bölgesel nüfuz ve güvenlik politikalarının maşası olmaya devam etmektedir.

Bu küresel aktörlerden olan Fransa geçmişte olduğu gibi bugün de Sykes-Picot gibi “Gizli” ilişkilerle bölgedeki menfaatleri garanti altına almaya çalışmakta, fiili durumlar yaratarak bölgede kalıcı olmak için çaba sarf etmektedir.

Sykes-Picot anlaşmasının Fransa ile ilgili maddelerine bakıldığında[2];

  • Doğu Akdeniz Bölgesi’nin, Fransızlara verilmesi,
  • İngiltere’nin elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulması,
  • İskenderun’un serbest liman olması,
  • Filistin’de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir uluslararası yönetim kurulması gibi tasarımlarda bugün de Fransa’nın doğrudan ve/veya dolaylı olarak yer almaya ve bölgenin siyasi arenasında rol almaya çalışmaktadır.

İşte Doğu Akdeniz’de tam da suların ısındığı bir zaman diliminde Fransa siyasi fırsatçılığını hayata geçirecek olanağı bu trajik patlamayla yakaladı. “Lübnan’da tıbbi yardım vs. den çok asıl ihtiyaç duyulanın siyasi değişim” olduğunu açıkça söyleyen Macron Fransa’nın daha da çok Lübnan’ın içişlerine karışacağı, hatta ciddi bir yönlendirici olacağını adeta ilan etti. Lübnan’da “yeniden Fransa’nın mandası olalım” sesleri yükselmeye başladı. Yapacağı yardımları ülkede “siyasi/ekonomik reformlar” yapılması şartına bağlayan Fransa ile müttefikleri IMF kıskacında bir ülke inşası hedeflediği çok açık. 50 bine yakın Lübnanlı önümüzdeki on yıl içinde ülkenin yeninden Fransa hâkimiyetine bırakılması için imza topladı[3].

Ne tesadüf ki Fransa dışişleri bakanı Jean Yves Le Drian ise Beyrut'taki patlamadan iki hafta önce Lübnan'a bir ziyaret gerçekleştirmişti. Fransa dışişleri bakanı Jean Yves Le Drian bu ziyaretinde Uluslararası Para Fonu-İMF'nin bu ülkeye kredi vermesinin şartını Lübnan'da reformların yapılması olarak bildirmişti. Lübnan eski dışişleri bakanı Adnan Mansur ise iki hafta önce El Alem kanalına verdiği röportajında Fransa dışişleri bakanı Jean Yves Le Drian'ın Lübnan'a ziyareti hususunda Fransa ve Avrupa Birliğinin Amerika'nın etkisi altında olduklarını ve bundan da kurtulamayacaklarını siyasetlerinin de Amerika'nın siyasetlerinin yansıması olduğunu belirtti.[4].

Bütün bunlar Ortadoğu’da kendi bağımlı devletler yaratma döneminde yeni bir aşamaya geçildiğini gösteriyor.Fransa IMF gibi mali kurumlarla ve küresel menfaatlerini korumak için iç “siyasi” dengelerle oynayarak Lübnan’ı şekillendirmesi ve İsrail’inde bu vesile ile ABD’yi ve Fransa’nın girişimini de arkasına alarak Lübnan Hizbullah’ını etkisizleştirecek çabayı göstermesi bekleniyor. Aynı uygulama ve tasarım Suriye içinde geçerli. Filistin ve Ürdün’ü bekleyen benzer gelişmeler olduğu konusunda pek çok gösterge var.

Bu noktada Türkiye ne yapacak? BFMTV'ye konuşan Macron’un"Eğer çok taraflılığa ve Lübnan halkının çıkarlarına inanan bir güç olarak Fransa üzerine düşeni yapmazsa, diğer güçler yapar. Bu Türkiye olabilir, İran ya da Suudi Arabistan olabilir. Bu ülkelerden bazıları bu durumu Lübnan halkının aleyhine kendi jeopolitik ve ekonomik çıkarları için yapacaktır." ifadelerini kullanması[5] Suudi Arabistan hariç Fransa’nın bölgesel denkleme nasıl baktığını da ortaya koyuyor. İran’ı da Hizbullah bağlamında değerlendirdiğimizde aslında söylemdeki hedefin Türkiye olduğu açık.

Libya, Doğu Akdeniz ve Mavi Vatan Açılımı ile Fransa ile pek çok nokta ve aksta yolları kesişen Türkiye’nin tarihte SYKES-PICOT gizli anlaşmasında Rusya’nın parmağının olduğunu da unutmadan bölgesel dengeleri, yeni ittifak politikalarıyla şekillendirmesi gerekiyor. Bu kapsamda ABD’nin bölge genelinde ortaya koyması beklenen Fransa ve Yunanistan yanlısı yaklaşımların etkisinin kısa süre içinde enerji politikalarında etkisini göstereceği göz önünde bulundurarak;

Lübnan’la daha kapsayıcı bir dış politika perspektifinde ilişki geliştirilmesinin, Almanya özelinde AB ile ilişkileri yeniden gözden geçirerek göç, güvenlik ve enerji temelli, Rusya ile dengeli bir dış politika çizgisinde kalınarak askeri istihbarat, savunma teknolojileri ve enerji yanında terörle mücadele, İran’la Suriye, çok yönlü ve bölgesel işbirliği konularında yeni başlıklar açmanın zamanının geldiği çok açık.

 

[1]https://www.hidropolitikakademi.org/tr/article/12903/sykes-picot-anlasmasinin-100-yilinda-fransanin-yeni-ortadogu-hamlesi-ve-bolgenin-gelecegi(E.T. 10.08.2020)

[2] Age.

[3]https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/lubnanda-fransa-mandasi-olalim-sesleri-yukseliyor-1756785(E.T. 10.08.2020)

[4]https://hurseda.net/dunya/220770-fransa-cumhurbaskani-macron-lubnandan-ne-istiyor.html(E.T. 10.08.2020)

[5]https://tr.euronews.com/2020/08/07/macron-fransa-lubnan-da-uzerine-duseni-yapmazsa-bu-boslugu-turkiye-doldurur

(E.T. 10.08.2020)

Doç. Dr. Murat Koç

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display