Bu sayfayı yazdır

Suriye’nin Çelişkisini Çözmek

Yazan  05 Eylül 2011
İngiliz diplomat, Javier Solana'nın eski danışmanı ve Conflicts Forum’un kurucusu ve direktörü olan Alastair Crooke’un Asia Times’ta yayınlanan 15 Temmuz 2011 tarihli analizi Suriye’de yaşanan ayaklanma ile ilgili oldukça ilginç saptamalarda bulunmak

Crooke'a göre Suriye'de son dönemde yaşananlar yaygın olan görüşün aksine ne baskıcı bir rejime karşı girişilen liberal eğilimli bir protesto olarak kabul edilebilir ne de yaşanan şiddet salt reformcu taleplerle açıklanabilir. Hatta yaşananlar sadece bu yolla açıklanırsa Suriye'de yaşanabilecek mezhepsel bir çatışma riski de göz ardı edilmiş olacaktır. Suriye halkının reform talebi vardır. Ancak halk Beşar Esad'ın da reform yanlısı olduğuna inanmaktadır. Bu nedenle sorunun kökenini Suriye'de değil Irak'tadır.

İlk olarak, Sünni Cihadçı akım Ebu Musab Zerkawi'nin öncülüğünde Irak'ta gelişmiş, Lübnan'da da ortaya çıkmış ve daha sonra da Suriyeli Selefilerin Irak'taki çatışmaların ardından ülkelerine geri dönmesiyle Suriye'ye taşınmıştır. İlkinden bağımsız olarak ikinci etken ise Nuri El-Maliki'nin Irak'ta göreve gelmesiyle Sünnilerin siyasi arenada güçsüzleşmesinin birçok Arap devletinde sıkıntı yaratması ve bu durumdan Esad'ı sorumlu tutmalarıdır. Suriye'de yaşananların öncesinde 2007 yılında Lübnan ordusu, Suriye'den Lübnan'ın kuzeyindeki Naher El-Bared mülteci kampına sızıp Filistinliler ile evlilik yolu ile karışmış, Irak'ta savaşmış, farklı milletlerden oluşan az sayıda olsa da iyi silahlanmış ve deneyimli Sünni militanlardan oluşan Fetih El-İslam adlı grupla 3 ay süren bir çatışmaya girmiştir. Bu çatışmanın ardından Naher El-Bared kampı harabeye dönmüş ve 168 Lübnan askeri ölmüştür. Bundan sonraAfganistan ve çevresinden Irak içlerine ve Irak'tan dışarıya doğru olan hareketler sona ermiştir. ABD işgaline karşı savaşmaya gelen bu radikal Sünni gruplar Zarkavi ile gevşek bir bağ içindeydiler. Zerkavi'nin El Kaide ile olan bağı bugün Suriye'deki gruplar için fazla bir şey ifade etmese de onun Suriye doktrini büyük önem taşımaktadır. Bu Şii düşmanı ğreti Ortadoğu'daki yapay sınırları reddetmekte, Lübnan, Suriye, Filistin, Ürdün ve Türkiye'nin bazı bölümlerini ve Irak'ı birleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda Suriye de de Irak gibi Şiiler tarafından ele geçirilmiş olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında Esad'ın da etkisiyle Hizbullah Lübnan'ın Sünni karakterini aşındırmıştı. Bu düşünceler ile Zarkavi'nin müttefikleri Lübnan ve Suriye'yi bir Cihad merkezi olarak kabul etmiş ve Suriyeli selefilerin de yurtlarına dönerek kendilerini desteklemesini beklemişlerdir. Böylece bunların arasından Suriyeli olan ve olmayanlar Lübnan ve Türkiye yakınlarındaki kırsal alana yerleşmiş ve yerel halkla karışmışlardır. Suriye'deki güvenlik güçleri ile çatışan silahlı unsurlar da işte bu gruplardır. Sayıları konusunda net bir rakam verilemese de 40bin-50 bin Suriyeli Irak'ta savaşmıştır ve bunların yerli halkla karıştıkları da göz önünde tutulursa tabanın daha da genişlediği söylenebilir. Bu grubun hedefi Suriye'de mezhepler arası düşmanlığı körükleyerek cihat için gereken koşulları yaratmaktır. Ayrıca Suriye'nin kuzey doğusunda devletten bağımsız olarak faaliyet gösterecek bir Selefi İslam Emirliği için tutunma noktası aramaktadırlar.

Suriye'deki muhaliflerin ilk bölümünü oluşturan bu Selefi gruplar Suriye'de gerçekleşecek reformlarla ya da demokratikleşme ile ilgilenmemektedir. Tek bir örgüte bağlı olmayıp, birbirlerine gevşekçe bağlıdırlar, yerel düzeyde ve bağımsız hareket etmektedirler. Ayrıca mali kaynakları ve dış bağlantıları da oldukça iyi düzeydedir.

Diğer bölüm ise ABD hükümeti ve diğer yabancı kaynaklar tarafından finanse edilen sürgündeki gruplardır. ABD'nin Şam Büyükelçiliğinde yapılan bazı yazışmalara göre bu gruplardan çoğu ve bunlara bağlı TV kanalları ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD merkezli vakıflardan on milyarlarca dolar para yardımı yanında eğitim ve teknik destek almaktadırlar. Bu gruplar Selefi isyancıları Suriye'ye karşı kullanmayı düşünmektedirler. Buna göre bir Selefi isyanı Suriye hükümetinden büyük bir tepki çekecek, bunun ardından da halkın büyük bir bölümü kutuplaşarak devlete karşı düşmanlık duymaya başlayacak ve Batının bir müdahalesi kaçınılmaz hale gelecektir.

Fransız Le Nouvel Observateur dergisi bir medya aktivistinin Doha'da El Cezire kanalında yaşadığı tecrübelere yer vermiştir. Buna görebu kişiye çocukları ve kadınları çekmesi ve bu kişilerin barışçı sloganlar atması için ısrarcı olması söylenmiştir.

Öte yandan, bağımsız El Akhbar gazetesi Esad'ın yaptığı reformlara yer vermiştir. Buna göre yönetimdeki parti görevden alınmış, siyasi partiler ve basına dair yeni bir yasa kabul edilmiş, ordunun kışlasına dönmesi sağlanmış, İsrail ile doğrudan müzakere süreci başlamıştır. Bu reformlar ile Esad'ın Hizbullah ve Hamas ile ittifakını sona erdirmesini ve Tahran'a karşı direnç gösterebilmesini sağlanacak, Arap Devletleri ve uluslararası sermaye ile ilişkileri kolaylaştıracak, Arap devletleri Suriye'ye bir yardım paketi önerebilecek ve böylelikle İran'a olan ekonomik bağımlılık da azalabilecektir.

Amerikalı ve Avrupalılar Suriye'ye stratejik konumu nedeniyle İsrail'in güvenliği bağlamında önem atfetmektedirler. Ancak İsrail Esad'ın devrilmesi konusunda bu kadar istekli değildir. Zira Esad'dan sonra Suriye'de ne olabileceğini kestirmek zordur.

ABD 1947-49 yılları arasında Suriye'ye müdahalede bulunmuş, Irak işgalinden bu yana İsrail ile ilişkilerini düzeltmesi konusunda baskı yapmakta, Lübnan eski başbakanı Refik Hariri suikastından bu yana ise baskısını şiddetlendirmiştir. Ayrıca 2005 yılından bu yana Suriye'deki muhalifleri finanse etmekte ve örgütlenmeleri için teknik eğitim sağlamaktadır. Bunun yanında Şam İnsan Hakları Merkezi gibi insan hakları örgütlerine de mali kaynak sağlamıştır. Suriye hükümetinin yabancı gazetecilerin ülkeye girişini yasaklaması ise yukarıda sözü geçen söylemin iyice yerleşmesini sağlamıştır.

Suriye konusunda göz ardı edilen bir nokta da Suriye ordusu ve onun protestolara verdiği yanıttır. Zira Suriye ordusu isyanla mücadele konusunda deneyimsizdir, ayrıca tank ve zırhlı araçlar dar ve kalabalık alanlarda yapılan operasyonlara uygun değildir. Dolayısıyla, bu tarz operasyonların silahsız protestocuları çatışmaların ortasında bırakıp ölümlerine yol açması olasıdır. Olayların başında orduya olan güven sarsılsa da Cisr Eş Şuğur'da yaşanan olaylarda Selefilerin polis teşkilatı, ordu ve devlet kurumlarına saldırmasının ardından halk ordunun yanında saf tutmuştur. Bu olaydan sonra da ordunun kendine olan güveni tekrar yükselmiştir.

Cisr'de güvenlik güçlerine olan saldırı ve linç girişimlerine dair medyada yer alan görüntüler ise halkı şaşırtmaktadır. Zira halk Selefi ve müttefiklerinden hoşlanmamakta, solcu, seküler muhalifler ise selefi şiddetinden uzak durmaktadırlar.

Cisr'de yaşanan şiddetin ardından Esad'ın reform yapmasının da güçsüzlük belirtisi ve ödün olarak görülmesi normaldir. Bu nedenle, tavrı Batı tarafından yetersiz bulunarak eleştirilse de Esad adımlarını bilinçli bir şekilde atmakta ve reform sürecini titizlikle başlatmaktadır.

Esad'ın karşısında farklı çıkar ve motivasyonlara sahip hareket ve devletler vardır ve bunların asıl gündemleri reform meselesinden farklıdır. Eğer Esad bu sorunların üstesinden gelirse gelecekte bu tür sorunların karşısında direncini korumak için reform sürecini devam ettirecektir. Reformlar çok önemli olsa da eğer tüm bunların amacı Ortadoğu'daki stratejik dengeyi değiştirmekse işe yaramadığı söylenebilir. Çünkü Esad batıya karşı daha uysal bir hale gelmeyecektir.

* Bu yazı 15 Temmuz 2011 tarihinde Asia Times'da yayınlanmıştır.

** Sibel Kalemdaroğlu tarafından özetlenmiştir.