Tarih Boyu Afrika’nın En Yoğun Çatışma Yaşayan Bölgesi: Büyük Göller Bölgesinin Sorunlarına Olası Çözüm Önerileri

Yazan  25 Ağustos 2013

Afrika’da en tarih boyunca en yoğun çatışma yaşayan bölge Büyük Göller Bölgesi (BGB) olmuştur. Günümüz itibariyle altı ülkenin yer aldığı bölgede Uganda, Tanzanya, Kenya, Ruanda, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Burundi yer almaktadır. Bu ülkeler yakın döneme kadar dini ve daha çok etnik mücadeleler neticesinde büyük soykırımlar yaşamıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin ve Türk halkının çok fazla haberdar olmadığı bu çatışmalar ve soykırımlar neticesinde milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir. Geçmişte yaşananlarla birlikte yaşamak zorunda olan BGB kabileleri ya da halkları bunun üstesinden gelmeye çalışmaktadırlar. Çünkü bu bölgede Batılı ülkelerin sandığı gibi şiddet ve saldırı dışarıdan yani ülke dışından değil, yan komşusundan gelmiştir. Bu paranoya ile yıllarca mücadele eden ve halen mücadele etmek zorunda olan Afrikalılara bu çalışmada Afrika çalışan bir akademisyen birkaç çözüm önerisi sunmayı hedeflemiştir.

Ülke dışından özellikle de büyük ağabeyler (bigbrothers) den gelen olumsuz dayatmalar ve engeller uluslararası yapılanmada tarih boyunca olmuş ve olmaya devam eden bir olgudur. Fakat bunun özellikle Batının kullandığı tabirle Üçüncü Dünya, güney ülkeleri, az gelişmiş ya da gelişme yolundaki ülkelerdeki yansımaları çok daha farklı olmakta iç çatışmaların ve kaosların hatta soykırımların nedenleri aslında dış dinamiklerin tetiklemiş olduğu iç dinamiklerden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde BGB ülkelerindeki çatışmalar da ülke bazında özel nedenlere dayansa da temelde ortak olan nedenler de mevcuttur ve sunacağım çatışma çözümleri bu ortak noktalara itafen önerilmektedir.

Genel olarak Üçüncü Dünya ülkelerinin yer aldığı BGB’deki çatışmaların önlenebilmesi için kısaca şunları önerebiliriz:

1- Üçüncü dünya devletlerinin ulus inşaları için aceleci davranılmamalı, devletlerin ulus inşa süreçlerinin tamamlanmasının bir an önce olması beklenmemeli, demokrasinin dışarıdan ithal edilmek [Batılı Wesphalian modeli (Anghie, 2008: 35-36) tarzında] yerine iç dinamiklerin etkisiyle gerçek yaşama yansıtılması ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi sağlanmalıdır.

BGB ülkelerini, üçüncü dünya ülkeleri yerine dördüncü hatta beşinci dünya ülkeleri olarak niteleyen akademisyenler mevcuttur (Sullivan, 2002: 107; Finlay, 1977: 1691). Dolayısıyla her alanda dünyanın gerisinde kalmış olan bu ülkelerin, dünyanın en iyi, en gelişmiş ülkelerle kıyaslanarak hatta çok daha hızlı bir biçimde demokratikleşmesi neoliberal ekonomi ve siyasi modelleri sunularak beklenemez. Çatışmaların önlenebilmesi için bölgede öncelikle barış inşa edilmesi daha sonra diğer alanların iyileştirilmesi gerekmektedir demek de oldukça yanlış olacaktır. Çünkü çatışmalar ve ülkelerin iyileştirilmesi karmaşık bir biçimde birbiriyle ilgilidir. Hangisinin önce hangisinin sonra olması gerektiğinden bahsetmek mümkün değildir.

 

2-Eğitim, sağlık, hukuk sistemi, güvenlik hizmetleri ve alt yapı gibi alanlarda yapısal reformlar, denetleme mekanizmalarıyla birlikte uygulanmalıdır.

Üçüncü dünya ülkelerinin sosyal hizmetler alanındaki eksikleri yerel unsurlar göz önünde bulundurularak yapısal reformlar yollarıyla giderildiğinde ülke refahı ve barışın tesisi mümkün olabilecektir.

Üçüncü dünya ülkelerinin büyük çoğunluğunda eğitim için bir kriter olarak görülen okuma yazma oranı oldukça düşüktür (Human Development Reports, 2009).  Eğitimsiz ve cahil halk araştırmadan ve geniş perspektiften olayları yorumlama gücüne sahip olmadan kendi ülkelerinde olup bitenleri sağlıklı bir şekilde analiz edememektedir. Dolayısıyla eğitimsiz halk eğitimli elitler tarafından yönlendirilmesi gerekmektedir. Fakat ülke elitlerinin de kişisel çıkarları ülke çıkarlarından ön plana geçtiği BGB’de çatışmalar kaçınılmaz olmaktadır. Eğitimsiz halkın sosyal ve ekonomik yönden oldukça zayıf olmasıyla birlikte sağlık sisteminin olmayışı, hukuk sisteminin iyi işlemediği, güvenlik hizmetlerinin ise ya hükümet yanlısı ya da belli etnik gruplara hizmet eder hale geldiği bir kaos ortamını doğurmaktadır. Bu bağlamda ülke harcamalarının büyük bir kısmı güvenlik ve askeri harcamalara (Mountjoy, 1983: 139-140) ayrılan BGB ülkelerinde, yapılacak köklü ve yerel değerlerin gözetildiği yapısal reformlar, ülke refahı ve güvenliği için atılmış önemli bir adım olacaktır.

3-Ticaretin kayıt altına alınıp silah kaçakçılığı, rüşvet ve yolsuzlukla mücadelede dış destekler yerine iç dinamiklerin yardımıyla birimler oluşturulmalı ve bunların denetimi sağlanmalıdır.

Yer altı kaynakları açısından oldukça zengin olan BGB (Lunn, 2006: 69) ülkelerinde yolsuzluk ekonomisinin önlenebilmesi, eşitliksizliğin önlenmesi ve halkın yönetime güvenmesi için oldukça önemlidir. Bunun için de ilk olarak uygulanacak yerel değerlerin gözetildiği reformlarda ticaretin kayıt altına alınıp silah, doğal kaynaklar ve madenlerin kaçakçılığı önlenmelidir. Ayrıca, rüşvet ve yolsuzlukla mücadelede dış destekler yerine iç dinamiklerin yardımıyla birimler ve bunların denetim mekanizmalarının oluşturulması sağlanmalıdır.

4-Elit kesim ve siyasi yöneticiler, şahsi ekonomik gelir paylarının düşmesine tepki göstermemelidir.

Halka liderlik etmesi gereken ülkenin elit kesimi, tüm halkın ve yönetimin benimseyerek uygulayacağı reformlarda desteklerini esirgememelidir. Kısacası, siyasi yöneticilerin ve ülke elitlerinin, yolsuzluk ekonomisiyle elde edilen ekonomik gelir paylarının düşmesine tepki göstermemeleri gerekmektedir.

5-Yerleşimler son dönemde değişse de yerleşim bölgesi olarak etnik ayrıma göre ülke içi yerleşim bölgeleri ve eyaletlerin ayrılmayıp karma bir düzen içinde halkın huzur içinde yaşaması sağlanmalıdır

Üçüncü dünya güvenliği çerçevesinde değerlendirildiğinde sınırlarının ötesinde de aynı ırka mensup kişilerin hatta akrabaların yaşadığı geri kalmış toplumlar için çatışma dönemlerinde halkların yerleşim yerlerinin değiştirilmesi olağan bir süreç olarak algılanmaktadır. Bu bağlamda tüm Afrika’nın dönemin sömürgeci güçleri tarafından keyfi olarak çizilen sınırları (Aras, vd., 2005: 16-17), ülke içindeki sınırlara da yansımıştır. Zaman zaman ülkedeki karışıklıkları ve çatışmaları önlemek adına halkın yerleşim yerleri değiştirilse de çatışmaları önlemede kalıcı bir yöntem geliştirilememiştir. Çatışmaları önlemek amacıyla halkı birbirinden izole etmek için ülke içi yerleşim bölgelerinin ayrımında etnik bir ayrım gözetmek yerine ve karma bir düzen içinde halkın huzur içinde yaşamasının sağlanması diğer düzenlemelerle birlikte mümkün olabilecektir. Böylece sosyal açıdan kaynaşması sağlanarak etnik sivrilikler törpülenebilecek ve insanlık unsurları ön plana çıkarılarak etnisiteler arası olumlu etkileşimin adımları atılabilecektir.

6-Sömürgeciliğin etkisinden kurtularak bağımsız demokratik bir toplum oldukları bilinci halka empoze edilmeli ve uluslararası ile bölgesel güçlerin barışın tesisinde yetersiz olduğunun ve barış ortamı için yerel unsurlara ihtiyaç olduğunun farkına varılmalı

Eski bir alışkanlık olan eski sömürgesine bağlılık BGB ülkelerinde de devam etmektedir. (Haile-Mariam ve Mengistu, 1988: 1568) Ülkelerle en fazla ticaretin yapıldığı, ülkelerde en çok yabancı şirket olarak yer aldığı eski sömürgeler (Scherrer, 2002: 268; Ataöv, 1975: 427) yerine dünyanın diğer ülkelerine de bazı imtiyazlar tanıyarak ülkeye yatırım çekilmesi sağlanabilir. Hatta ülkenin hazine arazilerinin büyük yatırımlar olması durumunda kurulacak fabrikalara hibe edilmesi yoluyla işsizlik sorununa çözüm bulunabilir. Sadece işsizlik değil, ülke ekonomisinin canlanması da sağlanabilir. Halkın ekonomik refah seviyesi yükseldiğinde birincil ihtiyaçları karşılanmış olduğu için eğitim, sosyalleşme gibi alanların da gelişimi daha hızlı olacak ve halkın demokratik toplum olma yolunda bilinçlenmesi sağlanabilecektir. Güvenlik ortamının yaratılmasıyla özel sektör ve yatırımlarla birlikte çok uluslu ortaklıklar ve üretimle ülkelerdeki ithalat ve ihracat da artabilecektir. Dolayısıyla tüm bölge ülkeleri ve halkları savaş yerine barışın tesisinden karlı çıkacaklardır (Daley, 2006: 310).

Diğer yandan her bireyin bölgesel barışta önemli olduğunu hissetmesiyle bölgesel barış mümkün olabilecektir. Bu bağlamda STÖ’ler, devlet ile sivil toplum arasında, uluslararası örgütler de bölgesel devletler arasında arabulucu olabilecektir. Diğer yandan barış yapımı sürecinde BM gibi uluslararası örgütlerin bir model ya da çözüm getirici olmadığı da BGB ülkelerindeki çatışmalarda gözlemlenmiştir (Daley, 2006: 310). Üçüncü dünya güvenliği teorisinde özellikle William Reno’un tezine göre başarısız olan üçüncü dünya ülkelerinin başarısızlığının (Reno, 2000: 433-459) yanı sıra üçüncü dünya ülkelerini içeren BGB’deki çatışmalarda uluslararası toplumun ve uluslararası örgütlerin de başarısızlıkları söz konusudur. Örneğin; DKC’de görevli MONUC askerleri bölgedeki kadına yönelik olan şiddeti önlemek yerine suça dahil olmuşlardır (Clayton ve Bone, 2004). BM’nin 1990’lardan beri üçüncü dünya ülkelerine yaptığı operasyon ve barış sağlama politikalarının (UN Peacekeeping, 2010) süregelen başarısızlığı, bölgedeki zayıf devletlerin başarısızlıklarıyla birleşmiştir. Uluslararası güç olan AB, ABD, Kanada, Avrupa ülkeleri, Katolik Kilisesi gibi dini örgütler, uluslararası ve bölgesel hükümetler dışı örgütler de başarısız olan müzakerelerde aktif rol almışlardır (Daley, 2006: 310). Dolayısıyla başarısız üçüncü dünya ülkelerinin başarısız uluslararası toplum ve örgütlerle birlikte çatışmaları sonlandıramamışlardır.

 

7-Devlet yapısı içinde kayırmacılık ortadan kalkmalı, liyakat usulü ile işe alımlar gerçekleştirilmeli ve iç denetimin sağlanmalıdır.

Eğitim, sağlık vs. gibi alanlarda öngörülen reformlarla oluşturulacak sistem yerleştirilirken yolsuzlukların, liyakatsizliklerin ve kayırmacılıkların önlenebilmesi için denetleme mekanizmalarıyla birlikte uygulanması gerekmektedir. Devlet yapısı içindeki kamu kurumlarında da kayırmacılığın ortadan kalkması ve iç denetimin sağlanması, halkın devlete olan güvenini sağlayacaktır.

8-Yerel yönetim ve yöneticilere yetki ve sorumlulukların verilerek halkın sorunlarının yerinde ve zamanında çözülmesine gayret gösterilmelidir.

Dışarıdan bir demokrasi ihracı ülke halkının memnuniyetsizliğine yol açacaktır. Yerel kültürlerinden izler taşıyan ve halkı yansıtan bir demokrasi kültürü seküler bir şekilde benimsendiği sürece halk tarafından kabul görecek ve devlet tabanına yerleşerek uzun yıllar varlığını koruyabilecektir. Demokrasinin sekülerleşmesi amacıyla yerel adımları atılırken yerel yönetim (decentralization) ve yöneticilere yetki ve sorumlulukların verilerek halkın sorunlarının yerinde ve zamanında çözülmesi de sağlanmalıdır. Böylece hem yöneticiler hem de halk, demokrasinin ilerleyişinde ve ulus inşa sürecinde dişlinin bir parçası olduklarını hissederek daha içten çabalayabileceklerdir.

9-Özellikle sınır bölgelerindeki vatandaşların sınırın diğer yanındaki komşu ülkelerdeki aynı etnik grup üyeleriyle sürekli iletişim halinde olduğu unutulmayarak öncelikle bölgesel sorunlar çözümlenmeli ve böylece ülke içi huzur sağlanabilmelidir.

Üçüncü dünya devletlerinin ülke içindeki çatışmalarının sınırlarına taşındığı ve bölgesel olarak genel bir sorunla muhatap oldukları görülmektedir. Dolayısıyla ülke içinden başlatılan çözümlerin sınırlara ve oradan da tüm bölgeye yansıtılması gerekmektedir. Özellikle sınır bölgelerindeki vatandaşların sınırın öbür tarafındaki akrabalarının varlığı ve iletişimleri daima göz önünde bulundurularak çözümler getirilmelidir. Sınırların güvenliği sağlanırken insan unsuru göz önüne alınmalı ve ülke içi huzurun sağlanmasında öncelikle sınırlardaki vatandaşların huzuru ve refahı gözetilmelidir.

Bölgesel-ülkesel güvenlik, birbiri içine geçmiş kompleks bir yapıdadır. Aslında önce hangisinin çözümleneceği bölgesel unsurlar ve çatışmalar göz önünde bulundurularak belirlenmelidir. Afrika’nın Büyük Göller Bölgesi’ndeki çatışmalarda ülkeselden-bölgesele bir çözümlemeyle birlikte, bölgesel entegrasyonlar yoluyla da bölgeselden-ülkesele bir çözümlemeye gitmek doğru olacaktır.

10-Halkın sürekli beraber olabileceği eğlence ve kültür etkinlikleri içeren projeler, hem yerel hem ülkesel düzeyde sık sık yapılmalıdır.

Yapısal reformların dışında ülke halkını kaynaştırmak ve sosyal ortamlarda buluşmalarını sağlamak amacıyla bilinçlenen ve birincil ihtiyaçlarını karşılayabilen yerel halkın sürekli beraber olabileceği eğlence ve kültür etkinlikleri içeren projeler hem yerel hem ülkesel düzeyde sık sık yapılarak tarihsel geçmişi olan hizipçiliğin önüne geçilebilir.

11-Yöneticiler, halktan kopuk olmamalıdır.

Ülkesel ve bölgesel hizipçiliğin önlenmesi ve çatışmaların tekrarlanmaması için sosyal aktiviteleri destekler nitelikteki kalıcı bir diğer çözüm de, yöneticilerin halkın tamamından ya da bir kısmından kopuk olmamasının sağlanmasıdır. Bu hususta yapılabilecek en makul fiiliyatlar, gerektiğinde ev ziyaretleri, açılışlar, konferanslar, sivil toplum kuruluşlarına ve halka açık konferans ve toplantıların yapılması, yöneticilerin sürekli birlik beraberlik mesajlarını bu toplantılarda hep beraber halka samimi bir şekilde vermeleri, bunu yaparken de yerel, ulusal ve uluslararası basını çağırmalarıdır. Ayrıca Ruanda’da ve diğer BGB ülkelerinde olduğu gibi yerli medyanın hizipçiliği desteklemesine engel olunması gerekmektedir (Kieh, 2002: 57). Bölgesel barışın sağlanması için yardım ve destekler sürerken ülkelerin halklarıyla yerel gruplar, siyasi otoriteler ve sivil toplum kuruluşlarıyla gerçekten irtibata geçilerek sorunlar çekirdeğinden çözümlenmeye çalışılmalıdır.

12-Yönetimde çoğulculuk ve eşitlik olmalıdır.

Üçüncü dünya güvenliğini tehdit eden dolaylı etkenlerden biri de siyasi sürecin belli kesim ya da kesimlerin elinde oluşudur (North, vd., 2007). Temsiliyetin tüm ülke halkları adına olmadığı sözde demokratik parlamentolarda halkın tamamının eşit oranda temsiliyeti sağlanmalıdır. Bunu sağlamak için de etkin tek veya iki parti egemenliği yerine diğer partilere de mecliste yer vermek adına seçim barajlarının düşürülmesi gibi çözümlerin üretilmesi ve halkın her kesiminin yönetimde yer aldığını hissedebilmesi gerekmektedir.

Tüm öngörülen reformların yapılması aşamasında etnik kimliklere ait kimselerin eşit sayıda görev almaları yine halkın eşitliksizlik ve yönetime güvensizlik hislerini ortadan kaldıracak, ülke yönetimi ve iktidarlara duyulan güven, ulusal ve bölgesel düzeyde çatışmaları durduracak ve bölgeye kalıcı barış ve istikrar getirebilecektir.   

Sonuç olarak, üçüncü dünya olarak nitelendirilen Afrika ve özellikle BGB ülkeleri, bağımsızlıkları sonrasında daha da artan güvenlik sorunlarıyla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Dış dinamiklerin tetiklediği yerel ve bölgesel dinamiklerin daima daha etkili rol aldığı BGB ülkelerindeki güvenliksizlik ortamının dönem dönem devam ettiği göz önünde bulundurulursa yukarıda sıraladığımız çözüm önerilerinin önemli olduğu ifade edilebilir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde yerel yapıdaki aktörler, ülke elitleri, yöneticiler, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, halkın ileri gelenleri (etnik yapılardaki), bölgesel örgütler vs… önce ülkesel daha sonrada bölgesel barışın sağlanmasını sağlayabilecek en önemli unsurlardır.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display