< < Faiz, Dolar, Enflasyon İlişkisi ve Önemi
 Bu sayfayı yazdır

Faiz, Dolar, Enflasyon İlişkisi ve Önemi

Yazan  28 Nisan 2018

 

Faizin tarihi M.Ö 3000’li yıllarda ilk olarak Sümerler zamanında kullanıldığı ve ilk kez borç verilen tohumların belli bir yüzde fazlasıyla geri alınması olarak ortaya çıktığı tahmin edilmektedir. Faiz en kolay tabiriyle kiralanan paranın kira bedelidir. Ödünç verilen paranın kullanımı sonrası belirlenmiş yüzde karşılığı ödenen ücreti olup, kâr anlamında da kullanılmaktadır. 

Dini inanışlar çerçevesinde faizin günah sayılıp sayılmama hususu o zamandan günümüze kadar farklı yorum ve uygulamalar göstermiştir. Yakın zamanda faize alternatif olarak kâr payı sistemi geliştirilmiş olmasına rağmen bu sistemin toplumdaki yolsuzluk, rüşvet, sahtekarlık, şeffaflık, bilançolarda kalem oynatma, denetim, hukuk ve adalet sisteminin etkinliği gibi faktörlere bağlı olarak ne ölçüde uygulanıp uygulanamayacağı tartışma konusudur!

Bankacılık sisteminin etkin olmadığı sosyalist sistemde faiz büyük oranda kalkmıştır. Komünizmin çökmesi sonrası dünyayı hakimiyeti altına alan kapitalist sistemde faiz ekonomik yapının en temel göstergelerinden birisidir.

Faizi de kapsamına alan 2 ekonomi politika söz konusudur:

Mali politika; kamu ( hükümet ) politikası olup, ana hedefi büyümenin sağlanması ve işsizliğin düşürülmesidir. 70’li yıllara kadar uygulanan Keynes iktisadında mali politika ve araçları esas olup, para politikası tamamlayıcıdır.

- Para politikası; TCMB’nın politikası olup, ana hedefi enflasyonun düşürülmesi, döviz kurlarının kontrol altında tutulmasıdır. Türkiye dahil 80’li yıllarda uygulamaya geçirilen F.Hayek ve M.Friedman’ın öncülüğünü yaptığı serbest piyasa ekonomisinin hakim olduğu iktisat sisteminde ise para politikası ve araçları esas olup, mali politikalar tamamlayıcıdır. Para politikası günümüzdeki global ekonominin gerçeklerine ve yapısına uygun olarak yürütülmek zorunda olup, bu durum popülizm ve politikanın ekonominin önüne geçmemesini gerektirir. Aksi bir hal kriz riskine yol açar.

Normal şartlarda Para politikası gereği eğer TCMB faizi artıracak olursa; TL’ye talep ve tasarruf eğilimi artar, yatırım eğilimi azalır, dolar, risk primi CDS düşme eğilimine girer, sıcak para girişi artar, toplam talepte, tüketimde oluşan azalma üretimi olumsuz etkiler. Sonuçta ekonomik büyüme ve enflasyon düşme eğilimine girerken işsizlik artar.  

Mali (hükümet) politika ve baskı gereği faiz düşürülecek olursa; TL’ye talep ve  tasarruf eğilimi azalır, yatırım ortamı uygunlaşır, Kur - Dolar - CDS artar, üretim maliyetleri artar, sıcak para girişi azalır, cari açık artma trendine girer, toplam talepte, tüketimde oluşan artış üretimi olumlu etkiler. Sonuçta ekonomik büyüme artma eğilimine girerken enflasyon artar, işsizlik azalır. Tekrar edilecek olursa faiz düşürüldüğünde enflasyon artar.  

Dünya parası konumuna gelmiş olan ABD doları Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin dış ticaretlerinde kullanmakta oldukları para birimidir. Türkiye’de dolar ile karşılanması zorunlu kısa vadeli borçların tutarı cari açık dahil yaklaşık 200 milyar USD, açık pozisyonu ise 450 milyar dolar civarındadır.  İhraç kaleminin  % 60’ının hammadde, yarı mamul, yakıt ve enerji gibi ithal girdiler olduğu önemle göz önünde tutulmalıdır. Haliyle dolar kuru ekonomimiz için yaşamsal öneme sahip olup, TCMB elindeki tek etkili silah olan politika faizi ile bu kuru dengede tutmak zorundadır. Aksi halde dışta dolar bazında borçlanan, içte ise TL bazında kazanan şirketler borçlarını ödeyemez duruma düşerler ki  bunun sununda bankalar da batma riskine doğru yol alır.

Dolar kuru ve faiz; iç - dış faktörler olmak üzere iki zemin üzerinde şekillenmektedir:

- Dış faktörler; FED dolar faizini yükseltmesi durumunda dolara talep artar. Ayrıca dünya politikasında yükselen tansiyon güvenli liman olarak dolara talebi artırır. Dolayısıyla cari açığını ve kısa vadeli borçlarını sıcak para ile karşılamak zorunda kalan Türkiye’de TL’nin cazibesini devam ettirmek adına faizleri yükseltmek zorunda kalacaktır. Aksi bir hal kurda yükselmeye yol açar.

- İç faktörler; dış politika ve piyasa uyumsuzlukları, para – mali politika arası uyum, iç politik gerilimler, demokrasi, popülizm, politik tutarsızlıklar, jeopolitik riskler, terör ve güvenlik,  eğitim ve beşeri sermaye,  ticarete ve doğrudan yabancı sermayeye ana girişi sağlayan AB ile ilişkilerin boyutu, hukuk ve adalet sisteminde yaşanan problemler, bürokratik yapı ve basında ortaya çıkan yalakalık, ayrımcılık ve kayırmacılık eğilimleri, liyakat, ihale ve iş hayatında şeffaflık, yapısal reformlar gibi sıralanacak faktörler negatif eğilim gösteriyorlarsa iç ve dışta güven endeksi düşecek, gösterge faizi, risk algı ve risk primi (CDS) yükselecek, yabancı yatırım, tüketim dolayısıyla toplam talep azalma trendine girecek,  dolar (döviz)  ve altına talep artacak, enflasyon da yükselecektir.  

SONUÇ :

Türkiye’ninde yer aldığı gelişmekte olan ekonomiler arasında ülkemizin negatif ayrışıyor olması dolar kurundaki aşırı yükseliş trendinin daha çok iç faktörlerden kaynaklandığını işaret etmektedir. Dolayısıyla dış mihrak ya da faiz lobisine ilişkin iddialar burada geçerliliğini büyük ölçüde yitirirken, özellikle erken seçim ilanıyla beraber yükselen popülizm kuru daha da olumsuz etkileyecektir. Bunun yanında iktidar yalakalığının ileri dereceye gitmiş olması devlet yöneticilerinin negatif yönlendirilmesi gibi sonuca yol açtığı gözlemlenmektedir.  Ayrıca faizin dini çevrelere yaranmak adına popülizme de kurban edilme eğiliminin de tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini hatırlatmakta yarar vardır. 

2001’de tarihinin en ağır krizini yaşayan Türkiye bu krizden uyguladığı sıkı para politikasıyla çıkmıştır. 2001’in en ilginç tarafı iktidar partilerini seçim sonrası sıfırlaması olmuştur. Hatalı faiz ya da para politikası dolar kuru ve enflasyonda istenmeyen sonuçlara ve hatta sonunda ciddi krizlere yol açabilir. 1994’de faiz düşürme takıntısının sonucunda ortaya çıkan ağır krizin atlatılması için piyasa gerçeklerine ve yapısına uygun para politikası devreye sokulmak zorunda kalınmıştır. Her iki krizde de dünyaya ün salan IMF devreye girmiştir.        

Ekonomik, sosyal ve siyasigöstergelerde görünen negatif gelişmeler ekonominin hiç de iç açıcı olmayan ve hatta patlama tehlikesi yönünde seyir izlemesine yol açmış bulunmaktadır.   Başta demokratikleşme olmak üzere acil önlem ve yapısal reformlar yapılma zorunluluğu kapıya dayanmış durumdadır.  Aksi halde Türkiye cari açığını kapatılabilmesi için ülkeye istihdam ve üretim sağlayan doğrudan sermaye yerine vur-kaç yapan spekülatif sermaye dışında sermaye girişinin olmaması tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Ancak görünen odur ki yakın geleceğe ilişkin ciddi düzeydeki endişeler neticesinde ekonomi erken seçim adı altında tekrar politikanın arkasına bırakılmış olup, bu gerçekten manidar bir durum arz etmektedir.

Bekir Kavruk

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı