Bu sayfayı yazdır

Türkiye’nin SOCAR’a Ortak Olmasının Zamanı Geldi

Yazan  12 Kasım 2014

Türkiye’nin, Azerbaycan’ın bağımsızlığının ardından Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattının geçişini sağlaması için verdiği destek ile Azerbaycan, bambaşka bir ülke haline gelmiştir. İki ülke arasındaki dostluk bağlamındaki ilişkiler ticaret ve enerji ilişkilerine de yansımış ve bunun sonucu olarak da Azerbaycan devlet enerji şirketi SOCAR, Türkiye’ye büyük miktarlarda yatırımlar yapmaya başlamıştır. Ancak, SOCAR’ın artık büyük bir şirket haline gelmesi ve Azerbaycan ve Türkiye dışında başka ülkelere de yatırımlar gerçekleştirmeye başlaması Ankara ve Bakü’yü karşı karşıya kalma tehlikesi ile baş başa bırakmıştır. Bu sorunun çözümü ise ancak, Türkiye’den bir enerji şirketinin acilen SOCAR’ın hatırı sayılı miktarda hissesini alması yoluyla çözülebilir. Aksi takdirde, SOCAR’ın uluslararası faaliyetleri nedeni ile Türkiye ve Azerbaycan ikili ilişkilerinde sorunlar yaşanabilir.

Türkiye’nin Azerbaycan’ın bağımsızlık tarihinde oynadığı rol sadece diplomatik ve kültürel bağlar ile değil, önemli ticari bağlar ile sağlamlaştırılmıştır. Bunun en önemli örneği ise BTC petrol boru hattıdır. “Yüzyılın Projesi” olarak adlandırılan proje ile Azerbaycan ekonomisinde büyüme sağlayabilmiş, Rusya karşısında durma şansı yakalayabilmiş ve hatta mevcut rejiminin istikrarını korumayı başarmıştır. Azerbaycan’ın Gürcistan ve Türkiye üzerinden çıkış sağladığı boru hattı yolu ile Azerbaycan, Hazar bölgesinin tek çıkış yolu haline gelmiş ve büyük miktarda uluslararası yatırım çekebilmiştir. Diğer yandan Türkiye ise, BTC hattından en ufak bir gelir elde edemediği gibi, üstüne her yıl da zarar etmek durumunda kalmıştır. 2002 yılında imzalanan BTC boru hattı Türkiye geçişi anlaşması için bizzat dönemin BOTAŞ International Limited (BIL) Genel Müdürü İbrahim Palaz’ın 2011 yılında bir toplantıda; “Çok kötü bir anlaşma. Bu odadaki kimse bu anlaşmaya imza atmazdı...Mevcut şartların devam etmesi halinde BIL 2045 yılına kadar zarar etmeye devam edecek ve kümülatif zarar 2 milyar doların üzerine çıkacak” sözlerini bu noktada hatırlatmak isterim. Buna ilave olarak BIL, BTC ile ilgili geçiş anlaşmasını düzeltebilmek amacı ile tahkime gitmiş durumdadır. Dolayısıyla BTC ile ilgili zarar konusunda Türkiye uzun süre sessizliğini korumuş, ancak 2011 yılında tepkisini hukuki olarak da kamuoyuna yansıtmıştır. Bu noktada denilebilir ki BTC’nin yönetici şirketi BP'dir, ancak BP’nin operasyonlarına izin veren ülke de Azerbaycan’dır.

2009 yılındaki Ermeni Protokolü krizinin ardından ikili ilişkiler Ankara ve Bakü arasında hızla tekrar iyileştirme göstermiş ve SOCAR, Türkiye’ye önemli enerji yatırımlarında bulunmaya başlamıştır. Petkim, özelleştirilmesi sonucunda SOCAR tarafından satın alınmış ve SOCAR, Türkiye’de ilk stratejik teşvik belgesinin sağladığı avantajlar ile pek çok vergiden muaf tutulmuştur. SOCAR’ın inşa etmeyi planladığı rafineri ile birlikte 2018 yılına kadar Türkiye’de 17 milyar dolara yakın yatırımı olacaktır. Buna ilave olarak doğalgaz alanında TANAP projesinde Türkiye ve Azerbaycan şirketleri bir arada çalışmaktadırlar. Türkiye, bir kez daha aynı BTC hattında olduğu gibi, Azerbaycan gazına kendisinin daha fazla ihtiyacı olmasına rağmen, Azerbaycan gazının Avrupa’ya ulaşabilmesi için gerekli desteği sağlamaktadır. Hatta TANAP projesi için gerektiğinde Rusya ile bile karşı karşıya gelmeyi göze alabilmektedir.

TANAP projesinin çok önemli bir ayağı olan ve Azeri gazını Yunanistan üzerinden Güney Avrupa’ya taşıyacak olan TAP (Trans-Adriyatik Pipeline) projesinin partner olarak kabul edilmesi ve Yunanistan’ın BOTAŞ’ı sayılabilecek DESFA’yı SOCAR satın aldığında, bu durumun Türkiye’nin lehine jeostratejik bir gelişme olacağı yönünde olumlu öngörüler ve değerlendirmelerde bulunmuştum. Ancak gelinen şu durumda Türkiye ve Azerbaycan ilişkilerin de önemli bir dönüm noktasının yaşandığının altını çizerek belirtmek isterim. SOCAR’ın, Yunanistan’ın doğalgaz dağıtım ağını satın alması ve uluslararası hareket eden bir şirket haline gelmesi son derece olumlu bir gelişme iken, Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeler neticesinde Türkiye ve Azerbaycan karşı karşıya gelmiş gözükmektedirler.

Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs ve İsrail doğalgazını Girit adası üzerinden Yunanistan’ın güneyine taşımayı ve bir yandan Kuzey Kıbrıs’ın haklarını ihlal edip, bir yandan da Türkiye’nin Akdeniz’de sahip olduğu münhasır ekonomik bölge haklarını yok edecek bir Yunanistan, Güney Kıbrıs, Mısır ve bunun görünmeyen aktörü İsrail ile birlikte dörtlü bir blok oluşturulmaktadır. Ne kadar bu blok oluşursa oluşsun, söz konusu denizin altından geçecek boru projesinin aşırı maliyetli olması ve güvenliğinin sağlanmasının zorluğu bir yana, Yunanistan’da gazı Yunan sınırında SOCAR’ın karşılamasının gerekliliği Türkiye tarafından bir avantaj niteliği taşımaktadır. Çünkü doğal olarak Türkiye, bir Azerbaycan şirketinden Türkiye tezlerine uygun hareket etmesini ve gazın gelişini engellemesini beklemektedir.

Olayın ne kadar kırılgan bir boyuta geldiğini anlatmak açısından son gelişmeler çok mühimdir. Türkiye’nin Azerbaycan’dan Akdeniz’de Rum Kesiminin ihlal ettiği bölgede doğalgaz arama faaliyetlerinde bulunmak için sondaj platformu talep etmesi ve SOCAR’ın da bunu kabul etmesi üzerine AB Komisyonu alelacele Yunanistan’ın doğalgaz şirketi DESFA’yı satın alma planının AB’nin birleşme düzenlemelerine uygun olup olmadığının “derinlemesine” araştırma kararı aldığını bildirmiştir. Maalesef AB’den gelen bu tehdidin ardından da SOCAR, Türkiye’ye sondaj platformu göndermekten vazgeçtiğini açıklamıştır. Dolayısıyla AB ve Yunanistan, SOCAR’ın bir yandan özelleştirmede ödediği parayı Yunan ekonomisi için faydalı bulurken, bir yandan da kendilerinin Türkiye’yi zarara uğratacak Doğu Akdeniz stratejisine SOCAR’ın karışmasını istememekte ve bunun için de SOCAR’ı tehdit etmekten çekinmemektedirler. Bu bağlamda Rusya’nın Avrupa’ya karşı enerji alanında takip ettiği “vanaları gerektiğinde kapatma” stratejisinde pek de haksız olmadığı görülmektedir. Çok belli ki Avrupa devletleri ancak “şalterin inmesinden” anlamaktadırlar.

Kısa ve orta vadede, SOCAR’a Yunanistan üzerinden AB’nin ve diğer büyük enerji şirketlerinin Türkiye aleyhine baskıları, ister istemez Türkiye ve Azerbaycan ilişkilerinin yara alması ihtimalini taşımaktadır. Yaşanacak bu krizin önlemini erkenden almak adına en stratejik hareketin acilen Türkiye’den BOTAŞ ya da TPAO’nun SOCAR’dan hisse alarak ortak olması olduğunu düşünmekteyim. Böylelikle Yunanistan ve AB, SOCAR ile birlikte masada Türkiye’yi de bulabilecek ve Türkiye’de SOCAR sayesinde çeşitli petrol ve doğalgaz arama lisans teknolojilerinden yararlanabilecektir. Aksi takdirde SOCAR ve Türkiye arasındaki krizler henüz yeni başlamaktadır ve Türkiye ve Azerbaycan’ın ortak hareket edebilmesi için SOCAR’a mutlaka bir Türk devlet şirketinin ortak olması gerekmektedir. Türkiye ve Azerbaycan arasındaki ilişkilerin “duygusal” boyuttan gerçek bir ticari ve stratejik ortaklığa dönüşmesi de böylece sağlanmış olacaktır. 

Dr. Tuğçe Varol

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Amerika Araştırmaları Merkezi Başkanı