İncek Tartışmaları ‘Rusya ve ABD ile oynarken ipte yürümek: Türkiye’nin bir rota belirleme vakti geldi mi?’
 Bu sayfayı yazdır

İncek Tartışmaları ‘Rusya ve ABD ile oynarken ipte yürümek: Türkiye’nin bir rota belirleme vakti geldi mi?’

Yazan  05 Eylül 2019

BAKIŞ, İncek Tartışmaları

‘Rusya ve ABD ile oynarken ipte yürümek: Türkiye’nin bir rota belirleme vakti geldi mi?’

INSIGHT, Incek Debates

‘Walking a tight rope while juggling Russia & U.S.: time for Turkey to chart a course?

İncek Tartışmaları, 7 Mart 2019 günü ‘Rusya ve ABD ile oynarken ipte yürüyen Türkiye' konusunu ele aldı. Konuşmacılar: Em. Büyükelçi Faruk Loğoğlu, E. Tüma. Dr. Deniz Kutluk ve gazeteci Tülin Daloğlu’ydu. Oturum Dr. Haldun Solmaztürk tarafından yönetildi ve seçkin bir Türk ve yabancı uzmanlar grubu tartışmaya katkıda bulundu. Aşağıdaki ‘Raportör Özetinde’ yer alan hususlar ve değerlendirmeler, herhangi bir konuşmacı veya katılımcının birebir görüşlerini veya tüm katılımcıların fikirbirliğine ulaştığı görüşleri yansıtıyor şeklinde algılanmamalıdır. Tartışma ‘off-the-record’ (kaynak göstererek yazılmamak kaydıyla) icra edilmiştir.

 Incek Debates, on 7 March 2019, discussed ‘Turkey walking a tight rope while juggling Russia and U.S.’. Speakers were Ambassador Faruk Loğoğlu, Dr RADM Deniz Kutluk and journalist Tülin Daloğlu. The session was chaired by Dr Haldun Solmaztürk and participated by a group of experts and professionals as well as representatives of the diplomatic corps resident in Ankara. This Rapporteur’s Summary does not necessarily reflect particular viewpoints expressed by any one panelist, nor those of any one or of all the participants in consensus. The debate was off-the-record.

 

THIS IS NOT A COMPREHENSIVE PAPER ON THE SUBJECT, NOR MINUTES OF THE DEBATE, BUT ONLY RAPPORTEUR’S SUMMARY OF THE PROCEEDINGS—UPDATED AS OF 29 AUGUST 2019

BU METİN KAPSAMLI BİR ÇALIŞMA VEYA TOPLANTI TUTANAĞI OLMAYIP, SADECE TOPLANTIDAKİ TARTIŞMALARIN—29 AĞUSTOS 2019 İTİBARİYLE GÜNCELLENMİŞ—RAPORTÖR ÖZETİDİR.

TÜRKÇE METİN, İNGİLİZCE ASLININ TERCÜMESİDİR.

Arka plan

Göründüğü kadarıyla, cumhurbaşkanları Trump, Putin ve Erdoğan arasında özel bir kimya var. Bu durum, son dört yıl boyunca ikili ilişkilerdeki bazı ciddi krizlerin üstesinden gelinmesinde yardımcı oldu. Bununla birlikte, mevcut güçlükler kişiliklerin ötesindedir ve böyle bir ‘kimyanın’ varlığı, üç ülkenin karşı karşıya olduğu ikilemleri ortadan kaldırmıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan başlangıçta, Başkan Trump’ın Obama’nın ‘hatalarını’ düzelteceğini, Suriye’de PYD/YPG’yi desteklemeye son vereceğini, Gülen’i iade edeceğini ve Halkbank ve Zarrab’la ilgili davaları ‘halledeceğini’ ümit ediyordu. Bunların hiçbiri olmadı.

ABD—ve Batılı müttefikleri—Fırat'ın doğusunda halen kurulmuş olan yarı-bağımsız bir ‘Kürt’ siyasi varlığını—gerektiğinde askeri güç kullanarak—sürdürmek ve korumakta kararlı görünüyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, YPG'yi Fırat'ın doğusundan—ve Menbiç'ten—temizlemek için 'her an' bir askeri harekat yapılabileceği tehdidini sürdürüyor. Her ne kadar böyle bir harekat henüz gerçekleşmemiş olsa da, bu tür tehditler ABD ve Rusya ile ilişkilerdeki gerginliği devam ettiriyor.

Öte yandan Türkiye, Rusya ile S-400 füze sisteminin alımı için stratejik bir sözleşme imzaladı. Bu sözleşme, sistem NATO’nun Entegre Hava ve Füze Savunma sistemiyle uyumlu olmadığı ve NATO savaş uçaklarının özellikle de F-35’in güvenliğini tehdit edeceği için, ABD’nin yanı sıra diğer NATO üyelerini de endişelendiriyor. O kadar endişelendiriyor ki, ABD Senatosu, 2019 Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası’na F-35'lerin Türkiye'ye transferini engelleyebilecek ve hatta Türkiye'yi F-35 konsorsiyumundan çıkarabilecek bir hüküm dahil etti.

Menbiç yol haritası’ denen süreç, görünür hiçbir anlamlı sonu olmayan bir Meksika pembe dizisine dönüşürken, ABD, Türkiye ile PYD/YPG arasında bir ‘tampon bölge’ kurmaya ve orada çok uluslu bir ‘barış gücü’ konuşlandırmaya karar verdi. Erdoğan hükümeti, bunun Türkiye'nin kontrolünde bir ‘güvenli bölge’ olması gerektiği konusunda ısrar ettiğinden, iki ülke yine bir çarpışma rotasına girdiler. Bir sağırlar diyaloğu—veya oyunu—sağlıklı iletişimi engelliyor.

Öte yandan, Türkiye’nin ‘Batıdaki’ demiri sürüklenirken Rusya’yla ilişkileri gelişiyor ve bu ikili Astana ve Soçi gibi çeşitli forumlarda birçok konuda işbirliği yapıyor, doğal ‘müttefik’ gibi görünüyorlar. Ancak gerçek çok daha karmaşık.

Türkiye ve Rusya da bir sağırlar diyaloğundalar. ABD’nin Fırat'ın doğusundaki bir ‘Kürt’ varlığı konusunda olduğu gibi, Rusya da tüm ülkeyi ve kontrolünü geri alması için Şam'ı—Esat hükümetini—desteklemekte kararlı. Esat gibi Rusya da, Şam’a karşı olan tüm ‘muhalefeti’ terörist olarak görüyor. Türk hükümeti Esat-karşıtı söylemini azaltsa da, Suriye'de geniş alanların kontrolünü elinde tutuyor ve açıkça ‘muhalefeti’ desteklemeye devam ediyor. Şimdi İdlib—teröristlerden ‘kurtarılacak’ son çatışmasızlık bölgesi—HTS'nin (eski el-Nusra’nın) eline geçtiğinden, durum Rusya için artık tahammül edilemez hale geldi. Bu yüzden Rusya ve Türkiye'nin de bir çarpışma rotasında olduğunu iddia edenler var.

Bununla birlikte, ABD ile olan uçurum, Rusya ile olandan daha küçük ve uzlaştırılması nispeten daha kolay görünüyor. Çünkü ABD, Esat'ın Fırat'ın doğusuna girmesine engel olurken, Türkiye de benzer şekilde, onun nehrin ‘batısına’ girmesine engel oluyor ve orada kendi ‘devletçiklerini’ kuruyor.

Hem Rusya, hem de ABD, PYD/YPG ve Türkiye’yi birbirlerine karşı başarılı bir şekilde kullandıklarından—hala da böyle yapmaya devam ediyorlar—Türkiye her iki ülke karşısında da zayıf olan elini biraz abartmış olabilir. Ne ABD—ve de Batı—ne de Rusya Türkiye’yi kaybetmeyi kolay göze alamaz. Ancak Türkiye muhtemelen aynı anda hem ABD, hem de Rusya’nın ‘stratejik ortağı’ olamaz. İkisiyle de olan ilişkiler kritik bir yol ayrımına yaklaşıyor olabilir.

Tam İdlib'e yönelik Şam taarruzu ve YPG'yi Türkiye'den ‘koruyacak’ bir tampon bölgeden oluşan mükemmel fırtına yaklaşırken, Beyaz Saray ‘danışmanı'—ve Trump'ın damadı—Jared Kushner, Ankara'da Erdoğan ve damadı olan Hazine ve Maliye Bakanı’yla, 27 Şubat 2019’da 'ortak ilgi alanı olan' konuları görüşmek üzere biraraya geldi.

31 Mart yerel seçimleri—ki iddia edildiğine göre Erdoğan hükümeti için bir hayat memat meselesidir—yaklaşırken, İncek Tartışmaları halihazır Türk ‘politikasının’ sürdürülebilip sürdürülemeyeceğini veya yeni bir politikanın formüle edilmesinin gerekip gerekmediğini tartıştı.

 

Yönetici Özeti

1920'lerdeki Türk Kurtuluş Savaşı, yeni kurulmuş olan Sovyetler Birliği'nden önemli siyasi, mali ve askeri destek aldı. Modern Türkiye, 1930'larda Batı ile dostça ilişkiler kurdu. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, Sovyet tehdidi ile karşı karşıya kalan Türkiye, NATO’ya üye oldu ve ABD ile ilişkilerini geliştirdi.

Batı ile ilişkileri 1963 Kıbrıs krizinde gerginleştiğinde, Türkiye Sovyetler Birliği ile ilişkilerini geliştirmeye başladı. Soğuk Savaş sona erince, Türkiye daha da Rusya’ya itildi. 2015 yılındaki ciddi Su-24’ün düşürülmesi olayına rağmen, Türkiye ve Rusya çok kısa sürede ilişkileri düzeltebildiler.   

Suriye krizi, Türkiye'nin bocalayan dış politikasının en önemli sınav alanı haline geldi.

ABD-Türkiye ikili ilişkilerinin bugünkü durumu, 2003’teki ‘1 Mart’ olayı sonrasında olduğu kadar kaotik ve kırılgandır. Bölgede ‘tarafsız arabulucu’ rolünü oynamaya istekli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2009'dan itibaren bu rolü bıraktı ve bölgesel çatışmalara taraf oldu ve Türk dış ‘politikası’ iç politikanın bir uzantısı haline geldi.

Başkan Trump’ın, dış politikada kendine özgü bir iş yapma tarzı var. Suriye’den çekilme konusunda ani ‘kararı’ ABD Kongresi’nin dış politikaya daha doğrudan karışmasına yol açtı.

Başkan Vladimir Putin diğer ikisine göre nispeten daha fazla karar ve eylem özgürlüğüne sahip. Rusya'nın kartlarını Suriye'de doğru ve ustaca oynadığı genel olarak kabul görüyor.

S-400 anlaşmazlığı ve ‘Güvenli bölge’ olarak adlandırılan tartışma—ki Batı'nın PYD/YPG'ye verdiği destekle bağlantılıdır—Rusya-ABD-Türkiye üçgenindeki durumun göstergesidir.

Bir görüş, S-400 sisteminin satın alınmasının Türkiye’nin ‘egemen’ bir hakkı olduğunu savunuyor. Diğerleri NATO üyeliğinin birlikte çalışabilirlik yükümlülüklerine işaret ediyor.

Türkiye, sınır boyunca 30-40 km derinliğinde güvenli bir bölgede tam kontrol talep ediyor. Amerikalılar, Türkiye’nin yönetiminde geniş bir bölgeye karşı çıkıyor ve Amerikan idaresinde 5-10 km derinliğinde bir toprak şerit öneriyorlar. ABD Suriye’de kaldığından, Türkiye’nin tek taraflı bir operasyonu ciddi risklerle karşı karşıya kalacaktır.

Türkiye, ulusal çıkarlarına hizmet edecek tutarlı bir politika oluşturmada başarısız olmuştur. Şu anki ‘politikanın’ başarılı olma ve Büyük Ortadoğu’da sürdürülebilir bir nihai duruma götürme şansı pek yoktur. Parlamento gözetiminin hiç olmadığı bir ortamda, rotası belli, uzun vadeli bir Türk dış politikası esasen mevcut değildir ve temel sorun da budur.

Kurumsal ilişkiler pahasına, liderler arasındaki iyi—hatta samimi—kişisel ilişkilerin, ulusal çıkarların tutarlı bir şekilde takip edilmesinde pek de kıymeti olmadığı kanıtlanmıştır.

ABD—liderliğindeki Batı koalisyonu bir seçim yapmış ve Suriye’deki bir Kürt devletine—ki ‘bölgesel istikrar” olarak kodlanmaktadır—Türkiye ile olan ilişkilerinden daha yüksek öncelik vermiştir. Rusya için de, Esat’ın hayatta kalması—ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması—hayati öneme sahip bir ulusal güvenlik çıkarıdır.

Türkiye nihayet gücünün sınırlarını anlamaya başlamıştır. Rojava'yı dış politika gündeminden  düşürmüş, ‘tampon bölgede’ Amerikan’ın isteklerine teslim olmuş, ‘bölgenin' kontrolundan vazgeçmiş, Rusya’yı muğlak sözlerle yatıştırmaya çalışmıştır.

Rusya ve Amerikan’ın duruşlarında değişiklik yoktur. Suriye ordusu İdlib’deki operasyonlarına devam edecektir. Bu kadar çok ikilemle karşı karşıya kalan Türkiye'nin ‘hokkabazlık oyunu’ sınırlarına ulaşmıştır. Bu çoklu ikilemler, muhtemelen, Suriye'nin geleceği üzerine, kapsamlı bir ABD-Rusya uzlaşmasıyla çözülecektir.

Türkiye’de mevcut koşullar, Türkiye’yi dış baskıya açık hale getirmektedir. Bir rota belirlerken, Türkiye her iki ülkeyle de çalışabilir durumda olmalı ve iyi ilişkiler sürdürmelidir.

Türkiye, ip üzerinde hokkabazlık oyununu durdurmalı, dış ilişkileri iç politikadan ayırmalı, partizan olmayan, seküler bir dış politika ‘rotası’ geliştirmeli, uluslararası hukuka saygı göstermelidir.

Sözün özü                                                          

Türkiye’nin mevcut ‘politikası” sürdürülebilir değildir. Türk dış politikasına bir rota çizmek—yani ‘politikayı’ temelden gözden geçirmek—çoktan yapılmış olması gereken, gecikmiş bir ihtiyaçtır.

Bir rota belirlerken, Türkiye'nin ulusal güvenlik çıkarlarına en iyi ve tutarlı şekilde hizmet edecek doğru dengenin bulunması gerekir. Bu da—danışma, katılım ve diyaloğa dayanan—bir milli mutabakat ve özellikle de Parlamento’nun bir rol üstlenmesini gerektiriyor.

Operasyonel ortamın gerçeklerine bakılırsa, Türk hükümeti tarafından önemli ve anlamlı adımlar atılmadığı sürece, Türkiye’nin hem ABD, hem de Rusya ile ilişkilerinin kısa-orta vadede çatışan—belki daha da kötüsü—bir karakterde devam etmesi muhtemeldir.

Türkiye'nin dış politikası iç politikanın bir uzantısı olmaktan çıksa bile, ciddi risklerle karşı karşıyayken şu anki karmaşanın—İnşallah—temizlenmesi, zaman ve emek gerektirecektir.

Addendum (29 Ağustos 2019)

Tartışma sonrasında, Türkiye ve ABD öngörülen ‘güvenli bölge’ üzerindeki anlaşmazlıklarını çözemediler ve Cumhurbaşkanı Erdoğan kuzeydoğu Suriye'yi, Fırat'ın doğusunu tek taraflı işgal etme tehditlerini sürdürüyor. Öte yandan, İdlib çatışmasızlık bölgesi hakkındaki ‘Soçi Anlaşması’ çöktü, bölge büyük ölçüde Heyet Tahrir El Şam (El Kaide bağlantılı eski El Nusra) ittifakının kontrolü altına girdi.

Suriye ordusu—Rusya’nın tam desteğiyle—İdlib'teki ilerleyişini sürdürüyor, Türkiye ile doğrudan karşı karşıya gelme, hatta bir çatışma riski artıyor.

Türk hükümetinin kendi-yücelttiği 'değerli yalnızlık' şimdi tehlikeli bir tecrite dönüşmüş bulunuyor. Türkiye’nin ulusal güvenliği Suriye'deki gelişmelerle ciddi tehdit altındadır.

Diğer tüm ana aktörler gibi, hem Rusya hem de ABD, Erdoğan’ın görevdeki günlerinin sayılı ve Türkiye'de erken seçimlerin ciddi bir ihtimal olduğunun farkındalar. Her ikisi de, kendi siyasi planlarına Türkiye’nin 'desteğini' almaya çalışırken, Suriye'deki kazançlarını pekiştirmek için mevcut ‘zaman penceresini’ en iyi şekilde kullanmaya çalışıyorlar.

Son söz

ABD—liderliğindeki Batı koalisyonu bir seçim yapmış ve Suriye’deki bir Kürt devletine—ki ‘bölgesel istikrar” olarak kodlanmaktadır—Türkiye ile olan ilişkilerinden daha yüksek öncelik vermiştir. Bu arada, tıpkı Fırat'ın doğusundaki “Kürt devletinin” hayatta kalmasının ABD için olduğu gibi, Esad’ın hayatta kalmasını sağlamak da Rusya ve İran için hayati bir ulusal güvenlik çıkarıdır. Suriye'deki kriz muhtemelen geniş kapsamlı bir ABD-Rusya uzlaşması ile çözülecektir. Türkiye nihayet gücünün sınırlarını anlamaya başlamış ve Ortadoğu’nun bütünü bir yana Suriye’nin geleceği üzerinde bile çok az—belki de hiç—kontrolunun olmadığının farkına varmış, Rojava'yı dış politika gündeminden  düşürmüş, ‘tampon bölgede’ Amerikan’ın isteklerine teslim olmuş, ‘bölgenin' kontrolundan vazgeçmiş, Rusya’yı muğlak sözler ve gösterilerle yatıştırmaya çalışmıştır. Rusya ve Amerikan’ın duruşlarında değişiklik yoktur. Suriye ordusu İdlib’deki operasyonlarına devam edecektir. Açmazın boynuzlarındaki Türkiye'nin ‘ip üzerinde hokkabazlık oyunu’ sınırlarına ulaşmıştır.

 Background

Seemingly, there is a special chemistry between presidents Trump, Putin and Erdoğan. This helped them fix some serious crises in bilateral relations in the course of the last four years. However, the current challenges are beyond personalities and existence of such a ‘chemistry’ does not make the dilemmas faced by the three countries go away.

Initially, President Erdoğan hoped that President Trump would ‘rectify’ President Obama’s ‘mistakes’, stop supporting PYD/YPG in Syria, extradite Gülen and ‘take care’ of the court cases related to Halkbank and Mr Zarrab. None of these happened. 

The U.S.—and its Western allies—seems determined to sustain and to protect—by military force if and when necessary—an already formed quasi-independent ‘Kurdish’ political entity in the east of the Euphrates. President Erdoğan keeps threatening military action ‘any moment’ to eliminate YPG from the east of the Euprates—and Manbij. Although such an action has not materialized such threats maintain the tension in relations with U.S. and Russia.

On the other hand, Turkey has signed a strategic contract with Russia for the delivery of S-400 missile system which made U.S. as well as other NATO members worried because it would not be interoperable with the NATO Integrated Air and Missile Defence system and compromise the security of NATO fighters, particularly F-35. So worried that the US Senate included a provision in the National Defense Authorization Act 2019 that could block the transfer of F-35s to Turkey and even remove Turkey from the F-35 consortium.

As the so-called ‘Manbij road map’ turned into a Mexican soap-opera with no meaningful end in sight, U.S. decided to establish a ‘buffer zone’ between Turkey and the PYD/YPG and deploy a multinational ‘peacekeeping force’ there. As Erdoğan government insists that this should become a ‘safe zone’ under Turkish control, the two countries are on a crash course, again. A dialogue—or play—of the deaf impairs bilateral communication.

Turkey’s relations with Russia, on the other hand, are improving and the two look like natural ‘allies’ as they cooperate on many issues in various fora such as the Astana and the Sochi, while Turkey’s anchor in the ‘West’ is dragging. But the reality is much more complicated.

Turkey and Russia are also in a dialogue of the deaf. Like the U.S. on a ‘Kurdish’ entity to the east of the Euphrates, Russia is determined to support Damascus—Assad government—to return and retake control of the whole country. Like Assad, Russia considers all ‘opposition’ to Damascus as ‘terrorists’. Although the Turkish government has scaled down its anti-Assad rhetoric, still maintains control of large areas in Syria and continues to openly support the ‘opposition’. Now Idlib—the last deescalation zone to be ‘liberated’ from ‘terrorists’—fell under HTS (former al-Nusra), the situation became no longer untenable for Russia. There are those who argue that Russia and Turkey too, are set on a collision course.

Nevertheless, the gap with U.S. seems smaller than that with Russia and relatively easier to reconcile because while U.S. denies east of the Euphrates to Assad, Turkey similarly denies west of the river to ‘him’ and establishes its own ‘principalities’ there.  

As both Russia and the U.S. have successfully played the PYD/YPG and Turkey against one another—and still do so—Turkey may have overplayed a weak hand with both countries. Neither U.S.—and the West—nor Russia can easily afford to lose Turkey. But Turkey cannot possibly be the ‘strategic partner’ of both U.S. and Russia at the same time. Relations with both may be approaching a critical juncture.

Just as a perfect storm of a Damascus offensive against Idlib and a buffer zone to ‘protect’ YPG from Turkey gathers, White House ‘adviser’—and Trump’s son-in-law—Mr Jared Kushner met Erdoğan and his son-in-law Minister of Treasury and Finance in Ankara to discuss issues of ‘mutual concern’, on 27 February 2019.

As the 31 March municipal elections—arguably a matter of survival for the Erdoğan government—approached, the Incek Debates discussed if the current Turkish ‘policy’ could possibly be sustained or a new policy needed to be formulated.

Executive Summary

Turkish War of Independence of the 1920s enjoyed substantial political, financial and military support from the nascent Soviet Union. Modern Turkey established friendly relations with the West in the 1930s. In the post-war period, faced with the Soviet threat, Turkey became a NATO member and improved relations with the United States.

As its relations with the West were strained in 1963 Cyprus crisis, Turkey started to develop its relations with the Soviet Union. At the end of the Cold War, Turkey was further pushed toward Russia. Despite the serious Su-24 shoot-down incident in 2015, Turkey and Russia were able to mend ties in a remarkably short period of time.   

The Syria crisis has become the ultimate test ground for Turkey’s oscillating foreign policy.

The state of US-Turkish bilateral relations today is as chaotic and fragile as it was in the aftermath of the ‘March 1’ incident in 2003. President Erdoğan who was willing to play the role of an ‘honest broker’ in the region, starting in 2009 gave up this role and became a party to regional conflicts. Turkish foreign ‘policy’ has become an extension of domestic politics.

President Trump has its self-styled way of doing business in foreign policy. His sudden ‘decision’ to withdraw from Syria has led to a more direct involvement of the US Congress in foreign policy.

President Vladimir Putin has a relatively much wider freedom of decision and action than other two presidents. It is generally accepted that Russia has played its cards right in Syria.   

S-400 dispute and the so-called ‘Safe zone’ debate—connected to the Western support to PYD/YPG—are emblematic of the current situation in the Russia-U.S.-Turkey triangle.

One school argues that the purchase of S-400 system is a ‘sovereign’ right of Turkey. Others point to the interoperability obligations of NATO membership. 

Turkey demands full control over a 30-40 km-deep safe zone along the border. Americans oppose a large Turkish-run zone and offers an American-administered 5-10 km-deep strip of land with symbolic Turkish presence. Since U.S. remains in Syria, a unilateral Turkish operation would have to face serious risks.

Turkey has failed to formulate a coherent policy that would serve to Turkish national interests. Current ‘policy’ hardly has any chance to succeed and lead a sustainable end state in the ‘Greater Middle East’. In the complete absence of the parliamentary oversight, a long-term Turkish foreign policy ‘course’ actually does not exist and this is the key problem.

Good—even cordial—personal relationships among leaders, at the expense of institutional relations, have proven to be of little value in the pursuit of national interests in a coherent way.

The U.S.-led coalition of the West has made a choice and given priority to a Kurdish ‘state’ in Syria—coded as ‘regional stability’—over its relations with Turkey. For Russia, ensuring Assad’s survival and territorial integrity of Syria is a vital national security interest.

Turkey has finally come to grips of the limits of its power, it has dropped ‘Rojava’ from its foreign policy agenda, submitted to American description of the ‘buffer zone’, given up ‘control’ of the zone and sought to appease Russia by vague promises.

Russian and American positions remain unchanged. The Syrian army is likely to continue its operations in Idlib. Faced with so many dilemmas Turkey’s juggling game has reached its limits. These multiple dilemmas will probably be resolved by a broader U.S.-Russia compromise on the future Syria.

Current state of affairs inside Turkey exposes Turkey to foreign pressure. In charting a course Turkey needs to be on working terms and maintain good relations with both countries.   

Turkey, should stop the juggling game, divorce foreign relations from domestic politics, develop a non-partisan, secular foreign policy ‘course’, respect international law.

Bottom line                                                       

The current Turkish ‘policy’ is not sustainable and charting a course for the Turkish foreign policy—that is a fundamental review of the ‘policy’—is long overdue.

In charting a course, Turkey needs to find the right balance that would serve its national security interests best and act in a coherent way. This requires a national consensus—based on consultation, participation and dialogue—particularly a role for the Parliament.

Bearing in mind the realities of the operational environment, Turkey’s relations with both U.S. and Russia, in the short-to-mid term, are likely to remain conflictual—if not worse—unless substantial and meaningful steps are taken by the Turkish government.

Even if Turkish foreign policy ceases to become an extension of domestic politics, clearing the current mess—God willing—while facing grave risks, will take time and much effort.

Addendum (29 August 2019)

Following the debate, Turkey and U.S. have failed to resolve their differences over the projected ‘safe zone’ and President Erdoğan continues to threaten a unilateral invasion of the northeastern Syria, the east of the Euphrates. On the other hand, ‘Sochi Agreement’ over the Idlib deescalation zone has collapsed, the area has largely fallen under the control of Hayat Tahrir al-Sham (former Al Nusra, an Al-Qaeda affiliate) alliance.

The Syrian army—with full Russian backing—continues its advance in Idlib, risking a direct confrontation and even a conflict with Turkey.  

Turkish government’s self-glorified ‘precious loneliness’ has now turned perilous isolation. Its national security is seriously threatened by the developments in Syria.

Like all other major actors, both Russia and U.S. are aware of the fact that Erdoğan’s time in office is numbered and snap elections in Turkey is a distinct likelihood. While attempting to recruit Turkish ‘support’ to their respective political schemes, they both try to make best use of the ‘time window’ available to consolidate their gains in Syria.

Last word

The U.S.-led coalition of the West has made a strategic choice and given priority to a Kurdish ‘state’—coded as ‘regional stability’—in Syria over its relations with Turkey.

Meanwhile, just like the survival of the ‘Kurdish state’ in the east of the Euphrates for U.S., ensuring Assad’s survival is a vital national security interest for Russia and Iran.

The crisis in Syria will probably be resolved by a broader U.S.-Russia compromise.

As Turkey finally come to grips with the limits of its power and realized that it has little—if any—control over the future of Syria, let alone the Middle East as a whole, it has dropped ‘Rojava’ from its foreign policy agenda, submitted to American description of the ‘buffer zone’ and sought to appease Russia by vague promises and displays.

Russian and American positions remain unchanged and the Syrian army is likely to continue operations in Idlib. On the horns of a dilemma, Turkey’s juggling game has reached its limits.