COVID-19 PANDEMİSİNİN ERKEN DÖNEMİNDE TÜRKİYE’DEN GELECEĞE BAKIŞ
 Bu sayfayı yazdır

COVID-19 PANDEMİSİNİN ERKEN DÖNEMİNDE TÜRKİYE’DEN GELECEĞE BAKIŞ

Yazan  31 Mart 2020

GİRİŞ

COVID – 19 virüsü küresel bir salgına dönüştü. Başta İtalya, İran ve İspanya olmak üzere pek çok ülkenin genel sağlık sistemleri bu salgın nedeniyle büyük hasar aldılar.

21. Yüzyıl insanı küresel bir felaketle tanıştı veya felaketin eşiğinde hissediyor. Ülkemizde de günden güne artmakta olan vakaların yayılımı ve ölümler toplumumuzun tümünü kaygılandırıyor, hepimizin yaşamını değiştirdi. Birkaç hafta önce okullar kapandı, şüpheli durumların tümüne karantina uygulanıyor ve 22.03.2020 itibarıyla 65 yaş üstü yurttaşlara sokağa çıkma yasağı getirildi. İlerleyen günlerde daha sert tedbirlerin uygulanması, daha büyük sorunların yaşanması kaçınılmaz.

Dünya Sağlık Örgütü’nün “bölgesel salgın tehdidi” olarak tanımladığı “epidemik” yayılımı çoktan geride bırakıp pek çok ülkeyi etkisi altına alan “pandemik” bir krizden nasibimizi almaktayız.

Muhatap olduğumuz pandeminin merkez noktasındaki virüs, genetik bilimini ve tıbbı ilgilendiriyor olsa da sorun çok katmanlıdır. Sorunun sosyolojik, siyasi, ekonomik, sosyal güvenlik, milli güvenlik hattâ tarihsel boyutları var.

Kamu otoritesinin tavsiye kararından günler öncesinde 05.03.2020 tarihinde kendimi işimden ve toplumdan olabildiğince izole edip uzaktan çalışmaya başlamıştım. Bugüne değin konunun çeşitli boyutlarını yerli ve yabancı kaynaklardan irdelemeye gayret ettim. Özellikle tıp ve genetik gibi uzmanlığımın olmadığı pozitif bilimlere dayalı alanlardaki bilgisizliğim nedeniyle okumalarımda azami özen gösterdim. Dünya Sağlık Örgütü’nün, hükümetlerin aktardığı resmi bilgilere, bilimsel yetkinliği olan resmi kurumların verilerine itibar ettim.

Okumakta olduğunuz yazı bir “virüs analizi” ya da bilimsel bir makale değildir. Sadece yaşamakta olduğumuz süreci açık istihbarat kaynaklarından edindiğim bilgilerle sorgulama çabasıdır. Bununla birlikte karşımızdaki virüs salgınını olası sonuçlarıyla anlayabilmek için belirli temel konuları emin olduğumuz bilgiler çerçevesinde ele almamız gerekmektedir.

Pandemiye neden olan virüsün insan tasarımıyla mı, doğal mutasyonla mı oluştuğunun bence pek bir önemi yok. Bu salgının “Tanrı iradesi”, “karar vericilere bağlı bir simülasyon”, “kontrolden çıkmış bir laboratuvar çalışması” ya da “çıkarı için kendisine acımasızca müdahale eden insana, doğanın birikmiş bir yanıtı” olup olmadığı gibi konularda devam eden felsefi tartışmaların fayda etmediği şekilde süreç ilerliyor.

Ortadaki duruma ve pandeminin toplumları, dünyayı değiştirişine bakmamız gerekiyor. Pandemiden sonra kalıcı olarak yaşanması kaçınılmaz görünen dönüşümü kavramaya, sağlığımızı korumaya ve geleceğimizi inşa etmeye çalışmalıyız.

 

COVID – 19 NEDİR?[1]

Koronavirüsler, hayvanlarda veya insanlarda hastalığa neden olabilen geniş bir virüs ailesidir. İnsanlarda, birkaç koronavirüsün soğuk algınlığına veya Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS) ve Şiddetli Akut Solunum Sendromu (SARS) gibi daha şiddetli hastalıklara uzanan çeşitli solunum yolu enfeksiyonlarına neden olduğu bilinmektedir. En son keşfedilen koronavirüs, COVID – 19 olarak adlandırılmıştır. Şu an için yerkürenin birinci sıradaki gündemi ve derdidir.

MERS, SARS gibi virüslerden çok daha az ölümcül olan fakat çok daha kolay bulaşabilen bu yeni virüs ve neden olduğu hastalık, salgının 1 Aralık 2019'da Çin'in Wuhan kentinde başlamasıyla ortaya çıkmıştır. İlk ‘importe’ vakaysa Tayland’dan 13 Ocak 2020’de bildirilmiştir. Çin’den gelen 61 yaşındaki bir kadın hastanın tespit edilmesiyle salgın, Çin sınırlarını resmiyette ilk kez aşmıştır.

 

COVID – 19’UN İNSANA ETKİSİ NEDİR?

Pandeminin topluluklara ve genel olarak insanlığa etkisi henüz netleşmedi. Enfekte olan insanın yakalanabildiği hastalığın etkileri ise yüzbinlerce vakanın klinik sonuçlarına göre ve trajedik deneyimlerle gözlemlendi.

Virüsten kaynaklı belirtisiz olguların çıkabileceği bildirilmekle birlikte, bunların oranı henüz bilinmemektedir. En çok karşılaşılan belirtiler ateş, öksürük ve nefes darlığıdır. Şiddetli olgularda zatürre, ağır solunum yetmezliği, böbrek yetmezliği ve ölüm gelişebilmektedir.

İleri yaş, kronik sağlık sorunları, özellikle kalp hastalığı,  solunum yetmezliği ve sigara içmek ölümcül olabilmektedir. Enfekte olan 70 yaş altı genç bireylerin, şayet önemli sağlık problemleri yoksa ölümcüllük azalmaktadır. Sağlıklı çocuklarda ve gençlerde enfeksiyondan kaynaklı ölüm hemen hemen hiç görülmemektedir. Hastalık, orta yaş için de tek başına ölümcüllükten uzak seyir izlemektedir.

Yani ağır hastalıkları olanları, yaşlıları ortalama iki – üç haftalık hırpalayıcı bir tedaviye rağmen vaktinden önce hayattan koparan, genel sağlık sistemlerini felç edip toplumlardaki üretimi durma noktasına getirebilen bir yayılım gözlemlenmektedir.

Pandeminin henüz zirve noktasına ulaşmaması sebebiyle istatistikler sürekli değişmekle[2] birlikte bugün için hastalığa yakalanıp iyileşmişlerin oranı %85, ölenlerin oranı ise %15’tir. Almanya, İsrail ve İngiltere gibi ülkeler toplumlarının süreç içerisinde yaklaşık 2/3’lük bir bölümünün COVID – 19’la enfekte olmasını öngördüklerini açıklamışlardır.

Solunum yoluyla da kanla da bulaşan bu hastalık Ortaçağ’daki veba, geçtiğimiz yüzyılın başındaki İspanyol gribi gibi salgınların o dönemki öldürücülüğünden uzaktır. COVID – 19 salgını, hasta için SARS benzeri pek çok virüsten daha hafif etkilere sahipse de çok kolay yayılabilmesi yüzünden pandemiye dönüşmüştür.

Aşağıdaki tabloda COVID – 19’la ilgili bugüne dek en kapsamlı klinik araştırmaları yapan Çinli uzmanların[3] çıkardığı hastalığın ortalama seyir çizelgesi mevcuttur.

Bu araştırmaya göre ilk belirtiden itibaren hayatta kalan vakalarda ortalama 22 gün süren iyileşme süresi, ölümlü vakalarda ise ortalama 18,5 gün süren bir direnim söz konusudur. (Grafikte yer almamakla birlikte ilgili raporda, tedavi çabası ölümlü bir vakada en uzun 37 gün olarak belirtilmiştir.)

Cruise yolculuklarında, toplu seyahat edenlere yapılan kimi COVID – 19 testleri pozitif çıkanlardan, herhangi bir belirti yaşamaksızın iyileşenlere de rastlanmıştır. Hiçbir önemli belirtiye rastlamadığı için enfekte olduğu halde sağlık kuruluşuna başvurmadan hastalığı atlatan başta çocuklar ve gençler gelmek üzere pek çok kişi olduğu düşünülmektedir.

Halka halka yayılarak 28.03.2020 tarihi itibarıyla dünya ortalamasına göre, enfekte olduğu tespit edilen her 100 kişiden 80 kişiyi tıbbı yardıma muhtaç kılan, tıbbi yardıma ihtiyaç duyan o 80 kişinin 68’inin iyileştiği, 12’sinin öldüğü tarihin en önemli salgınlarından biriyle karşı karşıyayız.

 

 

COVID – 19 NASIL DOĞDU?

Çin’nin ilk vakayı ne kadar gizlediği ve izole etme konusunda ne denli geç kaldığı halen tartışılmaktadır. COVID – 19’un, koronavirüs grubundan bir virüsün doğal mutasyona uğrayarak insana bulaştığı iddia edilmektedir. Bunun yanı sıra COVID – 19’un laboratuvarda üretildiği, kontrolden çıkmasıyla salgına neden olduğu hattâ yaratanlarınca bilinçli olarak dünyaya yayıldığı yönünde de çeşitli görüşler mevcuttur. Wuhan kentindeki Huanan Deniz Ürünleri Pazarı'ndan alışveriş yapanların enfekte olduğu, virüsün yarasa çorbası tüketenlerden veya bir yılan türünden yayıldığıyla ilgili çeşitli araştırmalar, yazılar ve söylentiler paylaşılmakta.[4]

Sayısız dedikodu, insan üretimi sayısız materyal içinden cımbızlamayla bu virüsten medyum kitaplarında veya popüler kültür eserlerinde yıllar önce bahsedildiğine yönelik pek çok paylaşım, salgını durdurmak, en azından salgın stratejisi belirlemek konusunda bugün için kafa karıştırmaktan öte bir katkı sunmamaktadır.

2003 yılında başlayan araştırmalar neticesi Pasteur Enstitüsü’nün mevcut pandemiye yol açan Korona virüsünü icat ederek patent tescilinde SARS’tan türettiği yeni tip Korona’ya aşı geliştirdiğini kayıt altına aldırdığı söylentisi, tescil raporuyla birlikte sosyal medyaya sızdı. Mevcut pandeminin Pasteur Enstitüsü – Çin ortaklığıyla yıllar öncesinden tasarlanan bu virüsten kaynaklandığı iddia edildi. Pasteur Enstitüsü ise söylentileri yalanlayarak birçok çeşit Corona virüsü olduğunu, kendilerince COVID – 19’dan farklı SARS-CoV virüsünün bulunduğunu, bilimsel buluşu korumak adına başvurduklarını söyledi.

Bir bulaşıcı hastalıklar enstitüsünün keşif mi icat mı olduğu dahi muğlak bir virüsü, aşısını geliştirdikleri savıyla neden tescil ettirdiği, 2004 yılından beri laboratuvar ortamı dışında görülmemiş bir virüsten ve aşısından ne umduğu kuşkulu bir durumdur.

Gıdaların genetiğiyle “daha verimli üretim” için oynayan, DNA yapısını ve çeşitli canlılardaki genomu değiştirip “yaratıklar” tasarlayan insanın, en azından yapay virüsleri maddi bir beklentiyle patent koruması altına alması, söz konusu polemik COVID – 19’la bağlantısız olsa dahi mühimdir.

Bir diğer dikkat çekici iddia, ABD’nin önemli medikal yayın kuruluşlarından Nature Medicine’ın Aralık 2015 sayısında yayınlanan A SARS-like cluster of circulating bat coronaviruses shows potential for human emergence” başlıklı makaledir.[5] Bir grup bilim insanı yayınladıkları bu araştırmada adı COVID – 19 olarak konulmasa dahi pandemiye yol açan virüsü neredeyse eksiksiz tanımlayan bir çalışmayı deklare ettiler. Virüsün ilk kez görülmesinden tam dört yıl önce ABD’deki bir grup araştırmacı; yarasada bulunan bir Corono virüs türüne SARS Corona virüsünün spike proteinini (ACE2 reseptörünü kullanarak hücreye girişini sağlayıp) kodlayan genetik materyalini revers genetik metodla monte etme yöntemiyle yeni bir Chimeric (hibrit) Corona virüs yarattıklarını duyurdular.

Makalede, elde ettikleri bu virüsle “in vivo” ve “in vitro” bir takım deneyler yaparak virüs üzerinde çeşitli ilaç ve aşıları denemelerine rağmen hiç birinin işe yaramadığı sonucuna vardıklarını belirterek böyle bir virüsün ortaya çıkması durumunda bunun, insanlar için çok ciddi bir sorun yaratacağını tespit etmişlerdi.

Bu makale de virüsün laboratuvar tasarımı olduğu dedikodularını besledi.

COV – 19’un yayıldığı Wuhan’da ise kapsamı, çalışma esasları dünyaya tam duyurulmayan Wuhan Biyo – Mühendislik Enstitüsü’nün yıllardır genetik ve biyolojik çalışmaları Çin’in savunma otoriteleri desteğinde yürüttüğü bilinmektedir.

Wuhan’daki Biyo – Mühendislik Enstitüsü’nün, 2015 sonunda ABD’de yayınlanan makaleyi önemseyip bu konuda bir program başlatmış olacağı söylentisi de tüm dünyada dolaşmaktadır[6].

Gerçekten de felaketin orijini olan Çin’de tarih itibarıyla salgının tümüyle kontrol altına alındığı, İtalya ve ABD başta olmak üzere çeşitli ülkelere “salgını durduran” uzmanlarını gönderip tıbbi – insani yardımda bulundukları düşünüldüğünde, son derece kalabalık nüfusuna karşın Çin’in kısa süredeki başarısı ilgi çekicidir. Sosyal medya kullanımı, dünyayla iletişi sınırlı olan Çin’in gerçekte uyguladığı, belki de süreçte dünyaya sunacağı biyo – güvenlik esasları kesinlikle merak konusudur.

Yine de ülkemizin saygın biyologlarından ve genetik bilimcilerinden olan Prof. Dr. Hilal ÖZDAĞ’ın “Dezenformasyon ve COVID19 Etrafındaki Komplo Teorileri” başlıklı makalesinde bilimsel olarak irdelediği üzere kanaatimce mevcut komplo teorilerinin ispatlanmış hiçbir geçerliliği bulunmamaktadır.

 

PANDEMİYE DEVLETLERİN TEPKİLERİ

Pandemi tehlikesi, on yılı aşkın süredir Dünya Sağlık Örgütü’nün önemli bir gündemiydi. DSÖ, domuz gribi, kuş gribi gibi mutasyona uğrayıp çok daha ölümcül olabilecek bir influenza (grip) salgını varsayımı ile yakın gelecek insanlığın kırıma uğrayabilme senaryosunu öngörmekteydi. O kadar ki böylesi pandemik bir salgından insanları korumak için çalışan bilim insanlarının faaliyetlerini irdeleyen Pandemic adlı dizi Netflix tarafından çekilmiş, Çin’deki Korona salgını henüz yayılırken 2020 Ocak ayında yayına girmişti.

Bilimsel olarak çok ciddiye alınır önerisi olmayan fakat toplumları yeni bir duruma belki de yeni bir dünyaya alıştırma işlevi olan çeşitli sinema filmlerinde ve edebiyat eserlerinde 21. Yüzyıl’a tesir edecek pandemiler işlenmişse de Netflix’in yapımı içeriğiyle önemlidir. Gerçek bir dokümanterdir.

Zira anılan belgeselde anlatılan çalışmaları yürüten Dünya Sağlık Örgütü yıllar öncesinden tüm hükümetleri ikaz etmişti. Başkent Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanı ve aynı zamanda geçmişte DPT’de planlama uzmanı olarak görev yapan Prof. Uğur EMEK’in açıkladığına göre: 10 yıl önce Dünya Sağlık Örgütü ve Avrupa Hastalık Önleme ve Tedavi Merkezi yeni bir inflüenza (grip) pandemisine karşı ülkelere plan yapmalarını tavsiye etti. Bu tavsiyenin ardından Türkiye’de de 2019’da 208 sayfalık bir rapor hazırlandı. Dökümanın adı “Pandemik İnfluenza Ulusal Hazırlık Planı”. Ancak sorun şu ki, tüm dünyada planlar merkezi planlama teşkilatları ya da planlama uzmanlarından oluşan kuruluşlarca hazırlanırken Türkiye’de plana dair tek dökümanı Sağlık Bakanlığı’nda asıl uzmanlığı planlama olmayan tıp uzmanları hazırlamıştı.[7]

208 sayfalık rapor elbette hükümetimizce ciddiye alınmadı. Raporda pandeminin çok muhtemel olduğu, böyle bir durumda yoğun bakım ünitelerinin yetmeyeceği, maske ve ekipman ihtiyacının büyük olacağı anlatılmıştı. Hükümetimiz ise kullan(a)mayacağı S – 400 füzelerini satın almakla, İstanbul’u ayıracak devasa bir kanalı bir an önce kazabilmekle ve yurda soktuğu milyonlarca Suriyeli’ye kaynaklarımızı aktarmakla meşguldü geçtiğimiz yıl boyunca.

Salgın Çin’den kimi Uzak Doğu ülkelerine, Arap Yarımadası’na ve Avrupa’ya hızla sıçrarken ikazlara karşın on binlerce yurttaşının umre ziyaretlerini durdurmayan hükümetimiz Cumhurbaşkanı’nın 27.03.2020 tarihinde “Tüm hazırlıklarımız tam. Devlet yapması gereken her şeyi eksiksiz yapmıştır, yapacaktır” demesinin aksine, salgına esasen tümüyle hazırlıksız yakalanmıştır.

Oysa Cumhurbaşkanı’nın içeriksiz konuşmasının yapıldığı sıralarda pek çok hükümet, çalışanlara ekonomik mağduriyet yaşatmayacağı garantisi ile sokağa çıkma yasaklarını çoktan ilan etmişti. Dünya hükümetleri, üretimin durmayacağı sektörlerin çalışanları için biyo – güvenlik tedbirlerini yerine getirmekteydi.

Halen Pandemi nedeniyle bugüne dek yeryüzünde benzeri görülmemiş ölçekte mali önlemler hayata geçirilmektedir. CNN International’ın analizine göre dünya genelinde hükümetler ve merkez bankalarının 26.03.2020 tarihine kadar taahhütte bulunduğu destek paketlerinin büyüklüğü 7 Trilyon Dolar’ı bulmaktadır.[8]

Bu paketler merkez bankalarının çok tartışmalı senyoraj haklarını kullanıp yeni para basması, tahvil ve hisse senedi fonları satın almasının yanında kamu harcamaları, kredi garantileri ve vergi indirimlerini de içeriyor.

Bu tutara ABD Senatosu'ndan geçen 2 Trilyon Dolar’lık teşvik paketi ve Japonya'da onaylanması beklenen 274 Milyar Dolar’lık önlemler de dâhil.

Avrupa'nın maestro ekonomileri Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve İspanya milyarlarca Dolar’lık paketler açıkladılar.

Örneğin Almanya 600 milyar Avro’luk Ekonomik İstikrar Fonu’nu devreye sokmaya hazırlanıyor. İspanya 200 milyar Avro’luk ekonomi destek paketi açıkladılar. Hükümetlerin mali önlemler dışında yurttaşlarına sundukları “pandemi” stratejileri de çeşitlilik göstermekte.

Türkiye’nin içi pek dolu olmayan ve çoğunlukla çeşitli vergi indirimleri ve konuya tesirsiz kredilerden oluşan 100 Milyar TL tutarında olduğu iddia edilen ekonomi paketi bir yana hastalıkla mücadele görüldüğü kadarıyla hükümet propagandasına dayanmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’de görülen ilk vakanın ardından Türkiye bu sıkıntıyı herhangi bir kayıp vermeden atlatacaktır. Hiçbir virüs bizim tedbirlerimizden daha güçlü değildir. Devlet olarak her türlü tedbiri aldık, alıyoruz.” demiştir.[9]

Örneğin “salgını durduramayız, bağışıklığımız artmış olarak atlatacağız” diyen İngiltere, vatandaşları için 330 milyar Sterlin’lik paket açıklamıştır. İlk başta “kontrollü yayılım” stratejisi uyguladığını ilan edip okullarını bile halk tepkisi artana dek kapatmayan İngiltere’de 27.03.2020 itibarıyla Başbakan Johnson’un, Sağlık Bakanı Hancock’un ve Veliaht Prens Charles’ın COVID – 19 nedeniyle karantinada oldukları duyurulmuştur. İngiltere gibi bir ülkenin esasen işi ciddiye almaması mümkün değildir. Okullarını bile neredeyse zoraki kapatan, bürokrasisinin en önemli isimlerini yeterince izole etmeyen İngiltere’nin bu “rahatlığı” esasen kuşkulu bir durumdur. Bu rahatlık pek çok kişiyi “dünyada yok yere panik noktasına varmış bir evham mı söz konusu?” diye düşündürmektedir.

Dünya hükümetlerinin çoğunluğu ise İngilizler kadar rahat hissetmemektedir. Mesela Alman Şansölyesi Merkel henüz enfekte olmadan kendisini tedbiren karantinaya almıştır. Tıpkı İsrail gibi Almanya da salgının kaçınılmaz olduğunu, genel sağlık sisteminin çökmemesi için yaşlıların korunmasını, tümden izole edilmesini, sosyal mesafe ve kişisel hijyene son derece dikkat edilmesini milli bir seferberlik halinde tüm iletişim kanallarından vatandaşlarına tembihlemektedir. İran’da bir Bakan Yardımcısı, bir milletvekili korona virüsünden ölürken, ABD’de iki senatör, Fransa Sağlık Bakanı, İtalya’da bir siyasi parti lideri hastalık nedeniyle şu an karantinadalar.

Test kiti olmayan, sağlık hizmetlerine erişim imkânları kısıtlı Afrika toplumlarında ve ücra ülkelerdeyse pandeminin seyri konusunda henüz yeterli veri yoktur. Maalesef tarihe etki eden salgınların nerede tesirli olursa olsunlar ancak Avrupa’ya etkileri ölçüsünde önemsendiği zaten bilinmektedir.

Pandeminin, genel sağlık sistemleri ve sosyal güvenlik mekanizmaları dışında, toplum dirliğini de doğrudan tehdit etmesi devletleri harekete geçirmiştir. ABD ya da Fransa sokaklarındaki askeri konvoylar, militar hareketlilik toplumsal olaylardan, isyanlardan ve yağmacı anarşiden devletlerin haklı olarak çekindiklerini, orduları vasıtasıyla her türlü senaryoya karşı güvenlik tedbirleri geliştirmeye çabaladıklarını göstermektedir. Batılı uluslar dirliklerinin bozulmaması için “eski” Türkiye’deki EMASYA Protokolü tarzındaki askeri planlarını sahaya indirmiş görünüyor.


ABD’de Ülke Genelinde Askeri Önlemler Uygulanıyor

 

Krizi başarıyla yönetebilmiş Asya devletlerinin ise askeri tedbirlerin ötesinde tüm devlet birimleriyle üstün organizasyon gerçekleştirdikleri söylenebilir. Bu anlamda sosyal hayatta daha liberal, gevşek toplum modellerini geçerli kılan batı kapitalizmi şimdilik çok başarısız bir sınav vermektedir. Buna karşın Çin’in veya Kazakistan’ın devletçi kapitalizmi sorunu neredeyse çözmüştür. Güney Kore’nin kamu yönetimi ağını Batı’dan çok daha etkin kullanabilmesi yurttaşını korumasını sağlamıştır.

Salgından yurttaşını korumakta başarılı sayılabilecek bazı ülkelerin pratiklerine kısaca göz atmakta fayda var.[10]

Çin, bugün hemen tümünü kapattığı geçici karantina hastanelerini birkaç gün içinde kurabilmişti. Hastalığın solunum yetmezliğiyle öldürdüğünü kavrar kavramaz fiber-cement bloklardan lego evi yapar gibi binalar inşa etti. Sanayisini yeterli solunum cihazı üretmeye sevk etti. Bu hastanelerde direnç arttırıcı serum takviyesi, korunan yeterli sağlık personeli ayrıca hastaların yalıtımını sağlamak ve solunum cihazları yeterliydi. Hayat kurtarmak için ameliyathaneler ve çoğu ekipman birinci dereceden gerekli değildi.

Çin’deki bir karantina hastanesi

Tespit edilen vakalarla aynı vagonda ya da uçakta seyahat edenleri süratle tespit edip karantinaya alan Çin, kritik mahalleri tümden yalıtacak devlet otoritesine ve mali kaynaklara sahipti.

Çin Medya Grubu Türkiye Temsilcisi Cao Ying’in anlattığına göre her mahallede, muhtarları kişisel karantinadaki hastaların ve ailelerin izolasyonunun kontrolleriyle ayrıca medikal, insani yardımlara erişebilmeleriyle görevlendiren Çin, kendi topraklarında doğup yayılan salgını kendi sınırlarında kontrol altına almış durumda.

Çin ile sınır komşusu olan Kazakistan da bir başka başarı öyküsüdür.[11] Kazakistan virüs salgınının duyulmasından itibaren kara sınırlarını kapattı. Uçuşlarıysa 1 Şubat’ta durdurdu.  Risk bölgelerinden gelen yolcular kim olduğuna bakılmaksızın Ocak ortasından itibaren hastanelerde karantinaya alındı. 28 Ocak’a dek şüpheli 35 kişi karantinaya alınmıştı. 29 Şubat’ta 27 kişi daha şüphe yüzünden haftalar önce belirlenmiş ve boşaltılmış olan karantina hastanesine yerleştirildi.

Devlete bağlı kurumların üstlendiği fuar, konferans gibi tüm kalabalık toplantılar iptal edildi. Ülkede düzenlenecek uluslararası festivaller iptal edildi. Devlet çalışanlarının yurt dışına mazeretsiz çıkması yasaklandı. Ocak ayında tıbbi personel için gerekli maske, eldiven, koruma kıyafetleri ve ekipman fazlasıyla tedarik edildi. Ocak’ta 20.000 kişiye test uygulandığı bilgisini Başbakan Yardımcıları vermişti.

Kazakistan test kitlerinin sağlamasını yapmak için yurt dışından özel test kitleri satın alıp virüs şüphesi olan kişilere benzer belirtileri olan hastalıkların testlerini yaparken, daha başlangıçta net veri elde etmeye başlamıştı. Yani hastaya uygulanan Korona virüs testi dışında hem normal grip, hem domuz gribi gibi diğer benzer semptomlara sahip hastalıkların testleriyle tanı sağlamasını gerçekleştirdi.

Kazakistan’da Sağlık Bakanı, il ilçe sağlık müdürlüklerinin yöneticileri durumu haber kanallarından ilk günden beri halen paylaşmaktalar. 

Kişisel karantinaya uyan, sistemli ve gerçek bilgileri paylaşan Güney Kore de bugün salgını yenme başarısını gösteren ülkelerdendir[12]. Çin’in virüsle ilgili gerçekleri sakladığı kuşkusundan hareket ederek, salgın tehlikesini haber alır almaz yalıtım, hijyen tedbirleri uygulayan Güney Kore yetkilileri, özellikle yurttaşlarının sosyal mesafe ve hijyen kurallarına kendiliğinden azami özenle ve takdire şayan bir disiplinle uyması neticesinde sonuç aldığını ifade ediyor.

Çok ilerlemeyen vakaları evlerinde izole eden, şüpheli semptomlara karşı müracaat edenleri evlerinde test eden Güney Kore çok büyük oranda test gerçekleştirmesi ve 85 yaş üstü hayatta kalma oranındaki yükseklikle dikkat çekiyor. 29.03.2020 tarihi itibarıyla Güney Kore’de enfekte olanlarda ölüm oranı yaklaşık binde 15.

 

ÇATIŞMASIZLIK BEKLENTİSİ

İlginçtir ki vakanüvistliğin ötesine geçen tarihçilerin kayıtları önemli savaşlardan, çatışma dönemlerinin hemen sonunda ya da küresel savaşların bitimini takip eden dönemlerde büyük salgınlar yaşandığını ortaya koyuyor.

Haçlı Seferleri sonrası Avrupa’daki “kara” veba salgınıyla 100 milyondan fazla insan ölmüştü. Sonrasında ise kilise hâkimiyetini yitirmiş önce Reform, ardından Rönesans ile Ortaçağ’ın sonunu hazırlayan sürece girilmişti.

Birinci Dünya Savaşı’nın son günlerinde başlayıp 1920’ye dek dünyayı etkileyen İspanyol Gribi nedeniyle 50 Milyon civarı insanın öldüğü söylenir.[13]

İkinci Dünya Savaşı’nın gelişen teknoloji nedeniyle neden olduğu yıkım çok büyüktü. İnsan, ilk kez başka insanları öldürmek için atom enerjisini bu savaşta kullanmıştı. Muharip devletlerin ve sistemlerin toparlanması yıllar aldı. Bu savaşın yaraları henüz sarılmışken 1958’te başlayan Asya grip pandemisi ile 2 Milyon kişi ve uzantısı kabul edilen Hong Kong gribi ile 1 milyon kişi ölmüştü.

Soğuk Savaş’ın bitimi sürecinde 80’lerde başlayan HIV salgını ile AIDS’ten ise 2020’ye dek yaklaşık 39 Milyon kişinin öldüğü tahmin ediliyor.[14]

Mevcut COVID – 19 pandemisi ile şimdiden büyük bir mali buhranla yüz yüze gelen, ihtiyat akçelerini bu salgının tahribatını gidermeye harcamaya başlayan karar vericiler, Orta Doğu başta olmak üzere Kuzey Afrika ve başka coğrafyalardaki vekâlet savaşlarına akıttıkları milyarlarca Dolar’ı artık sorgulamak durumundadır. Çünkü pandeminin mali olarak da politik olarak da etkilemeyeceği herhangi bir hükümet yoktur.

Milli savunma bütçelerini, insan kaynaklarını başka ülke topraklarına akıtmanın, süratin ve bilgi akışının egemen olduğu böylesi bir dönemde yurttaşa izah edilebilmesi çok mümkün görünmemekte. Günümüz insanı, kendisinin veya sevdiklerinin canı tehlikedeyken, sağlık hizmeti yoksunluğu, tedarik zincirinin kırılması, güvenlik eksikliği gibi en temel ihtiyaçlarına yönelik tehditleri tatmışken herhangi bir orta ya da uzun vadeli milli strateji gereği ülke kaynaklarından mahrum kalmayı makul karşılamayacaktır.

Öte yandan 21. Y.Y. Türkiye Enstitüsü uzmanları Köksal Taşkent’in İran'daki Salgının Mevcut Durumu ve Sonrası, Mete Han KUTLUSAN’ın Korona Salgını ve Dinlerin Kurumsal Tepkileri başlıklı analizlerini desteklercesine dini – totaliter yapıların, mensuplarının aidiyetini güçlendirmek üzere başarılı sınavlar vermediği görülmekte. Bu anlamda çoğu erken öngörü denemesinde ifade edildiğinin aksine dinlerin, özellikle radikal dinsel yapıların pandemiden güçlenerek çıkacağını düşünmüyorum. Zira Ortaçağ veba salgınını engizisyonlarıyla, durmadan çalan çanlarıyla ve ayinleriyle önleyemeyen kilise; pandemi milyonlarca cesetle yatıştıktan sonra güç kaybedip Avrupa hattâ dünya siyasetindeki eski gücünü yitirmiş, daha tesirsiz bir enstrümana dönüşmüştü.

Fakat teokrasiye dayalı olmayan totaliter yönetim anlayışlarının yeni dönemde güçleneceği fikrindeyim. Genel sağlık sistemleri “gafil avlanan” İtalya, İspanya, Fransa gibi Avrupa’nın güneyindeki gelişmiş ekonomilerin de yurttaşlarını pandeminin ilk dalgasının şiddetinden umulduğu ölçüde koruyamadıklarını görüyoruz.

Totaliterlik eleştirilerinin muhatabı olan Çin’in, pandeminin çıkış üssü olmasına ve 1 buçuk milyarlık nüfusuna karşın kendi içinde iyi bir sınav verdiği, durumu en hafif zayiatla atlattığı yukarıda daha ayrıntılı anlatıldığı üzere ifade edilebilir. Olanca ekonomik sorunlarına rağmen Bering Denizi’nden Finlandiya’ya kadar olan tüm topraklarında çalışanlara ücretli izin karşılığı sokağa çıkma yasağı ilan edebilen Rusya Federasyonu’nda da henüz panik ölçüsünde bir kriz söz konusu değildir. Krizi büyük başarıyla götüren Kazakistan da örneğin Batı’nın “demokrasi şampiyonu” ilan ettiği ülkelerden değildir.

Bundan sonrası için özellikle krizden başarılı çıkacak daha doğrusu mevcut görece başarılarını sürdürebilecek devletler başta olmak üzere güvenlik doktrinleri yeniden ele alınacaktır. Çin’in ve yahut pandemiyi kesecek bir yöntem geliştirecek bir organizasyonun bunu başardığında dünyanın kalanına biyo – güvenliği, hangi mali ya da siyasi bedel karşılığında sunacağı merak konusudur.

‘Soft – security’[15] (‘yumuşak güvenlik’) kavramının çok daha önemseneceği bir çağın eşiğindeyiz. Artı değerin bu denli artarak know – how unsurunun üretim katmanlarında bu kadar yükseğe çıktığı bir safhada, ham maddeyi hatta işgücünü zapt etme yarışının askeri işgallerden her anlamda daha az maliyetli, daha farklı teknikler gerektireceği açıktır.

 

TÜRKİYE’NİN PANDEMİYLE SINAVI

Yukarıda ülkemizin de pandemiye hazırlıksız yakalandığından bahsetmiştim. Maalesef gerçekten de durum hiç iç açıcı görünmemektedir.

Salgının küresel yayılımıyla birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı’na umre için yurtdışına çıkışların durdurulması, ülkeden ayrılmış bulunan umrecilerinse dönüşte karantinaya alınması talepleri iletilmişti. Buna karşın, kriz derinleşince 21 bine yakın umreci arasındaki son kafilelerden sadece 6.448 kişi karantinaya alındı. İlk kafilelerden enfekte olarak dönmüş kimi yurttaşımızın hastalık yaydığı tespit edildi.

1 yıl önceki DSÖ çalışmaları doğrultusunda hazırlanan “Pandemi raporu” dikkate alınmadı. 16 Mart itibarıyla okullar tedbiren kapatıldı. 21 Mart’ta 65 yaşından büyükler için sokağa çıkma yasağı, 28 Mart’ta otobüslerle şehirlerarası yolculuk yasağı getirildi.

Camilerde toplu namazlara ara verildi. Her gece yatsı ezanından sonra minarelerden Kur’an ve dua okunuyor.

Cumhurbaşkanı’nın 18 Mart’ta açıkladığı ekonomi paketi ise tarafsız ekonomistlere göre bir faciaydı. Yurttaşa “Evden çıkmayın, seyahat etmeyin” denirken yurtiçi uçak biletlerinde ve otel konaklamalarında KDV oranı düşürüldü. Kimi sosyal güvenlik primlerinin ve vergilerin ödenmesi yalnızca ertelendi. Çoğu ülkenin aksine belirli vergi tahakkukları durdurulmadı. 500.000 TL’nin altındaki konutların satın alınmasına kredi kolaylığı getirildi. Esnafa, KOBİ’lere avantajlı kredi imkânları vaat edildi. Temerrüde düşüp icralık olanların kredi kayıtlarına bir süreliğine “mücbir sebep” notu yazılacağı, böylelikle sicillerinin temiz sayılacağı bildirildi. Emeklilerin bayram ikramiyesinin Nisan’da ödeneceği ilan edildi.

Hiçbir ciddiyeti bulunmayan bu ekonomi paketi (!) dışında Sayın Cumhurbaşkanı 65 yaş üstüne kolonya ve eldiven dağıtılacağını da 18 Mart’ta bildirmesine karşın devletimiz henüz tüm 65 yaş üstüne kolonya ve eldiven dağıtmayı dahi becerememiştir.

Vatandaşa kişisel hijyenin, sosyal mesafenin, el yıkamanın önemi anlatıldı. “Temizlik imandandır, imanın gereğini yapın” denirken evden çıkılmaması tembihlendi. Evden çıkmayan yurttaşın karnını nasıl doyuracağı umursanmadı.

Sağlık Bakanı Fahrettin KOCA, pandeminin Türkiye’ye sıçradığının belli olduğu ilk günlerde şeffaf, ciddi, bilgilendirici ve ilgili bir üslupla basına seslendi. Bakan’ın konuşmaları olumlu bir hava estirdi ve yurttaşı pandemiyle mücadele konusunda umutlandırdı. Fakat birkaç günlük süre içinde bilgi saklandığı, “yapılması gereken her şey yapılıyor, hiçbir eksikliğimiz yok” söylemlerinin gerçek dışı olduğu anlaşıldı.

Ülkeye evde kalınması tembihlenirken, seyahat kısıtlamaları getirilmiş nüfusun önemli bir bölümünün sokağa çıkması yasaklanmışken, 25 Mart’ta Kanal İstanbul’un ilk etap ihalesi yapıldı. Dünya tarihinde bir ilki gerçekleştirerek; küresel bir felaketle boğuşurken milli güvenlik, sağlık gibi zorunlu, ivedi işler dışında içeriği zaten facia olan bir şehircilik – alt yapı ihalesi yapan ülke olduk. Ulaştırma Bakanı bu ihaleden birkaç gün sonra görevden alındı. Cumhurbaşkanlığı rejiminde, en yetkilinin bilgisi hilafına böyle bir ihale olamayacağı dolayısıyla ihaleyi gerçekleştirdiği için değil ihalenin basına sızmasına mani olmadığı için kovulduğu iddia edildi.

Yaşlılar Cumhurbaşkanı’nın vaat ettiği maskelere ulaşamamıştı. Fakat Kızılay’ın Erbil’de 30.000 maske dağıttığı ortaya çıktı. Salgında vatandaşa görünmeyen, kendi insanını umursamayan Türk Kızılay’ı Endonezya’da, Malezya’da, Irak’ta insani yardım seferberliğindeydi.

Ülkede test kitine ulaşılmazlık had safhada iken, yurttaşın bu konudaki feryadı dinmiyorken yandaş işadamlarının yakınlarının sosyal medyasında oyuncakla oynanır gibi test kitleriyle oynanıyordu. Bir iktidar milletvekilinin oğlu “ön siparişler alınır” diyerek test kiti satış ilanı veriyordu. Sağlık Bakanı da önceki haftalarda ABD’ye 500.000 adet test kiti sattığımızı, göndermeye başladığımızı söylemişti.[16]

Saray Rejimi bir akıl tutulması yaşıyordu. Yaşamaya da devam ediyor. Bu satırların yazıldığı sıralarda ülke çapındaki yoğun bakım yatakları dolmak üzere. Hızla artışı beklenen yeni vakalar düşünüldüğünde yoğun bakım hizmeti alması gereken hastalarımız bulabildikleri her yatakta hatta sedyelerde belki de İtalya’dan gelen görüntülerdeki gibi koridorlarda yatacak.

 

PANDEMİK EMPERYALİZMİN AYAK SESLERİ

“Globalleşme trendi” yıllar içinde Batı’daki üretimi Asya’ya kaydırmıştı ve sonuçta Batı zenginleşirken fark etmeden kendi vasıfsız kitlelerini işsiz bırakmıştı. Bu vasıfsızlar ordusu günden güne radikalleşmeye başlamıştı. Batı’nın su yüzüne çıkmadan radikalleşen yığınları, büyük bir basıncı toplum tabanlarında biriktirdi. Popülizm güç kazandı. Küresel finans kapital ile reel sektörün menfaatleri arasında köklü bir ayrışma da başladı. Küresel finans kapital, istikrarsızlık bölgelerinden ışık hızı ile uzaklaşırken,  dünyanın dört bir yanına yatırım yapan reel sektörün böyle bir imkânı yoktu. Böylece, küresel finans kapitalin çıkardığı istikrarsızlığın bedelini ödemekten sıkılan reel sektör Kissenger’ın “Amerikan kapitalizmi” diye adlandırdığı küreselleşmeye Amerikan reel sektörü adına fren yapması amacı ile de Amerikan sanayi tarafından desteklendi.  Sonuç olarak makro siyasete Trump gibi “vasatın kahramanı” aktörler hâkim oldu. Trump, uyguladığı devlet kapitalizmi sayesinde ABD’den daha fazla küreselleşmeden yararlandığı düşünülen Çin’e karşı sert politikalar geliştirmek ve Amerikan sanayinin bir kısmını ABD’ye geri getirmek amacıyla çeşitli uygulamalar başlatma yoluna gitmişti.

Trump’ın temsil ettiği zihniyet zaten Çin’le bir ticaret savaşı içindeydi,  ABD’deki vasıfsız kitlelerin üniforma giyebileceği sanayi tesislerinin ayakta kalması için ticaret duvarlarını yükseltme peşindeydi. Yani globalleşme gereğinden fazla uzayan her trend gibi aslında kendi kuyruğunu ısırmış ve düşüşe geçmişti. Şimdi bu düşüş ayyuka çıkıyor. Anti – globalleşme sürecinin ikinci evresi başlıyor.

Ticaret savaşları için muazzam bir mazeret çıktı. Batı tek tedarikçiye bağlı çalışma aymazlığından uyandı ve aklı başına gelenler “kendi kendine yetebilen ülke” olmak için planlama yapmaya çalışacaktır. En azından hayati sektörlerde öz yetiyi hedefleyeceklerdir…

İhtimal ki global şirketler en hızlı tepkiyi verir ve tedarik zincirlerinin Asya ağırlığını azaltmak dahası esneklik kazanmak için gerekirse toplam maliyelerini yükseltmek pahasına farklı stratejiler benimseyecektir. Ülkemiz de esasen bu akımda coğrafi bakımdan ve vasıfsız insan yığınları gibi açılardan çok avantajlı konumda. Devlet, kurumları ve hukukuyla stabiliteyi sağlayabilirse ülkemize sabit sermaye yatırımları,  muhtemeldir. Pandemiyle, salgın sonrası için de tıpkı ABD ekonomisi gibi Avrupa ekonomisinin de kalıcı bir hasar alacağı tartışılmaktadır.[17]

Esasen ABD’yi olduğundan çok daha büyük gösteren dev aynasının sırları 2008’de dökülmeye başlamıştı. Fakat başta Rusya olmak üzere bu optik illüzyona meydan okuyanlara ABD ya silah doğrultup ya da Dolar’ın gücüyle çeşitli sorunlara muhatap edip susturmayı deniyordu. 2020 pandemisiyle ise artık o dev aynası tuzla buz olmuştur. ABD’nin sanal bir heybetle korkutarak gücüyle orantısız hâkimiyet peşinde koşması artık çok güç. Dahası bugün Çin mutlak bir güce dönüşmüştür. Üstelik bu durumda ABD elindeki geleneksel silahları kullanamaz. Çin’i askeri yöntemlerle kontrol altına alamaz, daha fazla Dolar basarak devalüasyon yaşamayı göze alamaz.

ABD, Çin’i ‘anti–christ’ (‘Deccal’) ilan edeceği bir karalama kampanyasına hazırlanıyor olmalı. Çin ise bir noktaya kadar yeni dünya düzeninde tek hâkim olmak için mücadele etse de kadim Çin kültürüne rağmen küresel etkileri yankılı bir popüler kültür emperyalizmi gücü olmadığından yeni dünya düzeninin egemeni olamayacaktır. Vaktiyle  Shanghay’da 3 ülkeyle başlatıp başkaca devletlerle kalabalıklaştırdığı kendi paktını hızla büyütmek ve safları sıklaştırmak durumundadır. Diğer bir ifade ile dünya tek kutuplu süper küreselleşmeden bölgeler çerçevesinde yoğunlaşmış,  çok kutuplu gevşek küreselleşmeye kayma sürecine girmiş görünmektedir.

Sovyetler’in yıkılmasından 11 Eylül’e kadar işleyen, 2008 finansal kriziyle tökezleyen tek kutupluluk uzun süredir can çekişmekteydi. Küresel şirketlerin milli devletler ve otoriter yapılar üzerindeki hegemonyası zayıflamıştı. Pandemiyle düşülen yeni ve derin çukurdan çıkmak için neo – liberalizmden devletçi politikaların ağırlık kazandığı sui – generis sentezci ekonomilere yönelimin hızlanması kaçınılmazdır. Bu bağlamda yaşam savaşı verecek ekonomilerin yeni mevzilenişlerini ‘Çok Kutuplu Soğuk Savaş’[18] olarak ele alan yaklaşım dikkate değerdir.

Öte yandan küresel mali mekanizmanın karar vericileri, toplumların tüketim alışkanlıklarına bağlı üretim organizasyonlarında belirleyiciliklerini sürdürebilmek için; zihinleri evrimleştirmek üzere nicedir yürüttükleri çalışmalarını ısrarla sürdüreceklerdir.

“Dünyanın olası ekonomik yeniden yapılanması yanında mevcut sosyo – kültürel kaos düşünüldüğünde, yaşayışlarımız ve alışkanlıklarımız anlamında nasıl bir dönem başladı?” sorusu da akılları kurcalamaktadır.

İnsanın teknolojide analogdan dijitale, dijitalden siber etkileşime çok hızla savrulduğu bir tarihi sürece tanıklık ediyoruz. Sistemler rasyonelleştikçe, insanın irrasyonelleştiği bir çağdayız. Doğal kaynakların hızla azalması, insan nüfusunun artması ve iletişim çağında televizyon seyreden, elinde akıllı telefon olan herkesin en konforlu olanı talep etmeye başlaması büyük bir sorun.

Küresel üretim ilişkilerinin karar vericileri, nicedir insanların kimi alışkanlıklarında köklü değişiklikler gerektiğini çeşitli yollarla telkin etmekteler. Pandeminin nedenini böyle bir iradeye bağlamak, komplo teorilerini irdelemek gerçekten pek anlamlı değil.

Fakat uzun süredir evrimi devam eden küresel değişimde pandemi, yeni düzene yol arkadaşlarını gereğinde yolda infaz ederek teşrifatçılık yapıyor bir nevi.

Karl Marx, “Bir şey olduysa, olmama ihtimali bulunmadığı içindir. Tarihi, bazı insanların isteği değil maddi şartların zorunlu dayatması ilerletir” der. Üretimde, ticarette, sağlıkta, siyasette, güvenlikte ve çoğu alanda optimumu arayan karar vericiler yaşanmakta olan gelecek için farklı modelleri daha faydalı görmektedir.

Az gelişmiş bir ülke olan Türkiye’de bile son bir ayda çoğu konuda toplum kilitlenirken, durmayan bir akış söz konusu. Belirli faaliyetler devam ederken belirli uygulamalar sona erdi. Uygar dünyanın hemen tümünde de bugün durum öyledir.

Henüz Kargo Hizmetleri ve Elektronik Alışveriş Durmadı       : Yargıçlar, sporcular, öğrenciler, öğretmenler, sigortacılar, berberler ve pek çok mesleğin mensupları evlerinde. Mağazalar, restoranlar kapandı. Fakat küresel sisteme entegre bir alt yapısı olan tüm mağazalar, firmalar internet üzerinden para kazanmaya devam ediyor. Kargo firmaları onların ürünlerini tüketiciye ulaştırmaya devam ediyor.

 

Paranın Yerini Dijital Paraya Bırakması Teşvik Edildi             : Tüm banka şubeleri şimdilik mesai saatlerini yarıya indirdi. Müşterilerine ATM makinelerini, mobil bankacılık hizmetlerini tavsiye eden milyonlarca mesaj attı. Banknot ya da madeni paranın virüs taşıma özelliği ısrarla tüm kamu spotlarında ve kaynağı belirli olmayan paylaşımlarda vurgulanıyor. Zira salgın hastalıklarda paraya temas etmenin risk unsuru olduğu bilimsel bir hakikat.

 

Yeni İş Modelleri Dayatılıyor                                                         : Sanal sunucular, siber bulutta saklanan veriler, görüntülü konuşmalar, elektronik imzayla mühürlenen yazışmalar vasıtasıyla en önemli işler bile uzaktan yürütülmeye başlandı. İnsanlar vergi dairesine gitmeden harç yatırabiliyor, UYAP vasıtasıyla adliyeye adım atmadan dava açabiliyor. Tarafların ofislerinden hatta evlerinden görüntülü olarak bağlanacağı mahkeme duruşmaları söz konusu. Berberler kapalı. İnsanın kolayca kendi kendini tıraş edebildiği saç kesme makineleri peynir ekmek gibi satılıyor. Sayaç okumaktan, araç hızı tespit etmeye pek çok iş insansız yapılıyor. Şu anda ABD sokaklarında Google’ın geliştirdiği sürücüsüz taksiler “pandemi nedeniyle faaliyete şimdiden başladılar” açıklamasıyla hizmet vermekte. Dronlarla ve kargo robotlarıyla taşımacılık gayet aktif yürütülüyor. Sanal zekânın hapsolduğu algoritmaların sınırları günden güne çeşitli zorunluluklar öne sürülerek arttırılıyor. Laboratuvar gerektirmeyen test kitleri büyük bir ihtiyaç olarak tüm dünyaya belletildiler.

 

İnternet Ve Uzaktan Yardım Hizmetleri Güç Kazandı              : Tedbiren uyguladığım kişisel karantinamda hızlı internet erişimi için bu koşullarda umudum olmaksızın bir şirketi fiber hizmet için bir kaç gün önce aradım. Berberim, mahallemdeki tüm dükkânlar kapalıyken gelip aynı gün sistemi kolayca kurdular. Bankam, alışverişlerim ve sair konularda da kolaylıkla arama merkezleriyle iletişim kurabilmekteyim. Üstelik “uzaktan destek, mobil işlem” gibi hizmetleriyle tüm dev firmalar övünüyor. Fakat “onların sağlığı için” telefon dışında aile büyüklerimle her türlü temasımı tümden kesmem sistem tarafından ezberletiliyor.

 

İbadethaneler Toplu İbadete Kapatıldı,

 

Sosyal Etkinlikler İptal Edildi                                : Vakit ve Cuma namazları, Pazar ayinleri, dini gecelerin toplu ibadetleri, cenaze merasimleri belli olmayan bir süre için durduruldu. Konserler, etkinlikler, siyasi kongreler de öyle. Süresi ne olursa olsun mezuniyet töreni, doğum günleri, mevlit yahut dua okunan anma törenleri olmayan, farklı bir deneyim yaşayan bir kuşak oluşuyor.

 

Sanal Müzeler, Sanal Kütüphaneler Artıyor       : Oysa kameralar ve hologramlar dâhil en başarılı görüntü, ses yansıtma teknolojileri ne denli gelişirse gelişsin, zahiren seyir gerçeğin yerini tutamaz. Ufuk açıp aydınlatsa da sanatın, uygarlığın metalaşmışlığını doğrudan, çıplak duyargayla deneyimlemek gibisi olmaz. Opera videosu opera değildir örneğin. İhtimal ki insanlık mirasının o büyük mücevherlerine, sayısız yapıtı biriktirmiş Hermitage’a, Louvre’e ve nicelerine; o şansın kendilerine bahşedileceği ayrıcalıklılar, ışığa üşüşen pervaneler misali hep akın edecekler. Çoğunluğa ise şimdiden “bu kadarıyla yetinin” demekte birileri...

 

Bilgi Kirliliği, Dezenformasyon Had Safhada      : Gerçek, sınanmış bilgi çok kıymetli. Sulandırılarak ve öğrenilmesinde mahsur olmadığı ölçüde algılar bulandırılıyor. Korkuyu ve itaati beslemek için bilgi kirliliği yayılıyor. Sıradan insanın gerçek bilgiden mahrumluğu bir ölçüde trajiktir. Fakat az gelişmiş toplumların karar vericileri gerçek bilgiden uzaklaşıp ihtiraslarına tutsak düştükçe başlıyor asıl trajedi. Yönetim anlayışında otoriter eğilimler arttıkça da karar vericilerin doğru bilgiye ve istihbarata ulaşmalarının toplumları için önemi artıyor. Mesela Joseph Schmid’in Göring’e sadece duymak istediklerini söylemesi, Göring’in ise bunları Hitler’e biraz daha süsleyip değiştirerek aktarması bir savaşın kaybedilmesine yol açmıştır kimilerine göre.

 

Sosyal Mesafe Ve Yaşlılara İzolasyon Çağrısı      : Sarılmak, dokunmak, büyüğün elini öpmek, çocuklarımızın başını okşamak gibi alışkanlıklarımız enfeksiyonu yayıyor. İsrail Savunma Bakanı bir videoyla halkına seslendi. “Yaşlılarımızı korumalıyız. Evlerinde karantinada olmaları şart. Sadece telefon ve görüntülü aramalarla iletişim kurun. İhtiyaçlarını hazırladığınız paketleri poşetler içerisinde evlerine bırakın ve evlerine girmeyin” dedi. Çocuklarının, torunlarının kendilerini ziyarete gelmediğine sitem edecek yaşlılara artık COVID – 19 gibi bir geçerli mazeret var.

 

Kimi Üreticilerin Açıklamalarının Aksine

Temel Ürünlerde Kıtlık Ya Da Pahalılık Var      :Haftalar önce market raflarında temizlik ürünleri ve makarna bulunmayınca kıtlık kaygısı başlamıştı. Makarna Üreticileri Birliği “Türkiye’yi makarnaya boğarız, sorun yok” dese de raflarda evvelce 2 buçuk Lira olan ürün 13 Lira civarında satılıyor halen. Bazı vitaminlerin, COVID – 19 tedavisinde direnime faydalı olduğu söylentisi yayılan “kinin” içeren ilaçların bulunması sorun oldu. Makarna, hijyen malzemeleri, kolonya, kimi ilaçlar hakikaten stoklarda talep edildiği oranda mevcut olmayabilir. Fakat birileri daha farklı hesaplarla, kâr beklentisiyle veya toplum durumun ciddiyetini kavrasın diye tedarik çarkındaki çeşitli dişlileri söküyor da olabilir.

 

Tek Tip Marketlerin Hâkimiyeti Artıyor             : Türkiye’de Siyasal İslam’a meyilli hissedarlarıyla maruf sermaye şirketlerinin kurduğu zincir marketlerin pazar payları artıyor. Belki başka ülkelerde de başka tarz siyasete ilgili sermayenin zincir marketleri güçleniyordur. Bilgim yok. Fakat ülkemdeki mahalle bakkalları, semt şarküteri dükkânları ani artan fiyatlardan ve tedarik zincirlerinde yaşadıkları aksaklıktan darbe aldılar. Oysa görece ucuz fiyatlı, ürün çeşitliliği daha fazla olan, çalışanlarının mesai esnasında oturmalarının dahi yasak olduğu, reklam ve dekor kaygıları olmayan, belirli gruplara bağlı binlerce markette yoğunluk artıyor. İçgüdüsel olarak tutumluluğunu arttırmış, aile bütçesini idareli yönetmek kaygısıyla paniklemiş pek çok yurttaş, doğrudan alışveriş tercihlerini değiştiriyor. Bilindik eski marketlerinin veya bakkallarının yerine bahse konu marketleri seçiyor.

 

Kendi ülkemden görebildiklerimi, dünyanın en büyük şirketlerini yönetenlerin, CEO’ların “hayır hasenat” söylemli çeşitli sivil toplum kuruluşları yaratarak anlattıklarıyla, Hollywood’un ve açık istihbarat kaynaklarının işaret ettikleriyle mukayese ettiğimde; başka bir hayatın hepimizin kapısını çaldığını düşünüyorum.

Tarihin geldiği aşamada doğa yahut sistemler inşa eden yetkeler, insanları sert bir şekilde adeta başka bir hayata alıştırıyor. Geçerli sistemleri önce tıkaması ardından kendi hakikatlerini dayatması bakımından, pandemiyle belirginleşen bu yeni düzene “Pandemik Emperyalizm” diyebiliriz. Mevcut pandemiyle görünürlüğü artan çağ, tıpkı küresel biyolojik salgınlar gibi tüm ülkelere tesir etmesi yönüyle de muhtemelen uzun yıllara yayılacak sistemsel bir pandemi gibidir.

Dönüşüm aslında nicedir başlamıştı. Kapıların kilitsiz hattâ aralık olduğu bir yaşantı terk edilmişti. Evlerde ise konusuz komşusuz yaşamın en konforlusu olduğunu keşfetmişti metropoller. Vagonlarla banliyölerden çalışmak için seyahat edip kentlerdeki kadim ilişki ve alışkanlıklarından önemli ölçüde kopmuştu kitleler.

Kimi bilim insanlarına ve Almanya Federasyonu gibi devletlere göre Pandemi’nin “tümüyle kontrol altına alınması” bir yılı bulabilecek bir süreç. Üstelik bu virüsün yeniden mutasyonla önümüzdeki yıllar içerisinde yeniden döneceği, yeni salgınlara neden olacağı da bilim otoritesince öngörülüyor. Yani otoritenin salık verdiği tedbirleri elden bırakmamak gerekecek.

Yeni dünyaya bilgisiyle, teknolojisiyle, aklıyla, insanlığıyla değil dogmalarıyla, cehaletiyle, öfkesiyle, korkusuyla tutunmaya çalışacak toplumların simgelerinin çöp, bayraklarının çaput, mabetlerinin müzeye dönüşmesi gayet olası.

Nietzche’nin “Üstün İnsan” idesi, Hitler dâhil çoğu karar vericiyi tahminlerin ötesinde etkilemişti. Halen Anglo – Sakson küresel güvenlik metinlerinde alt bildiri olarak hissedilir. Özetin özeti olarak ifade etmek gerekirse “Potansiyeli harcanmış – harcanmakta olan insanlık dik durursa onlardan bir nesil doğacağı, o doğacak nesilden de daha ileride Üstün İnsan’ın doğacağı” savlanmıştır.

Seçkinci, mazlum insanlığın dinine, diline, inanışına, kültürüne tahammülü olmayan, dünyanın önemli bir bölümünü safra olarak gören bir zihniyet var. Bu zihniyet çeşitli sinema filmleriyle, edebiyat eserleriyle, politik münazaralarla, fonlarla, fikir kuruluşlarıyla tezlerini seslendirmekte. “Bilgi çağının rönesansını bizler yapalım, adapte olamayan toplumlar ve düşünceler doğal seleksiyonla kırılıp gitsin” zihniyeti kendisini hissettirmekte.

Çağa ve bize etki eden koşullara yöntem belirlemeliyiz.

Krize çoğu ülkenin şimdiden kaos önleyici askeri tedbirler alması, İtalya’da yakılan Avrupa Birliği bayrakları ile ortaya çıkan birlik duygusunun zarar görmüşlüğü, Çin ve Kazakistan gibi ülkelerin salgınla mücadeledeki büyük başarıları titizlikle irdelenmelidir.

Gerçekten de mali, ideolojik birliklerin, hümanist iyimserliğin güç kaybedeceği; daha totaliter yapıların güçleneceği, ulusların içe kapanarak ayakta kalmaya çalışacağı bir döneme girildiğini düşündürecek pek çok kaygı verici gelişme süratle yaşandı.

Daha uzun vadede ise Pandemik Emperyalizm’in doğru enstrümanlarla direnemeyen ulusları hem kültürel hem mali olarak yutmak için pek çok zorlayıcı yöntemler geliştireceği aşikârdır.

 

KÜRESEL KRİZİ AŞABİLMEK

Disiplinli olmayan toplumlar, küresel krizlerde çok zarar görür. Kayırmacılığın, torpilin, yandaşlığın egemen olduğu, bilgiye ve liyakata prim vermeyenlerin idare ettiği slogancı toplumlar disiplinli hareket edemez. İdarecileri totaliter baskılarını kriz ortamında arttırmayı denese dâhi böyle toplumlar kendilerini büyük yüklerin altında hissettikleri zaman çabuk çözülebilmektedir.

Kamu sağlığı kaygısıyla alarma geçilmişken toplu ibadet için mabette ayaklanan, izole olması gerekirken zurnayla halay çekip asker uğurlama kutlaması yapan, karantinadan kaçmaya çalıştığında kendisini engelleyen polise tüküren insanlardan mürekkep bir toplum, felaketlere göğüs gerebilecek disiplinden uzaktır.

Dağıtılan yardımlarda kapışmacılığa alışmış, sosyal dayanışmadan uzak milletlere küresel darbeler kaçınılmazdır. Kuruluşundan beri Cihan Harbi, kendisine doğrudan tesir edip kitlesel öldüren bir salgın, ağır hava bombardımanı vs. yaşamadığı halde kurucularına ve varoluş felsefesine nankörce hakaret edilmesine izin veren ülkemiz, kendine gelmediği sürece bu çağda ayakta kalabilmekte zorlanacaktır.    

  • Nükleer,
  • Kimyasal,
  • Biyolojik,
  • Teknolojik – siber,
  • Atmosfer dışı tehlikeler dâhil doğal

 

Her tür felakete karşı lokal, bölgesel ve ulusal eylem planımızı bilimsel titizlikle çalışmalıyız.

Olası tüm kriz konularında bütün bakanlıklar bünyesinde bilim kurulları oluşturulmalıdır.

İl ve İlçe Güvenlik Kurulu toplantıları, mülki veya yerel güvenlik otoritesinin çay içip taşra dedikodusu yaptığı toplantılar olmamalı. Hükümetin öncülüğünde yapılan çalışmaları destekleyici, kötü senaryolarda o mahallin kaynaklarının, insan gücünün kamu için nasıl seferber edileceğine dair sonuca odaklı çalışmaların yapıldığı, uzmanlardan katkı alınan programlar geliştirilmelidir.

İlerleyen salgınlarda, afetlerde, elektrik – su kesintilerinde, misalen hangi mahalde hangi fırının nasıl ekmek üretip, medikal yardımın yurttaşa nasıl ulaştırılacağı gibi konulara hazırlıklı olunmalıdır.

Kamu maliyesindeki devletçi tedbirleri, özgülendiği amaca uygun kullanmak Pandemik Emperyalizm çağında şarttır! Deprem vergisiyle saray yaptırmak, ihtiyat akçelerini yandaşlara dağıtmak, hukukun denetimini ortadan kaldırarak adli mekanizmayı siyaseten rehin almak akıl kârı değildir.

Milli savunma bütçesini ülkenin milli güvenliği için kullanmadan Pandemik Emperyalizm’le başa çıkmak mümkün olamaz. Başka ülkelerde iç savaş kışkırtıp esasen kendi ülkesinin milli güvenliğine zarar vermek üzere savunma bütçesi kullanmanın bir izahı olamaz.

Fatura, sosyal güvenlik bütçesini yurttaşı için kullanmayan, Ortadoğu’dan berbat politik stratejilerle ülkeye doldurduğu milyonlarca göçmen için harcayan hükümete değil, maalesef tüm topluma çıkmaktadır.

Enerjide ve tarımda dışa bağımlıyken, kıt kaynaklardan Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan bütçeyi; laikliğe uygun inanç, ibadet hürriyeti için kullanmak çok önemlidir. Kutsal dini, din tüccarı ortaçağ çetelerinin elinden kurtaracak aydın, Cumhuriyetçi din âlimlerini istihdam edip halkı aydınlatmak gereklidir. Cumhuriyet tarihinde nüfusa oranla en fazla ateist ve deist üretmiş israf eden, emek karşıtı bir sistemi beslemek siyaseten tercih edilirse, toplumun çürümesi kaçınılmaz olur.

Bilgi, veriler artık klasörlerde, fiziksel dosyalarda saklanıp işlenmiyor. Bulut teknolojisiyle küresel bir ağda biriktirilip dağıtıcı platformlar vasıtasıyla kullanılıyor. Bugün Türk insanı en yaşlısından en gencine kadar teknolojiyle görece barışıktır. Fakat saatlerini sosyal medyada öldürmek yerine yeni teknolojileri üretimde kullanmayı öğrenmek zorunda. Pandemik Emperyalizm’in müsrif tüketicileri olmaktansa, teknolojik gelişime uyum sağlayan, yön veren üreticiler olmanın yollarını aramamız gerekmekte.

Yurttaşımız zorlayıcı bir koşulda bahçesindeki, tarlasındaki, ofisindeki üretimi uzaktan devam ettirebilmesinin lüks değil, zorunluluk olduğunu, kararlı bir kamu stratejisi kapsamında kavrayabilmeli.

Fosil yakıtlara bağımlılığımızı asgariye indirecek şekilde seyahat alışkanlıklarımızı değiştirmeliyiz, sınırlı kaynaklarımızı en verimli şekilde kullanarak çağa adapte olmalıyız. Doğal ya da mali kaynakları fütursuzca harcayanların eriyeceği, zorluklara kaynak oluşturma yöntemi geliştirenlerin söz sahibi olacağı bir çağın eşiğindeyiz.

Bugün F – 35 veya Eurofighter Typhoon projelerine dâhil olmanın maliyeti milyarlarca Dolar’dır. Oysa küresel ya da bölgesel virüs tehditlerini, siber saldırıları ortadan kaldırmaya yönelik en ileri çalışmaları yürütmenin maliyeti çok daha azdır. Elbette savaş jetlerine, donanmaya, kara kuvvetlerine gerekli yatırım yapılmalı, yurdumuz korunmalıdır. Fakat günümüzde başkaca küresel tehditlerin tahrip ediciliği de göz ardı edilmemelidir.

Yıllarca başarıyla pek çok aşı geliştiren ve ihraç eden, son olarak kuş gribi üzerine araştırma yapan ve aşı üreten tesisi 11 Haziran 2004 yılında kapatmıştık. Salgın sonrası COVID – 19’un dönüşüp tekrar gelmesi tüm otoritelerce beklenirken milli aşı üretimi için dahası genetik ve biyolojik araştırmalar için imkânlarımızı seferber etmeliyiz.

Influenza ya da Korona salgınları yeniden başladığında Çin’in derhal devreye soktuğu gibi karantina hastanelerimizi gerekli ekipmanla, en kısa sürede hazır duruma getirebilmeliyiz. Ülkemizin sanayii alanındaki önemli bir holdingi, tüm alt yapısıyla solunum cihazı ve sağlık çalışanları için gelişmiş tıbbi maske üretimine destek açıkladı. Bir sonraki salgında spor salonlarımızın, belirli otellerimizin karantinada en kısa sürede nasıl kullanılabileceğine bu salgın yatışır yatışmaz çalışılmalıdır.

Bu krizden ancak bilimin yol göstericiliğinde çıkılabileceği muhakkaktır. Başlangıcından beri olumlu bir pratik üretemeyip Kaçınılmaz Çöküş’te[19] irdelendiği üzere büyük yönetim zafiyetine neden olan Başkanlık Rejimi mevcut uygulamalarıyla ülkemizi geleceğe taşımaktan uzaktır. Parlementer Demokrasi’ye dönülmeli, akıl ve bilim öncülüğünde bir yol haritası belirlenmelidir.

Kaynaklarının önemli bir bölümünü okçulara, sivil toplum örgütü kisvesindeki dinci kurumlara aktaran toplumlar Pandemik Emperyalizm’e kendilerini savunamaz, 21. Yüzyılda ayakta kalamazlar.

Kaynaklarımızı bilime, dünya sahnesinden asla silinmesine izin vermeyeceğimiz Türk kültürüne yönlendirmeliyiz. Anadolu’da aralıksız 1.000 yıl hüküm süren tek millet olarak önümüzdeki 1.000 yıllarda da Anadolu’da başı dik yaşayabilmek için.

 

[1] Bkz. https://covid19bilgi.saglik.gov.tr/tr/covid-19-yeni-koronavirus-hastaligi-nedir

[2] Bkz. https://www.who.int/emergencies/diseases/novel-coronavirus-2019/situation-reports

[3] Bkz. Fei Zhou, Ting Yu, Ronghui Du, Guohui Fan, Ying Liu, Zhibo Liu, Jie Xiang, Yeming Wang, Bin Song, Xiaoying Gu, Lulu Guan, Yuan Wei, Hui Li, Xudong Wu, Jiuyang Xu, Shengjin Tu, Yi Zhang, Hua Chen, Bin Cao

E- publish 09.03.2020 - https://doi.org/10.1016/ S0140-6736(20)30566-3

[4] Bkz. https://www.sciencedaily.com/releases/2020/03/200326144342.htm

[5] Bkz. Nature Medicine V. 21, N.12, December 2015

 

[6] Bkz. https://www.outlookindia.com/newsscroll/coronavirus-may-have-origins-in-chinas-biological-warfarelab-in-wuhan/1717828

[7] Bkz. https://www.birgun.net/haber/hukumet-1-yildir-salgin-tehdidini-biliyordu-293615

[8] Bkz. https://edition.cnn.com/2020/03/26/economy/global-economy-coronavirus-bailout/index.html

[9] Bkz. https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/erdogan-akp-grup-toplantisinda-konusuyor-3-5673095/

[10] Bkz. https://news.un.org/en/story/2020/03/1059502

[11] Bkz. https://qazaqstan.tv/news/124999/

[12] Bkz. https://www.sciencemag.org/news/2020/03/coronavirus-cases-have-dropped-sharply-south-korea-whats-secret-its-success

[13] Bkz. Savaşlardan Çok Salgınlar Öldürdü İSPANYOL GRİBİ, Sinan MEYDAN – 15.03.2020, Sözcü Gazetesi

[14] Bkz. https://www.thelancet.com/journals/lanhiv/article/PIIS2352-3018(19)30230-9/fulltext

[15] ‘Soft – security’ kavramının çağımızdaki belirleyiciliğini yakın zaman önceki bir sohbetimizde ayrıntılarıyla izah eden Sayın Cahit Armağan DİLEK’in konuyu detaylarıyla yazmasını sabırsızlıkla bekliyorum.

[16] Bizim de Çin’den satın almakta olduğumuz test kitlerinden 500.000 adet satıldığı da gerçekçi görünmemektedir.

[17] Bkz. BREXIT ile sarsılan Ab, Coronavirüs sonrasında “ITALEXIT” ile dağılmaya devam eder mi?

Mehmet Zeki BODUR;

https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/avrupa-birligi-arastirmalari-merkezi/brexit-ile-sarsilan-ab-coronavirus-sonrasinda-italexit-ile-dagilmaya-devam-eder-mi

 

[18] Bkz. Çok Kutuplu Soğuk Savaş ve Devletçi Neoliberalizm, Ercan YILDIRIM, Açık Görüş, 15.02.2020

https://www.star.com.tr/acik-gorus/cok-kutuplu-soguk-savas-ve-devletci-neoliberalizm-haber-1515181/

[19] Bkz. KAÇINILMAZ ÇÖKÜŞ – AKP REJİMİNİN DÖRTLÜ KRİZİ, Ümit ÖZDAĞ, Destek Yayınları

Onur Şahin

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Yönetim Kurulu Üyesi