Bu sayfayı yazdır

Niteliksiz Adamlar ve Ölü Kurumlar

Yazan  02 Temmuz 2014

Robert Musil’in çöküş sürecine girmiş olan Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nda toplumun ve bireyin tüm çalkantılarını betimleyen dev romanı "Niteliksiz Adam", bugünkü olayları anlamada gelecekteki muhtemel felaketleri sezinlemede çarpıcı uyarılar sunuyor. Çökmekte olan ve her konuda karar vermekten kaçınan monarşide sözde yasalar, göstermelik parlamento ve etkisiz kurumların varlığıyla toplumsal yozlaşmanın ulaştığı boyutlar hem kültürel hem de bir sistem sorunudur.                                                 

1900’lerin başında, İmparatorluğun yüz yüze kaldığı kültürel depremin maddi ve manevi değerler üzerindeki etkisi her boyutta yıkıcı olmuştur. Depremin oluştuğu odak noktada; birlik duygusu ile büyük bir ülküye katkıda bulunma bilincinin yitirilmiş olması nedeniyle, çöküntünün etkileri her alanda hızla yayılarak, geri dönüşümü adeta imkânsız hale getirmiştir. Belki de çöküşü durduracak ve çıkışı sağlayacak bir strateji geliştirilebilirdi, ancak bunun sağlanamamasının en önemli nedeni, niteliksiz adamların varlığı ve trajikomik saltanatlarıdır.

Niteliksiz adamların politikadaki etkinliği zamanla millî güç unsurlarının tüm hücrelerine sirayet ederek devleti içten çökertirler. Tarih sayfaları bunun zengin örnekleriyle doludur. Bugün mirasının bir kısmına ortak olduğumuz Bizans İmparatorluğu’nun, son derece etkili bir stratejik devlet yönetimi kültürüne sahip olmasına rağmen, özellikle çöküş sürecinde niteliksiz adamların devlet idaresindeki artan egemenlikleri sonucunda, tarih sahnesinden silinişi incelenmesi gereken bir konudur.

Niteliksiz adamları cömertçe bir bağnazlıkla hak etmedikleri mevkilere getiren toplumlar için herhangi bir tehdide veya düşmana gerek yoktur. Neticede onlar çok yönlü bilgisizlikleriyle en güçlü gibi görünen kurum ve kuruluşları bile, José Ortega Y Gasset’in "Kitlelerin Ayaklanması" adlı eserindeki "ölü kurumlara" çevirmekte pek mahir davranırlar. Gasset, ölü kurumları; anlamını yitirmiş, ama hâlâ varlığını sürdüren, yok yere karmaşık çözümlerle boğuşan ve yetersizlikleri kanıtlanmış yapılanmalar olarak tanımlar.

Zaman geçtikçe gerçeklikleri her toplum ve uygarlıkta her defasında tekrarlanan ve güçlenen bu iki başyapıtın, bugünün Türkiye’sindeki kepazelik ve pespayelikleri tahlil etmede düşündürücü olduğu kadar kederlendirici somut örnekler ve epizotlar sunmaktadır. Bu okumaları ve analizleri zamanında yapması gereken stratejik liderliktir ki hem sivil hem de asker kanadı kapsar. Sivil –asker ilişkilerinin niteliği ve gücü, bu işbirliğine ve kurulan dengeye bağlıdır. Huntıngton’un bilgece tanımlamasıyla, "Bu dengeden yoksun bir sivil – asker ilişkisi sürdüren uluslar, kaynaklarını israf eder ve hesap edilmemiş risklerle karşılaşırlar". Sivil - asker ilişkileri Türkiye için son derece problemli bir alan olmaya devam etmektedir. Bu yaşamsal birlikteliği,"askerî vesayet" gibi sığ ve günlük siyasi mülahazalar ışığında ele alarak "askeri itibarsızlaştırmaya yönelik faaliyetler" bundan sonraki muhtemel kayıpların da zeminini hazırlayacaktır. Şimdiye kadar ki ilişkiler nasıl sağlıksız ve bir dengeden yoksun idiyse, bu dönemdeki anlayış ve tutum da bir o kadar problemli ve önyargılıdır.

Bugünün Türkiye’sindeki bir diğer ihtilaflı konu; hilafet artığı gruplar ile gemi azıya almış ulus-devlet yıkıcıların güç birliği yaparak elde ettiği kazanımlardır. Bu durumu görmezlikten gelmek, küçümsemek veya zamanın ruhuna uygun demokratik haklar olarak değerlendirmek, en hafif tanımlamayla "körlük" tür. Onların kazanımları Türkiye Cumhuriyeti’nin kayıplarıdır. Cumhuriyetin temel değerlerini hedef alanbu devlet destekli akımlar; milletimizin hem bugünkü kazanımlarına hem de geleceğine yönelik çok açık ve ciddi bir tehdit kaynağıdır.

Cumhuriyetin 90 yıllık kısa hayatında meydana gelen gelişmeler, "Atatürk yılları" olarak tanımlanan ilk 15 yıllık dönemdeki kazanımlarla gerçekleştirilmiştir. Burada başat faktör,"Devrim Yasaları" ile ulusal birlik ve bütünlüğü sağlamaya yönelik iç ve dış tedbirlerin akılcılığı ve bilimselliği rehber alan esaslarla güçlendirilmesidir. Hâl böyle olmasına rağmen, özellikle son 10 yıllık dönemde eğitimi merkez alarak gerçekleştirilenyozlaşma ve çöküşe yönelik din ve etnik temelli uygulamalar kısa ve orta vadede federalleşmeyi müteakiben de bölünmeyi sağlayacak adımlardır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını ve bütünlüğünü koruyarak, gelişmiş ülkelerle rekabet edebilmesinin temel koşulu; çağdaş bireğitim sistemiyle nitelikli insan gücü yetiştirmesi ve bunların kurum ve kuruluşlar içerisinde etkinleştirilmesidir. Bunun doğal sonucu olarak meydana gelecek sinerjinin, millî güç unsurlarının tamamında olumlu neticelere sebebiyet verecek şekilde gerekli tedbirlerin alınmasıdır. Türkiye’nin temel sorunu bu kadar açık bir şekilde ortada durmasına rağmen; çağdaşlaşma ve uluslaşma yolundan hızla uzaklaşmayı özendirici tedbirlerin hoyratça ve pervasızca alınması,"dindar ve kindar bir nesil yetiştirme" hedefinin iştiyaklı bir anlatımla gösterilmesi ve buna ulaşmada kullanılacak araçların artık göz göre göre devreye sokulması bundan sonraki karanlık günlerin kaçınılmazlığına işaret etmektedir.                                       

17 Aralık 2013’de devasa boyutlardaki rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ile başlayan gelişmeleri,"darbe, paralel yapı, çete, iç – dış mihraklar" gibi akla ziyan söylemlerle yorumlamayı komplo teorisyenlerinin yapmasının su götürür bir yönü bulunabilir. Ancak, 12 yıl gibi uzunca bir dönem tek başına iktidar olanların bilinen gelişmeler karşısında ortalığı velveleye vermelerinin, dünya siyasi tarihinde maalesef örneği de yoktur. Son dönemdeki; Soma maden faciası, PKK terör örgütü ile yürütülen ilişkiler, Irak’ta gönüllü ( ! ) olarak rehin kalan Türk vatandaşlarının trajikomik durumları, Irak ve Suriye politikaları ile ilgili olarak artık alay konusu olan şu "kırmızı çizgiler" meselesi ve "sabrımızın test edilmesi" söylemleri devlet kişiliği ile bağdaşmayan anlayış ve tutumlar için hem paradoksal hem de ironik sayılabilecek misallerdir.

Yarınlardaki tehditler bugünkünden çok daha büyük ve ağır olarak çocuklarımızı bekliyor. Onları cömertçe bir akılsızlıkla, öngörüsüzlükle ve basit çıkarlarapeşkeş çeken bizleriz. Olayları kişiler ekseninde değerlendirmeden,"Niteliksiz Adamlar ve Ölü Kurumlar" anlayışıyla bir sistem sorunu olarak görüp, ele almanın daha gerçekçi sonuçlara götüreceği düşünülmektedir.Çünkü sorunların veya olması muhtemel olanların, çözümünün başlangıç noktası burasıdır.

 Ergüder Toptaş

1960 yılında Sarıkamış’ta doğmuştur. 1977 yılında Işıklar Askerî Lisesinden, 1981 yılında Kara Harp Okulundan mezun olmuştur. Türk Silahlı Kuvvetlerinin çeşitli birlik ve kurumlarında görev yapmıştır. 1988-1990 yılları arasında Kara Harp Akademisi, 1997 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisi, 2006 yılında ise Millî Güvenlik Akademisi eğitim ve öğretimini takip etmiştir. (E)Tümgeneral Toptaş’ın strateji, jeopolitik, harp ve mücadele konularında yayınlanmış üç kitabı ile birçok makalesi bulunmaktadır.