Bu sayfayı yazdır

Türkün Adının Olmadığı Dış Politika

Yazan  13 Ağustos 2007
Yaklaşık son beş yıldır takip edilen dış politikaya baktığımızda Osmanlı Devleti’nin son döneminde izlediği (izlemek zorunda bırakıldığı) politika arasında benzerlikler olduğunu görüyoruz.

Bu son dönemde AB-ABD eksenli bir dış politika izlenmiştir. AB ile ilişkiler konusunda sürekli taviz verilmiştir.Osmanlı Devleti'nde özellikle III.Selim'den itibaren başlayan Avrupalı olma hevesi ve heyecanından hiç bir şey kaybetmeyerek günümüze kadar gelinmiştir.

 

Avrupa'nın Avrupalı olmamız karşılığında ileri sürdügü şartlar hiç değişmemiştir.İnsan hakları (olmayan azınlıklar dahil), ekonominin düzeltilmesi, toprak istendiği zaman hemen verilmesi gibi hemen hemen aynı olan isteklerdir.

 

Osmanlı Devleti bu yoldaki ilk tavizi 1839'da ilan ettiği Tanzimat Fermanı ile verdi.Bu fermanla yetinmeyen Avrupalı devletler 1856'da hazırladıkları Islahat Fermanı'nı Osmanlı Devleti'ne ilan ettirerek 1839'da eksik kaldığını düşündükleri konuları tamamladılar.Islahat Fermanı'nın imzalandığı yıl aynı zamanda Paris Anlaşması'nın imzalandığı yıldır.Viyana kapılarına dayandığı zaman Avrupalı sayılmayan Osmanlı Devleti adı geçen anlaşma ile ilk kezAvrupalı bir devlet sayılmıştır.Bu anlaşmanın ilk kez dış borç aldığımız1854 Kırım Savaşı'ndan sonra imzalanmış olması da başka bir tesadüftür.

 

Yine Osmanlı Devleti'nden devam edersek,1876'da I.Meşrutiyet'in ilanından sonra Avrupalı devletler azınlıklar (gayrimüslimler) için yeni haklarla dolu bir talep listesini Babıaliye kabul ettirdiler. Bu arada Avusturya-Macaristan Bosna-Hersek'i himayesi altına aldığını açıkladı.Muhtar bir Bulgar beyliği kuruldu.

 

1878'deki Osmanlı-Rus harbi sonucu imzalanan Ayestefanos Anlaşması yerine kendi çıkarları için Berlin Anlaşması'nı imzalatıp yürürlüğe koydurtan İngiltere, bu durumu Rus tehdidine karşı destek olarak nitelendirdi ve karşılığında Kıbrıs'ı istedi.Gerekirse adayı işgal edeceğini bildirdi, Babıali adayı İngiltere'ye vermek zorunda kaldı.Berlin Anlaşması ile Sırbistan, Romanya, Karadağ bağımsız oldular.1908'deki II. Meşrutiyet'in ilanı ile de Bulgaristan bağımsızlığını, Avusturya-Macaristan'da Bosna-Hersek'i topraklarına kattığını ilan etti.Amacımız kimseye tarih dersi vermek değil elbette,ama tarihten ders alınmadığı sürece aynı hataların yaşanması da kaçınılmaz olacaktır.

 

Osmanlı Devleti'nin 18.yy sonlarında başlayan Avrupalı olma hevesi verilen tavizlerle ve topraklarla sonunu getirdi.Avrupalı devletler daha sonra "Hasta Adam"ın mirasını paylaşmak üzere elinde kalan topraklarını da işgal ettiler.Bugün aynı tavizler AB uyum yasaları ve Kopenhag kriterleri adı altında verilmektedir.Geçmişten farklı olarak yabancılara sattığımız toprakları da unutmamak lazım.

 

Geçtiğimiz beş yıllık dönem içerisinde özellikle AB ve ABD'nin BOP kapsamında uyguladığı politikalara paralel dış politika takip edilmiştir.Yani yanlışlar yapılmaya devam edilmektedir.

 

Bugün özellikle AB-ABD-Irak ve Kıbrıs dış politikada son derece önem arzeden konulardır.BM'lerin sunduğu plana 24 Nisan 2004'de yapılan referandumda hayır diyen Rum tarafı buna rağmen 1Mayıs 2004'de AB'ne alınmıştır.Türkiye'ye ise Kıbrıs sorununu çöz öyle gel denilmektedir.Avrupalı devletlerin çifte standartları her zaman ki gibi devam etmektedir.Onların tavrı bellidir. Önemli olan bizimne yapacağımızdır.Kıbrıs çok önemli bir üstür.Herşeye rağmen Kıbrıs'ı henüz kaybetmiş değiliz.Tavizkar politikalardan derhal vazgeçip Kıbrıs'ta iki halkın varlığını dikkate alan bir çözüm sağlamak zorundayız.

 

ABD ile Irak içiçe konulardır.BOP ve Irak'daki Kürdistan konularında Türkiye'nin aleyhine olacak hiç bir durum kabul edilmemelidir.Ancak geçtiğimiz yıllarda yaşanan çuval olayı ve kırmızı çizgilerin durumunu hatırladığımız zaman gelecek dönemden de fazla ümitli olamayacağımızı söylemek kehanet olmayacaktır.

 

Sözde Ermeni soykırımı dayatmaları ve Batı'nın Patrikhane politiaalarına da karşı çıkılmadığını gördük.

 

Avrasya'yaya yönelik politikalarda da ABD'nin hoşlanmadığı girişimlerden kaçınıldığı ve kaçınılacağı da malumdur.Halbuki bütün dünyanın enerji kaynakları nedeniyle gözünün üzerinde olduğu Avrasya Türkiye için bir şanstır.Gerek coğrafi olarak yakınlık ve gerekse 1991'den sonra bağımsızlıklarını ilan eden Türk devletleri ticari ve kültürel ilişkilerini geliştirmesi ülke için bir avantaj olacaktır.Ancak bu durum hiç bir zaman doğru olarak uygulamaya konulamamıştır.Türkiyelilikten sözedilen bir ortamda "Türk Dünyası"ında işbirliğinden söz edilemeyeceği gayet açıktır.

 

Türkiye bulunduğu bölgede çok önemli bir ülkeyken takip edi(lemeyen)len politikalar yüzünden bölgesel ağırlığı olmayan bir ülke konumuna düşürülmektedir. Önümüzdeki beş yılda aynı politika aynen sürdürülürseAB ve ABD'nin taleplerinin bire bir karşılandığı bir dış politika ile karşı karşıya kalabiliriz.

Doç. Dr. Meşküre Yılmaz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı