Bu sayfayı yazdır

Suriye, ABD-Rusya'nın Eşgüdümünde Bölünüyor

Yazan  29 Ocak 2020

Elazığ depremi, kuşkusuz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve 18 yıllık AKP iktidarının Türkiye'yi getirdiği noktayı yeniden değerlendirmemiz açısından bir fotoğraf verdi bizlere.

Devletin kurumlarının nasıl siyasallaştığını, karar alma süreci denen bir şeyin kalmadığını, her şeyin tek bir kişinin talimatına bağlandığını, başta Bakanlar olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarının temsilcilerinin bile ısrarla ve sürekli olarak Cumhurbaşkanımızın talimatıyla geldik şunu yaptık demek zorunda kaldıklarını, kamu görevlilerinin iktidar partisinin üyesiymiş gibi davrandıklarını, en ufak yakınma veya eleştirinin büyük bir tepkiyle karşılanıp iktidarın yaptığı hataların konuşulmasının engellenmeye çalışıldığını gördük. Buna modern, demokratik, sosyal hukuk devlet yönetimi demek pek de mümkün değil.

İşte içerideki bu yönetim anlayışının olumsuzlukları dış politikada da kendini gösteriyor. Hem dış aktörler Türkiye'ye karşı elbirliğiyle ittifak halinde saldırıyorlar deniyor hem de bilim insanlarının, akademi dünyasının, düşünce kuruluşlarının alternatif görüş ve önerilerini yok sayıp bildiğini okumaya devam ediyor.

Deprem sonrası Türkiye'nin gündemi ne olacak diye bakıldığında net bir ipucu yok. Cumhurbaşkanının üç Afrika ülkesine yaptığı gezilerdeki açıklamalara bakılırsa, Libya konusunu gündemde tutmak istediklerini söyleyebiliriz.

Erdoğan'ın, Hafter ve BAE'yi hedefe oturtması bunu gösteriyor. Erdoğan'ın Berlin konferansında alınan kararlarla ilgili konuşurken Hafter'i imza atmamakla suçlaması anlaşılır değil.

Yani Hafter Berlin kararlarını imzalamadı diye şikayet ediliyor. İyi ki imzalamadı. 2015 Libya siyasi anlaşmasına göre hiçbir yasal meşru pozisyonu olmayan Hafter hem Moskova hem de Berlin'de bulunmasına razı olarak aslında çoktan muhatap yaptık ama imzayı da atsaydı Libya'da resmen muhatabımız olacaktı. Darbeci terörist de diyemeyecektiniz. Ne de olsa darbeci teröristlerle aynı masaya oturulmaz. Değil mi?

Tabi MSB, Akar'ın Ege'de anlaşmalarla silahsızlandırılmış statüdeki adaların Yunanistan tarafından anlaşmaların hilafına asker konuşlandırdığı ve silahlandırdığını gündeme taşıması iç kamuoyunda muhtemel erken seçim senaryolarının havada uçuştuğu bir ortamda acaba seçmeni konsolide etmek için yeni kriz alanı burası mı olacak sorusunu akla getiriyor.

Halbuki Ege konusu iç politikaya alet edilemeyecek hele hele şahsi PR'lar için kullanılamayacak, hatta Libya ile imzalanan deniz sınır anlaşmasından çok daha hayati bir konu. Akar'ın bu konuyu sadece silahsızlandırılmış statüdeki adlarla sınırlı tutması, işgal altındaki 18 adamızdan tek kelime bahsetmemesi ise kabul edilir değil.

Silahsızlandırılmış statüdeki adların askerleşmesi bir anlaşmanı ihlalidir, geliştirilecek karşı tedbirler başkadır. Ama 18 ada konusu vatan toprağının işgalidir, sümen altı edilemez, pazarlık edilemez, istikşafi görüşmelerin parçası olamaz, zamana bırakılamaz.

Bunun haricinde iktidarın artık gündeme getirmekten çekindiği konu ise Suriye'dir. Evet Suriye kuzeyinde Türkiye'nin kontrol ettiği alanlar vardır ama sahadaki bu mevcudiyete rağmen Suriye'nin geleceğinde söz sahibi olunamadığına ilişkin önemli gelişmeler yaşanıyor.

ABD artık fiilen Suriye'yi bölme adımını atmıştır. Suriye kuzey doğusunda (Kamışlı'nın doğusundaki sınır hattı ve güneyinde dahil Fırat'ın Irak'a girdiği noktaya kadarki alanda YPG üzerinden bir Sünni bölge (Irak'ın batısındaki Sünni bölge ile birleştirmek, İran'ın Irak-Suriye üzerinden Lübnan'a, Doğu Akdeniz'e ulaşımını kesmek üzere) oluşturma planı fiilen uygulamada. Kamışlı-Tel tamir hattında geçen gün yaşana ABD-Rusya karşı karşıya gelmesi bu sınırın belirginleştirilmesinden başka bir şey değil.

Bunun batısında Fırat nehri ile Türkiye sınırı arasındaki alan ise Kürt bölgesi olarak dizayn ediliyor. Bu da ABD ile eş güdüm içinde Rusya'nın elinde. Rusya da bunu kabullenmiş olacak ki, yayımladıkları haritada bunu çiziyorlar.

İdlib konusu ben geldim kapıdayım diyen ayrı bir felaket. Üçüncü Türk gözlem noktası da Suriye ordusunca kuşatılmak üzere. Hiçbir görev icra edemeyen adeta esir pozisyonda bu gözlem noktalarını orada tutmanın hiçbir politik ve askeri gerekliliği yoktur. Türk askerini bu vaziyette bırakmaya kimsenin hakkı yok. Rus kaynaklarımız da Erdoğan yönetimimin bu tutumunu anlamadıklarını yaptıklarının Soçi mutabakatına aykırı olduklarını söylüyor.

Defalarca yazdığımız, Türkiye'yi iyice çaresiz bırakacak 2 milyona varacak yeni göç dalgası ayrı bir konu zaten.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü uzmanlarından Erol Başaran Bural'ın "Rus askeri doktrini çerçevesinde İdlib" başlıklı yazısını lütfen okuyun. Türkiye anlamsız şekilde, Suriye'yi bölme planı uygulayan ABD'nin gazıyla muhalifleri direnmeye teşvik etse de bölgedeki olayı bir ayaklanma olarak gören Rus askeri doktrinin İdlib'i nasıl kontrol altına alıp 2 milyonluk göçe neden olacağı görülür.

Yarın çok geç olacak. İçeride ve dışarıda suni ve hayali gündem peşinde koşmayalım. Asıl tehdit hem içeride hem de sınırımızın hemen dibinde.