Bu sayfayı yazdır

Incek Tartışmaları'nda(Incek Debates) Türkiye-Rusya Krizi Tartışıldı

BAKIŞ, ‘Incek Debates’       

‘Türkiye-Rusya krizi nasıl kontrol edilebilir?’

 

‘Incek Debates’ 25 Şubat 2016 günü, CHP eski milletvekili, emekli Büyükelçi Onur Öymen, Prof. Dr. Hasan Ali Karasar (Atılım Üniversitesi) ve Dr. Emekli Tuğgeneral Oktay Bingöl’ün (Başkent Üniversitesi) konuşmacı olarak katılımlarıyla,‘Türkiye-Rusya krizi nasıl kontrol edilebilir’ sorusunu ele aldı. Tartışma, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Dr. Haldun Solmaztürk tarafından yönetildi. Toplantıya, uzmanlardan oluşan seçkin bir grup ve Ankara’daki diplomatik misyonlardan temsilciler katıldılar. Aşağıdaki raportör özetinde bu tartışmanın sonuçlarını bulabilirsiniz. Özette yer alan hususlar ve değerlendirmeler, herhangi bir konuşmacı veya katılımcının birebir görüşlerini veya tüm katılımcıların fikirbirliğine ulaştığı görüşleri yansıtıyor şeklinde algılanmamalıdır. Tartışma, ‘Chatham House Kuralı’ çerçevesinde icra edilmiştir.

 

Yönetici Özeti

Türkiye ve Rusya’nın geniş bir zaman dilimine yayılan, gerginlikler, çatışmalar ve savaşlarla dolu ortak bir tarihi vardır. Bununla beraber, iki ülkenin iyi komşuluk ve dostluk ilişkileri sürdürdükleri barış dönemleri de olmuştur. Bunlardan en önemlisi, Türk Kurtuluş Savaşı dönemidir. Rusya’nın Suriye’ye tedricen müdahalesi ve giderek oraya yerleşmesi ilişkileri soğuttuysa da, Kasım 2015’te, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un Ankara’ya planlı ziyaretinden bir gün önce meydana gelen SU-24 olayı, süratle diplomatik tırmanmaya, askeri gerginliğe, ambargo ve yaptırımlara, ateşli siyasi demeçlere yol açtı.

Bazı yorumculara göre bu bir kazaydı, taktik seviyede verilen ve uygulanan bir karara dayanıyordu ve daha üst seviyedeki Türk askeri ve siyasi makamları tarafından yetkilendirilmemişti. Bununla beraber, başka bazı yorumlara göre de, böyle bir olay, yapısal ve bağlamsal olarak hemen hemen kaçınılmazdı ve uzun zamandır artmakta olan askeri, siyasi ve psikolojik tırmanmanın sebebi olmaktan çok sonucuydu. Olayın ertesinde Rusya Suriye’ye askeri ve siyasi olarak iyice yerleşti, çok daha fazla uluslararası meşruiyet ve Suriye’yle ilgili konularda daha güçlü söz söyleme hakkı kazandı. Türkiye ise hemen tamamen dışlandı ve Suriye’yle ilgili gelişmelerden koptu.

Bütün bu gelişmelerin anlaşılması ve açıklanması en zor tarafı Türk hükümetinin, algılandığı kadarıyla, değişken siyasi tavrıdır. Bu tavrı, önde gelen Tük yetkililerin, uzlaşma, yakınlaşma, doğrudan meydan okuma, hatta tehdit arasında gidip gelen, tutarsız ve hatta çelişkili beyanlarında görmek mümkündür. Genel olarak, bölgesel güvenlik ve istikrar için Türkiye ile Rusya arasındaki krizin önce kontrol altına alınması, sonra da çözülmesi gerektiği ve bunun için de Türkiye’nin Suriye politikasında temel bir değişikliğe mutlaka ihtiyaç olduğu konusunda bir fikir birliği vardır.

Bazılarına göre ise, bir siyaset değişikliği için çok geçtir ve Türkiye’nin artık yapabileceği tek şey zararın sınırlanmasına çalışmaktır. Fakat, şayet Türkiye kuzey Suriye’de, otonomi elde etmiş—belki de bağımsızlık kazanmış—bir Kürt siyasi varlığını, sadece Suriye’nin mevcut sınırları içinde toprak bütünlüğünün korunmasıyla önlenebilecek bir ‘tehdit’ olarak görüyorsa, ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması aynı zamanda Rusya’nın da ana hedefiyse—ki açıkça öyle gözüküyor—o zaman işbirliği ve uzlaşma için sağlam bir stratejik zemin vardır.

Türkiye, son gelişmelerin ışığında Suriye siyasetini yeniden gözden geçirmelidir. Liderlerin kendi kendilerini içine soktukları kan davasına benzer durumlar ve halen denenmiş ve başarısız kalmış arabuluculuk girişimleri karşısında, krizi kontrol altına almak ve tırmanmayı geri çevirmek, giderek ‘Track 1’ için zemin hazırlamak üzere, ‘Track 3’ tedbirleri tarafından desteklenecek ‘Track 2’ diplomasisi tek hareket tarzı olabilir. Bu kolay da değildir, sonuç vereceği garantisi de yoktur, fakat mutlaka denenmelidir.

 

World Economic Forum, ‘Büyük çapta zorunlu göç’ ve ‘Bölgesel sonuçları olacak devletlerarası çatışmayı’ 2016’daki en yüksek 5 risk arasında saydı. International Crisis Group değerlendirmesine göre de; ‘Suriye & Irak’ takip edilmesi gereken 1 numaralı çatışma alanıdır ve hemen arkasından 2 numara ile ‘Türkiye’ gelmektedir. Öte yandan, Tayyip Erdogan, Eurasia Group tarafından hazırlanan ‘Ne yapacağı kestirilemeyen liderler’ listesinde yer almış (diğerleri Rusya’da Putin, Suudi Arabistan’da bin Salman ve Ukrayna’da Poroşenko) ve ‘Türkiye’ ülke olarak, global bazda en yüksek 10 risk arasında sayılmıştır. Bu listeler ve içerikleri farklı gerekçelerle tartışılabilir, fakat bunları tümüyle reddetmek zor olacaktır. Türkiye birçok ciddi riskle karşı karşıyadır ve kendisi de bölgede—ve bölge ötesinde—riskler oluşturan bir ülke olarak görülmektedir. Rusyayla bir çatışma kesinlikle gereksizdi ve kaçınılmalıydı; bununla beraber olan olmuştur ve şimdi bunun üzerinde biraz düşünme zamanıdır.

 

Tarih

 

Türkiye ve Rusya’nın geniş bir zaman dilimine yayılan, gerginlikler, çatışmalar ve savaşlarla dolu ortak bir tarihi vardır. Rusya geleneksel olarak, 19. Yüzyıl boyunca Balkanlardaki milli—ve dini—hareketleri Osmanlı İmparatorluğu aleyhine desteklemiştir. II. Dünya savaşından hemen sonra da, 1946’da, Türk Boğazlarında üsler ve Kafkasya sınırında Türkiye’den toprak talep etmiştir. Bununla beraber, iki ülkenin iyi komşuluk ve dostluk ilişkileri sürdürdükleri barış dönemleri de olmuştur. Bunlardan en önemlisi, I. Dünya Savaşının arkasından, Türkiye ‘Batılı’ müttefik devletler tarafından 1920 Sevr Antlaşmasına dayalı olarak işgal edildikten sonraki Türk Kurtuluş Savaşı dönemidir. Soğuk Savaş döneminde bile, Türkiye 1952’de NATO üyesi olduktan sonra, NATO-Varşova Paktı olarak karşıt kamplarda olmalarına rağmen, iki ülke dengeli ilişkiler ve karşılıklı saygıyı sürdürdüler. Sovyetler Birliği, bir NATO üyesi olan Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına önemli katkılarda bulundu. Yine de, Türkiye (ve öncesinde Osmanlı İmparatorluğu) büyük güçler arasındaki rekabetten her zaman etkilenmiştir.

 

Ne oldu?

 

Soğuk Savaşın bitişinden sonra, iki ülke arasındaki ilişkiler, tarihte görülmemiş şekilde, yeni ve olumlu bir döneme girdi: Karadeniz işbirliği, Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA), Açık Semalar Antlaşması, gelişen ticaret, turizm, iş yatırımları, akademik eğitim, ulaştırma, enerji sektöründe işbirliği vs. Son zamanlarda bu uzun listeye terörizmle mücadele de eklendi. Rusya’nın Suriye’ye tedricen müdahalesi ve giderek oraya yerleşmesi ilişkileri soğuttuysa da, Kasım 2015’te, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un Ankara’ya planlı ziyaretinden bir gün önce Türk F-16’ları Rus SU-24 uçağını düşürdüğünde, bu olay büyük şaşkınlık yarattı ve süratle diplomatik tırmanmaya, askeri gerginliğe, ambargo ve yaptırımlara, ateşli siyasi demeçlere yol açtı. 

 

Bu olay niçin meydana geldi?

 

Bu olayla ilgili olarak muhtelif ve birbirinden çok farklı değerlendirmeler vardır:

 

Bazı yorumculara göre bu bir kazaydı, taktik seviyede verilen ve uygulanan bir karara dayanıyordu ve daha üst seviyedeki Türk askeri ve siyasi makamları tarafından yetkilendirilmemişti. Bununla beraber, uzun süredir, Suriye’deki iç savaşın başından beri yürürlükte olan ve—hatalı bir şekilde—harekat ortamında meydana gelen temel değişikliklere rağmen değiştirilmeyen angajman kuralları bu istenmeyen ve öngörülemeyen sonuca katkıda bulundu. Bu durum, bazı yorumlara göre, böyle bir olayı, yapısal ve bağlamsal olarak hemen hemen kaçınılmaz kıldı. ….

….

Raporun tümü 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Üyelerine açıktır.