Bush döneminin son dönemlerinde insansız gözetleme aracı olarak kullanılan uçaklar, “teröre karşı savaş”a uygun olarak, Batılı güçlerin ve Amerika’nın düşman olarak belirlediği savaşçıları yok etmeye başlamışlardır. Bu tür bir savaş modelinin bir ülkeyi işgal ederek savaşmak, üsler kurmak ve demokrasi tesis etmek için kurumlar oluşturmaktan çok daha az maliyetli olacağı aşikardır. Bush döneminin aşırı masraflarının ağır sonuçları karşısında, Obama yönetimi insansız uçak savaşını tercih etmiştir.
Batılı devlet adamları ve siyaset analizcileri Arap Baharı’nın, Arap halkının sosyo-ekonomik taleplerine diktatörlük rejimlerinin cevap vermeyişi sonunda çıktığını ileri sürüyorlar. 21.yüzyılın yeni iletişim tekniklerini, uluslararası sivil toplum kuruluşlarının, Batının sivil toplum kuruluşlarının bu ülkelerdeki çabaları sonucu gelişen insan hakları ideallerini bir yana bırakırsak, Arap baharında Batılı ülke askeri güçlerinin ve müttefiklerinin niçin bu kendiliğinden gelişmesi gereken halk hareketlerine, bazen askeri bazen parasal, destek sağlamalarının nedenini pek anlamak mümkün olmuyor.
Acaba Batılı ülkeler, Orta Doğu’ya insancıl müdahale veya son dönemlerin moda olan uluslararası terimi, sivilleri koruma hakkı gibi düşüncelerle açık veya kapalı bir biçimde askeri güç kullanırken; “iyi yönetişim(good governance)” teriminin arkasına yerleştirdikleri, kendi kültürel deneyimlerinin bir yansıması olan; evrensel insan haklarına uyum sağlanması, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisini yerleştirip kendileri gibi demokratik olmadıklarını ileri sürdükleri Arap topluluklarına demokrasi getirmek için mi bu ülkelere müdahale etmektedirler. Batılı ülkeler gerçekten bu ülkelere kendilerine benzer bir biçimde refah ve demokrasi getireceklerine inanmakta mıdırlar. Askeri müdahaleler sırasında imzaladıkları insancıl savaş anlaşmalarının hükümlerine gerçekten sadık kalarak savaş dışında kalan Müslüman ahaliye, kadın ve çocuklara karşı olumlu davranışları var mıdır? Demokrasi getirebileceklerine gerçekten inanarak insancıl bir amaçla mı müdahale etmektedirler? Yoksa yakın zamanlarda belirtildiği gibi sözde insancıl müdahale Irak petrolleri, Afganistan işgali Orta Doğu ve Asya enerji alanlarına yerleşme planlarının bir yönü müdür? Güçlü Neo-con olarak adlandırılan sağ eğilimli Musevi lobisinin Orta Doğu’da iki devletli bir çözüme razı olmayacağı Amerikan yönetimi tarafından hesaplanarak İsrail’in Orta Doğu’daki rakiplerini belli bir zaman süresi içinde tek tek dengesizleştirme planının bir parçası mıdır? Acaba, eski Amerikan Dışişleri Bakanı Condolezza Rice hangi amaçla Orta Doğu’da bazı sınırların değişeceğinden bahsetmiştir? Orta Doğu’da Amerika’ya veya Batılı ülkelere enerji mamulleri satışını reddeden herhangi bir ülke bulunmadığına göre sınırların değişmesine, Arap Baharı’nın desteklenerek sonradan hoşlarına gitmeyecek sonuçların oluşmasına neden gerek duyulmuştur?
Maalesef Orta Doğu’daki karmaşa ve çatışma halen sürdüğü için ileri sürülen bu stratejik görüşlerin hangisinin tam olarak doğru olduğunu veya hepsinin birden uygulanmak istenip istenmediğini şimdilik tam olarak tespit etmek mümkün olmamakla beraber aşağıda belirteceğimiz gibi bazı yazarların analizlerinde gerçekler kısım kısım ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında uluslararası kamuoyu, Amerikalılar da dahil olmak üzere, bu tür müdahalelerin başarılı olamayacağına artık inanmaktadırlar. Örneğin, Boğaziçi Üniversitesi’nde TÜSİAD ve Yale Üniversitesi’nin birlikte düzenledikleri bir panelde konuşan Emekli Büyükelçi Ryan Crocker, Amerikalıların bugün artık başka bir devletin ülkesine silahlı müdahalede bulunmak istemediklerini, Irak deneyiminin yorgunluğunun hala sürdüğünü ve şimdilik Afganistan’da asker bulundurduklarını belirtmiştir.[1]Irak savaşının her dönemi fiyaskolarla dolu olduğu için askeri stratejistler, diplomatlar, politikacılar Irak savaşının onlara ne öğrettiğini tartışmaktadırlar. En çok tartışılan konuları şöyle sıralayabiliriz: İnsancıl müdahaleler doğru bir politika mıdır? Yeniden “ulus inşasına girişmek gerekir mi? Ulus inşasının tehlikeleri nelerdir? Ayaklanmalara karşı en etkin stratejiler nelerdir? Günümüzde Suriye’deki gelişmeleri ve Batılı devletlerin tutumlarını Irak’ta edinilen deneyimler ışığında incelemek gerekmektedir.
Afganistan ve Irak İşgali Sonrası Gelişmelerin Sonuçları
2001 yılındaki Afgan müdahalesinden ve 2003 yılındaki Irak işgalinden hemen sonra, Afganistan’da Taliban hükümetinin yıkılması, Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesi önceleri bir zafer olarak görülmüş ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı George W. Bush bir Amerikan savaş gemisinde nihai zaferini ilan etmiştir. 2003’den 2008 yılına kadar geçen sürede Afganistan ve Irak’taki çatışmalara hakım olmak mümkün olmamış, demokrasi kurmak, işleyen devlet kurumlarını oluşturmak gibi bir görevin Batı kültürü dışındaki bir alanda yeşermesinin mümkün olmadığı anlaşılmış, sivil ve askeri alanda yapılan ve boşa giden harcamaların yükü Amerika’nın ve Batılı müttefiklerinin belini bükmüştür. Ekonominin çöküşü Bush ve ekibinin itibarını sarstığı gibi, Amerikan yönetimini yönlendirmeleriyle savaşa iten Cumhuriyetçi Musevi lobisinin de iktidardan uzaklaşmasına yol açmıştır. 2008 yılında yapılan seçimleri Demokrat Parti’nin adayı Barak Hüseyin Obama kazanmıştır. Yeni Amerikan hükümeti Amerika’da Bush rejiminin düştüğü ekonomik durumdan ders alarak, birer para tuzağı olan Irak ve Afganistan çatışmalarını durdurma planları yapmış ve Irak’ta kurmayı öngördükleri demokratik devlet kurumlarının gayet pahalı gelen inşasından vazgeçilmiştir. Pentagon ve Irak’taki askeri komuta heyeti yeni yönetimin planlarına oldukça büyük bir direniş göstermiştir[2]Irak savaşının başlangıcının onuncu yılında Amerikan basını ve akademik çevreler Irak savaşının hesabını yapmaya devam etmektedirler. Bir yazara göre Bush rejiminin amacı bir diktatör olan Saddam’dan kurtulmak değil, Orta Doğu’yu değiştirerek İsrail’i korumak ve petrole erişilmesini garanti etmektir.[3]Diğer bir yazar, Irak savaşının 4500 Amerikalının ölmesine ve 30.000’inin yaralanmasına yol açtığına dikkati çekerek, üç trilyon dolarlık doğrudan devlet harcaması olduğuna işaret etmiştir.[4]Yazarın dikkati çektiği diğer önemli bir husus, Amerikan istilasından önce Irak’ta El Kaide ile Saddam Hüseyin arasında bir bağ bulunmadığı, ancak sosyal düzen çöktükten sonra terörist grubun güçlü bir biçimde Irak’a yerleşerek Batı hedeflerine saldırmak üzere yeni bir üs edinmesidir.[5]Aynı hataların Suriye krizinde tekrarlanması sonucu, Suriyeli sivil muhaliflerin yanına yurt dışından bazı isyancıların getirilmesine yardım edilmesi ve bu gibi kimselerin varlığına göz yumulması sonucu Suriye’de El Kaide tarafından desteklenen ve yetiştirilen isyancılar ABD’ye ve Avrupalı müttefiklerine ciddi bir sorun doğurmuşlardır. El Kaide’nin bir kolu olan El Nusracılar, Suriye’de Başar Esad’a karşı savaşan en etkin bir güç haline dönüşmüştür.[6] Bu durumda Suriye muhalefetini güçlendirmek isteyen Obama yönetimi kimi yetiştireceği, asıl muhalefet kanadının nasıl destekleneceği konusunda çekingen kalmayı tercih etmekte ve Orta Doğu’da uzun süreli ve sonucu belirsiz bir savaşa daha girmek istememektedir.[7]
Amerikan kayıplarını ve savaşın ortaya çıkardığı ekonomik durumu irdeleyen yazarların yanında Irak ahalisinin durumunu inceleyen Batılı yazarlar da vardır. Irak savaşı arkasında beş milyon çocuğu yetim bırakmış, bir milyona yakın Iraklı Müslüman’ın ölümüne neden olmuş ve dört-beş milyon Iraklı evlerinden ve bulundukları alanlardan kaçmış, Irak’ın alt yapısı ve ekonomisi büyük zarar görmüştür. Ülke bugün Suriye’de yaygınlaşmasından korkulduğu biçimde, Amerika’nın yanlış politikaları sonucu, etnik ve dini olarak bölünmüş ve çatışmalar içinde kalmıştır. Irak kimliğini, Batılıların oluşturduğu etnik ve dini yapılanmaları göz önüne alan bir Anayasa ile oluşturmak artık mümkün olamayacak bir duruma gelinmiştir. Bir yazarın belirttiği gibi, savaştan önce Iraklılar birbirleriyle kaynaşmış bir yapı içinde varolmuşlardır. Sünni anne, Şii baba, Hıristiyan teyze gibi durumlar 2003 yılı öncesi Iraklıların yaşamı içinde normal kabul edilirken, 2003’den sonra Iraklılara siyasi nedenlerle dini ve etnik kimlikler kabul ettirilmiştir.[8]Bir yazara göre insan hakları konusunda Batının yaptığı askeri müdahaleler insancıl olmalarının yanında “meşru müdahaleler de” olmak zorundadır.[9]Başka bir deyişle, Irak halkının yanında Orta Doğu halkları, dengesizleştirilmiş bir Orta Doğu’da yaratılan karmaşaların fiyatını uzun bir süre çekmek zorunda kalacaklardır.
Irak Müdahalesinin Doğurduğu Hukuksal Sorunlar
11 Eylül 2001’de New York ve Washington’da gerçekleştirilen saldırılara karşı Amerikan hükümeti uluslararası hukukta sorunlar doğuran önlemlere girişmiştir. Afganistan’ın işgali, Irak’ın doğru olmadığı sonradan anlaşılan ithamlarla işgali, savaş esirlerine gayri kanuni savaşçı statüsünün tanınması, olağanüstü şekilde tutuklu kimseleri geri verme ve güçlendirilmiş soruşturma teknikleri bu eylemlerin örneklerini oluşturmaktadır.
İnsan Hakları Gözetleme Örgütü’nün 2005 yılında ortaya attığı “komutanlık sorumluluğu” Irak’ta bulunan yüksek rütbeli subayların savaş suçlarından dolayı suçlanmalarına yol açmıştır. Amerika’nın “teröre karşı savaş” stratejisiyle girişilen eylemlerin bu gelişmelere yol açtığı ileri sürülmektedir. Bush, 7 Eylül 2002’de Başkanlık memorandumuyla Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmeleri’ne aykırı olarak Afgan savaş esirlerine sözleşmede var olan koruma kurallarının uygulanmamasını emretmiştir. Ayrıca, 20 Temmuz 2007’de Amerikan ordularının komutanı olarak El Kaide, Taliban ve onlarla bağı olan güçleri “gayri kanuni savaşçılar” olarak ilan ederek, bu kimselere savaş esirlerine tanınan korunma haklarından masun tutulmaları emrini vermiştir.[10]Bu emir, Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak üçüncü maddesine ve Amerika’nın Cenevre Sözleşmeleri’ni imzalayarak iç ceza hukukunda “savaş suçları” yasası olarak kabul edilen hükümlere de (Amerikan Ceza Yasası, I.Kısım, 118.Bölüm, Savaş Suçları) aykırı düşmüştür. Bu durumda Bush ve Hamdan, Rumsfeld, Alberto Gonzales, John Yoo, CIA Başkanı George Tenet ve diğerleri savaş suçlusu olarak görülmüş ve 2006 yılında Almanya’da gıyaplarında yasal süreç başlatılmıştır. Irak’taki savaş suçlularına eski İngiliz Başbakanı Tony Blair’ın adı da eklenmiştir. Ancak Amerika, kurulmasında önemli rol oynadığı, günümüzde Sudan Devlet Başkanı El Beşir, Yugoslavya esi Başkanı Milosevic ve birçok gelişmekte olan ülkenin yöneticilerinin yargılandığı, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisini kabul etmemiştir. Bu durumda savaş suçlularını yargılamak için Genel Sekterliğe başvuru yapılması ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri’nin konuyu Güvenlik Konseyi önüne getirmesi gerekmektedir. Oysa, Güvenlik Konseyi’nde Amerika’nın yapılacak oylamayı veto etme gücü vardır. Kızılhaç Uluslararası Komitesi’nin 28 Ağustos’ta yayınladığı rapora göre güçlendirilmiş soruşturma teknikleri olarak adlandırılan işkence yöntemlerinin Guantanoma ve Abu Garip gibi hapishanelerde uygulanması da uluslararası hukukun tanımladığı savaş suçu kapsamı içine girmektedir. George Bush’un ikinci döneminin sonuna doğru çeşitli ülkelerin basınında, BM İşkence Karşılığı Antlaşması’na göre George Bush ve arkadaşlarının Amerikan ceza hukukuna göre yargılanmaları gerektiği ileri sürülmüştür.[11]Time mecmuasında Joe Klein adlı yazarın yaptığı bir ankette ankete katılan 9.000 kişinin yüzde 90’ı Bush, Rumsfeld ve Cheney’in cezalandırılmalarını istemiştir. Obama yönetimi konuyu incelediklerini belirterek Amerikan kamuoyunu oyalama stratejisi izlemek durumunda kalmıştır.[12]
Bir yazarın belirttiği gibi, bir ülkenin diğer ülkeye saldırması Uluslararası Ceza Hukuku’nda belirtilen bütün suçların işlenmesinin başlangıcını oluşturmaktadır.[13] Amerikalı yöneticilerin işlediği savaş suçlarının yanında, Amerikan askeri yönetiminin işlediği; yaralı direnişçileri esir almayıp öldürme, asker yaşındaki bütün erkekleri imha etme, 360 derece dönerek ateş etme, hava bombardımanlarıyla sivillerin bulunduğu binaları hatta köyleri yok etme gibi eylemler sonucu “komutanlık sorumluluğu” gibi bir suç türünün doğmasına yol açmıştır.[14]Kızılhaç Komitesi’nin yayınladığı “Önce İnsan Hakları Raporu’na” göre Irak ve Afganistan’da Amerikan esiri olan 98 Afgan ve Iraklı askerden 12’si işkence ile öldürülmüş, 26’sının ölümlerinde işkence izi bulunmuş ve geri kalanların kaçarken öldürüldüğü tespit edilmiştir. Esir kampının komutasında bulunan yüksek rütbeli subaylar dokunulmazlıklarına güvenerek bu emirleri verdiklerini söylemişlerdir.[15]
İnsansız Savaş Uçakları
Bush döneminin son dönemlerinde insansız gözetleme aracı olarak kullanılan uçaklar büyük bir gelişme göstererek, çok yükseklerden çok uzun mesafeler katlederek, “teröre karşı savaş” kavramına uygun olarak, Batılı güçlerin ve Amerika’nın düşman olarak belirlediği savaşçıları yok etmeye başlamışlardır. Bu tür bir savaş modelinin bir ülkeyi işgal ederek savaşmak, üsler kurmak ve demokrasi tesis etmek için kurumlar oluşturmaktan çok daha az maliyetli olacağı aşikardır. Bush döneminin aşırı masraflarının ağır sonuçları karşısında Obama yönetimi insansız uçak savaşını tercih etmiştir. 2007 yılına gelindiğinde George Bush ve NeoCon danışmanları Irak’taki vahim duruma karşı güç artırma modelini bir kurtuluş olarak görmüşlerdir.[16] Ancak Irak ve Afganistan’a gönderilen asker sayısının artması daha fazla kayıplara yol açmıştır. Obama döneminde, 2009’da 30 kişilik bir birlik daha Afganistan’a gönderilmiş olmasına karşılık, Obama Irak’tan çekilme tarihini 2012 ve Afganistan’dan çekilme tarihini 2014 olarak açıklamıştır. Neo-Con’lara yakın General Petraus CIA’nın başından ayrıldıktan sonra Neo-Con’ların ve Musevi lobisinin Obama’yı tekrar Suriye ve İran’a masraflı bir askeri müdahaleye çekebilme şansları, özellikle Obama Cumhuriyetçi Mitt Romney’i yenip ikinci defa Amerikan Başkanı olunca, oldukça azalmıştır.[17] Kısıtlanan büyük Amerikan stratejisi mali sınırlamaların yanında müttefiklere daha çok iş düştüğünün de mesajını taşımaktadır. Yazara göre Arap ülkelerine yeni bir rejim yerleştirmenin bir delilik olduğu anlaşılmıştır. İç isyanlarla boğuşan rejimleri desteklemek daha da zor olacaktır.[18] Bu düşünce tarzı günümüzde 28 çeşidi bulunan insansız uçaklarla savaş yapılması stratejisini ön plana çıkarmıştır. Ancak, Amerika’nın insansız uçaklarla terörist olarak gördüğü düşmanlarını öldürmesi ve bu ölümler sırasında savaş zararı olarak yüzlerce sivilin ölmesi, Irak işgalinde olduğu gibi önemli hukuksal sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Öncelikle insansız uçaklar yalnız geleneksel savaş alanlarında değil, Pakistan, Yemen, Afganistan, Somali ve ötesinde kullanılır bir duruma gelmiştir. İnsansız savaş uçaklarının belirlenmiş savaş alanları dışında bulunan veya savaşın dışına çıkarak başka ülkelere göç etmiş diğer terörist veya diğer bir nitelendirmeyle gayri yasal savaşçılara karşı kullanılması ve başka ülkelerin egemenliğindeki hava sahalarına girilmesi savaş hukukunda yeni sorunların doğmasına yol açmıştır. Afganistan dışında yapılan insansız uçak saldırılarının bulunduğu ülkeler ile Amerika arasında bir savaş hali bulunmamaktadır. Obama,”teröre karşı savaş” stratejisi kapsamında 1 Aralık 2009’da Amerikan askeri akademisi West Point’te yaptığı konuşmasında, “teröristlere karşı dünyada sığınacak cennetler bulunmayacağını ve amaçları ve yerleri belli olan teröristleri yaşatmayacaklarını” söylemiştir.[19] Amerika bu davranışını, başka bir ülkeden bir başka ülkeye saldırıları, saldırganın bulunduğu ülkenin gerekli önlemleri almaması durumunda devletin o ülkeyi vurma hakkına dayandırmaktadır. Amerika’nın dost ve müttefiki Pakistan’ın Weziristan bölgesine insansız uçak saldırıları meşru müdafaa ilkesine dayandırılarak sürdürülmüştür. Bu konuda sorun, Somali, Yemen ve dünyanın diğer bölgelerinde bulunan teröristlerin bu saldırı ve meşru müdafaa ikileminin kapsamı içine nasıl alındığıdır. Kendi ilan ettiği kural ve doktrinlere diğer ülkelerin zorunlu olarak uyacağını kabul eden Amerikan yaklaşımına, George Bush’un ilan ettiği “önleyici meşru müdafaa” doktrinine göre öncelikle güç kullanılması daha zararlı ve geniş kapsamlı bir savaşı önlemek için yapılmaktadır.[20] Silahlı çatışma içinde devlet dışı bir gücün savaşçısı nereye giderse savaş onun bulunduğu yere gidecektir. Oysa, insansız uçaklarla yapılan saldırılara karşı ileri sürülen hukuksal argümanların başında ülke dışı öldürmelere her ülkede geçerli olan insan hakları kuralları izin vermemektedir. Ayrıca bu tür saldırılarda sivillerin uğradığı zararlar da Cenevre Savaş Hukuku kurallarına aykırı düşmektedir.[21] Amerikan görüşüne göre, terörizm durumunda uluslararası hukuk kuralları bir kenara bırakılarak hedef, dünyada nereye giderse gitsin vurulacaktır. Ancak, Amerika’nın bu yaklaşımında bazı müttefik ülkelerin egemenliğine dikkat edildiği görülmektedir. Örneğin, hedef alınan kimsenin Londra veya İstanbul’a gitmesi durumunda hedefi bu ülkeler içinde vurmak mümkün olmayacaktır. İnsansız uçakların düşman hedeflerine karşı kullanılması ile normal hava kuvvetlerinin uzaktan hedeflere ateş açmasında aynı sonuçlara ulaşıldığı belirtilmektedir.[22] Amerika’nın bu argümanı da doğru değildir. Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmeleri’ne ek olarak yapılan ve 1977’de yürürlüğe giren 57. maddesi ayırım yapmaksızın ateş açmayı yasakladığı gibi, sivil hedeflerin korunması için azami dikkat gösterilmesi gerektiğini belirtmektedir. II. Ek Protokol’de ise, “siviller savaşa katılmadıkları sürece askeri operasyonlardan doğacak tehlikelere karşı korunacaktır” denmektedir. Öte yandan, onlarca kilometre uzaktan gözetlemelerle yapılan saldırılarda bir savaşçı ile konuşan kimselerin de savaşçı olarak tespiti mümkün olamayacağı için bu kişiye ateş açılırken diğer sivilleri dikkate almamak bir savaş suçu oluşturmaktadır. Ayrıca, bir terörist silahını bırakarak başka bir ülkeye sığınmış ve savaş dışı kalmış olabilecektir. Bir kere savaşçı olarak istihbarat tarafından belirlenen bir kimsenin savaş dışı kalma, silah bırakma şansı olmayacak mıdır?[23] Amerika’nın insansız uçakları gizli ve özel operasyonlarda kullanması daha dar bir açıdan bakan savaş hukukuna göre değil, ancak yapılageliş hukukundaki var olan meşru müdafaa kuralına göre olmaktadır. Amerika teröristlere karşı başka ülkelerde yaptığı saldırıları haklı göstermekte BM Güvenlik Konseyi New York‘ta İkiz Kuleler’e ve Washington’da Pentagon’a karşı girişilen terörist saldırılar sonucu aldığı 1368 no’lu kararıyla bir terörist saldırısı karşısında bir devletin meşru müdafaa hakkı olduğu görüşüne dayandırmıştır. Aynı şekilde NATO ülkeleri teröristlerin yaptığı bir saldırıyı ilk defa örgütün 5 no’lu maddesine göre bütün NATO üyelerine yapılan bir saldırı olarak tanımışlardır.[24] Oysa BM ve NATO’nun statüsünde öngörülen saldırı bir devletten diğerine yapılan bir saldırı olarak belirlenmiştir. Böylece gene ilk defa uluslararası hukuk siyasal gücün etkisine göre yorumlanmıştır.
İnsansız uçakların kullanımında ortaya çıkan diğer bir hukuk sorunu, CIA ve Amerikan Güvenlik Ajansı tarafından ölüm listelerinde adı geçen yasa dışı savaşçıların(terörist), savaş sahası dışında bulunan ve askeri rütbeye sahip olmayan siviller tarafından öldürülmeleridir. Savaş sahası içinde sivillerle birlikte teröristlerin yargılanmadan öldürülmeleri bir suç olmakla birlikte savaş sahası dışında bulunan siviller tarafından bu kimselerin öldürülmeleri bir başka suç unsurunu oluşturmaktadır. Bazı hukukçular bu sorunu çözmek için Amerika’nın iç hukukunda CIA’nin statüsü hususunda yeni yasal düzenlemeler yapılmasını gerekli görmektedirler.[25] Ancak, Amerika’nın iç hukukunda kabul edeceği bir yeni kuralın Cenevre Savaş Hukuku’unda meşru bir kural olarak kabul edilemeyeceği açıktır. Bir başka Amerikalı hukukçuya göre, “CIA mensupları yasal savaşçılar olmayıp, insanların öldürülmelerine katılmaları, bu durum bir savaş içinde bile olsa bir suç oluşturmaktadır” demiştir.[26]
Obama döneminde oluşturulan “yeni askeri stratejide, insansız hava uçaklarının kullanımı önemli bir yer tutmaktadır. Amerikan ordusunda her üç uçaktan biri değişik teknolojilere sahip olan insansız uçaklardır. Amerikan Kongresi’nin Bütçe Komisyonu, Savunma Bakanlığı’nın son on yıl içinde çeşitli boylarda insansız uçak imalatına karar verdiği açıklanmıştır.[27] İnsansız uçakların sayısı arttıkça, neden oldukları kazaların ve öldürülen sivillerin sayısı da gittikçe artmaktadır.[28] Amerikan vatandaşı olan Müslüman din adamı Enver el Evlaki’nin on altı yaşındaki oğlu 2011 yılında bir insansız uçak saldırısında öldürülünce, Amerikan vatandaşının öldürülmesi ve insansız hava araçlarının Amerika içinde gözetleme için kullanılabileceğinin anlaşılması üzerine Amerikan kamuoyu ve güçlü sivil toplum örgütleri bu uçaklara karşı harekete geçmişlerdir.[29] Pakistan, Yemen gibi ülkelerin liderleri ve kamuoyları insansız hava araçlarının saldırılarına karşı Amerikan hükümetini uyarmışlardır. İnsansız hava uçaklarıyla yapılan saldırıların ve bu uçakların kullanılmasının bir savaş hukuku kuralı haline gelmesi, Rusya ve Çin gibi diğer devletlerin aynı tür savaş metotlarını kullanarak kendi içlerindeki ve dıştaki düşmanlarına karşı bu silahları kullanmalarına yol açabilecektir.
Suriye
Amerika’nın Suriye’ye müdahale etmemesinin nedenlerini yukarda belirtirken, ekonomisi ve moral gücü tükenen Amerika’nın müttefiklerini savaş alanlarına çekmeye çalıştığını belirtmeye çalıştık. Ancak, Amerika bir yandan müttefiklerini yük almaya zorlarken, kendisi belki daha az masraflı olduğu için tam 120 ülkede özel kuvvetleriyle gizli askeri müdahalelerde bulunmaya devam etmektedir. Bir yazarın belirttiğine göre, 2010 yılında Washington Post Gazetesi’nin yazarları, Özel Kuvvetler’in 75 ülkede operasyonlara katıldıklarını, bu sayının George Bush’un başkanlığının sonunda 60 ülkeyi kapsadığını belirtmişlerdir. 2011 yılı sonunda, yazarın arkadaşı olan Özel Kuvvetler Komutanlığı sözcüsü Albay Tim Nye, bu sayının 120 ülkeye ulaşacağını söylemiştir.[30]
Amerika, Irak tecrübeleri, ekonomik masraflar ve insansız hava uçakları ve Özel Kuvvetler’i kullanma dışında daha önce yaptığı gibi çatışmaların olduğu Orta Doğu’da müttefikleriyle birlikte bir “insancıl müdahalede” bulunmaktan kaçınmaktadır. Afganistan ve Irak’taki deneyimi, bir de Suriye’de yaşamak istememektedir. Suriye’ye müdahale konusunda diğer bir husus, Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyi’nde kullandıkları vetolardır. Çin ve Rusya Libya ‘ya BM’nin izniyle yapılan müdahalede kendi çıkarlarına aykırı düşen deneyimler yaşamışlardır. Eski Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’nin muhalifleri yok etme planı karşısında BM’de çekimser kalarak müdahaleye izin veren Çin, Rusya, Almanya, Brezilya ve Hindistan gibi ülkeler insancıl müdahaleye veya “Koruma Hakkı” olarak adlandırılan girişime şu şartlarla çekimser kalmışlardır:[31] Müdahale, devlet güçlerinin uluslararası suç oluşturan fiillerin işlendiği alana yapılacaktır. Rejim değişikliği için devletin bütün güçlerine saldırılmayacaktır. Bölgesel askeri örgütler müdahalede devreye sokulmayacaktır (NATO). Ancak, NATO’nun BM kararından yarım saat sonra Fransa’nın bombalamasıyla harekete geçmesi, müdahalenin tüm ülkeye yayılması ve muhalefetin silahlandırılması karşısında Çin ve Rusya reaksiyon göstermişlerdir. Bu nedenle Suriye kararlarında veto kullanmışlardır. Gelişmekte olan ülkelerin asıl korkusu, Batılı güçlerin bir rejimi beğenmeyip anti-demokratik bulduklarında müdahale etme hakkının uluslararası bir norm olarak uluslararası alanda kabul görmesidir.
Bu görüşler altında Suriye muhalefetine direk bir yardım mümkün olamamıştır. Binlerce kişinin Türkiye, Ürdün, Lübnan gibi ülkelere göçü sonucu Suriye’deki iç çatışmanın yükü bu ülkelere yüklenmiştir. Katar, Suudi Arabistan gibi ülkelerin muhaliflere silah ve para yardımı Batı’nın yukarda belirttiğimiz gibi bu sefer müttefiklerinin özel kuvvetleri ve aşrı muhafazakar güçlerle çatışmanın içinde yer alması, öbür taraftan İran’ın ve Rusya’nın Suriye’ye silah ve maddi yardımları yanında özel kuvvetlerini devreye sokmaları sonucu Suriye olayı çözümsüz olarak şimdilik varlığına devam etmektedir. BM arabulucuları belli bir uzlaşmayı gerçekleştirmede başarılı olamamışlardır. Suriye muhalefeti ise tam bir birlik içinde olamamış, aşırı muhafazakar güçlere ilerdeki gelişmeler düşünülerek ağır silahların verilmesinden kaçınılmıştır. Gelinen noktada hukuksal açıdan belirgin olan tek husus, Suriye’deki insan hakları ihlallerini araştırmak için BM tarafından görevlendirilen bağımsız komisyonun Ocak 2012-2013 dönemini kapsayan raporunda, Suriye’de çatışan her iki tarafın da savaş suçu işlediğinin belirtilmiş olmasıdır. İşin daha vahim tarafı bir yazarın belirttiği gibi, ”…Suriye’de iktidarın barışçıl şekillerde el değiştirmesi veya ülkenin bütünlüğünün muhafaza edilmemesi veya devlet yapısının tamamen çökmesi hallerinden hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin, bundan Irak zarar görecektir…”[32] Bu görüşe, Suriye’nin çökmesi ve Esad’ın gitmesi veya kalması durumunda, yani her iki halde de Orta Doğu ülkelerinin, Türkiye dahil bazı zorluklarla karşı karşıya kalacağı fikrini ekleyebiliriz. Zaman içinde gerçekler ve zorluklar ortaya çıkacaktır.
[1] Özgür Ulusoy,”Başkalarının Hükümetlerini Değiştirmek İyi Fikir Değil”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2013, s.13.
[2] Örneğin, Obama başarısız bir terör karşıtı strateji izleyen ve hükümetin geri çekilme planının stratejisini alt üst ettiğini iddia ederek Obama yönetimini eleştiren Irak Amerikan Kuvvetleri Komutanı McCrystal’in istifasını kabul etmiştir. Bkz. Fred Kaplan,”The End of the Age of Petraus: The Rise and Fall of Counterinsurgency”, Foreign Affairs, Cilt 92, No.1, Ocak/Şubat 2013, s.88.
[3] John Tirman,”The Sad Reality of How Warmongers and Elite Media Desperately Avoid All Responsability for Iraq Disaster”, Alternet.org, 19 Mart 2013.
[4] Brown Üniversitesi, ”Costs of War” projesinde yapılan hesaplara göre, hasta ve yaralıların bakım masraflarıyla on yıllık Irak savaşının Amerika’ya maliyeti 3.102.85 milyar Dolar kadardır.
[5] John A Nagl,”What America Learned İn Iraq”, New York Times, 19 Mart 2013.
[6] New York Times Gazetesi editörleri, “ Iraq Fragile Future” adlı yazıda (Mart 19, 2013), 10 Aralık 2012 tarihinde yayınlanan “Al Qaeda in Syria” adlı yazıda Irak’ta El Kaide’ye bağlı isyancıların Suriye’de önemli bir rol oynadıkları ve Esad’a karşı olan muhaliflerin bu güçler karşısında Suriye halkının “akıl ve kalbini” kaybettiğini ve El kaide’nin sivillere daha çok yardım edebildiğini belirtmektedir.
[7] “Help for Syrian Rebels”, New York Times, 28 Şubat 2013.
[8] Bessma Momani,”The Human Codst of the Iraq War Outweights All Others”, Brookings Institute, 20 Mart 2013.
[9] A.g.e.
[10] Executive Order 13440 of July 20, 2007, http://www.fas.org/irp/offdocs/eo/eo-13440.htm.
[11] Örneğin, Arjantinli Generaller Videla, Bignone ve Guatemala’lı General Rios Mont, Mayan yerlilerine karşı işlediği soykırım suçundan dolayı rütbe ve görevlerine bakılmaksızın yargılanmışlardır. Bkz. Nicholas J.S.Davies,”10 Years After the Invasion: America Destroyed Iraq But Our War Crimes Remain Unacknowledged and Unpunished”, Alternet.org,15 Mart 2013.
[12] David Swanson,”Air America Poll: 90% Want Bush Crimes İnvestigation”, http://warisacrime.org, 23 Şubat 2013.
[13] Jean Briemont, Imperialisme Humanitaire: Droit de l’Homme, Droit D’İngerence , Droit du Plus Fort, Editions Aden, France, 2009, s.155.
[14] Komutanlık Sorumluluğu ile ilgili dava İsrail hükümeti tarafından Filistinlilere işkence edip kemiklerini kırma emri veren Albay Yehuda Meir’e karşı açılmıştır (1988).Mahkeme yüksek komutanın, insan haklarına aykırı olan eylemler karşısında üst komuta heyetinin emirlerini yerine getirmenin suçtan kurtulmak için bir çıkış olamayacağına karar vermiştir. Bkz. Nomi Bar-Yaacov, ”Command Responsability in Crimes of War”, Roy Gutman (ed.), New York, 2011, s.117.
[15] J.S.Davies, a.g.e., Bu konuda yapılan yargılamalarda düşük rütbeli subaylar en fazla beş ay hapis cezası almışlardır. Üst rütbelere dokunulmamıştır.
[16] Fred Kaplan, a.g.e., ss.82-84.
[17] Robert Perry,”Have We Ever Gotten to the Bottom of Exactly ‘Why ‘ Bush and the Neocons Disastrously İnvaded Iraq”, Alternet.org, 23 Mart 2013.
[18] Barry R.Posen,”Pull Back: The Case for a Less Activist Foreign Policy”, Foreign Affairs, Vol.92, No.1, January-February 2013, s.127.
[19] “Remarks by the President in Adress to the Nation on the way Forward in Afghanistan and Pakistan”, http://www.whitehouse.govthe-press-office/remarks-president adres-nation-way forward-afghanistan –and-Pakistan.
[20] Bush doktrini Amerika’nın kendi kültürünün öngördüğü insancıl nedenlerle önleyici bir savaş yaptığını, bunun doğru bir savaş olduğunu (jus ad Bellum) ve bu eylemin yasal olduğunu belirtmektedir. Ancak diğer devletlerin de önleyici savaş yapma hakları varsa, bu kural ancak o zaman meşruluk kazanabilir. Benzeri görüş için bkz. Charles W.Kegley jr ve Shannon L.Blanton,World Politics: Trendand Transformation, Wadsworth, US, 2011, s.365.
[21] Bkz. Cenevre Savaş Hukuku Kuralları, Ek Protokoller I ve II, 1977.
[22] 1991 yılındaki Körfez Savaşı’nda Amerikan jetlerinin sivillerle dolu alanları bombalamaları sonucu Amerikan Genelkurmay Başkanı Colin Powell, sivillerin öldürülmelerinin Amerikan askeri ahlakına karşı olduğunu ve bu durumun moralleri bozacağını ileri sürerek hava saldırılarını en aza indirmiştir. Bkz. Sarah Holewinski, “Do Less Harm: Protecting and Compensating Civilians inWar”, Foreign Affairs, Vol. 92, No.1, January-February 2013, s.15.
[23] Bir Yemenli avukat Mayıs 2012’de Twitter’dan şöyle bir mesaj göndermiştir:”Sayın Obama, bir Amerikan insansız uçağının füzesi Yemen’de bir çocuğu öldürdüğünde garanti ederim ki, babası sizinle savaşa girecektir.
Bunun El Kaide ile herhangi bir ilgisi yoktur”. Sarah Holewinski,a.g.e.,s.19.
[24] Christine Gray,İnternational Law and Use of The Force,Oxfornd University Pres,London,2008,s.193.
[25] Kenneth Anderson,”The Rise of the Drones: Unmanned Systems and the Future of War”, Written Testimony Submitted to Subcommittee of US House of Representatives,18 Mart 2010; http://ssm.com/abstract=1579411.
[26] Mary Ellen O’Connell,”Unlawful Killing With Combat Drones”, Notre Dame Law Legal Studies Research Paper, No. 09-43, SSRN number 1501144, Zikr. K. Anderson, a.g.e., s.9.
[27] Nick Tursie,”The Crash and Burn Future of Robot Warfare”,12 Ocak 2012, http://www.alternet.org.
[28] Nick, Turse, a.g.e.
[29] Amy Goodman et all.,”Dirty Wars: New Film Exposes Hidden Truths of Covert U.S.Warfare”, 22 Ocak 2013, http://www.alternet.org.
[30] Nick Turse,”Our Commando War in 120 Countries: Uncovering the Military’s Secret Operations in the Obama Era”, 3 Ağustos 2011, http://alternet.org.
[31] Güvenlik Konseyi’nde ikinci oylamada Almanya ve Brezilya uçuşa yasak bölge için evet oyu kullanmıştır.
[32] Sönmez Köksal,”Jeopolitik Depremler”, Milliyet, Düşünenlerin Düşüncesi Köşesi,15.02.2013, s.27.