Bu sayfayı yazdır

"Güvenli Bölge" Ne Anlama Geliyor?

Yazan  20 Ekim 2014

IŞİD’in Irak ve Suriye’de önlenemeyen ilerleyişinin uluslararası alanda yarattığı kaygı bu örgütün faaliyetlerinin engellenebilmesi için bir koalisyonun oluşmasını beraberinde getirdi. Bu gelişme Suriye politikasında bir çıkmaza sürüklenmiş ve Irak’ta etkinliği hayli azalmış olan Türkiye açısından da yeni bir fırsat doğurdu. IŞİDle mücadele çerçevesinde Türkiye’nin yeniden artan önemi, başta ABD olmak üzere IŞİD karşıtı koalisyonun çabalarını Türkiye ile ortaklaştırması ihtiyacını doğurdu. Bu durum Türkiye’ye hem Suriye politikasında yeni bir hamle şansı hem de ABD başta olmak üzere IŞİD karşıtı koalisyonun üyeleriyle yeni bir pazarlık yapmak için bir fırsat yarattı. İşte “güvenli bölge” önerisi bu fırsatın bir sonucudur.

Türkiye “güvenli bölge” önerisiyle Suriye politikasının her türlü tıkanıklığını aşmak için görünürde kapsamlı bir plan geliştirmiştir. Ancak sorunun formüle edilişinden ortaya sunulan önerilere kadar baştan aşağı sorunlarla dolu olan bu planın gerçekliği ve gerçekçiliği tartışmalıdır. Fakat bu yazının konusu bu planın gerçekçiliği ve yaratacağı riskler değil aslında "güvenli bölge" önerisinin Türkiye’nin Suriye politikasının çöktüğünün üstü kapalı bir kabulü olduğudur.  

Türkiye “güvenli bölge” önerisi aslında şu anlamlara gelmektedir:

1.    Türkiye’nin hedefi IŞİD veya benzeri terör örgütleri değil, Esad Yönetimi’dir.

2.    Türkiye önerisinin uluslararası alanda özellikle de BM’de destek bulamayacağının farkında olduğundan “güvenli bölge"nin BM kararı olmadan bir koalisyonla kurulabileceğini ileri sürmektedir.

3.    AKP hükümeti sürekli olarak Suriyeli göçmenlere yaptığı yardımlardan sözetmesine rağmen aslında bu politikanın sürdürülemez olduğunun farkındadır.

4. Şu ana kadar muhaliflere verilen eğitim ve silahlandırma desteği istenilen sonucu üretmemiştir. Bu nedenle daha organize, daha geniş kapsamlı ve daha uzun sürecek bir yeni “eğit-donat” süreci başlatmayı hedeflemektedir.

5.  “Güvenli bölge” önerisi, 02 Ekim 2014 tarihinde çıkarılan tezkerenin hedefinin aslında Irak’ı içermediğini, Türkiye’nin Irak politikasında bir değişiklik olmadığını göstermektedir.

 

Aslında ilk dört madde Türkiye’nin 2011 Ağustos’undan bu yana sürdürdüğü Suriye politikasının başarısızlığının birinci elden ifadesi anlamına gelmektedir. Türkiye Suriye politikasında ne kendi kamuoyunu, ne konuyla birinci dereceden ilgili devletleri, ne de uluslararası kamuoyunu ikna edememiştir. Yukarıdaki maddelerin kısaca ayrıntılandırılması bu durumu daha net ortaya koyabilir:

1. Türkiye’nin hedefi IŞİD veya benzeri terör örgütleri değil, Esad Yönetimi’dir: Irak ve Suriye’de kuvvet kullanmayı içeren tezkere gündeme geldiğinde konuyla ilgili pek çok analizci bu tezkerenin hedefinin Esad Yönetimi olduğunu ileri sürmüştür. Aslında hükümet kaynakları da bunu reddetmemektedir. İlgili gazetelerdeki yorumlarda veya resmi açıklamalarda Türkiye’nin Esad Yönetimi’nin devrilmesini içermeyen bir stratejinin parçası olmayacağı dile getirilmiştir.[1] Başbakan Davutoğlu'nun CNN'e verdiği mülakatta Türkiye'nin asıl hedefinin Esad Yönetimi anlaşılmaktadır.[2] Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “güvenli bölge”den bahsederken 1991 yılında Irak’ın kuzeyinde oluşturulan uçuşa yasak bölge örneğini vermesi de aslında hükümetin kafasındaki planın 1990lı yılların başında oluşturulan bölgeye benzer bir bölge oluşturmasını içerdiğini göstermektedir. Buna göre, temel plan Suriye topraklarında merkezi hükümetin askeri güç kullanamayacağı bir bölgeyi uluslararası bir destek ya da Türkiye’nin tek taraflı oluşturacağı bir askeri güçle kurmak ve oluşturulan bu “güvenli bölge”de:

 a. Başta Türkiye’de bulunanlar olmak üzere bulunan Suriyeli sığınmacıları yeniden yerleştirmek

b. Ülke dışında örgütlenmek zorunda kalan ve etkinliği tartışmalı Suriyeli rejim karşıtı siyasi grupları örgütlemek

c. Mevcut rejime karşı uzun vadeli, organize, tek çatı altında toplanan, etkin bir askeri gücü örgütlemektir.

Bu planda IŞİDle mücadele bir ayrıntı olarak görülmektedir. Dikkat edilirse oluşturulması planlanan güvenli bölgede Ayn El Arab ile Haseke arasındaki bölge dahil edilmemektedir. Burası IŞİD’in en güçlü olduğu bölgedir. Gazetelerde gündeme gelen haritalarda Cerablus ve Halep’in kuzeydoğusunda IŞİD’in elindeki bazı bölgeler de “güvenli bölge” kapsamında değerlendirilmesine rağmen bu bölgelerin nasıl kontrol altına alınacağı muğlaktır. Eğer “güvenli bölge” ileri sürüldüğü gibi 5-6 bölge ve 8 geçişi içerecekse bu bölgenin güvenliğini sağlayacak unsurların aynı anda birden çok unsurla karşı karşıya gelmesi olasıdır. Fakat büyük bir olasılıkla “güvenli bölge”nin bu kadar geniş tutulması göstermeliktir. Muhtemelen güvenli bölge Lazkiye’nin kuzeydoğusu, İdlib ve Haleb’in kuzeyi arasında planlanmaktadır. Özetle, “güvenli bölge” IŞİD’den arındırılmış bir alan olarak değil büyük olasılıkla IŞİD’le ilişkisi olmayan bir alan olarak kurulmaya çalışılacaktır.

2. Türkiye önerisinin uluslararası alanda özellikle de BM’de destek bulamayacağının farkında olduğundan “güvenli bölge"nin BM kararı olmadan bir koalisyonla kurulabileceğini ileri sürmektedir.

Türkiye’nin güvenli bölge tezi şu ana kadar uluslararası kamuoyundan, BMGK üyelerinden ya da bölge ülkelerinden açık bir destek görmemiştir. Tersine Rusya ve ABD gibi ülkeler bu öneriye farklı nedenlerle ama açıkça karşıyken İran’dan da güçlü tepkiler gelmiştir. Bunun ötesinde Türkiye bu tezi için uluslararası hukukta güçlü ve meşru bir temel bulamayacağı için ya BMGK kararının olmaması halinde koalisyon güçleriyle birlikte bu bölgeyi kurabileceğini savunmaktadır.[3] Hatta, hükümete çok yakın bir araştırma merkezi olan SETA'nın konuyla ilgili bir raporunun sonuç kısmında "..Diğer devletlerle birlikte karar alınmasının tercih edilirliği, Türkiye’nin tek başına bir güvenli bölge oluşturması olasılığının hukukiliğini dışlamaz" şeklindeki ifadeyle "güvenli bölge"nin Türkiye tarafından tek taraflı oluşturulabileceği bile ileri sürülmektedir.[4]

Ortadoğu’da güvenli bir bölge yaratılması için temel gösterilen son BMGK kararının bile ne kadar tartışmalı olduğu dikkate alınırsa bu tür bir bölgenin Türkiye’de bazı çevrelerce ileri sürüldüğü kadar basit ve kolay kabul edilebilir bir durum olmadığı hatırlanabilir. Bu durum hükümetin Türkiye’nin Suriye politikasının uluslararası çevrelerde kabul gördüğü ya da göreceği yönündeki propagandasının doğru olmadığını göstermektedir. Tüm bunların da ötesinde Türkiye’nin uluslararası çevrelerde özellikle Suriye konusunda bir güven bunalımında olduğu unutulmamalıdır. Nedeni ne olursa olsun, batılı devletler de Rusya da diğer bölgelerinin çoğu da Türkiye’nin Suriye politikasına şüpheyle yaklaştığı ve silahlı muhalifleri desteklediği şüphesi hala güçlü bir şekilde sürmektedir.

3. AKP hükümeti sürekli olarak Suriyeli göçmenlere yaptığı yardımlardan sözetmesine rağmen aslında bu politikanın sürdürülemez olduğunun farkındadır:

Türkiye en çok Suriyeli sığınmacıyı barındıran ülkelerden birisi haline gelmiştir. Resmi makamlar dahi Türkiye’ye çeşitli yollardan gelen ve ülkede halen bulunan Suriyeli sayısının 2 milyonu bulduğunu söylemektedir. Bu durum Türkiye’ye şu ana kadar 4.5 milyar liraya mal olmuştur.[5] Başlangıçta gelen Suriyelileri BM denetimine bile alınmayan kamplara yerleştiren ve maliyeti ne olursa olsun üstleneceğin diyen hükümet artık bu politikanın sürdürülemez olduğunu görmüştür. Türkiye’deki Suriyelilerin durumu sadece ekonomik boyutuyla değil aynı zamanda siyasi ve sosyal boyutuyla birlikte ele alınmalıdır. Son aylarda yaşanan bazı gelişmeler bazı vilayetlerde Suriyelilere yönelik bir tepki yaratmaya başlamıştır. Gerçekte savaş mağduru ve çaresiz olan Suriyelilerin küçük bir kısmının katıldığı olaylar sosyal yapının uyuşmaması ve siyasi nedenlerle güçlü tepkilere dönüşmeye başlamıştır. Bu nedenle hükümet Suriyelileri bir an önce hem mali hem de sosyal olarak Suriye’de oluşturulabilecek bir “güvenli bölge”ye yerleştirmeyi hedeflemektedir. Hatta bunun gerçekleşmemesi halinde başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş ilginç bir biçimde Türkiye içindeki güvenli bölgelerin oluşturulabileceğinden bahsetmiştir.[6] Başlangıçta garip gelen bu açıklama aslında hükümetin Suriyelilerin yarattığı tepkinin farkında olduğunun bir göstergesidir.

4. Şu ana kadar muhaliflere verilen eğitim ve silahlandırma desteği istenilen sonucu üretmemiştir. Bu nedenle daha organize, daha geniş kapsamlı ve daha uzun sürecek bir yeni “eğit-donat” süreci başlatmayı hedeflemektedir.

Türkiye’nin ve Esad karşıtı ülkelerin Suriyeli muhaliflere parasal, siyasi, uluslararası desteğin yanı sıra lojistik, eğitim ve silah desteği verdiği artık bir sır değildir. Bu uygulama ABD’den, Fransa’ya, Suudi Arabistan’dan Katar’a, İngiltere’den Türkiye’ye kadar pek çok devletin dahil olduğu bir hal almıştır. Fakat bu devletlerin desteklediği grupların (Katar ve Suudi Arabistan hariç) Esad Yönetimi ve El Kaide türevleri örgütler karşısında zayıf kalması istenilen sonucun alınamamasını sağlamıştır. Gerçekçiliği son derece tartışmalı olan bu yaklaşımın uzun vadede devam edeceği görünmektedir. Ancak “güvenli bölge” yaratılmasıyla hedeflenen 3 yıldır Suriye’de yürütülen rejim muhaliflerini destekleme planının daha açık ve meşru bir zemine taşınabilir bir boyuta dönüşmesidir. Böylece Türkiye kendisine yönelik hem içeride hem dışarıda artan muhalifleri silahlandırma eleştirilerinden kurtulmak ve gerçek bir sonuç almak istemektedir. Hatta “ılımlı muhalifler”in desteklenmesi IŞİD ile mücadelede güçlü bir araç olarak ileri sürülmektedir. Fakat bu grupların IŞİD ve Nusret Cephesi karşısındaki durumları ve yakın geçmişte yaşanan örnekler aslında bu politikanın uzun vadede ılımlıları değil radikalleri güçlendireceğini göstermektedir.

5.    “Güvenli bölge” önerisi, 02 Ekim 2014 tarihinde çıkarılan tezkerenin hedefinin aslında Irak’ı içermediğini, Türkiye’nin Irak politikasında bir değişiklik olmadığını göstermektedir.

IŞİD, halihazırda hem Irak hem de Suriye’de faaliyet gösteren bir örgüttür. Bu yapının faaliyetleri dikkatli bir biçimde incelendiğinde stratejik hedeflerine ulaşma noktasında Irak’ta Suriye’de olduğundan daha başarılıdır. Musul, Anbar, Selahaddin ve Diyala vilayetlerinde önemli kazanımlar elde etmiştir. Başkent Bağdat’ı tehdit etmektedir. Suriye’de ise rejimle savaştığı noktalar Irak’takine göre çok daha sınırlıdır. Bu nedenle ABD önderliğindeki koalisyon IŞİD’le mücadelede Irak’a ağırlık veren, Suriye’de ise kritik durumlarda müdahale etmeyi içeren bir yaklaşımı benimsemektedir. Ayn El Arab dışında Suriye’deki ilerlemesi ya da çatışması en azından son 2-3 haftalık dönemde sınırlı olan IŞİD’in aynı dönemde Irak’ta önemli kazanımlar elde ettiği görülmektedir. Bu nedenle konuyla ilgili tüm devletler IŞİD’e ilişkin politikalarını Irak’a yoğunlaşan ama aynı zamanda Suriye’yi de içeren bir şekilde formüle etmektedir.

Oysa Türkiye’nin güvenli bölge önerisi Irak’a ilişkin hiçbir çözüm önermemektedir. Türkiye’nin Irak’taki duruma ilişkin tek önerisi kapsayıcı bir hükümetin kurulması ve siyasi sorunların Sünni Arapların da yeterince temsil edildiği bir siyasi atmosfer yaratılmasıdır. Elbette bu öneri temel doğruları barındırmaktadır. Fakat Irak’taki durum Sünni Arapların kızgınlığıyla açıklanabilecek noktayı çoktan aşmıştır. Bu nedenle bu genel geçer politik formülasyonun Irak özelinde bir çözüm önerisi olmadığı açıktır. Güvenli bölge tartışmalarından anlaşılan diğer ülkelerin tersine Türkiye’nin Irak'ta yeni bir oyun planı ve çözüm önerisi olmadığıdır.  

 


[1]"IŞİD'le mücadelede Türkiye'nin olmazsa olmazları," Türkiye Gazetesi, 09 ekim 2014, http://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/193319.aspx; Sedat Laçiner, "Türkiye'nin Suriye'de Savaşmak İçin Şartları," http://www.internethaber.com/turkiyenin-suriyede-savasmak-icin-sartlari-16724y.htm, 7 Ekim 2014; Bu konudaki en son açıklamayı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Afganistan dönüşü gazetecilere verdiği mülakatta dile getirdiği görülmektedir. Bkz. Murat Yetkin, Erdoğan'ın IŞİD için 3 Şartı Nasıl Dört Oldu? Radikal 20 Kasım 2014, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/murat_yetkin/erdoganin_isid_icin_uc_sarti_nasil_dort_oldu-1219877

[2]Mick Krever, "Turkey willing to put troops in Syria 'if others do their part, Prime Minister says", 6 Ekim 2014, CNN http://edition.cnn.com/2014/10/06/world/meast/amanpour-davutoglu-interview/index.html

[3] "Başbakan Davutoğlu, Türkiye'nin istediği güvenli bölgenin sınırlarını açıkladı", Hurriyet, 16 Ekim 2014, http://www.hurriyet.com.tr/dunya/27394703.asp

[4] İbrahim Kaya, Tampon Bölge ve Uluslararası Hukuk," SETA PERSPEKTİF, Eylül 2014, http://file.setav.org/Files/Pdf/20140930164536_%E2%80%9Ctampon-bolge%E2%80%9D-ve-uluslararasi-hukuk-pdf.pdf

[5] "Suriye krizi Türkiye'yi etkiledi", 19 Ekim 2014, http://www.kanalahaber.com/haber/gundem/suriye-krizi-turkiyeyi-etkiledi-198060/

[6] "İstediğimiz an güvenli bölgeyi oluşturabiliriz", Anadolu Ajansı, 18 Ekim 2014, http://www.aa.com.tr/tr/haberler/406420--istedigimiz-an-guvenli-bolgeyi-olusturabiliriz