30 kadar PKK teröristinin 11 Temmuz günü köy tiyatro oyununu andıran bir senaryo içinde silâhlarını yakma olayını, herkes gibi ben de TV yayınlarında izledim.
Kadınlı, erkekli teröristler birerli kolda sıralanmış olarak inlerinden çıktılar; ellerinde, omuzlarında silâhları olduğu halde yürüyerek silâhların yakılacağı tekne biçimindeki ocağın önüne geldiler. Silâhları ocağa koydular ve yine birerli kolda yürüyerek inlerine döndüler. Ocak ateşe veridi, silâhlar yakıldı.
Ben bu senaryoda kendisini feshetmiş olan PKK’nın “biz adımımızı attık; şimdi TBMM’de siyaset alanında atılacak ‘demokratikleşme’ adımlarımızı inlerimizde bekleyeceğiz...” şeklinde bir mesaj verdiği izlenimini aldım.
Bu benim şahsî intibam. Asıl mesajlar somut ifadelerle teröristbaşı ve PKK’nın sözde Kongresi tarafından verilmiş bulunmaktadır.
Bu sebeple, PKK’nın sembolik fiilen silâh bırakmasını ve silâhlarını yakmasını, teröristbaşının 27 Şubat 2025 tarihinde kamuoyuna açıklanan “PKK’nın silâh bırakması” çağrısının ve PKK’nın 12 Mayıs 2025 tarihinde aldığı kendisini fesih ve silâh bırakma kararının lâfzından ve ruhundan soyutlayarak değerlendirmenin mümkün olmadığını düşünüyorum.
Teröristbaşı çağrısında “1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkârının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nın anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır” açıklamasını yapmıştır.
Bu ifade öncelikle akla şu soruyu getiriyor:
Mademki PKK ömrünü tamamlamıştı ve feshi gerekli hale gelmişti, neden fesih kararı için MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’teki “tarihî” çağrısı, adımı beklenmiştir?
Devam edelim. Teröristbaşı çağrısında, ayrıca, “aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” ifadesine de yer vermiştir.
Bu ifade tek başına okunduğu zaman okuyanda, yola gelme, gerçekleri görme, pişmanlık ifadesiymiş gibi bir izlenim yaratabilir.
Bununla beraber, bu ifadelerin yanında “çağrıda” “Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür” ve “Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir. Barış ve demokratik toplum döneminin dili de gerçekliğe uygun geliştirilmek durumundadır” şeklindeki görüşlerin, iddiaların ve şart koşmaların yer aldığını görüyoruz.
“Demokratik anlamda örgütlenme”, “demokratik toplum”, “demokrasi”, “demokratik uzlaşma” gibi kavramları, PKK’nın ana amaç ve hedefleri çerçevesinde kazandıkları anlamlarıyla ve benimsedikleri “halkların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi ile birlikte okumak lâzımdır. Bu anlamlarıyla da Devletimizin aslî “üniter” yapısı çerçevesinde geçerlikleri olmayacaktır.
PKK’nın fesih ve silâh bırakma kararına gelince:
Karar metninde, Lozan Barış Antlaşması’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu 1924 Anayasası’nın “Kürt varlığının inkârına ve imhasına” sebep olduğu iddiasına yer verilmiştir.
PKK’nın bu yüzden “halkların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesini benimseyerek “Kürt halkının özgürlük hareketini” başlattığı ifade edilmiştir. Yaptıkları terör eylemleri “özgürlük hareketi” olarak nitelenmiştir.
Görüleceği üzere, PKK Türkiye’de Devletimize ve Milletimize karşı yaptıkları eylemlere Lozan Barış Antlaşması ve 1924 Anayasası gibi temel ve kurucu belgelerinin sebep olduğu şeklinde itham edici bir yaklaşım ortaya koymuştur.
Diğer taraftan, PKK’nın “halkların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesine yaptığı atıf onun ayrılıkçı niteliğinin itirafıdır ve güttüğü amacın Türkiye’yi bölmek olduğunun ikrarıdır.
Kararda, PKK’nın “Kürt halkı üzerindeki inkâr ve imha siyasetini parçalamayı, Kürt varlığını kabul ettirmeyi ve Kürt sorununun Türkiye’nin temel gerçeği olarak görülmesini sağlamayı” başardığı, “Kürt sorununu demokratik siyaset yoluyla çözme noktasına getirdiği” ve böylece “PKK’nın tarihî misyonunu tamamladığı” kaydedilmiştir.
Bu ifadelerin açıkça anlattığı, “halkların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi esas alınarak belirlenen hedefe ulaşmak için 1984’ten itibaren vasıta olarak PKK’nın, yöntem olarak da “terörün” kullanıldığı; PKK’nın “Kürt sorununu” başlangıçta benimsenen amaç ve tespit edilen hedef doğrultusunda “demokratik siyaset yoluyla” çözülebilir hale getirdiği; mücadele rolünü şimdi aynı hedefe yönelik olarak PKK’nın siyaset alanında yoldaşı olan günümüzdeki DEM Parti çatısı altındaki siyaset aktörlerine devrettiğidir.
PKK’nın kararında sıkça yer alan ve DEM Parti siyasetçilerinin de sürekli olarak dile getirdiklerin “demokratik” kavramına PKK’nın ve yandaşlarının atfettiği anlamı doğru değerlendirmek gerektiğini tekraren ifade etmek istiyorum. Yukarıda da vurguladığım üzere “demokrasi” ve “demokratik” gibi kavramlar PKK’nın ve yandaşlarının zihninde ve dilinde “halklar”, “halkların kendi kaderini tayin hakkı”, “kültürel haklar” gibi kavramlarla birlikte muhteva ve anlam kazanır. Türkiye’nin üniter anayasal yapısı ve ulus devlet karakteri onlara göre “demokratik” değildir.
PKK’nın Kararında geçen “Önder Apo Kürt-Türk ilişkilerinin sorunsallaştığı Lozan Antlaşmasının ve 1924 Anayasası’nın öncesini referans alarak, Ortak Vatan ve Kürt-Türk halklarının kurucu öge olduğu Demokratik Türkiye Cumhuriyeti perspektifini ve Demokratik Ulus anlayışını Kürt sorununun çözüm çerçevesi olarak benimsedi” ifadesinde mündemiç sakim emeli de göz ardı etmemeliyiz.
Özellikle “Önder Apo...Ortak Vatan ve Kürt-Türk haklarının kurucu öge olduğu Demokratik Türkiye Cumhuriyeti perspektifini ve Demokratik Ulus anlayışını Kürt sorununun çözüm çerçevesi olarak benimsedi” şeklindeki ifadenin “terörsüz Türkiye” idealinin gerçekleşmesi için döşenmesine çalışılan yolu baştan tıkama amaçlı olarak değerlendirmek yanlış mı olur?
Bellidir ki, Türkiye’nin kurucu belgeleri ve ilkeleri, üniter yapısı, ulus devlet vasfı, teröristbaşı ve PKK’nın ve onların siyasî uzantılarının boy hedefidir ve olmaya da devam edecek gibi görünmektedir.
Yine bellidir ki, teröristbaşı ve PKK ve onun siyasî perspektifine uygun olarak TBMM çatısı altında siyaset yapmış ve yapmakta olan DEM Parti gibi Siyasî Partiler, Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletlerinin 1920’de Osmanlı Devleti’ne dayattıkları ve imza ettirdikleri Sevr Antlaşması’nın, o Antlaşma’nın Anadolu için çizdiği sözde siyasî haritaların özlemi ve hayali içindedirler.
PKK’nın Kararında yer alan alıntıladığım ve diğer ifadeler teröristbaşının ve onun yandaşı siyasî unsurların siyaset plânda güdecekleri hedeflere ışık tutar mahiyettedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, kurucu ilkelerine halel getirmeden terörsüz, etnik köken ve dinî mensubiyet farkının gözetilmediği, huzurlu bir ülke çocuklarımıza, torunlarımıza bırakacağımız en değerli mirastır.
“Şehitler ölmez, Vatan bölünmez” sloganı da yıllardır zaten böyle bir miras bırakabilmemiz için Vatan sathında yankılanmaktadır.
Bu uğurda verdiğimiz şehitlerimizi bir vatandaş olarak rahmetle, minnetle, sevgi ve saygıyla anıyorum. Gazilerimize sevgi ve saygılarımı minnet duygularımla ifade ediyorum.