“ÇOKLU EKONOMİK YETMEZLİK SENDROMU” (1)
 Bu sayfayı yazdır

“ÇOKLU EKONOMİK YETMEZLİK SENDROMU” (1)

Yazan  13 Aralık 2018

Tıp biliminde çoklu organ yetmezliği sendromu (MODS)adı altında, sakatlık ve ölüme götüren önemli bir klinik durum bulunmaktadır. Bu klinik vakada,  hastanın yaşı, eşlik eden hastalıklar, cinsiyet ve genetik farklılıklar hastanın risk durumunu ortaya koyar.

Bu sendroma yakalanan hastalar içinde belirlenen bir de yol haritası vardır. Öncelikle hastada yeterli doku oksijenasyonu sağlanır, daha sonra enfeksiyon odağının tespit ve tedavisi ile yeterli beslenme desteği verilir ve son olarak yetersiz organa yönelik yapay destek gibi takip ve tedavisüreçleri izlenmektedir. Böylece bir organda başlayan klinik durum, diğer organlara yayılması engellenebilir. Zamanında doğru müdahaleler yapılmaz ise, hastalık diğer organlara yayılır ve hasta sakat kalabilir veya kaybedilebilir.Aslında ekonomi biliminde de süreç aşağıya yukarı aynıdır. Bir ülkede ekonomik sorun varsa;önce tespit doğru yapılmalı, risk faktörleri belirlenmeli ve alacağınız ekonomik politikalar ile takip-tedavi ve iyileştirme sürecine başlanmalıdır.

Türkiye’nin ekonomik göstergelerinde sorun var mıdır?

Yapılması gereken öncelikle temel makro ekonomik göstergeler ve bu göstergelerin oluşma süreçleri takip etmektir. Örneğin dış dengede; ihracat rakamlarının parasal büyüklüğüyle birlikte ihracat içerisindeki ithal girdinin payı, ihracat/ithalat oranı, dış ticaret hadleri, vb göstergeler önem arz etmektedir. Reel dengede; büyüme oranlarını dikkate alırken, bu oranların nominal rakamlarla mı yoksa reel rakamlarla mı hesaplandığı, baz alınan yılın hangi yıl olduğu, büyümenin istihdamı destekleyip desteklemediği, sektörlerin büyüme üzerine etkisi, vb. konular önemlidir. Mali dengede borçlanmanın parasal büyüklüğü yanında sürdürülebilirliği, dış borç servisi ve oranı, toplam borç/ihracat gelirleri oranı, kısa vadeli borç/rezerv oranı, bankaların açık pozisyonları, gibi göstergeler önemlidir. Kamuda bütçe dengesi önem arz ederken, bunun nasıl sağlandığı(gelirlerin nerden elde edildiği, giderlerin neler olduğu) sorgulanmak zorundadır. Bu makro göstergeler arasında bulunan ilişkilerde göz önüne alınmalıdır. Bu yüzden ekonomilerde makro göstergelerdeki bir sorun, rasyonel şekilde tedavi edilip ortadan kaldırılmazsa, alınan geçici çözümler zaman içerisinde diğer makro ekonomik göstergeleri de olumsuz etkileyerek, ekonomik anlamda ülkeyi geri dönülemez bir noktaya getirebilmektedir. Böyle bir durumda alınan hiçbir önlem piyasa da yeterli karşılık bulmayarak ülkeleri büyük krizlere taşıyabilmektedir. İşte bu noktada ekonomi çoklu yetmezlik sendromu ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu anlamda Türkiye ekonomisinin son 15 yıllık dönüşüm ve değişimi süreci incelendiğinde; dış dengede, mali dengede, kamu dengesinde ve reel dengeye ait pek çok göstergede sorunlar yaşandığı için “çoklu ekonomik yetmezlik sendromu”nda olduğu söylenebilir.

Bu bağlamda, Türk ekonomisinin dış denge göstergeleri incelendiğinde, 2003 yılından sonra bir ekonomik kırılma yaşandığı görülmektedir. Öncelikle “ihracata dönük sanayileşme modeli” yerini ithal girdi bağımlılığını daha fazla artıran“ihracatı artırmamodeli” ne bırakmıştır. Bu yeni model sayesinde tarım ve özellikle sanayi üretimi yurt içi katma değeri ikinci plana iten,  daha çok ithal katma değerli girdi kullanan ve montaj sanayi veya fason imalatla üretim yapan bir görünümüne bürünmüştür. Bu durum bir taraftan ithalatı hızla yükseltirken diğer taraftan ithalata bağımlı ihracat rakamlarının da yükselmesini sağlamıştır. Kısaca ihracat içerisindeki ithal girdi (bağımlılık) oranının sürekli yükselen bir eğilimde devam etmesi, ülke ekonomisini yurt içi katma değer oluşturan sanayi malı üreten bir yapıdan uzaklaştırmıştır. 2003 yılı sonrasında oluşan yüksek oranlardaki dış ticaret açığı bunun en temel göstergesidir. Ayrıca dış ticaret hadlerindeki kötüleşme, ihracatın ithalatı karşılama oranının iyileşmesine imkân vermemiştir. Bunun dışındaki sermaye ve finans hesabındaki finansal büyüme ile net hata noksan hesabındaki parasal artışlar, ülkenin finansal spekülatif ataklara karşı gücünü zayıflatmıştır.

Türkiye’nin mali dengesi analiz edildiğinde, hem iç borç hemde dış borç yükü ve stokunun çok hızlı bir şekilde arttığı görülmektedir. Cumhuriyetin ilanından 2002 yılına kadar toplam 130 milyar dolar dış borcu olan Türkiye’nin, son 15 yılda dış borcun artarak 454 milyar dolara çıkması, ülkenin içinde bulunduğu borç sarmalını açıkça ortaya koymaktadır. Aynı dönemler itibariyle iç borçlanma da, yaklaşık 50 milyar dolardan 200 milyar dolara çıkmıştır. Her ne kadar kamu borç stokunun GSYH’ya oranı %60’ın altında tutulsa da, borcun sürdürülebilirliğini tartışılır hale getirmektedir. Özellikle yapılan borçlanmaların(kamu ve özel) cari açığı kapamada ve üretken olmayan alanlarda yatırıma dönüştürme çabaları, borcun anapara ve faiz ödemelerin de sorunlar yaratmaktadır. Bu durum para piyasasını(döviz kurları ve faiz oranlarında) spekülatifsaldırlara açık hale getirmiştir. Mali göstergelerdeki yetersizlikler; toplam dış borç/ihracat gelirleri oranı, dış borç servis oranı ve kısa vadeli borçların rezervlere oranındaki yükselişlerden net bir şekilde görünmektedir. Ayrıca son on yıllık dönemde hükümetin tekrar tekrar getirdiği borç yapılandırma(hem kamu hemde özel borçlara)imkânları da bunu açıkça ortaya koymaktadır. Son olarak bankacılık sektöründeki şüpheli alacakların her yıl katlanarak artması ve bunların varlık yönetim şirketlerine devredilmesi de mali piyasadaki sorunları açıkça ortaya koymaktadır.

Türkiye’nin bütçe dengesi analiz edildiğinde, rakamsal olarak bütçe açığının sürdürülebilir(bütçe açığı/GSYH oranı %3’ün altında) olduğu görülmektedir. Ancak bütçe gelir ve gider kalemleri ayrıntılı incelediğinde, bütçe gelirlerinde her yıl gerçekleşen sistematik artışlarla beraber özellikle Cumhuriyet tarihinin en büyük özelleştirmelerinin yapılması ile patrimuan, gümrük vergisi ve ceza gelirlerinin toplam gelir içerisindeki payının yükselmesi, gelir artışlarının en önemli nedenidir. Bu şekilde sürekli olarak gelirin artırılması mümkün değildir. Bütçe gider kalemleri incelendiğinde ise, kamunun yatırım harcamalarını kamu özel işbirliği(KÖİ) şeklindeki anlaşmalar ile bütçe gider kalemlerinde gösterilmeden gerçekleştirilmesi, bütçenin sanal iyileşmesine katkı vermiştir.Ancak özelleştirme ve patrimuan gelirleri hızla azalmakta, bütçe giderleri de yıllar itibarıyla KÖİ’lerin geri ödeme toplam bedelleri bütçeye yansıması sonucu artmaktadır. Önümüzdeki dönemlerde bütçe açığının yükselmesi kaçınılmaz gözükmektedir.

Genel olarak reel denge analiz edildiğinde ise, ekonomideki yerli üretim ve tüketim makasının açıldığı, tüketimin(toplam talebin) yerli üretimden ziyade yabancı ithal mallarla/girdiler ile sağlandığı görülmektedir. Bu durum sanayi üretiminin yerli katma değer oluşturmaktan uzaklaşmasına ve hatta tarımsal ürünlerin dahi ithal edilir noktaya gelmesine neden olmuştur. Her ne kadar yüksek büyüme oranları açıklansa da, tarım ve sanayi sektörünün(yerli katma değer yaratan)  büyüme üzerindeki etkisi zayıfladığı aşikârdır. Son dönemdeki büyümenin asıl dinamiğinin konut, yol, köprü, gibi yurt dışı ithal girdi bağımlılığı yüksek olan inşaat sektörüne bağlı olarak gerçekleşmektedir. Ülke ekonomik büyüme gerçekleşirken işsizliğin artması bunun en temel göstergesidir. 1990’lı yıllarda ortalama %6,5’ler civarında olan işsizlik oranı, 2003 sonrası yıllarda ise ortalama %11’ler seviyesine çıkmıştır. Bu durum çalışabilir nitelikteki nüfusun gelirden yoksun bırakılması ve devletin sosyal fonlarına muhtaç hale gelmesi anlamına gelmektedir. Nüfusu bir taraftan üretimden uzaklaştırmak diğer taraftan tüketime (alın verin ekonomiye can verin politikası ile) yöneltmek, hem kamu ve özel sektörün hem de hane halkının borçlanmalarını artırmıştır. Örneğin 2002 yılında yaklaşık 7 milyar TL olan hane halkı toplam borcu, 2017 yılı sonunda yaklaşık 500 milyar TL’ye yükselmiştir. Başka bir ifade ile 2002 yılında hane halkı 100 TL’lik gelirinin yaklaşık %4’lük kısmı kadar borcu var iken, 2017 yılında gelirinin yaklaşık %60’lık kısmı kadar borcu bulunmaktadır. Ayrıca kriz dönemleri dışında yüksek büyüme oranı elde eden bir ülke ekonomisinde protesto edilen senet miktarın azalması gerekirken artış eğiliminde olması, açıklanan büyüme oranlarının ülke gerçeklerinden uzak olduğunun ispatıdır.

Sonuç olarak, son 15 yıldır Türkiye ekonomisinde uygulamaya konulan yanlış/eksik politikalar, sadece geçici olarak ekonomide iyileştirme hissi vermekten öteye gidememiştir. Bu durum zaman içerisinde ekonomininbir taraftan sanayi ve tarım sektörünün yerli üretimden uzaklaşmasına ve ekonomik yapının yabancılaşmasına imkân tanımıştır. Böylece, Türkiye’nin hem endüstriyel anlamda hem de finansal anlamda yabancı ülkelere olan bağımlılığını daha artırmıştır. Bugün gelinen noktada ekonomi çoklu gösterge yetmezliği sendromuyla karşı karşıyadır. Yerli üretim yetersizliği ile başlayan süreç, dış ticaret/cari açık artışları, işsizlik yükselişleri ve borçlanmanın kritik seviyenin üzerine taşınmasına yardımcı olmuştur. Bunların sonucunda yeniden enflasyon ve faiz kıskacına giren ekonomi, durgunluktan çıkamamaktadır. Şuan geldiğimiz noktada hala geçici çözümler ile ekonomi rahatlatılmaya çalışılsa da piyasa, bu tedbirlere gerektiği kadar tepki vermemektedir. Ülke ekonomisini inşaat sektörü ile dinamik tutma anlayışı, makroekonomik göstergelerdeki sorunları hem belirginleştirmiş hem de yayılmasına imkân vermiştir. Bu durumdan geçmiş dönemlerde olduğu gibi özelleştirme, yabancılara taşınmaz satışları, net hata noksan hesabı, varlık barışı, imar barışı ve bedelli askerlik uygulaması gibi yollardan finansman sağlayarak inşaat sektörünü canlandırarak aşmaya çalışmak, ülke ekonomik yapısındaki sorunları çözemeyecektir. Ancak kısa bir sürede olsa ötelenmesine katkı sağlayacaktır. Çünkü zamanında rasyonel bir şekilde uygulanmayan dış ticaret, para ve maliye politikaları, varolan ekonomik sorunların büyümesine ve yayılmasına ve de belirginleşmesine neden olmuştur. Dış denge, kamu dengesi, mali denge ve reel denge göstergelerinin kötüleşmesine ve ekonominin “çoklu ekonomik gösterge yetmezliksendromu”na girmesine neden olmuştur. Alınacak ve uygulanacak ekonomik tedbirlerin “hastalığın ortaya çıkardığı ateşi düşüren” değil, hastalığı ortadan kaldıran politikalar olmak zorundadır. Yoksa ülke ekonomik yapısının uzun dönemlere yansıyacak ağır ekonomik ve sosyal faturalarla karşılaşmasına neden olunacaktır.  

Bundan sonra yazılarımda “çoklu ekonomik yetmezliksendromu”; dış denge, mali denge, bütçe dengesi ve reel denge bazında ayrıntılı olarak ortaya konulacaktır.

Prof. Dr. Mehmet Alagöz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Ekonomi Araştırmaları Merkezi Başkanı