Bu sayfayı yazdır

Enerji Kıskacındaki Ortadoğu’da Yaşayan Kürt’ler Kimdir?

Yazan  01 Ekim 2014

Türk tarihinin son 30 yılında, 7000 yıllık Türk tarihinin ortadan kaldırılıp yeniden bir tarih yazılmak istenmesi, ırki özellikleri sanki bugünkü insan özelliklerinden farklı bir ırk oluşturma çabası ve medeniyetin asli temsilcileri diye takdim edilmeye çalışılan bir halkın haklarının iadesi şeklinde bir gayrı ciddilik, Türk toplumunun hassasiyetlerine, dünyayı idare eden güçler ve içerideki malum ekalliyet tarafından zerk edilmeye çalışılmaktadır. Bunun adı da resmi tarihin yanlışlarla dolu olması şeklinde bir kandırmaca ile topluma sunulmaktadır. Daha açıkçası halkların kardeşliği nakaratında kalanların şarkısıdır bu yeni millet, yeni devlet teranesi…Temelinde yatan sebep de yaklaşık 150 yıldır bilinmektedir. Enerji kaynaklarına hâkim olmak ve bu coğrafyadan Orta Asya ve Afrika’ya kolayca sıçramak. Konuya girmeden önce Batı Dünyasının bu bölgedeki emelleri olan enerji kaynaklarının neler olduğunu ve rezervlerini somut rakamlarla ortaya koyalım. (Ş.1) Günümüzde dünyada kullanılan yıllık petrol miktarı 4 milyar ton, doğalgaz ise 3,5 trilyon m3 civarındadır. Aşağıdaki rakamlara göre sadece Ortadoğu bölgesinde bütün dünyanın yaklaşık 20-25 yıl petrol ve doğalgaz ihtiyacını karşılayabilecek rezervler bulunmaktadır. Ayrıca bölge ülkelerinden Türkiye’de; demir, bakır-kurşun-çinko, krom, altın, fosfat, profillit, mermer, pomza, çimento hammaddesi, linyit, asfaltit, uranyum, İran’da; demir, bakır-çinko,  krom, altın, feldspat, linyit, Irak’ta; uranyum, fosfat, kükürt, kuvars, jips ve Suriye’de; demir, fosfat, asfaltit madenleri de bu coğrafya içinde önemli rezervlere sahiptir. Ayrıca Türkiye’nin bu bölgesinde 1,8 trilyon m3 olduğu tahmin edilen kullanılabilir şeyl gazı ve 700 milyon ton veya daha fazla kullanılabilir rezerve sahip şeyl oil yatakları bulunmaktadır. Ortadoğu coğrafyasında 20 kadar ülkenin nükleer enerji kaynaklarını kullanmak istedikleri de bilimsel toplantılarda dile getirilmektedir. Diğer taraftan bölgede büyük enerji santrallerinin dışında 100 civarında baraj, 400’e yakın da HES yer almakta ve bölge adeta bir enerji ve sulama parkı haline dönüştürülmüş bulunmaktadır. Ortadoğu ülkelerinin günlük petrol ve doğalgaz üretim ve ihracat rakamları da bu bölgeye olan ilginin kendilerince haklı olduğunu gösterebilir. (Ş.2) Bu coğrafya kuzeyden güneye, GD Anadolu Bölgesi’nden Basra Körfezi’ne kadar bir enerji kıskacı şeklinde uzanmaktadır.

1979 İngiltere siyasetinde ve ekonomisinde önemli bir yere sahip olan düşünür E. Kedourie, İngiltere’nin Ortadoğu politikalarında iki önemli hususun yer aldığını bunların: ‘’1. Tabii kaynakları ele geçirerek iktisadi yönden, 2.siyasi ve askeri yönden bu coğrafyayı nüfuzu altına alarak bölgenin güneyine, Basra Körfezi’ne ve de Hindistan’a kadar olan büyük bir coğrafyayı denetlemek olduğunu ileri sürmüştür. Kedourie, Uluslararası İngiliz Kraliyet Araştırma Enstitüsü Chatham House’un olaylara bakışını ele alan çalışmasını ve Ortadoğu hakkındaki diğer araştırmalarını Chatham House Version and Other Middle Eastern Studies adıyla yayımlamıştır (Londra 1970). Kedourie, çalışmasında Irak, Suriye, Mısır, Filistin ve hatta Sudan ile ilgili İngiliz siyasetinin o günkü şartlara uygun olduğu görüşünü savunan Arnold Toynbee ve arkadaşlarının tezlerine karşı çıkmıştır. Kedourie, 19. yüzyılda Batı’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki sosyal ve toplumsal düzenin bozulmasını gerçekleştirene dek birlikte yaşayan Türkler, Hıristiyanlar, Ermeniler, Yahudiler ve diğer azınlıkların (ve de Kürt’ler) kendi kendilerini yönettiklerini, Batının kışkırtarak azdırdığı milliyetçilik hareketlerinin Osmanlı’ya ve Ortadoğu’ya istikrar getirmediğini ve İngiltere’nin bu acımasız Ortadoğu siyasetinin başarısız olduğunu belirtmiştir.’’

 

Ortadoğu Ülkeleri Petrol ve Doğalgaz Rezervleri

          ÜLKE

        PETROL

      DOĞALGAZ

DÜNYA REZ. PAYI  %

PETROL  /  DOĞALGAZ

   S. ARABİSTAN

36.5 MİLYAR TON

265,9 MİLYAR VARİL

8.2 TRİLYON m3

15.8        /         4.4

         İRAN

21.6 MİLYAR TON

157 MİLYAR VARİL

33.8 TRİLYON m3

9.3          /        18.2

 

         IRAK

20.2 MİLYAR TON

150 MİLYAR VARİL

3.6 TRİLYON m3

8.9          /         1.9

         KUVEYT

14 MİLYAR TON

101.5 MİLYAR VARİL

1.8 TRİLYON m3

6.0           /        1.0

         BAE

13 MİLYAR TON

97.8 MİLYAR VARİL

6.1 TRİLYON m3

5.8           /        3.3

         KATAR

2.6 MİLYAR TON

25.1 MİLYAR VARİL

24.7 TRİLYON m3

1.5           /        13.3

         OMAN

0.7 MİLYAR TON

5.5 MİLYAR VARİL

0.9 TRİLYON m3

0.3           /        0.5

         YEMEN

0.4 MİLYAR TON

3 MİLYAR VARİL

0.5 TRİLYON m3

0.2           /        0.3

 

         SURİYE

0.3 MİLYAR TON

2.5 MİLYAR VARİL

0.3 TRİLYON m3

0.1          /         0.2

( TÜRKİYE

43.1 MİLYON TON

296 MİLYAR VARİL

6.16 MİLYAR m3

TPAO 2013 Sektör Raporu)

DİĞER ODOĞU ÜL

44.0 MİLYON TON

0.3 MİLYAR VARİL

0.2 TRİLYON m3

    -           /         0.1

     TOPLAM

109.4 MİLYAR TON

808.5 MİLYAR VARİL

 80.1 TRİLYON m3

47.9          /       43.2

 

         (Ş.1 Kaynak BP Stastical Rewiev of World Energy-2014)

(Ş.2 Kaynak. www.aksiyon.com.tr)

Mezopotamya’nın, Ortadoğu’da yaşayan halkların sürekli savaştıkları bir bölge olduğu asırlardır bilinen bir gerçektir. Mümbit topraklara sahip olmak isteyen milletlerin MÖ.4000 yıllardaki mücadelesi, 18.asrın sonlarında Fransa’nın Mısırı işgal etmesiyle modern dünyada da devam etmiş, halen sonunun ne olacağı meçhul bir hale dönüşmüştür. Özellikle Türkiye’nin Güney Doğusu, Suriye’nin Kuzeyi, Irak’ın Doğu ve Kuzeyi, İran’ın Batı bölgeleri petrol ve doğalgaz rezervleri açısından çok zengin olduğu için Mezopotamya günümüzde enerji kaynakları açısından önem kazanmıştır.Enerji kaynakları, tarım ürünleri, su kaynakları, ticaret yolları yönünden önem arz eden bu bölge uzun yıllardır bazı projelerle gündeme gelmiştir. Asırlarca Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı insana saygı esasına göre yöneten Osmanlı’nın iktisadi gücün burada bulunduğunu çok geç anlamasında dolayı Batı bu coğrafyaya sahip olmak için yaklaşık 250 yıldır bütün gücüyle saldırmaktadır. İşte birkaç örnek; 1798 Mısır’ın Fransa tarafından işgali, 1869 Süveyş Kanalı’nın açılması, 13 Eylül 1882Kahire’nin İngiliz’lerce işgali, Mart 1912 Fas’ın Fransa’nın himayesine girmesi,  16 Mayıs 1916 Sykes-Picot Anlaşması, 2 Kasım 1917 Balfour Deklarasyonu, 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması, 1948 İsrail Devleti’nin kuruluşu, 1977 Yeşil Kuşak Projesi, 1997 BOP (Greater Middle East Intiative). Buna benzer birçok hadise ile Ortadoğu bugünkü talihsiz günlerine doğrudan batının ve ABD’nin bilinçli olarak yürüttükleri stratejilerle bu noktaya gelmişlerdir. Yıllardır ABD’nin gündeminde olan BOP’ın sınırları da Kuzey Afrika, Pakistan ve Orta Asya’ya kadar genişleme göstermektedir. Amaç, bölgeyi iktisadi ve siyasi yönden kendilerine göre düzenlemek, ülkeleri parçalamak, yeni devletler kurmak, araç ise burada yaşayan halklara demokrasiyi getirme vaadidir. Bunun için seçilen yöntem ise değişik düşünce kuruluşlarına raporlar hazırlatarak ülkelerin iç dinamiklerini öğrenmek ve gereken darbeleri yerinde ve ciddi bir şekilde vurmak.İşte bilinçli olarak yapılan bu karışıklıkta, bulanıklıkta Türk Devleti’nin vatandaşları olan Kürt’ ler kışkırtmalar neticesinde devlete kıyam etme noktasına gelmişlerdir. Peki, ne oldu da Türklerin Ön Asya’ya inmelerinden bu yana geçen on asırdan sonra Anadolu dediğimiz bu topraklarda bir kardeş kavgası başlatıldı? Şimdi geldikleri yerlere, yaşadıkları bölgelere, kardeş kavimler ile ilişkilerine ve de ne istediklerine, tarihi bilgiler ve tarih şuuru açısından bakarak bu meseleyi sorgulayalım. Kimdir bu Kürtler? Türkiye coğrafyasının tamamında yaşayan ve Türk vatandaşı olan Kürt halkı, özellikle 214.309 km2’lik bir alanda yaşamakta olan yaklaşık 14 milyon Türk vatandaşının bulunduğu Doğu ve GDoğu Anadolu bölgesindeki Kürt kökenli bu insanlar kimdir? Tarihi geçmişleri bize neyi anlatmaktadır?

 Kürt’lerin Kısa Tarihi

Şimdi, tarihin labirentlerinde kaybolmadan doğrudan konumuz olan Kürtler ile ilgili gerçekleri kaynaklara dayanarak açıklamaya çalışalım. Başta Şerefname olmak üzere birçok eserde Kürtler, Türkiye sınırları içinde yaşayan Gurmançi’ler ve Guran’lar (Zaza’lar) ile İran ve Irak’ta yaşayan Kelhur’lar ve Lur’lar diye dört gruba ayrılmaktadırlar. Kürt denilen bu gruplar MÖ.600-700’lü yıllarda göç yollarından güneye inerek Orta Doğu’yu ve Anadolu’yu tercih ederek ülkemiz sınırları içinde Hakkâri, Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin Tunceli, Bitlis, Bingöl ve Fırat Nehri kıyılarına yerleşirlerken, bir kısmı da Irak, Suriye ve İran’a yerleşmişlerdir. Ne var ki, kendilerine Kürt adı verilen bu kavimler, bu bölgelere geldiklerinde, bu topraklarda Orta Asya’dan çok daha önceleri MÖ. 2500-3000 yıllarında gelen Turan halkları ile Sami ırkına mensup halklar yaşamaktaydı. Günümüzde hiçbir milletin mensupları yukarıda adı geçen antik milletlerin torunları olduklarını ileri sürmemektedir. Sümer’lerin, Hitit’lerin, Elam’ların ya da Baktria’ların soyundan geldiklerini iddia edenleri hiç duydunuz mu? Kürt adı, bu bölgeye gelip yerleşmiş olan Gur’lara, Z.V.Togan’a göre 24 Türk boyundan biri olan Paktaye’lere (Bokhti) ve Elegest Yazıtı’ndaki Körtle sözcüğünün Kürt şeklinde yorumlanmasına dayanmaktadır. Diğer taraftan Kürtlerin atalarının Karduk olduğunu ileri sürenler bu kavmin bir Orta Asya halkı olduğunu unutmuş gözükmektedirler.Kürtlerin menşei ile ilgili olarak 19. Yüzyıldan itibaren ortaya atılmaya başlayan tezler, yapılan tarihi, arkeolojik çalışmalar sonrasında sürekli değişikliğe uğramaya başlamıştır. 1597’de Şeref Han tarafından Farsça yazılan Şerefname’de Kürt kavramından pek bahsedilmemekte bölgede yaşayan Müslüman Türkmenler ve Araplaşmış İran kökenli, Abbasiler ve Araplar tarafından ‘’Ekrad’’ diye çağrılan göçebelerin hayatı anlatılmaktadır. Kitapta bir Kürt Devleti olarak adı geçen Mervanoğulları’nın Selçuklular’dan önce bölgeye yerleşmiş bir Türk boyu olduğu göz ardı edilmiştir.

 

Tarih Boyunca Türk Kavimleri’nde E. Yavuz’un Kürt Adının Kökü ile ilgili başlığındaki yazılanlara kısaca değinelim: ’’ Karlar, Hindikuş dağları çevresinde Gurşistanın Paktika bölgesinde Kardu-el yani (Kar ili) nde yaşayan bir Türk oymağıdır. Demek oluyorki vaktiyle bunlardan bir bölümü; Çarlar, Gurlar, Peçenekler, Karlukhlar, Bohtlarla birlikte Kenterides (Kent-eri) bölgesine ve Bohtan suyu ile Dicle arasına yerleşdikleri ve buraya da yine eski illerinin adı olan Kardu ve yine eski bölgeleri olan ve Herodot’un Paktı diye adlandırdığı Bohti adını verdikleri görülmektedir… Şu hale göre, Gurlar ilinden ve Hindikuş dağları çevrelerinden, Elbruz (Alp Uruz) dağları etekleriyle Zagrus dağlarına gelen bu Türk oymaklarının bir bölümü, Zagrusları aşarak Doğu-Anadolu’da yerleşirken diğer bir bölümü de bu dağların doğusunda kalmış ve Gur adını bu güne kadar koruyabilmiştir. Gerek Gurlar ve gerek Karlar her ikisi de birer Türk uruğudur. S.270’’

Doğu İlleri ve Varto Tarihi (1945) adlı eserin yazarı M. Şerif Fırat, Varto’nun Kasman (Köprücük) Köyü’nden hayata öğretmen olarak atılmış bir Türk vatandaşıdır. Kitabı basıldıktan bir süre sonra şehit edilmiştir. Kitabından bazı cümleler günümüzde bir Kürt devleti kurmak isteyenlere birer cevap niteliğindedir.’’Doğu illerimizdeki bu dağlı Türkler, boy bakımından üç şubeye ayrılmışlardır. Baba-kürdiler, Kormancalar, Zazalar. Ahmet Refik umumi tarihi, Baba-kürdilerin iki bin yıl milâttan önce Van gölü, İran, Irak hududundaki dağlarda yaşayan Kussilerin ahfadından olduklarını ve bunların Asurîlerle çarpışarak birkaç muharebe kayıt ettiklerini yazmakta ise de, Ahmet Refik’in <Kussî> dediği bu halkın Hatti-Hitit Türklerinden kopan Halti’ler olduğunu ve milâttan binlerce yıl önce Orarto havalisine yerleşip, Toşpa-Van şehrinde büyük bir Türk hükûmeti kuran bu halkın Asurîlerle 17 büyük muharebe yaptıkları, bu gün açılıp okunan Asur kitabelerinden anlaşılmıştır… Kormancolar, yukarıda açıkladığım gibi, Çaldıran zaferinden sonra Yavuz Sultan Selim tarafından İç Anadolu’dan kaldırılıp doğu illerimize gönderilen yakın çağ Türk ve Türkmen aşiretleridir. Yavuz Selim, İdris Bitlisinin önderliğiyle Halti-Lohorto, Kurt-baba dağlı Türklerine Baba-kürdi ve doğu illerimize de Kürdistan adını taktıktan sonra, Anadolu’ya dönmüş, … Milâttan yarım asır önce, Bahteriyan ve Belh havalisinden İran’a akan Part Türkleri, bugün Zaza-dümbeli dediğimiz dağlı Türklerin atalarıdır. Zazaların bir kısmı da <Eti> Türklerinden İran hudutlarına çıkan boylara mensuptur.’’

Yenisey yakınlarında 1888’de Elegest Irmağı vadisinde bulunan Elegest (Elegeş) Yazıtı’nın 5. Satırındaki ifadeler aynen şöyledir: Kört l (ö) k(an) : (a)lp ur(u) nu : (a)ltun l (u) g: k (e) ş (i) g: b(ö) n ny… m: b(e) ldö b(a) nt (l) m: tok (u) z. s(a) k (i) z y (a) ş (ı) mda. (Ben Körtle Han Alp Urungu, altın okluğu bel (im) e bağladım. Sekiz dokuz yaşımda.) Burada Körtle kelimesi Kürt olarak yorumlanış (Kafesoğlu ve Rasony) böylece Kürt’lerin bir Türk boyu olduğu kanısına varılmıştır. Elegest Yazıtı 1915’de Adriyanov tarafından Minusinsk Müzesine getirilmiş ve 19 numara ile kayda geçirilmiştir. (Konu ile ilgili olarak T.Tekin’in Türk Dili Araştırmaları Dergisi-5/1995 bir makalesi bulunmaktadır.)

Tarihi bütün kaynaklar Kürtlerin bu topraklara doğudan geldiklerini göstermektedir. Kürtler konusunda ciddi aştırmalar yapan bilim adamlarının, mağdur psikolojisiyle yollara düşmüş olan yazarçizer takımı ile siyasetçilerin bir tarih atlası alıp ırkların, soyların, boyların, kavimlerin, halkların nasıl bir göç yolu izlediklerine bakmaları yeterli olur sanırım. Kürtler Helen veya Batı kökenli bir topluluk olmadığına göre, Nuh Peygamberin çocukları Yasef, Sam veya Ham’ın soyundan olmaları gerekir. Hamiler, siyah ırkın temsilcileridir. Samiler, Mezopotamya’ya ve Orta Doğu’ya yerleşmişler ve Asur, Arap, İbrani ve Süryani haklarıyla temsil edilmişlerdir. Siyah ırkın temsilcileri, Arap ve İbrani kökenli olmadıklarına göre Kürtler acaba bu soylardan hangisine mensupturlar? Kendilerini bu toplumun dışına itmeyi mağdur olmanın bir neticesidir şeklinde ortaya koymanın ve sonrasında kıyam etmeye kalkışmanın hiçbir anlamı yoktur. Zira bu kıyam bu devletin her zerresine zarar vermektedir. Anadolu coğrafyasında insanca yaşamak için mücadele eden milyonlarca insan olduğu asla unutulmamalıdır. Belli bir dönem, yanlış uygulanan siyasetin insanları baskı altına almaları bir ülkenin parçalanması için gerekçe gösterilmemelidir. Bu topraklarda Kürt’ler haksızlığa uğradı da, Türk’ler uğramadı mı? Kürt’ler her dönemde dillerini konuştular, düğünlerini yaptılar, halay çektiler, yemeklerini bütün ülkeye yaydılar, profesör, bürokrat, milletvekili, iş adamı, yazarçizer, bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı oldular. Peki, nedir bu mağdur edebiyatının sebebi? Son yıllarda ve özellikle de yenidünya düzeni kurulmaya başladığı andan itibaren artan bu etnik direnişin sebebi nedir?

Devlet ve Kürtler adlı eserinde Prof. Dr. M. Heper’in bir ders niteliğinde olan görüşlerinin son kısımda yazılanlarını aktaralım: ’’Kürtlerin zorla asimilasyonu Cumhuriyet devletinin resmi politikası olmadığından, devlet, 1925-1938 isyanlarını İslam etmenine ve yabancı devletlerin desteğine, ikinci 1984-1999 ayrılıkçı hareketlerini de radikal solun oynadığı role bağlamıştır… Devletin Kürtleri zorla asimile etme yoluna gitmemesinin bir başka nedeni de Cumhuriyet kurucularının, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını, İslamiyet’in imparatorluğu modernleştirme çabalarını engellemek için kullanılmış olmasına bağlamalarıdır… Cumhuriyet’in kurucuları, ulusun tüm bireylerini (Türk’ü, Kürt’ü ve diğerlerini) çağdaşlaştırma projesine odaklandılar; yeni cumhuriyetin hedefini, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ve onu geçmek olarak belirlediler.’’

Diğer taraftan son zamanlarda Kürt dili ile ilgili çalışmalarda da bazı gariplikler kendini göstermeye başlamıştır. Köken bakımından dil ailelerinin sınıflandırılmasında Kürtçe, İran dilleri arasında Farsça, Peştuca, Belucice ve Tacikçe’nin yanında gösterilmeye başlanmıştır. Bugüne kadar hiçbir şekilde sınıflamada yer almayan Kürtçe’nin nasıl zorlamalarla bir yerlere konulduğunu görmek mümkün oluyor artık. Kürtçenin yaşayan bir dil olduğu vakıadır. Ancak zorlamalarla bir kültür ortaya çıkarılmak istenmesinin manası nedir? Öyle ki, Ortaöğretim için hazırlanan ‘’Kürt Dili ve Edebiyatı Ders Kitabı’nda Kürtçe ile Medce’nin aynı dil olduğu vurgusu yapılmıştır. E.Özaltındere’nin (turksolu.org) Sanal Kürt Dil-Tarih Teorisi makalesindeki şu tespitin çok iyi değerlendirilmesi kanaatindeyim: ‘’Rus Konsolos Alexander Jaba’nın hazırladığı Saint Petersburg Üniversitesinin yayımladığı Kürtçe-Rusça-Almanca sözlükte 8308 kelimenin 3080’ninin Türkçe (eski Türkmence), 1200’ünün Zentçe, 370’inin Pehlevice, 1030’unun yeni Farsça, 2000’inin Arapça ve kalanın 300’ünün Kürtçe, 60’ının eski Çerkezce, 220’sinin Ermenice, 108’inin Keldanice, 20’sinin eski Gürcüce olduğu tespit edilmiştir.’’  

Kürtçü’ lük, Türk halkının bölünmesini isteyen ayrılıkçı bir söylem, daha açık bir ifadeyle Kürt ırkçılığının adıdır. Kürtçü’ lüğün, Türk milletinin birlikte yaşama arzusunu, ileri medeniyet seviyesine yükselmesini, halkının demokratik bir sistem içinde yaşamasını ve güçlü bir devlet olmasını isteyen Türkçü ‘lükle mukayese edilmemesi gerekir. Türkçü’lük, ırki, kavmi, coğrafi, dini anlamda birlikte hür ve müstakil bir devlet olarak yaşamak ve Türk Milleti’nin bağımsızlığını ve beraberliğini bir güç olarak kabul etmek demektir. Kürtçü’ lüğün ortaya atılmasında ve desteklenmesinde Sosyalist ideolojinin halklara özgürlük ifadesinin yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması sırasında yeni Türk Devleti’ne karşı çıkan Emperyalist güçlerin ortaya attığı ayrılıkçı bu söylemin payının olduğu unutulmamalıdır. Kürt’ler ayrı bir etnik grup olarak dünyaya takdim edildiklerinden beri başta Türkiye olmak üzere tüm Ortadoğu’nun huzurunun kalmadığı gün gibi aşikârdır. Peki, bu huzursuzluk niçin meydana getirilmiştir? Sebep nedir? Yaklaşık iki asırdır emperyal güçlerin desteklediği Kürt feodalitesi de bilerek ya da bilmeyerek bu emperyal güçlere hizmet ederek Kürtçü’lüğü dillere pelesenk yapmışlar, ayrı bir soy, millet olduklarına inanmışlar, örgütlü yapılara destek vermişler ve Türkiye’yi kana boyamışlardır. TC yurttaşı olan ve de Türk’lerle kan bağları kurarak Türk olan Kürt vatandaşları bu topraklarda, Türk’lerin Anadolu’ya geldikleri tarihten bu yana bin yıldan fazla bir süredir birlikte yaşamışlardır. BOP, açılım süreci gibi yine ithal kaynaklı ortaya sürülen yeni resimlerin neticesi bakalım nasıl olacaktır? Zira bir asırlık resimlerin eskimiş olduklarının farkına varmış olan batılı güçler yeni ressamlar ortaya sürdüler. Bölgede Kürt nüfusun dağılımı Türkiye (%10-12), İran (%10), Irak(%15-20) ve Suriye(%7-8) olup bu coğrafyada tahminen 25-30 milyon Kürt yaşamaktadır. Çizilen haritalarda istenen toprak parçası ise yaklaşık 400.000 km2’dir (214.309 km2’si Türkiye topraklarına aittir.). Asırlardır, bırakınız kendi aralarında sosyal, kültürel, siyasal, dini, hukuki, iktisadi ve geleneksel bir bütünlük oluşturmayı, ideolojik, dini ve kültürel sebeplerden dolayı birbirlerine düşman olmuşlardır. 25-30 milyonluk bu düşman kardeşlerin 400.000 km2’lik bir alanda beraber yaşayabilmeleri nasıl olacaktır? Kumanda bugünkü gibi yine batılıların elinde olacağına ve neticede çizilen haritalar gerçekleşemeyeceğine göre ülkemizdeki bu bi-perva Kürt oligarşisinin amacı nedir?  Enerji kıskacındaki Ortadoğu’da Güçler, her gün yeni bir terör tohumu ekmeye devam etmektedirler.  Yeni devletler kurulduğu takdirde asla ve asla huzurlu olamayacakları şimdiden gün gibi aşikârdır.

Dünyada ilk petrol üretim kuyusu 1861’de Pennsylvania Eyaleti’nin Titsuville Kasabası’nda açılmıştır. İşte o günden günümüze dek geçen zaman içinde petrol bulunduğu ve çevresindeki ülkelerin başına bela olmuştur. Güney Amerika, Kafkaslar, Orta Asya, Ortadoğu, Afrika petrol ve de madenler yüzünden isyanların, ihtilallerin, sömürünün yaşandığı yerler haline dönüşmüştür. 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde BOP ile başlatılan ‘BAHAR RÜZGÂRLARI’nın sebebi bu coğrafyada yani Ortadoğu’da dünya petrol rezervlerinin %48’inin ve doğalgaz rezervlerinin de %43’ünün bulunmasıdır (Bu rüzgârların yakın bir gelecekte Kuzey Afrika’yı, belki tüm Afrika’nın tamamını sarması da mümkündür. KAfrika’nın Nijerya dâhil petrol rezervleri 13.5 milyar ton -%6- doğalgaz rezervleri 12.9 trilyon m3-%6.9-.) Yıkılan, harap edilen ülkelerin kendi içlerinde tatsız-tuzsuz dahi olsa devam eden hayatları aniden bir volkanın her gün lav püskürtmesi gibi yaşanılmaz bir hale dönüşmüştür. Güçler, bölgedeki kaynakları ele geçirmek için iki noktada yoğunlaşmışlardır. Birincisi yaklaşık yüz elli yıldır ve özellikle de son yüz yıldır bu coğrafyada önemli bir engel olarak görülen TC Devleti’ni iç meseleler ve iktisadi sıkıntılarla istikrarsız bir ortamın içine itmek, ikincisi Ortadoğu ülkelerinde uzun yıllar sürecek bir kargaşayısürekli işgallerle, isyanlarla, ihtilallerle hayata geçirmek. Türkiye’nin Doğu ve GDoğusu’nda önce özerk bir bölge kurmak, Irak’ın üçe bölünmesi, Suriye’de yönetim değişikliği ve İran’ın batısından bir parça kopararak kurulacak Kürt Devleti’nin emrine vermek. Ortadoğu’ya atılan ilk adımlar 20. yüzyılın ilk çeyreğinde İngiliz’lerin bölgedeki petrol yataklarına duyduğu ilgi ile başlamış ve I. Dünya Harbi sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun bu toprakları kaybetmesiyle sona ermiştir. Hicaz-Yemen, Filistin, Mısır, Irak ve Suriye topraklarını korumak için savaşan Osmanlı Devleti Arap’ların batılı işgal kuvvetleriyle işbirliği yapmaları neticesinde bu toprakları kaybetmiştir. İngiliz’lerin müttefikleri ile birlikte buralarda savaşmalarının en önemli sebebi şüphesiz ki, 1901 yılında Sultan Abdülhamid Han’ın emri ile yapılmış olan bölgedeki petrol haritasının İngiliz’lerin elinde bulunmasıdır (Türkiye bu haritanın varlığından birkaç sene önce haberdar oldu). Bu haritada 65 noktada petrol olabileceği işaret edilmiştir. Diyarbakır, Batman, Mardin, Cizre, Hakkâri, Musul, Erbil, Süleymaniye, Kerkük, Tikrit, Bağdat, Meydani, Ebu-Kemal, El-Kadim, Felluce ve bölgenin elli noktasında petrolün olabileceği günümüzdeki projelerin hedeflerinin ne kadar büyük olduğunu açıkça göstermektedir. Bir Türk şehri olan Kerkük önce Baas rejimi tarafından Arap’laştırılmış, Kürt’ler buradan uzaklaştırılmıştır. Ancak Irak’ın işgali ile birlikte büyük hayallerini gerçekleştirecek olan Güçlerin yardımı ile Kürt’ler yine Kerkük’e yerleştirilmişlerdir. Böylece Kürt’ler ABD’nin petrolle dansına gönüllü olarak iştirak etmiş bulunmaktadırlar. Olan yine soydaşlarımıza Türkmen’lere olmaktadır.

1900’lerde batının önderliğinde başlatılan Kürt isyanları ve ayrılıkçı hareketler, Türkiye’nin Doğu ve GDoğusunu, Irak’ın Kuzeyini,  İran’ın Batısı’ndaki bir bölgeyi ve Suriye’nin de Kuzeyini içine alan yapay bir devlet kurulması aşamasına geldiklerini ve bölgede sürekli sınırların değiştiği haritaları dünyaya servis etmektedirler. Şimdilere ise Suriye topraklarında İsviçre modeli bir yönetim biçimi olan kantonlar kurarak demokratik, özerk ve halkçı bir yönetim tarzı kurulduğunu dünya âleme anlatmaktadırlar.Cizire kantonu’nda Rimelan Bölgesi’ndeki petrol rezervleri Kerkük petrolleri ile hemen hemen eş değer rezerve sahiptir. Buradaki rezervler Suriye’nin tüm rezervlerinden fazladır. Kobani tarım ve Efrin ise zeytin bölgesidir. Ekonomik kaynakların ele geçirildiği bir yerde hakça ve de halkça bir düzenin kurulması mümkün müdür? Kimler niçin aldatılmak isteniyor? 1948’de BM kararı ile masa başında kurulan İsrail Devleti’nden sonra Ortadoğu’nun petrol, doğalgaz, maden ve su kaynaklarını ele geçirmek isteyen Güçler yine masa başında bir devlet kurmanın çabası içine girmişlerdir. Bu kaynakları ele geçirmek için bir buçuk milyon insanın hayatını kaybetmesi onlar için önemli değildir. Zira 1936 yılında Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada W. Churchill’in şu sözlerini emperyal Güçler hiçbir zaman unutmadılar. ’’Baylar, şunu iyi biliniz ki, bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir.’’Güçlerin karşısında kapanımlara, açılımlara, özerklik nidalarına karşı halen Türk Devleti dimdik durmaktadır. Çünkü Türkiye’den toprak çalmak pek öyle kolay gözükmemektedir.

Türk Dostlarının (!) Kürtçü’ler İçin İstedikleri 

11 Mayıs 2003-28 Haziran 2004 tarihleri arasında Irak’taki Geçici Koalisyon Yönetimi’nin Başkanlığını yapan L. Paul Bremer’in hazırladığı Geçici Anayasa metninde Şii’lere, Kürt’lere, ayrıcalık tanındığı ileri sürülmesi, Türkmen’ lere hiçbir hakkın verilmemesi, resmi dilin Arapça ve Kürtçe olarak belirlenmesi, Kerkük ve Musul şehirlerinin belirsizliği ve Irak’ta federal bir sistemin kurulmasının sancıları halen sürmektedir ve çok uzun yıllarda sürmeye devam edecektir. Görüldüğü gibi mevcut dünya düzeninde hiçbir yerde halklar kendi kaderlerini tayin edememektedirler. Ekim 2004’de Mesut Barzani’nin el-Arabiya televizyonuna yaptığı şu açıklaması da verilen yüzün yetmediği astar istenildiğini de açıkça göstermektedir. ’’Biz Irak İdari Yasasını, (Paul Bremer döneminde hazırlanan Irak geçici anayasası) imzaladık. Bu anayasa, Irak ulusal servetinin tüm Irak halkına ait olduğunu söylüyor. Biz yalnızca Kerkük petrollerinde pay sahibi değiliz; tüm Irak petrollerinde pay sahibiyiz. Kerkük’ü elde etmek istememizin sebebi, bu kentte petrolün bulunması değildir. Biz, payımızı hem Kerkük petrolünden, hem Basra petrolünden hem de Irak’ın diğer yerlerindeki petrollerinden alacağız. Irak’ın petrol gelirleri tüm Irak halkına aittir.”

AB 2000 yılı İlerleme Raporunda yazılanlar dehşet verici ifadelerle doludur. İlerleme raporlarının çoğunda Türkiye’nin parçalanması açık seçik yazıldığı halde AB’ye girmek yolunda ısrarın sebebi bir türlü anlaşılamamaktadır. Raporda azınlıklar konusundaki düşünceler şöyledir: (Parçalanan Türkiye. A.Güler) ’’Türkiye’nin, kültürel bir kimliğe ve ortak geleneklere sahip herhangi bir etnik grubu ‘ulusal azınlık’ olarak kabul etmeye istekli olup olmamasından bağımsız olarak, bu tür grupların mensupları, hâlâ açıkça bazı temel haklardan yoksun bırakılmaktadır. Ana dillerinde yayın yapma, ana dillerini öğrenme veya ana dillerinde eğitim alma hakkı gibi,etnik kökenleri ne olursa olsun bütün Türklerin sahip olması gereken kültürel haklar garanti edilmiş değildir. Ayrıca, bu vatandaşlara, bu konudaki görüşlerini ifade etme fırsatları verilmemektedir.’’

Türkiye’nin Kürt Meselesi adlı kitapta G. E. Fuller ve H. J. Barkey’in yazdıklarından bazıları şöyle: ’’Kitabın ön sözünü yazan M.Abramowitz’in bu günlerde hayata geçmeye başlayan ve yazarların politikalarını destekleyen görüşlerini aktararak kitaptaki diğer görüşlere kısaca değinelim: Abramowitz şöyle diyor; Dolayısıyla, yazarlar bazı temel hususlarla ilgili önemli yargılarda bulunmak zorunda kalmışlardır. Ülkenin mevcut sınırları içerisinde; (1) yasal bir Kürt kimliğini ortaya koyan, (2) güneydoğudaki mevcut askeri yaklaşımı çarpıcı biçimde azaltan ve değiştiren, (3) Kürt siyasi partilerini taciz etmek veya kapatmak yerine koruyan, (4) Kürtlerin kendi dillerinde eğitim almalarına imkân veren ve (5) merkezi idareden yerel idareye geçen bir çözüm talep ediyorlar.’’Yazarların görüşlerine gelince; Kürtlerin çoğunlukta oldukları illerin sayısı büyük bir Kürt azınlığın olduğu illerin sayısından azdır. Bazılarının savundukları federal düzenlemeye göre ‘’Türkiye’de Kürtlerin çoğunluğu teşkil ettikleri bölgelere federal statü tanınabilir; bu bölgenin başkenti Diyarbakır’a da Ankara’nınkilere neredeyse eşit yetkiler verilebilir. Federal çözüm, çözüyormuş gibi göründüğü kadar yeni sorun da yaratmaktadır. Hangi bölgeler Kürt bölgesi olarak tanımlanacak? Yalnızca Kürt çoğunluğa sahip olanlar mı?..Söz konusu Kürt bölgelerine hangi yetkiler devredilecektir? Başta sürgündeki Kürt parlamentosu olmak üzere bazı gruplar, kapsamlı bölgesel federal yetki talep etmektedir… Gecikmiş Bir Milli Uyanış. Araplar, Acemler ve Türklerin ardından Ortadoğu’daki en büyük etnik grubu oluşturan Kürtler çağdaş bir milliyetçi hareket oluşturmada neden bu kadar geç kalmışlardır?  Farklı halklar elbette coğrafi ve tarihi koşullarına göre farklı milliyetçi gelişme biçimleri izlemektedirler. Kürtlerin güçlü bir milliyetçi hareket başlatmada gecikmelerinin birkaç nedeni vardır.’’ Görüldüğü gibi Türkler adına Türkler için birileri zaten bir yerlerde kararlar almışlar, planlar yapmışlar bu çok açık bir şekilde görülüyor. Türk Milliyetçiliğini yıllardır faşizmle eş değer görenler, Kürtlerin milliyetçiliklerini baş tacı yapmışlar, halkların kardeşliği ile 1968’lerde yola çıkanlar şimdilerde emperyalizmin gerçek yüzünü gördüklerinde hata yaptıklarının farkına acaba varmışlar mıdır? Zira onların büyük çoğunluğunun şimdilerde ‘Ulusalcı’ olduğunu gördük.

Her türlü anlamsız yorumu, saplantıyı, korku ve hainliği bir taraf bırakacak olursak, yaşayış tarzları, folkloru, yemekleri, inançları, komşuluk ilişkileri, kültür anlayışlarıyla Türk’ler gibi yaşayan bu insanları ayrı bir ırkın ezilen insanları gibi göstermenin ve onları Türk’lere karşı kışkırtmanın tek bir amacı olabilir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni parçalayarak güçsüz hale getirmek… Bu gayretin içinde ABD, AB, ülkenin içinde her zaman olan mandacı zihniyet ve Kürt oligarşisi bulunmaktadır. Türkiye’nin parçalanması sonrası hedef, bölgedeki su, maden ve enerji kaynaklarının ve tarım alanlarının kısaca Mezopotamya’nın yani hayatın ele geçirilmesidir.

Muhittin Ziya Gözler

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi Başkanı