11 Mart 2025
21YYTE.ORG Anayasal Düzen-hukuk-adalet Araştırmaları Merkezi Mustafa Akyol ve Ege Cansen Arasında Kalan Türk Kimliği

Mustafa Akyol ve Ege Cansen Arasında Kalan Türk Kimliği

1924 Anayasası’nın 88. maddesi “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk ıtlak olunur(denir)” der.

9 Dakika
OKUNMA SÜRESİ
1924 Anayasası’nın 88. maddesi “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk ıtlak olunur(denir)” der. 1961 ve 1982 Anayasası’nda da “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” der. Bunun ötesinde bir

Mustafa Akyol ve Ege Cansen Arasında Kalan Türk Kimliği

Ege Cansen, "Referandum: The Cumhuriyet mi The Demokrasi mi?"[1] isimli makalesinde "12 Eylül'de yapılacak halk oylamasının konusunun, anayasa değişiklikleri" olmadığını aslında "cumhuriyet ile demokrasi"nin halk oylamasına sunulduğunu söylemektedir. Cansen "ortada ne soyut demokrasiye yaklaşmak ne de cumhuriyetten uzaklaşmak diye bir şey yoktur. Zaten cumhuriyetle demokrasi birbirini tamamlayan kavramlardır," tespitini de yapar. Cansen'e göre, Türkiye'de cumhuriyet denince temelde üç şey anlaşılır:

1. Laiklik. Yani, insan aklını özgürleştirmek.

2. Etnik kökeni ne olursa olsun, Türküm demekten mutlu olmak.

3. Tam bağımsızlık. Yani büyük devletlerin vesayetini kabul etmemek."

Bununla birlikte Cansen önemli bir tespitte de bulunur. Ona göre, eşyanın tabiatı, bu kurgunun işlemesine izin vermedi ve bu yüzden askeri müdahaleler de oldu. Yazar, "bugün oylanan demokrasi üç unsurdan oluşmaktadır." Buna göre:

1. İslam dinine göre düşünme ve yaşama.

2. Etnik kökenlere göre ayrışma.

3. Büyük devletlerin gözüne girme, onların vesayetini kabullenme.

Star gazetesinden Mustafa Akyol, Cansen'in bu kategorileştirmesini eleştiren bir yazı kaleme aldı. " 'Evet' demokrasi, 'hayır' cumhuriyet için"[2] başlığını taşıyan yazıda Akyol'a göre Cansen'in yazısındaki analiz birimleri, kökeni 50'li yıllara uzanan 'Cumhuriyet-Demokrasi çelişkisi'nin yeni bir aşamasından başka bir şey değildi. Biz bu makalede iki yazarın ele aldığı konuların kritiğini ele almayacağız. Sadece Türk kime denir? Konusunu bu vesile ile gündeme getireceğiz. Akyol, "Cansen'in "Cumhuriyet"e getirdiği tanım"ların biraz "tercüme" istediğini belirterek bizim de üzerinde duracağımız konuya geliyor. Akyol'a göre, "Etnik kökeni ne olursa olsun, Türküm demekten mutlu olma"nın gerçek manası, devletin, etnik kökeni ne olursa olsun, herkese zorla, bağırta bağırta "Türküm" dedirtmesi..." ayrıca Akyol, Cansen'in demokrasi adına "Etnik kökenlere göre ayrışma" ayrışma tespitini de "Kürdüm diyebilme özgürlüğü" ne karşı çıkış olarak değerlendirmiş.

Mustafa Akyol'un "Ne Mutlu Türk'üm diyene!" sözünü "devletin, etnik kökeni ne olursa olsun, herkese zorla, bağırta bağırta "Türküm" dedirtmesi" olarak değerlendirmesi üzerinde durulması gereken bir düşüncedir. Bu zihniyet devletin toplum üzerindeki bütün sorumluluğun kaldırılarak "bırakın yapsınlar bırakın etsinler" anlayışını haklar ve özgürlükler bağlamında değerlendirmesi ne Batıda ne Doğuda uygulanan bir siyaset biçimidir. Öncelikle açıklığa kavuşturulması gereken "Türk" olgusu gerek uluslararası modellerde ve gerekse tarihsel-sosyolojik olarak olan ve olması gereken yönünden bilinçli bir "anlamama" veya "işine geldiği gibi anlama" durumuyla karşı karşıyadır.

Akyol, hukuki olarak tanımlanan bir olguyu ideolojik bir yaklaşımla değerlendirerek siyasi alanda "ideal" olan yaklaşımı "lanetlemek"tedir. Bu tavırda Türk kimliği karşıtlığının "dayanılmaz hafifliğine" kapılmış olması vardır. Oysa bu ilkeyle amaçlanan çok açıktır ki farklıkların dışlanması değil ortak bir kimlik olarak Türk kimliğinin inşa edilmesiydi. Olan bir kimliğin içinde, yani Türklüğün, diğer kimliklerin eritilmesi söz konusu değil. Modernliğin başat özelliği olan toplumsal ve kültürel bütünleşme dinamiklerinin bir gereğiydi. Modernleşen bir Türkiye bu değişim paradigmalarını kabul etmek zorundaydı.

Bu zihniyette temel sorun, Türk kimliği karşıtlığıdır. Türkiye Cumhuriyetinin yaratıcı mayası olan ve kültürel-ideolojik rengini veren "Türk'e" karşı çıkmak, demokratikleşmenin ana parametresi olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Bu olgu devlet-milliyet ilişkisinde ne kadar rasyonel, mantıksal, tarihsel bir doğallığa sahip olursa olsun. Artık en hakiki olguyu bile Türk söz konusu olunca savunulamaz olmaktadır. Anayasadan Türk kelimesinin çıkarılması için gayret eden liberal ve İslamcı aydınların "Kürtleri" anayasada tanıma gayretinde olmaları ve bunu da demokratikleşme olarak ileri sürmeleri bu aydınlardaki Türk sorununu ortaya koymaktadır.

Devletin Türk karakterinin yok edilmesinin gerekçesi Türkiye'ye özgü liberal-demokrat bir kuramsal çerçeveye oturtulmaya çalışılmaktadır. Türkiye'de liberalizm denilince akla "bırakın yapsınlar bırakın geçsinler" gibi "özgürlük" anlayışı akla gelmektedir. Bu cümle elbette ekonomiyle sınırlıydı. Uzun bir süredir siyasi ve kültürel alanda da bu anlayış hakim duruma geldi. Hem de demokratikleşme ve özgürlükler adına. Örneğin "Kürtçe televizyon açılsın dünyanın sonu mu gelir?" Açıldı. Yeni "özgürlük"lere emsal teşkil edilirken sık sık "Kürtçe TV açıldı da Türkiye bölündü mü?" gibi bir soruyu bakanından aydınına çeşitli çevrelerin gerekçelendirme malzemesi oldu. Devlet teorisinden ve devletin oluşum sürecinden bihaber olarak. Veya popülist politikalarının bir gereği olarak bu gerçeği bilmezden gelerek.

Örnek alınan AB ülkelerinde ve başka devletlerde de asla ve kata ayrışma, farklılıklar yaratma bir devlet politikası olarak takip edilmez. Çok-kültürcülük politikaları bile Batıda bir entegrasyon biçimi olarak gündeme gelmiştir. Bununda başarısızlıkla sonuçlanması neticesinde vazgeçilme sürecine geçildi. AB'nin demokrasi motoru Fransa toplumsal uyumda sorunlar yaşayan Çingene ve bazı göçmen grupları sınır dışı etmiştir. Çok-kültürcü politikaları ile Türkiye'ye de sık sık model gösterilen demokratik Fransa'nın kendi vatandaşlarını sınır dışı etmesinin arkasındaki toplumsal ve siyasal dinamikleri rasyonel ve mantıksal tutarlılık içinde çözümlemek gerekmektedir. Özelikle sebepleri üzerinde. Başta Fransa olmak üzere AB merkez ülkeleri demokrasinin doğduğu ve geliştiği ülkeler olduğu gözönünde bulundurulmalıdır. Buna göre de toplumun bekası ve geleceği için "uyumsuz unsurların" sınır dışı etmelerini demokrasinin hangi boyutuyla bağlantılandırılmalıdır? Bu sorunun cevabı Türkiye'deki demokrasi algısının ve Türkiye liberalliğinin de çıkmazını ortaya koyar.

Bu tartışmada hep göz ardı edilen bir gerçek vardır. O da her devletin bir "asabiye" üzerinde kurulduğu gerçeğidir ki İbn-i Haldun'dan beri bilinen ve tartışmaya mahal bırakmayacak kadar doğal bir olgudur. Modern milli devletler de bu doğal devlet olgusuna bağlı olarak bu temel üzerine var olmuştur. Fakat bir farkladır ki, pre-modern dönemde batıda farklıklarından dolayı toplumsal, kültürel, dini, mezhepsel, ırki kümeler eşitsizliğe maruz kalmıştır. Yurttaşlık kurumu ile bu eşitsizlik işlevsizleştirilmiştir. Özgür ve eşit kılınmıştır. Yurttaşlık aynı zamanda milliyet ile de özdeşleşmiştir.

Türkiye Devleti'nin anayasalarında tam ifadesini bulan Anayasa'nın "Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı herkese Türk denir" tanımı mütekamil bir formüldür. Ve gerek dönemindeki ve gerekse bugün Batı devletleriyle kıyaslanamayacak ileri bir yurttaşlık anlayışıdır. Yurttaşlık devletle bireyin arasındaki ilişkiyi düzenler. Hiçbir yurttaş bireyin bir başka yurttaştan üstünlüğü, ayrıcalığı söz konusu değildir. Her türlü verili ve kazanılmış haklardan münezzehtir. Dini, cinselliği, etnisitesi karşısında eşitlik yurttaşlık ile tanınmaktadır. Ve bütün bu farklıkların eşitlendiği yurttaşlığın özel adı Türk olarak sabitlenmiştir. Yani her Türk eşittir. Yurttaşlıkla-Türklükle sağlanan haklar ve özgürlüklerde siyasal, toplumsal, akademik mobilizasyonun ana dinamiğidir.

Tarih boyunca bütün dinler ve ideolojiler "birlik", "beraberlik", "dayanışma" ekseninde amaçlarını belirlemişlerdir. Hiçbir din, ideoloji farklıklar yaratmaz. Çünkü farklılıklardan müteşekkil bir toplumsal yapı güçlü bir dayanışma ve birlik odağı oluşturmaz. Çatışmaları düzenlemek, ortak bir aidiyetlik oluşturmak, ortak kararlar almak ve uygulamak, ortak değerler yaratarak ortak iyiyi bulmak mümkün olmaz. Türk vatandaşlık kurumu bu zeminde modern vatandaşlık sistemine göre düzenlenmiştir. Kolektif değil bireysel haklar öncelenmektedir. Türkiye devleti vatandaşı olan bütün bireyler Türk olarak tanımlanır. Soy, din, ırk vb. farklılıklar bu belirlenimde belirleyici değildir.

Türkiye'de Türk kimliği ile sorunu olan güçlü ve etkili bir seçkin zümre ülkenin ortak kimlik paydasını oluşturan Türk kimliğiyle mücadeleyi kendine amaç olarak seçmiştir. Her sorunun temelinde de "Türk" yer almaktadır. Çok-kültürcülük adına Türk kimliğinin etkinlik ve işlev alanının daraltılması sürecine girilmiştir. Bu süreçte ise Türklüğe karşı geliştirilen retorik dünyadaki somut kimlik ve yurttaşlık uygulaması ile uyuşmamaktadır. Batıda kimlik politikaları "uyum"un bir aracı iken Türkiye'de farklılaştırıcı bir işlev görmektedir. Türkiye'de, bu tartışma, batıdakinden çok farklı bir mecrada seyretmektedir.

Türkiye'de seçkin yapı AB ve ABD ile kıyaslandığında o ülkenin milli kimliğine karşı olan ilişkisi yönünden Türkiye'yle benzerlik taşımaz. Örneğin İskender Öksüz, Star gazetesinde yazdığı bir makalelerde bu konuda bize ufuk açıcı bilgiler sunmaktadır. Batıda nasıl "doğal" karşılanan olay ve olguların Türkiye'de karşı çıkılması gereken bir "lanet"e dönüştüğünü göstermektedir. Öksüz, Türk kimliği karşıtı zihniyeti deşifre etmede önemli bilgiler sunmaktadır. TESEV gibi anti-Türk çalışmalarla öne çıkan STÖ'nin Anayasa'nın birçok maddesinde ve çeşitli yasalarda yer alan 'Türk milleti' ifadesi 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları' veya sadece "millet" ifadesiyle değiştirilmesini "bilimin" verileriyle temellendiren demokratikleşme çalışmalarını ele alan Öksüz, şu gerçekleri Türk bilim efkar-ı umumiyesine sunar: "Fransız Anayasası başlangıcı: 'Fransız halkı vakarla ilan eder ki...' Fransa halkı değil. Metinde Fransa iki defa, Fransız 5 defa geçiyor. Alman Temel Kanunu başlangıcı: "Tanrı ve insanın huzurunda... Alman Halkı, kurucu iktidarlarını kullanarak..." (Almanya halkı değil!) Temel kanunda 45 defa "Alman", 17 defa "Almanya" denmektedir. Almancada kelime işlemciyle bu ayrımı yapmak kolay. Alman: Deutsch. Almanya: Deutschland. İspanya Anayasası'nda "İspanyol" 20 defa geçiyor. İspanya 26 defa. Ermenistan anayasasında 6 defa Ermeni deniyor. Yunan Anayasası hepsinden hoş. Vatandaşların kanun önünde eşitliğinden değil, Elenlerin kanun önünde eşitliğinden bahsediyor! Birçok anayasada, vatandaş olmayan milletdaşların nasıl kolayca vatandaş olabileceği de anlatılıyor. Mesela Ermenilerin nasıl kolayca Ermenistan vatandaşı olabileceği... Anlayamadığım nokta şu: Fransızlık, Almanlık, İspanyolluk, Yunanlık, Ermenilik kimseyi rahatsız etmiyor ama Türklük... Aman sakın. Bilimsel olarak sakıncalı! Fransa Fransızlarındır, Almanya Almanların, Ermenistan Ermenilerin, Yunanistan Elenlerin. Ama Türkiye Türklerin değildir. Öncekiler millettir. Türk, millet değildir. Türk, olsa olsa bir etnik grup veya ırktır (her ne demekse)! Bugün-maalesef-Türkiye denilen kutsal topraklarda daha birçok etnik grup vardır."[3]

1924 Anayasası'nın 88. maddesi "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk ıtlak olunur(denir)" der. 1961 ve 1982 Anayasası'nda da "Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk'tür" der. Bunun ötesinde bir bütünleşme stratejisi nasıl olur? Tartıştığımız sorununun bamteli ne milli yurttaşlık kurumu ne de Türkiye'deki yurttaşlık sistemidir. Sorun Türkiye'de "Türk" ile sorunlu aydınlardır.



[1] Ege Cansen, "Referandum: The Cumhuriyet mi The Demokrasi mi?", Hürriyet, 14 Ağustos, 2010.

[2] Mustafa Akyol, "" 'Evet' demokrasi, 'hayır' cumhuriyet için", Star, 6 Eylül 2010.

[3] İskender ÖKSÜZ, "Türklük" Bahsinin Bilimsel Sakıncaları", Star, AÇIK Görüş, 16 Ağustos 2010.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *