
Bugün Ankara Garı yakınlarında Barış mitingine katılan kitlelere yönelik gerçekleştirilen bombalı saldırı sonucunda 86 vatandaşımız şehit olurken, 186’sı ise yaralı olarak hastanelerde tedavi altına alındı. Bundan bir süre önce Suruç’ta düzenlenen miting ile HDP’nin Diyarbakır’da düzenlediği mitinglerde de bombalı saldırı yapılmış, onlarca vatandaşımız hayatını kaybetmişti. Saldırının failleri 7 Haziran öncesinde olduğu gibi 1 Kasım seçimleri öncesinde de ortalığı kan gölüne çevirmek suretiyle sözde istikrar ve tek parti iktidarı arasında ilişki kuran zihniyet ile bağlantılı görülüyor. Saldırının failleri, planlayıcısı, azmettiricisi belki zamanla ortaya çıkacak belki de tıpkı 1990’lı yıllarda laik ve modern Türk aydınlarına yönelik suikastlerin failleri gibi meçhul bir şekilde kalacak. Burada üzerinde durulması gereken asıl konu Türkiye Cumhuriyeti devleti, hükümeti, güvenlik ve istihbarat bürokrasisinin gerçekte var olup olmadığının tartışılması gereğidir. KCK davası, 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonları yakın çevresine ve kendisine bulaşacağı anda kanunları bir gecede değiştirten, yetişmiş emniyet mensuplarını emekliye sevk ettiren, Deniz Feneri davasının etkisinden kurtulmak için Savcıları yargılatan, çeşitli kişi ve gruplarla yasa dışı işbirliği içinde devletin kurallarını, kurumlarını, bilgi ve donanımını bozan tarafsız olması gerekirsen bir siyasi parti için seçim propagandası yapan, toplumu birbirine düşman kamplara ayıran, 13 yıl içinde kendisi, ailesi ve çevresi zenginleşirken halkı fakirleştiren, kendisi binlerce polis tarafından korunurken halkı güvenlik ve istihbarat zaafiyeti sonucu teröre kurban giden bir Cumhurbaşkanı ülkenin birliğini temsil etme iddiasında nasıl olabilir? Siyasi ikbalini liderinin iki dudağına terk etmiş, liderlik vizyonu olmayan, kadrosu bulunmayan, halk nezdinde bir yer edinememiş, dünyayı tek taraflı mezhepçi bakış açısıyla gören, 90 yıllık barışçıl ve ihtiyatlı Türk Dış Politikası’nı Ortadoğu’da ve Afrika’da bataklığa sokan, 7 Haziran seçimlerinde halkın verdiği “koalisyon” görevini liderinin emri doğrultusunda savsaklayan bir Başbakan bu ülkeye yetiyor mu? İrticai faaliyetleri sebebiyle Genelkurmay Başkanlığı tarafından ihraç edilmek üzereyken istifa eden, etnik kökeni, karanlık ilişkileri ve geçmişi sayesinde bazı çevrelerce devlet sistemine empoze edilen, partili kimliği afişe olan, uluslararası dinci terörün Türkiye’deki operasyonlarına destek olan, PKK ile mücadele yerine müzakere eden bir kişi hala MİT’in başında nasıl durabilir? Hukuk kurallarını siyasi iktidarın çıkarları doğrultusunda eğip büken, bölücü teröristler silah stoku yaparken, uluslararası dinci teröristler Türkiye’yi lojistik, eğitim ve barınma merkezi haline getirmişken, yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık zirve yaparken resen hareket etmeyen yargı bir siyasi lider hakkında siyasi görevini yerine getirerek uyarı yaptığı için fezleke hazırlayan yargıya güvenilebilir mi? Hırsızı yakalamayan, teröristi etkisiz hale getiremeyen, vatandaşın can ve mal güvenliğini koruyamayan; buna karşın halka zulüm eden, rüşvet ve yolsuzluk yaptığı sırada suçüstü yakalanan, Deniz Feneri yardımlarını cebine attığı Almanya yargısınca saptanan, Suriye’deki dinci teröristlere silah ve mühimmat gönderirken suçüstü yakalan AKP liderliğinin güvenliğini sağlayan kolluk güçlerine güvenilebilir mi? Ankara saldırısının başlıca sebebi istihbarat ve güvenlik zafiyetidir. Bunun asıl sorumlusu ise yurtdışından sonra içeride de meşruiyetini hızla yitiren AKP yönetimi ile onun ebedi lideridir.
Yorumlar
*
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *