11 Mart 2025
21YYTE.ORG Politik-sosyal-kültürel Araştırmalar Merkezi Anayasal Vatandaşlık ve Çok Kültürlülük

Anayasal Vatandaşlık ve Çok Kültürlülük

Çok kültürlülük, milli devlet yapısına ve millet olgusuna bir alternatif olarak öne sürülmüş fakat zayıf referans dinamikleriyle meşruiyet sağlamaya çalışmıştır.

11 Dakika
OKUNMA SÜRESİ
Çok kültürlülük, milli devlet yapısına ve millet olgusuna bir alternatif olarak öne sürülmüş fakat zayıf referans dinamikleriyle meşruiyet sağlamaya çalışmıştır.

Anayasal Vatandaşlık ve Çok Kültürlülük

Çok kültürlülük ve Anayasal vatandaşlık olguları birbirini tamamlayan diyalektik yapılardır. Çok kültürlülük 1970'li yıllarda başlayıp seksenlerde yoğun olarak tartışma ortamına girmiştir. Sosyolojik ve hukuki-siyasal nitelikte kavramlardır. Post-modernizm ve kürselleşme dinamikleri bu kavram ve olguların yoğun bir şekilde tartışılmasına imkan sağlamıştır. Bu makalede çok kültürlülük ve anayasal vatandaşlık genel hatları ile ele alınmıştır.

Birey ve Kimlik Ekseninde Çok Kültürlülük

Birey, doğumundan itibaren sosyal bir birim olarak aile içinde yer alır. Yaşı ilerledikçe sosyalleşme süreçlerine dahil olur. Konuşma, davranış kalıpları, başkalarıyla olan ilişkileri gibi günlük yaşam dünyasına aktif olarak katılır. Birey, bu çevresinin dışında, ölümüne kadar yer aldığı toplumun da kural, norm ve değerlerini öğrenir. Toplumsal ve kültürel yapı içerisindeki varoluş, bireyin anlamlar dünyasını tanımasını, etkilenmesini ve etkilemesini de mümkün kılar. Kültür, tarihsel süreç içerisindeki insan-insan, insan-doğa arasında yer alan çeşitli düzeylerdeki ilişki ve etkileşimlerden oluşur. Dil gibi merkezi konumdaki unsurlar kültürün tözsel yapısını teşkil eder.

Bireyin bu yaşam evreni aynı zamanda kimliklenme sürecinin de inşasına en büyük katkıyı sağlar. Bireyin cinsiyeti, fizikî özellikleri, aile ve akrabalık-hısım ilişkileri, arkadaş grupları, mesleği, kültürü, etnik grubu, toplumsal statüler gibi çok çeşitli faktörler kimlik evrenini oluşturur. Öznenin bu bireysel, kolektif, siyasal, hukukî, kültürel vb. kimliklerinin önceliği toplumsal işlevine göre derecelendirilir. Birey bütün bu kimliklerde yer alabilir. Bazılarını öne çıkardığı gibi bazı kimliklerini de tali konuma oturtabilir. Çünkü her bir kimliğin birey açısından farklı işlevleri vardır.

Kimlik bireyin kendi farklılığını ortaya koyduğu gibi ötekiler içerinde de anlamlı bir evren yaratır. Öz farkındalığını kazanır. Bireyin sahip olduğu kimlik davranış örüntülerinde, karşılıklı ilişkilerinde, psikolojik açıdan kendini gerçekleştirmede bir düzen demektir. Bireyin her bir kimliğinin farklı toplumsal düzeylerde farklı işlevi vardır. Mesela "Ahmet" bireyin en çok farkındalık yaratan, diğer bireylerden farklılaştıran ve kendinin ilişkiler ağında başat rol oynayan bir konumdadır. Verili bir kimlik olarak "kadın-erkek" olmak ise toplumsal ve kültürel yaşamın farklı ilişkiler sisteminde yer almasını ve rol dağılımını sağlamak gibi işlevlere mütealliktir. Konumuz açısından önemli bir kimlik de vatandaşlık kimliğidir. Vatandaşlık hukuki-siyasal bir kimliktir. Bireyin devletle ve toplumla olan ilişkisini düzenler. Vatandaşlık kurumu milli devletleri diğer devlet modellerinden ayıran mütebariz bir vasfıdır. Bireyin soyut, eşit, özgür, evrensel hak ve hukukuyla içeriklendirilir. Buna göre bireyin vatandaşlık kimliği dışındaki mensubu olduğu kimliklerin ve aidiyetlerin devletle ilişkiler ağında bir belirleyiciliği ve işlevselliği söz konusu değildir.

Çok kültürlülük her toplumda her zaman ve mekanda bir olgu olarak yer almıştır. Farklı kültürel, cinsel, toplumsal grup vb. farklılıklar bir gerçeklik olmakla birlikte bu makalenin konusunu oluşturan kavramların yer aldığı dünya modern zamanların bir ürünüdür. Modernliğin en başat özgünlüklerin biri de, birey ve toplum zeminindeki varoluş biçimlerine farklı kavramlaştırmalar üretmesi olmuştur. Modernliğin kaynaklık ettiği tartışmaların başında farklılıklar, çok kültürlük, milli devlet ve milliyetçilik gibi temalar öne çıkmaktadır. Post-modernizmle birlikte ise modernlik, millet, milli devlet, Marksizm, liberalizm, Milliyetçilik gibi ideolojilerin makro anlatılar olarak sona erdiği iddiası ana tartışma konusunu teşkil etmiştir.

Çok kültürlülük, milli devlet yapısına ve millet olgusuna bir alternatif olarak öne sürülmüş fakat zayıf referans dinamikleriyle meşruiyet sağlamaya çalışmıştır. Çok-kültürcülerin bu süreçte ortaya koyduğu retoriğe göre, milletler ve milli devletler tek bir milletin varlığını öngörür ve siyasi sistem içerisinde farklılıkları yok sayar. Soykırım, asimilasyon, sürgün gibi etkinliklerle bu homojen yapı sağlanır. Tek bir ideoloji vardır ve bu milliyetçiliktir. Tek bir halk vardır bu devlete adını veren egemen kültürel yapıdır. Siyasi iktidar yapısı ile toplumsal ve kültürel yapı örtüştürülmelidir. Oysa dikkat edilmesi gereken bir husus, modernliği oluşturan bu yapının olumsuzlanması ile farklılıkların tekrar modern öncesi dönemdeki gibi eşitsizliğin kaynağı olmasının önünü açmaktadır. Parekh'e göre, "kültürel bakımdan homojen bir toplumun güçlü yanları belirgindir. Dolayısıyla kültürel bakından çoğulcu bir toplumun mutlaka ve evrensel olarak daha iyi olduğunu iddia edemesek bile" (Parekh, 2002: 220). Modern milli devletlerin temel karakteristiğinin bilinmesi konumuz açısından önem arz eder.

Parekh'e göre (239–240) çağdaş devlet altı gereksinime göre oluşturulmuştur ve bunları karşılaması gerekir: 1- Belirli bir toprağı olmalı, tek bir egemenlik kaynağına ve hudutları içerisinde yasal açıdan sınırsız otoriteye sahip olmalıdır. 2- Tek bir anayasal ilkeler kümesine dayanmalı, tek ve belirli bir kimlik ortaya koymalıdır. Farklı vatandaş kesimlerine, farklı biçimlerde uygulama yapan bir devletin karma ya da karışık bir kimliğe sahip olduğu düşünülür. 3- Devleti vatandaşları eşit haklara sahip olmalıdır. Toplumsal, kültürel ve diğer farklılıklardan soyutlandıkları için eşit haklar genellikle aynı ya da tek tip haklar anlamına gelir. Devlet, aşağı yukarı eşit bir haklar ve yükümlülükler sepetine sahip üyelerinin, içinde özgürce dolaşabilecekleri homojen bir yasal alanı temsil eder. 4- Vatandaşlık birey ile devlet arasındaki üniter, aracısız ve homojen bir ilişkidir. Kültürel, etnik ve diğer farklılıkları soyutlamayı ve kişiyi yalnızca devletin bir üyesi olarak görmeyi kapsadığı için, tüm vatandaşların devletle olan ilişkisi, farklı ve aracı topluluklara üyelik vasıtasıyla değil doğrudan ve özdeş olarak sağlanır. 5- Devletin üyeleri tek ve birleşik bir halk oluşturur. Etnik, kültürel ve diğer açılardan bölünmüş olabilirler; ama bunlar politik açıdan önemsizdir, onların tek bir halk olduğu ve aralarındaki çoğunluğun hepsi adına konuşma ve davranma hakkına sahip olduğu gerçeğini değiştirmez. 6- Eğer devlet federal bir yapıya sahipse, onu oluşturan öğeler kabaca eşit haklara ve güce sahip olmalıdır; çünkü aksi halde, ülkelerin farklı bölgelerindeki vatandaşlar farklı haklara sahip olacak ve eşit vatandaşlık ile homojen yasal alan ilkeleri zarar görecektir.

Anayasal Vatandaşlık ve Çok Kültürlülük

Vatandaşlık, bireyin içinde yaşadığı siyasi bir yapıya ve topluluğa mensubiyetin göstergesidir. Batı da bilinen ilk şekliyle eski Yunan şehirlerinde görülür. Burada kadınlar, köleler ve belli bir yaşın üzerindeki insanların vatandaş sayılmadığı ve sadece belirli bir grubu kapsadığı bilinmektedir. Bu makalede ele alınan vatandaşlık kurumu ise modern devletle birlikte gelişmiş olan mensubiyet biçimidir. Milli devletle özdeş bir hal almıştır. Bu sebeple milli devlet eleştirileri genel olarak yurttaşlık eleştirileri anlamını taşır. Modern devletin vatandaşlık kurumunun öznesi kapsayıcı, eşit, özgür hak ve sorumluluklara sahip bireydir. Vatandaşların dini, etnik, kültürel, cinsiyet, toplumsal statü ve rol gibi verili ve kazanılmış kimliklerinin belirleyiciliği yoktur. Vatandaşların her biri diğerine eşittir, hakların kullanımı ve sorumlulukların paylaşımında eşit ve özgürdür. Bireylerin devletle ve toplumun diğer üyeleriyle olan ilişkilerinde bu kimliği belirleyicidir. Siyasi ve hukuki bir kimlik olarak vatandaşlık kurumu milli devletin insan hakları nosyonuyla tamlaşan bir özellik taşır. Birey merkezli bu vatandaşlık sosyal, kültürel, ekonomik kaynaklı farklılıklara bir anlam yüklemez. Vatandaşlık statüsündeki bireyler sadece bu kimlikleriyle ilişkiler ağına katılırlar.

Vatandaşlık kurumunun bir başka boyutu ise sadece vatandaşı oldukları devletin sınırları dahilinde bir geçerliliğe sahip olmalardır. Vatandaşlık hukuku milli devletin hukukuyla sınırlıdır. Başka bir milli devlet için geçerlilik taşımaz.

Anayasal vatandaşlık tartışmalarının arka planında yeni bir toplumsal ve kültürel yapı tasarımı vardır. Küreselleşmenin getirdiği yeni toplumsal ve kültürel biçimlere yönelik olgular ve iletişim, halihazırda geldiği noktada bireyin daha yerel ve özgün bir aidiyetlik tercihi öne çıkmaya başlamıştır. Yerelliğe yapılan bu vurgu KİA vasıtasıyla ortaya çıkan evrensellik vurgusuyla paradoks yaratsa da her iki durum da bir olgudur. Post-modern felsefe ve yaklaşımların da etkisiyle bireyin yer aldığı millet ve milli devlet olguları şiddetli bir eleştiriye muhatap olmuş ve aynılıklar, benzerlikler, ortaklıklar yerine her türlü farklılık unsuru kutsanmaya başlanmıştır. Bu noktadan hareketle vatandaşlı kurumunun dayandığı siyasal-sosyolojik temel olan millet gerçekliği de payını almış ve artık milletin olmadığı daha mikro ölçülerde etnik, dini, kültürel, cinsel, ırki farklılıkların ikame edildiği yeni bir toplum varlığı tahayyül edilmeye başlanmıştır. Bu toplumsal gerçekliğin parçalanmasına paralel olarak da yeni bir vatandaşlık önerisi talep edilmiştir ki, bu anayasal vatandaşlık, çok kültürlü vatandaşlık, teritoryal vatandaşlık gibi adlarla tanımlanmaya başlanmıştır.

"Anayasal vatandaşlık kavramsallaştırması Alman siyasi düşüncesi kaynaklıdır. Bu kavramın icadı özelde Almanya ve genelde de Avrupa'nın karşılaştığı sorunlara karşı bir çözüm tekniği mesabesinde kurgulanmıştır. Kavram terkibinin oluşturulmasında anlam açısından uyuşmazlık vardır. Çünkü vatandaşlık terimi doğası gereği anayasal bağlantılıdır. Yani dini vatandaşlık, kültürel vatandaşlık vb. bir olgu yoktur." [1] Alman filozof J. Habermas kaynaklı söz terkibinin membaı "Anayasal Yurtseverlik" ten mülhemdir. Alman tarih felsefesindeki tartışmalardan neşet ederek Avrupa Birliği projesi ekseninde bütünleşme yöntemleri kaynaklı münazaralarda özsel etnik ve kültür eksenli millet yerine vatandaşlık ortak paydasında sağlanacak bir oydaşmanın rahmi olarak tasarlanmış ve teklif edilmiştir. Avrupa Birliği'nin ekonomik bir birlikten ABD öykünmesine dayalı Avrupa Birleşik Devletleri ideali çerçevesinde ilk defa 1992 yılında tedavüle sokulmuştur.[2] Yani "anayasal vatandaşlık" kavramı Avrupa'nın bütünleşme projesi ekseninde temayüz eden bir tartışma alanından "anayasal yurtseverlik" ten bozma ithal bir kavramlaştırmadır.[3]

Çok-kültürcülük temelinde siyasi talepler değil küresel dinamiklere bir tepki mahiyetinde olmak üzere özgül, tekil yapıların korunması amaçlanmıştır. Başka bir yönü de ulusal ve uluslararası göç sebebiyle meydana gelen vatandaşlık sorunudur. Buna göre bir devletin vatandaşı iken başka bir devlete göç eden göçmenler bu ülkenin vatandaşlarının sağlık, güvenlik, eğitim, sivil toplum haklarından eşit derecede bir insan hakkı olarak faydalanmak amacını güder. Bu taleplerin karşılanması çok-kültürcülülük olarak tanımlanmıştır. Bu noktada kayda değer olan nokta bu göçmenlerin farklılıklarını ana siyasi süreçlerden bağımsız bir kimlik politikası olarak değil de mevcut devletin vatandaşı olup diğer vatandaşlarla aynı hak ve özgürlüklere sahip olmaktır.

Sonuç

Anayasal vatandaşlık kavramı bizim literatürümüze doksanlı yılların başlarında girmiştir. Bu dönem PKK terörünün de yaygınlaştığı ve gerek AB ve gerekse ABD kaynaklı etnik sorunların da tartışılmaya başlandığı bir dönemdir. Yani çok kültürlü bir toplum tasavvuru oluşmaya başlamıştır. Fakat Türkiye'nin tarihsel ve sosyolojik yapısı Batı toplumsal yapısının ve hukuk gelişiminin tamamen dışında bir seyir takip etmiştir. Irkçılık, ayrımcılık, soykırım vb. insan haklarına aykırı durumların membaı olan Batı, doğal olarak bunlara çözüm tekniklerinin de arandığı başlıca merkez konumunda yer almıştır. Anayasal vatandaşlık ve çok-kültürcülüğün yer aldığı Batıda bu tartışmaları öne çıkaran olgular klasik sömürge sonrası Avrupa'nın toplumsal yapısındaki etnik, ırki, dini çeşitlilik; ABD'nin Güney işgali ile oluşan çeşitlilik; sanayileşmiş ülkelere gerçekleşen iş amaçlı göçlerin neden olduğu yapılardır. Mevcut düzenin ve istikrarın devamının sağlanması açısından bu farklılıkların bir tehlike olarak görülmeleri ve sistematik olarak dışlanmaları olgusu bu tikel yapıların tümele eklemlenmesi ile kontrol edilmesi amaçlanmaktadır.

Sanayileşmesini tamamlayamamış, milli devletini inşa edememiş başka bir deyişle modernliği gecikmiş bir Türkiye'nin, söz konusu Batılı ülkelerin tarihsel temelli sorunları karşısında ortaya çıkan tartışmaları kendi ülkesine ithal etmesini seçkinler-içsel ve AB-dışsal gibi dinamiklerin sonucu olarak görebiliriz.

Milli Devletin vatandaşlık kurumu sosyolojik açıdan farklı çatışma kaynaklarının işlevsizleştirilmesi amacıyla ortaya çıkmıştır. Amaç eşitliğin sağlanması, bireylerin devletin ekonomik ve diğer imkanlarından eşit olarak faydalanması gibi amaçlar taşır. Bu sebeple etnik, dini, cinsel, kültürel farklılıkların çok-kültürcülük ve anayasal vatandaşlık gibi yaklaşımlarla eşit birey yurttaşlığının iptal edilerek birey-yurttaşın haklarını gruplara ikamesinin öngörülmesi yeni çatışma kaynaklarının doğuşuna imkan sağlayacaktır. Oysa farklılıklardan müteşekkil bir toplumsal yapı güçlü bir dayanışma odağı oluşturamaz. Ayrıca çatışmaları düzenlemek, ortak bir aidiyetlik oluşturmak, ortak kararlar almak ve uygulamak, ortak değerler yaratarak ortak iyiyi bulmak mümkün olmaz. Türk vatandaşlık kurumu bu zeminde modern vatandaşlık sistemine göre düzenlenmiştir. Kolektif değil bireysel haklar öncelenmektedir. Türkiye devleti vatandaşı olan bütün bireyler Türk olarak tanımlanır. Soy, din, ırk vb. farklılıklar bu belirlenimde belirleyici değildir.



[1] İkbal VURUCU, Çokluktan Birliğe Türk Kimliğinin Yeni Boyutları, Serhat Yayınları, Konya, 2010, s. 41-65.

[2] Bkz: Habermas, J. (2002). Küreselleşme ve Millî Devletlerin Akibeti, (Çev). Medeni Beyaztaş, İstanbul, Bakış.; Füsun ÜSTEL, (1999). Demokrasi ve Yurttaşlık, Ankara, Dost Kitapevi, s. 149-152.

[3] VURUCU, a.g.m., s. 75.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *