Kürt açılımı sürecinde kararlılığı göstermek, meşru gerekçelerle temellendirmek için sürekli kullanılan "İç dinamikler yetmez, meseleyi ancak AB süreci halleder!", "Her riski alacağız ve açılımı yapacağız!", "Muhalefetsiz de biz bu işi yürütürüz!" ve özellikle "bu bir devlet projesidir!" gibi söylemler önem arz etmektedir. Bu söylemlerin demokrasinin içselleştirilmesi ve demokratik kültür açısından üzerinde düşünülmesi gerekli olan bilişsel evrendir. Bu yargıların her biri, üzerinde durulmaya değmez ölçüde anti demokratik, baskıcı, despot ve totaliter bir zihniyetin dile yansımalarıdır. Çünkü bu söylem ve düşüncelerde demokrasinin varlık şartlarının, amacının, ilkelerinin yok sayılması söz konusudur. Demokrasinin öznesi olan bireyin özgür iradesinin işletilmediği, yok sayıldığı, süreç dışına itildiği, yönetime katılım araçlarının önemsizleştirildiği bir zihinsel durum.
Demokrasinin varoluş mantalitesindeki dinamiklerin genel hatlarıyla ortaya koymak bu konuda açıklayıcı bir fikir sağlar. Demokrasi bireyin yurttaşı olduğu devletin yönetimine katılımı ile bağlantılı bir olgudur. Birey yurttaş sadece bu devlete karşı sorumlu ve hak sahibidir. Bu devlet ve toplum arasındaki ilişkiler örüntüsü demokrasinin niteliğini ve olgunluğunu gösterir. Bu sebeple toplumsal ve siyasi değişimi halkın değil de yabancı iktidar merkezlerinin isteği ve zoruyla değiştirme arzusu, demokrasiyle bağdaşması mümkün değildir. Üstelik bunun demokrasi adına talep edilmesi istihzalı bir haldir. Bu söylemden ziyade, sahiplerinin zihinsel, politik, kültürel konumunun bir yansıması olarak okunmalıdır. Bu "demokratlar" içinde yaşadıkları topluma, mensup oldukları "millet"e güvenmeyecek kadar değersiz gören nominalist vasfa sahip "demokrat" görünürlüklerdir. Yani demokrat "olma" değil, "görünme" kaygısı önceliklidir.
Demokrasinin en temel ilkesi seçimdir. Seçimin mantıksal temelini de bireyin kendi iradesini yansıtma imkanı tanımasında yatar. Ayrıca, bugünkü demokrasiyi eski çağların demokrasi anlayışından ayıran önemli bir ilke de özgürlüktür. Özgürlük ise bireyin bu iradesini yansıttığı karar mekanizmalarını seçme ve kullanma iradesidir. Başka bir deyişle kendi doğrusu doğrultusunda karar verme sürecini işletmesidir. Demokrasinin diğer yönetim tekniklerinden ayırıcı vasfı yurttaşın değiştirme, dönüştürme, biçimlendirme sürecine bilfiil müdahil olmasıyla ortaya çıkmaktadır. Farklı beklentilerin, çıkarların, değerlerin sebep olduğu çoğulcu talepler karar verme mekanizmasında farklı etkileme odaklarının çatışmalarını ortaya çıkarır ki demokrasi de işte bu etkileme-çatışma diyalektiğidir.
Günümüzde demokrasinin mütekamil biçimi katılımcı demokrasidir. Katılımcı demokrasinin özünde ve işleyiş mekanizmasının temelinde sivil toplum örgütleri vardır. Yani, sendikalar, yardımlaşma ve dayanışma örgütleri, düşünce kuruluşları vb. toplumsal örgütlenme biçimleri STÖ'leri teşkil eder. Bu örgütler gerek kendi ve gerekse ülke sorunları karşısında toplantı, miting gibi eylemler ve KİA gibi baskı unsurlarıyla siyasi karar odaklarını etkileme sürecine katılırlar. Böylece kararların alınmasında yönlendirme ve biçimlendirme işlevi görürler. Bu baskı mekanizmaları demokrasinin olmazsa olmazları arasında olduğu gibi toplumsal düşüncelerdeki farklılıkların temsili de böylece sağlanmaya çalışılır. Toplumun en küçük varlık birimleri bu örgütler vasıtasıyla demokrasinin en temel varlık şartı olan halk iradesinin yansıtılması ve gösterilmesinde başat rol oynar. Siyasi karar vericiler icraatlarını ve hele içeriği bilinmeyen ve yurttaşların ortak akıl oluşturmak için zorunlu olan müzakere ortamının yaratılamamasında demokratik düşüncenin ve kurumların işleyişi sekteye uğrar. "Her riski almaya hazırız!" demek, "Sonucu nereye varırsın varsın açılımı sürdüreceğiz!" demek "Mutlak Doğru"ya ulaşıldığını ve ötesinin olmadığı anlamına gelir. "Mutlak Doğru"nun olduğu yerde ise demokratik düşünce yoktur. Bize de sadece inanmak düşer. Bireyin ve karar verici yapının bu durumda, halkın sürece katılımı ile gerçekleştirilecek olan ortak aklın bulunması, müzakere sürecinin işletilmesi gibi demokratik kurumlara ihtiyacı yoktur. Dini bir iman formu olarak "Tek hakikat"çı bir tavır alış hangi retorik kullanılırsa kullanılsın anti-demokratiktir. Demokrasinin içselleştirilmediğinin bir tezahürdür.
*21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı