11 Mart 2025

NORMALLEŞEMEYEN ZİHNİYET

Türkiye’de aydın sorunu Osmanlı-Türk modernleşmesinin başlangıcından beri gündemdeki yerini korumuştur. Bu sorun çeşitli boyutlarıyla, araştırmalara, romanlara, hikayelere konu olmuştur.

7 Dakika
OKUNMA SÜRESİ
Türkiye’de aydın sorunu Osmanlı-Türk modernleşmesinin başlangıcından beri gündemdeki yerini korumuştur. Bu sorun çeşitli boyutlarıyla, araştırmalara, romanlara, hikayelere konu olmuştur. Bu aydının temel sorunu dünyayı algılayışındadır yani zihniyet

Bu zihniyet formu sorunları Doğu-Batı, eski-yeni, modern-geleneksel gibi tasniflerle kavrarken kaba bir "ak-kara" yargısı bu tartışmaların biçimine hakimdir. Sabah gazetesinde sayın İbrahim Kalın'ı okuyunca bu düalist zihniyetin nasıl olup ta hala varlığını koruduğu beni düşündürdü. "Açılım Durursa Hepimiz Kaybederiz"[1] başlığıyla yazdığı makale tamamen iyi-kötü, ak-kara düalitesi üzerine kurgulanmış. Kendini hep iyi ötekileri hep kötü olarak konumlandıran bir zihniyet, üzerinde düşündüğü(!) sorunlar hakkında da tartışmasız vahiy bilgisi niteliğinde kesin doğrular taşır. Her sorunun kesin, açık, net, hazır çözümlerini sunar. İçindeki yaşadığı toplumun, kültürün, bireyin, değerlerin işleyişi ve varlık durumunu göz önünde bulundurarak düşüncesini oluşturmaktansa kendi değer ve doğrularını mutlak hakikat olarak dayatması ve bunu yaparken de büyüleyici, evrensel nitelikli kimsenin itiraz edemeyeceği kavramlar setinin kullanılması nominalist aydın olarak adlandırdığım bu tipin bir vasfıdır. Bu, Türk modernleşmesinin ilk dönemlerinin zihin kalıplarından farksızdır. Toplumun, kültürün, tarihin göz ardı edildiği ve batı gibi kalkınmanın tek çaresinin, her ideolojinin kendi mutlak çözüm yolu olduğu düşüncesi normal işlemesi gereken modernleşme sürecini sekteye uğratmış ve bugüne kadar süren modernleşme sorunlarına kaynaklık etmiştir.

Kendi eylem ve düşüncelerinin mutlak doğruluğuna "iman etmesi" kişiyi başka bir sorunla da malul eder ki o da, eylem ve düşüncelerinin ilahi bir misyonla meşrulaştırılmış gibi algılanmasıdır. Böylece hakikatin kendilerinde mündemiç olduğuna inanmak bu kişilere ötekilerin hakikat olmadığı, sapkın, bölücü, yıkıcı, yok edici gibi ithamları yüklenmesine de meşru bir zemin hazırlar. "Ne pahasına olursa olsun açılımı gerçekleştireceğiz", "Her türlü riski almaya hazırız" zihniyeti yani bu vahiy vasfındaki bağlılık ve bilgi biçimi, diğerlerini simgesel şiddete maruz bırakır ki onlar yok edilmesi gereken yaratıklar mesabesindedir artık. Elbette bütün bunlar gerçekleştirilirken demokrasi, insan hakları adına yürütülmesi üzerinde ayrıca durulması gerekir. Başbakanın danışmanlığını yapmakla kalmayıp SETA üzerinden hükümetin politikalarını belirleyen merkezlerden birinin başındaki kişi olarak yazarın bir "Açılım durursa hepimiz kaybederiz" sözünü sarfetmesi bir "zihniyetin" nasıl inşa edildiği ve karşılıklı olarak kendilerini var ettiklerini de gösterir. Ne pahasına olursa olsun Kürt Açılımı gerçekleştirmek ifadesindeki otoriter zihniyet ile "Açılım durursa hepimiz kaybederiz" sözünün zihinsel kaynağı aynıdır. Bu ifade ediliş biçimi farklı düşünceleri dışlayan ve tek doğrunun tek temsilcisi olarak ne olursa olsun kendi politikalarının uygulanması gerektiğini vurgular. Aksi halde "Türkiye bir üçüncü lig ülkesi" olur. Bunun gibi "korkutma" veya simgesel şiddet biçimleri devreye girmektedir. Danışman ile danışmanlık yapılan kişiyi aynı zihniyette birleştiren anti-demokratik zihniyet, bütün evrensel karakterli kavramlar setine rağmen böyle ifşa edilmektedir.

Bu zihniyetin dün ve bugün taşıdığı kodlar çatışma ve gerçekliğin tahrifine içkindir. Kendilerinin hakikatin tek temsilcisi olduğuna "inanan" zihniyet doğal olarak ötekilere yaşam sürme alanı tanımaz. Bütün eylem ve düşünce alanlarında hegemonya kurma arzusu, referansı yine kendisi olan bir meşruluk verme merkezidir.

Güç ve iktidar bu tek hakikatçi zihniyetle birleşince çok rahat bir şekilde tahammülsüz, hoşgörüsüz, ahlaksız, saygısız bir dil ve eylemler örüntüsü egemenlik kurmaktadır. Bu hegemonyanın aynı zamanda ürettiği imaj ve söylemler tamamen "söz" üzerine inşa edilir. KİA ve STÖ gibi inşa edici güç merkezleri aracılığıyla imaj ve söylemi iktidar doğrultusunda biçimlendirme demokratik düşüncenin de Türkiye'de ki en temel sorun kaynağıdır. Bu sahte imaj ve retoriği sahih kılan ise Foucaultvari bir iktidar tarafından üretilmesidir.

"Hangi vizyon kazanacak?" başlığında danışman ak-kara zihniyetinin kristalize bir örneğini bize sunar. Ona göre, "Türk liderlerinin dünyanın her yerinde izzetle karşılanmasından heyecan duyan emeklileri, gazileri. Cebindeki Türk pasaportunu artık saklamayan yolcuları. Türk parasıyla gurur duyan esnafı. Bayrağının dünyanın yüz küsur ülkesinde dalgalandığını görünce hislenen vatandaşları. Başbakana gözyaşları içinde "yeni şehitler olmasın" diyen şehit annelerini. Türkiye'nin 21'inci yüzyıl vizyonunu Ankara'da zihin tutulmasına yakalanmış siyasetçiler ve bürokratlar değil, bu insanların aklı ve vicdanı belirliyor." Kendi siyasi iktidarlarının üstünlüğünü banal bir popülist söylemle temellendirme biçimini sadece çaresizliğin bir ifadesi olarak okunmalıdır. Öyle ya resmi statüsü olmayan "özel danışmanların" -varlığının sebebi- Amerikalarda "… delikten süpürmeyin kullanın" diye yalvaran, sıfır terörü ta 90'ların başında gibi yeniden yaratan, aşiret reislerinin "değil bir PKK'lı bir Kürt kedisi bile vermeyiz" diye dalga geçtiği dış politik başarıları "Türkiye'nin 21'inci yüzyıl vizyonunu Ankara'da zihin tutulmasına yakalanmış siyasetçiler ve bürokratları" gerçekleştiremezdi.

Danışman devam ediyor, "Türkiye bu noktada karar vermek zorunda: Bütün sıkıntıları göğüsleyerek büyümeye devam mı edecek, yoksa geleceğini 'küçük olsun benim olsun' zihniyetine mi mahkûm edecek?" ve Türkiye'yi süper güç yapacak bir sihirli değnek "Demokratik açılım". Ona göre, "sürecini baltalamak için birkaç başıbozuğun eline silah, sopa, çakı verenler Türkiye'de terörün bitmesini istemiyor." İyi-kötü yargısı apaçık. Ötekilere yani kötülere soruyor, " 'Demokratik açılım sürecinden vazgeç' diye çağrı yapan muhalefet ne öneriyor?" Ama danışman bir türlü resmi ağızların dilendiremediği fakat "karşılıklı desteklerin verildiği sivil toplum örgütlerinin" açık açık yazdığı Kürt Açılımında, Kürtçenin "doğuda" resmi dil, Kürtçe eğitim, özerk idare karşısında muhalefet ne önerebilir? Öyle ya milli-üniter yapının daha kansız nasıl tasfiye edileceğine muhalefet ne sunabildi ki!

Önemli bir tespitte(!) "Demokratik açılımı baltalamak için bir 'Türk sorunu' yaratmaya çalışanların hesabı, bu gerilimi tırmandırmak."? Mevlana'dan bir söz aktaralım: "Ya olduğun gibi görün,ya göründüğün gibi ol." 1990'lı yıllarda Türk Sorunu için en güzel ortamlardan yararlanmayanlar acaba niye şimdi yaratmaya çalışıyor!? Yoksa bu sorunun bir Türk sorununun yaratıldığının dolaylı yollardan itirafı mı olmakta? Yazar, şunu akıldan çıkarmayalım, diyor: "PKK'nın tasfiye olduğu, Kürt kimliğinin 'normalleştiği ve sıradanlaştığı' günler eninde sonunda gelecek. Bu günler yakın bir zamanda ve herkesin katkısıyla mı gelecek yoksa hepimizi yaralayıp hırpaladıktan sonra mı gelecek? Buna hepimizin akılla, vicdanla, insafla cevap vermesi gerekiyor." Kürt kimliğinin normalleşmesi acaba anayasada tanınmayla mı gerçekleşecek? Yoksa özerklikle mi

Danışmanın, "PKK'nın sürecin en kritik anında tekrar teröre başvurması aslında çok manidar," tespiti yapıyor. Bu tespit nasıl okunmalıdır? Terör örgütü zaten adı üstünde. PKK'nın misyonu terör yaratmak, korku salmak, masumları katletmektir. Bu görevini yerine getirince yazarı şaşırtan acaba ne? Yoksa PKK yaptıkları anlaşmaya uymamakta mıdır? Anlaşılan Açılım denilen şey PKK ile karşılıklı bir ateşkes. Evet son olarak yazarın yazısını bitiriş cümlesi, "Açılım süreci yarım kalırsa, Türkiye'de hepimiz kaybederiz, zira herkes eteğindeki taşı önüne dökmüş durumda. Ortalığa dökülen şeylerin içinde barış, demokrasi ve özgürlük de var; savaş, öfke ve nefret de var. Yani demokratik açılım hepimiz için bir "toplumsal tezkiye" sürecine dönmüş durumda." Başlarken ak-kara, biterken ak- kara. Ya o ya bu. Demokratikleşme dedikleri bu olsa gerek.

____________________________________

[*] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı.



[1] İbrahim Kalın, "Açılım Durursa Hepimiz Kaybederiz", Sabah Gazetesi, 19.12.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *