11 Mart 2025
21YYTE.ORG Politik-sosyal-kültürel Araştırmalar Merkezi Tek Tipleştirme Söylemi ve Sorunlu Zihniyetler

Tek Tipleştirme Söylemi ve Sorunlu Zihniyetler

Özgürlüklerin kapısı modern milli devletlerle açılmıştır. Türkiye’de Türk kimliği ile sorunlu bir zihniyet batıdaki normal gelişmelerin varlığını Türkiye’de kabul etmekte zorlanmaktadır.

7 Dakika
OKUNMA SÜRESİ
Özgürlüklerin kapısı modern milli devletlerle açılmıştır. Türkiye’de Türk kimliği ile sorunlu bir zihniyet batıdaki normal gelişmelerin varlığını Türkiye’de kabul etmekte zorlanmaktadır.

Sorun Ne?

Türkiye'de, modernliğin sonuçları ve sürecin zorunlu değişim alanlarının değerlendirmesinde kullanılan yaklaşım biçimleri önemli ölçüde spekülatif bir karaktere sahiptir. Ele alınan olgular ve olayların açıklama biçimleri model alınan ve\ya kıyaslanan ülkelerin koşullarıyla aynı düzlemde gerçekleşmemektedir. Özellikle devlet, toplum, kültür gibi olgular değişim ekseninde araştırma nesnesine dönüşürken açıklama araçları, modeller ve örnekler farklı bir düzlemde ortaya çıkmaktadır. Örneğin Batıda mevcut ulus devletlerin bu noktaya gelinceye kadar ki oluşum sürecinde ortaya çıkan toplumsal, kültürel değişimler ve sorunlar analizlerde göz ardı edilmektedir. Sosyo-politik ve kültürel olgular oluşum sürecinde ortaya çıkan sancılar, sorunlar, krizlerden bağımsız olarak sonuç esaslı karşılaştırılmaya konu olmaktadır. Ve böylece aynı olguların oluşum sürecinde ki benzerlikler ve benzemezlikler bilinmemektedir. Biten olgu bitmeyen olgu ile kıyaslanmaktadır. Bu metodolojik yaklaşımdaki hata ise kıyaslamalarda varılan hükümleri geçersiz kılmaktadır.[1]

Bu bağlamda Türkiye'de siyasal ve akademi hayatında sık sık yapılan metodolojik bir hata milli devletlerin- asıl kastedilen Türkiye Cumhuriyeti- etnik, dini, kültürel farklılıkları yok ederek bütün bireyleri tek tipleştirdiği önermesidir. Buna göre, Anadolu'nun binlerce yıllık tarihinden gelen farklılıklar milli devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyetinin zorla Türkleştirme ve milletleştirme adına uyguladığı asimilasyonla yok olmuştur. Etnik, dini, kültürel farklıkları yok ederek tek tipleştiren yani Türkleştiren Türkiye Cumhuriyeti bunu Ermenileri soykırıma tabi tutarak, Rumları kovarak, Alevileri asimile ederek, Kürtleri kimi zaman katlederek kimi zamanda varlıklarını inkâr ederek gerçekleştirmiştir.[2]

Türklerin bu zenginlik unsuru olan etnik, dini, kültürel farklılıkları çeşitli yöntemlerle yok ederek bir homojenleştirme, tek tipleştirme politikası izlediği iddiası milli devlet modelinin bir sonucu olarak açıklanır. Fakat bugün ABD'yi oluşturan insanların atalarının Avrupa'dan niye göç ettiği hatırlanmalıdır. ABD tarihi incelendiğinde görülecektir ki, bu topraklar öz vatanlarından sadece dini, mezhebi farklı olduğu için katliamlardan kaçabilenlerden ve Afrika'dan getirilen kölelerden oluşmaktadır. Böylece Avrupa'da kurulan milli devletlerin bu tektipleştirme tarihi bilinmezlikten gelinmektedir. Yani iddia edildiği gibi Batı milli devletleri demokratik, insan hak ve hukukuna saygılı, çok kültürlü bir yapıda oluşmamıştır.

Sorunlu Zihniyete Bir Örnek

Tarihin ve sosyolojinin yorumlanması, ciddi bilinç sorunlarının da kaynağı olan anakronik bakış açısının kolaylığına kaçmaya müsait bir konudur. Bu "sorun"u aşağıdaki görünürlük alanlarında tasnifleyebiliriz.

a) Farklı düzlemdeki örnekler aynı olguyu açıklamakta kullanılmaktadır. Batıda Avrupa Birliği çerçevesinde ortaya atılan anayasal vatandaşlık kuramı ulus-devletler arasında bir bütünleşme, dayanışma, ortak kimlik tasarımı iken tek başına bir milli devlet olan Türkiye'de mevcut bütünlüğün, entegrasyonun parçalanması, ortak kimlikten vazgeçişin ve farklılıklar yaratmanın bir aracı olabilmektedir. Keza çok-kültürcülük AB ülkelerinde göçmenlerin, yabancı kökenli işçilerin toplumla, kültürle ve siyasi sistemle entegrasyonunu amaçlarken Türkiye'de tamamen farklılık yaratmanın ideolojik gerekçesi olarak sunulmaktadır.

b) Bununla birlikte tarihin biçimlendirdiği kültür ve toplumun özgünlüğü yok sayılarak epistemolojik bir hataya düşülmektedir. Örneğin batı çok kültürlülüğün, insan hak ve özgürlüklerinin kaynağı olarak ele alınırken Almanya, İspanya, ABD, İngiliz sömürge politikalarının yok edici, asimilasyoncu, dışlayıcı kültürü yok sayılmaktadır. Oysa genel olarak Avrupalıların Amerika'da, Afrika'da, Asya'da, Hindistan'da, Avustralya vb. pek çok bölgede izlediği insanlık dışı uygulamalar tarihsel politikalarla sabittir. Bu yok edici gelenek Batı kültürünün genlerinde yer edinmiştir. Bosna, Irak, Azerbaycan vb. yaşananlar ile bu durum tescillenmiştir. Fakat bu gerçekler göz ardı edilirken asla tektipleştirici, asimilasyoncu, anti-demokratik vb. söylem ve kavramsal araçlara Batı muhatap kılınmamaktadır. Belki bu durum, Batının sömürgeleştirdiği topraklarda tektipleştirecek ve asimile edecek toplum ve kültür bırakmamasıyla açıklanabilir! Siyasal düşünce ve sosyoloji literatüründeki temel konular olan "millet olma" veya "milletleşme" olgularının Batıya değil de "biz"e özgü olduğu üzerindeki yargı bilinçli bir çarpıtma değilse çok ciddi bir aydın olma sorunudur.

Tektipleştirme: Müdahale mi Yoksa Doğal Bir Süreç mi?

Modern toplumun sosyolojisi benzerlik, eşitlik, ortaklıklar, dayanışma vb. dinamikler üzerinde şekillenmiştir. Demokrasi gibi bugünkü düşünce ve eylemlerimizin rahmi durumunda olan normatif yapıların da bu modern bütünleşme eksenli özgülükler üzerine inşa olunduğunu tarih açıkça göstermektedir. "Millet olma" veya "milletleşme" olarak ifade edilen olgu ise yine modernlik olarak tanımlanan sosyolojik, siyasal, ekonomik ve kültürel paradigma ile açıklanabilmektedir. Sanayileşmenin yol açtığı büyük değişim özünde insanları bütüncül benzerlikler yaratarak ortaya çıkmıştır. Bu bütünleşme ise bireyin dini, ırki, kültürel, cinsel farklılıklarının üzerinde bir görüntü oluşturmuştur. Mesela kentleşme olgusu sanayileşmenin sonucu olarak tezahür ederken benzemezliklerin hâkim olduğu ve geleneksel toplum olarak tanımlanan çevre aktörleri üzerinde benzer hal, hareket, davranış, düşünme gibi ortaklıkların yaratılmasına sebep olmuştur. Burada dış müdahaleden ziyade kendiliğinden bir zorunlu değişim söz konusudur. Çünkü kent kendi davranış kurallarını normatif olarak ortaya koymuş, bireysellik okullaşma ile birlikte gelenekleri rasyonel bir çerçeveye oturtmuştur.

Aynı şekilde eğitimdeki merkezileşme de devletin zorunlu kıldığı bir süreç değil aksine Sosyo-politik ve kültürel değişimlerin zorunlu kıldığı bir gelişmedir. Bu noktada göz ardı edilen bir başka durumda her devlet ve toplum modelinin kendi içerisinde bir tutarlığa sahip olduğu ve kendi içerisinde bu sistemin bozulması ile "düzen"in de kaosa sürükleneceğidir. İmparatorluklar devrinde milli devletlerin bir geçerliliği söz konusu değilken milli devletin egemen olduğu bir dünya düzeninde de imparatorluk düzenine ait yargıların, değerlerin ve kuralların geçersiz olduğudur. Hemen sorulabilecek bir soru ise artık milli devletlerin de sonunun geldiği ve yeni bir dünya düzeninin farklıklar temelinde yeniden inşa edilebileceğidir. Böyle bir sorunun zafiyeti ise toplumsal gelişmenin tarihsel açıdan milli devletlerin üzerinde kurulduğu düzene olan öykünmesidir. Yeni bir model değil. Yani kazanımların yok olduğu bir düzendir.

Özgürlüklerin kapısı modern milli devletlerle açılmıştır. Türkiye'de Türk kimliği ile sorunlu bir zihniyet batıdaki normal gelişmelerin varlığını Türkiye'de kabul etmekte zorlanmaktadır. Yoksa AB gibi projelerin bile özünde ortak bir kimlik yaratmak bulunduğunu ve bunun da bir bütünleşme stratejisi olduğunu hatırlatmakta fayda var. Siyasal düşünce tarihi farklılıklar yaratan değil ortaklıklar amaçlayan düşünce akımlarıyla doludur. Farklılıklar yaratmak hiçbir zaman ne dinlerin ne de siyasal düşüncelerin arzulanan bir amacı olmuştur.




[1] Önde gelen solcu yazarlardan Nabi Yağcı, "Benzerlikleri yakalama üstüne kurulmuş bir düşünce dünyasının siyaseti de benzeştirme veya homojenleştirme olabilirdi. Modernizmin ürünü olan millet ve devlet tarihsel temel kategorileri de bu demek değil miydi zaten? Geldikleri yer, kökenleri yani aidiyetleri farklı, gelenekleri, örf ve âdetleri, inanışları, kültürleri farklı farklı olan toplulukları bir kazana doldurup kaynatmak ve adına "millet" denen tek tip bir kalıba dökmek. Benzemezleri benzer kılmak, tek tipleştirmek yani" demektedir.

[2] Aynı şekilde örnek olarak Yağcı diyor ki: "Bizim tarihsel sürecimizde tek tipleşme, Batı'da olduğu gibi aşağıdan ve uzun süren çatışmalar sonucu değil de önce devlet kurma yoluyla yani tepeden gelme oldu. Başka deyişle Modernizm bize Tanzimat'tan, Cumhuriyet'e Batı'yı biçimsel taklit yoluyla geldiği için tek tipleşme en kaba biçimlerde tezahür etti. Örneğin Batı'da "imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz" gibi bir toplum/ millet/ devlet tanımı yoktur. Faşizm hariç. Zira Batıda Modernizm kendi içinde düşünsel/ siyasi bakımdan güçlü akımları barındırdı; Marksizm, Liberalizm, Hümanizm. Bu akımlar tek tipleştirme mekanizmalarını zayıflattı. Bizde ise böyle olmadı. Kültürel olmaktan çok, zor yoluyla etnik ve dinsel tek tipleştirme baskın oldu. Ermeni soykırımı gibi, zorunlu mübadeleler gibi, Alevi kıyımı, Kürt isyanları gibi, laiklik meselesi gibi. Bu sorunların hepsi gördüğümüz gibi bugünün de sorunları durumunda. Yeniden tartışması alevlenen başörtüsü sorunu, anadilde Kürtçe eğitim, Alevilerin cemevlerine serbesti talepleri de bu sürecin bir parçası olan sorunlar durumunda.", "Kafayı değiştirmek mi, kafayı değiştirmek mi?", Taraf, 09.10.2010.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *