< < IŞİD tehdidinin "Kazananları" ve "Kaybedenleri"


IŞİD tehdidinin "Kazananları" ve "Kaybedenleri"

Yazan  04 Ekim 2014

 

ABD Başkanı Obama'nın IŞİD stratejisi açıklamalarına cevap veren IŞİD terör örgütünün sözcüsü Abu Muhammad al-Adnani: "Ey Haçlılar, İslam Devleti tehdidini gördünüz; fakat bunun ilacının ne olacağının farkında değilsiniz, ilacını bulamayacaksınız çünkü ilacı yok. Eğer onunla savaşırsanız daha da kuvvetlenecek ve sertleşecek. Eğer uğraşmaz serbest bırakırsanız büyüyecek ve yayılacak. Ey Haçlılar, isterseniz kuvvetlerinizi harekete geçirin. Gök gürültüsü gibi gürleyin, kimi isterseniz tehdit edin, kendinizi hazırlayın, askerlerinizi silahlandırın, bizi vurun, öldürün, imha edin.  Bu size hiç yaramayacak. Sonuçta siz mağlup olacaksınız." şeklinde konuşmuştu.

Gerçekten de ABD, liderliğindeki koalisyon kuvvetlerini harekete geçirdi, IŞİD'e yönelik saldırılarına başladı. Ama IŞİD belasının nasıl çözüleceği konusunda tam bir mutabakat yok. Çünkü işin içindeki tüm aktörler IŞİD olayını kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme ve çıkar sağlamayı tercih etmiş gözüküyor. Nitekim IŞİD'i yenip dağıtmak için bir araya gelen koalisyon daha şimdiden uygulamada bölünmüşlük görüntüsü veriyor. Bir kısmı hem Irak ve hem Suriye'de operasyon yaparken bir kısmı sadece Irak'ta operasyona katılmayı uygun görmekte, diğer kısmı lojistik, siyasi destek noktasında kalmaktadır. Bu bile IŞİD'in ne olduğu, nasıl mağlup edilebileceği, bitirsek mi sadece zarar mı versek konularında koalisyonun fikir birliğinde olmadığını, buna mukabil IŞİD'in fikirlerini ve eylemlerini destekleyen hatta ona biat etmek isteyenlerin sayısının arttığını görmekteyiz. Hal böyle olunca da nihai hedefleri farklı ve senaryoları birbirine girmiş oyun içinde oyun oynanıyor gibi. Bakalım "şimdilik" bu oyunda kimler kazanmış kimler kaybetmiş.

 

Kazanlar listesi

IŞİD

- Hem mali kaynak, hem de insan kaynağı açısından dünyanın en zengin, ayrıca en gelişmiş silahlara sahip terör örgütü oldu.

- İşgal ettiği bölgelerde bir devlet kurdu, il ve ilçelere yöneticiler atadı, Halifelik ilan etti. Rehin aldığı Türk konsolosluk çalışanlarını serbest bırakma süreciyle bir devletle (Türkiye)  diplomatik/siyasi görüşme/müzakere yapma, mutabakata varma ve rehinleri imza karşılığında teslim etmekle kendi açıklamalarında da belirttikleri ve Türk yetkililerin açıklamalarında söyledikleri (diplomatik-siyasi pazarlık yapıldı) şekilde bir devlet tarafından tanınmaları, resmen muhatap alınmaları gerçekleşti.

- Bir terör örgütü olmasına rağmen Irak ve Suriye'de ele geçirdiği petrol bölgelerinden çıkardığı petrolü düşük fiyatlarla ve kaçak yollardan da olsa dünya piyasalarına satabilmekte, bu satıştan çok fazla para (günlük üç milyon dolar civarında) kazanabilmektedir.

- Şu anda fiilen sahada bulunan terörist sayısı CIA değerlendirmelerine göre 31.000 civarındadır; ama gün geçtikçe artmaktadır. Nitekim Rusya Güvenlik Konseyi bu rakamın 50.000'e ulaştığını açıklamıştır. Sadece Ortadoğu'da değil etki alanını Asya-Pasifik kıyılarına genişlettiği, dünya genelindeki destekçilerinin ise milyonları geçtiği bildiriliyor. Ayrıca bazı ülkelerde uyuyan hücrelerinin bulunduğu gerektiğinde bunları harekete geçirerek kendisine karşı savaşan ülkelere bu hücreler vasıtasıyla saldırılar gerçekleştirip çok büyük tahribatlar verebilecek seviyede olduğu iddia ediliyor.

- Ülkelerin küresel rekabetine alışık olduğumuz dünyada IŞİD'in bu şekilde büyümesiyle artık terör örgütleri arasında da küresel boyutta hakimiyet yarışının başlamasına tanık olundu. IŞİD içinden çıktığı El Kaide'ye meydan okumaktadır. ABD bile IŞİD'in bugüne kadar görülmedik şekilde El Kaide'den daha tehlikeli olduğunu kabul etmiştir.

- IŞİD terör ve saldırı tehdidini ABD ve Amerikalılara yönelterek önce ABD'nin ve daha sonra Irak'taki Müslüman olmayan gruplara da saldırmasıyla diğer batılı güçlerin duruma müdahil olmak üzere harekete geçmesini sağladı. IŞİD Amerikalı ve İngiliz vatandaşlarının başlarını yine batı kökenli IŞİD militanlarına kestirerek aslında Batı'yı tehdit etmedi Batı'yı Irak ve Suriye'deki savaşa davet etti. Görünen o ki bunda da başarılı oldu. Bunun üzerine de özellikle ABD'nin hava saldırılarının başlamasıyla birlikte IŞİD'e katılımlar ve destek dünya genelinde hızla arttı.  

- ABD liderliğinde oluşturulan koalisyon gücü uzun sürecek bir mücadele sonunda belki askeri anlamda IŞİD'i mağlup edebilecek ya da şu anda El Kaide'nin olduğu gibi adı var kendi yok duruma getirecektir; ama kesin olan bir şey vardır ki o da dünya genelinde birkaç milyonlarla ifade edilen destekçisiyle IŞİD "İslam Devleti ve Halifelik kurmayı hak ve ana amaç" gören "fikirler savaşını" çoktan kazanmış gözükmektedir. Nitekim destekçileri akın akın bu savaşa katılmak üzere dünyanın dört bir tarafından (80 ülkeden olduğu ifade ediliyor) IŞİD saflarına katılmak üzere Suriye'ye gelmektedir. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde bu terör örgütü IŞİD ismiyle olmasa da başka bir isimle devam edecektir. Nasıl ki IŞİD El Kaide'nin içinden çıktıysa IŞİD'in içinden ya da işbirliği içinde olduğu örgütler IŞİD'in, İslam Devleti ve Halifelik fikirlerini taşımaya ve yaymaya devam edecek, belki de daha vahşi terör başka terör örgütleri çıkabilecektir. Nitekim şimdilerde Amerikan istihbarat kaynakları Suriye'deki El Kaide bağlantılı Horasan grubunu tehdit değerlendirmelerinde öne çıkarmaya başlamıştır bile. Nitekim Suriye içindeki IŞİD hedeflerine yapılan ilk saldırılarla birlikte ABD Horasan grubunu da hedef almıştır.

- IŞİD'in batılı güçleri harekete geçirecek tehdit gücüne ulaşması diğer radikal dinci terörist gruplar arasındaki imajını ve etkinliğini de artırmıştır. IŞİD içinden çıktığı El Kaide'nin yerini almak üzeridir. Diğer El Kaide bağlantılı gruplar IŞİD'e biat etmeyi tartışmaktadır. IŞİD küresel terörün liderliğini ele geçirmiştir.

Barzanistan (Irak'ın kuzeyindeki Kürt bölgesel yönetimi)

-  Barzani IŞİD krizini kendi yönetiminin, Peşmergelerin yıldızını parlatma fırsatına çevirdi. Yeni Irak'ta Sünnilerin merkezi yönetimde daha fazla söz sahibi olacağı iddia edilirken kesin olan şey ise Iraklı Kürtlerin en büyük kazananlardan olduğudur.

- Maliki'ye karşı direnerek Maliki'nin gönderilmesinde Barzani'nin ve IŞİD'e karşı direnen, IŞİD'i püskürten Peşmergenin (her ne kadar IŞİD'in Sincar saldırılarında Peşmerge bırakıp kaçarak aslında boş olduğunu açığa çıkarmış olsa da Barzani yönetimi bunu mağduriyet edebiyatı yaparak Peşmergeye askeri yardıma dönüştürdü) bu savaşta ana aktörlerden biri olduğu algısını yaratmayı başarmıştır.

- IŞİD'den kaçanları (Yezidiler)  korumaya alan ve BM'nin Irak'ın kuzeyindeki yardım operasyonunda yardımı toplayan, ulaştıran, dağıtan ana aktör rolüyle Barzani yönetimi kriz sonrasındaki federal Irak'ın yönetiminde Şiilerin de önünde bir pozisyonu şimdiden kabul ettirmiştir.

- Artık tek bir harekat alanına dönüşen Irak-Suriye özelinde ve Ortadoğu genelinde oluşacak yeni güç dengelerinde Kürtlerin yeni bir aktör olması gerektiğinden hareketle ABD ve başta Almanya, Fransa olmak üzere Avrupalı ülkeler Barzani yönetimini askeri anlamda taçlandırmak üzere Peşmergeye doğrudan askeri yardıma başlamışlardır.

- ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkelerin doğrudan askeri ilişki kurdukları Barzani yönetimi insani yardım kampanyasında kaptığı rol ile de artık BM ile doğrudan ilişki kurma şansını da yakalamış oldu. Önümüzdeki süreçte henüz bağımsızlığını ilan etmeden de bazı uluslararası kuruluşlarda ve BM'nin alt birimlerinde ve teşkilatlarında üyelikler alması da söz konusu olabilecektir. Bağımsız devlet olmadan devletmiş gibi muamele görmek bu olsa gerek. Hem Kürdistan ismiyle ayrı bir devlet gibi hareket edebilecek, hem de başka bir devlet gibi ortada duran Irak'ın genelinde (Cumhurbaşkanlığı ve hükümetteki önemli icracı bakanlıkları elinde bulundurarak) söz ve yetki sahibi olmaya devam edecektir.

- IŞİD'in Haziran ayı başında Musul'u ele geçirip Bağdat'a yönelmesiyle birlikte Irak ordusu ve diğer merkezi yönetim kurumları her şeyini bırakıp kaçınca Peşmergeler başta Kerkük olmak üzere egemenliği tartışmalı topraklarda henüz IŞİD'in ulaşamadığı yerlerde Irak ordusunun kaçtığı yerlerde kontrolü ele geçirdi ve fiilen Kürt bölgesine kattı.

- Musul Barzani'ye peşkeş çekiliyor: Yeni Başbakan Abadi kendisine dikte edilen esaslar çerçevesinde Bağdat'ta hükümet çalışmaları yürütürken Irak'ın kuzeyinin emanet edildiği Peşmergeler ve onları yönlendiren dış güçler askeri operasyonlarını sürdürmektedir. Şimdilik  ABD ve koalisyon güçleri havadan IŞİD'i vururken Irak'ta yerde Peşmerge kuvvetleri aldıkları askeri yardımlarla birlikte Irak kuzeyinde bazı yerlerde IŞİD'i püskürtmeyi başardı. Bu operasyonlarda Irak ordusunun değil de Peşmergenin ön planda olması Barzani yönetimini heveslendirmiştir. IŞİD Musul'u ele geçirirken, Kerkük dahil arzu ettikleri tartışmalı bölgeleri kontrol altına alan Barzani yönetimi şimdi IŞİD püskürtülürken bu sefer Musul'un tamamını bir savaş ganimeti olarak kontrol altına almayı ve terk etmemeyi düşünüyor.  Bunu da IŞİD'i Musul'dan kovmanın ödülü olarak görüyorlar. Her şey öngördükleri gibi gerçekleşse ve IŞİD Irak'tan çıkarıldığında Sünnilerin Irak yönetimi içinde tutulması ihtiyacından hareketle Musul'un Kürtlere teslim edilemeyeceği gerçeği düşünüldüğünde Barzani yönetimi en azından masada daha kuvvetli olacaktır ve geçmiş zamanda dillendirdikleri şekilde Dicle'nin doğusunda kalan Musul topraklarının Kürt bölgesine katılmasını sağlayabilecek pozisyon üstünlüğüne sahip olacaklardır.

- Şimdilerde sahipsiz bir şekilde yaşam mücadelesi veren Türkmenlerin hiç bir direniş gösteremeyeceği de dikkate alındığında Türkmeneli olarak bilinen bölgenin önemli bir bölümü Kürt bölgesel yönetimini topraklarına katılacaktır. Bugüne kadar topraklarını yüzde kırk oranında genişleten Barzani yönetimi Irak'ın tek gelir kaynağı olan petrolün önemli bir bölümünün çıkarılmasında ve satışında adeta vanayı ele geçirmişken IŞİD'in püskürtülmesi sürecinde Musul'daki gelişmelerle birlikte topraklarını daha da genişletme imkanına kavuşmuştur. Ayrıca Musul barajını ve Dicle nehrini kontrol eden bir Iraklı Kürtler Bağdat yönetimi üzerinde baskı kuracak ve geleceğin savaşlarının ana unsuru olan silahı yani suyu da ele geçirmiş olacak, Dicle nehrinin sınır olmasıyla da Kürtler-Sünniler-Şiiler arasındaki Irak içi sınırlar daha da belirgin hale gelecektir.

- IŞİD saldırıları ve Musul'un işgali Kürt petrolünün önünü açmıştır. ABD başta olmak üzere herkesin karşı çıktığı ancak sadece Türkiye ve Barzani yönetiminin mutabık kaldığı Kürt petrolünün ihracatı, IŞİD saldırıları sonucu Kürtlerin Kerkük'teki petrol sahalarını da ele geçirmesiyle artan üretimle birlikte hızlanmıştır. Ortaya çıkan kaos ortamında Kürt petrolü oldu-bittiye getirilerek hızla ihraç edilmeye başlanmıştır. Bu durum memuruna-Peşmergesine maaş ödemekte zorlanan Barzani için çok önemli bir nefes borusu, Bağdat yönetimine karşı da önemli bir pazarlık kozu olmuştur.

-  IŞİD'in Irak'ta ilerleyişinin durdurulmasında ve hatta bazı yerlerde IŞİD'in püskürtülmesinde Barzani yönetiminin ve dolayısıyla Peşmergenin kritik rolü olduğunu değerlendiren ABD yönetiminin adı konulmamış ya da resmen açıklanmasa da bugüne kadar Barzani yönetimine karşı silah ambargosu uygulayan ve askeri yardımların sadece Bağdat yönetimine yapılmasını öngören prensibini değiştirdiği anlaşılmaktadır. Hem ABD hem diğer Avrupa ülkelerinin silah ve askeri teçhizat/eğitim/danışmanlık yardımlarıyla birlikte Peşmerge hızla ordulaşma sürecine girmiştir. Bu Barzani'nin bağımsızlık ilan edilmesi gerektiği fikrini daha net ve açık şekilde açıklaması bağlamında cesaretlendirmiştir.

- Barzani daha önceki yıllarda "bağımsızlık Kürtlerin hakkıdır ancak bunun için daha zamanın gelmediğini" ifade etmişken, yukarıda belirtilen kazanımlarla ve arkasına aldığı dış destekle birlikte işgal ettikleri Kerkük ve tartışmalı topraklardan çıkmayacaklarını ve en kısa sürede bağımsızlık referandumu yapacaklarını açıklamış, bu açıklamalarına başta İsrail'den çok açık ve net olmak üzere Avrupa ülkelerinden ve ABD'den destek açıklamaları gelmiştir.

- PKK terör örgütünün hamisi, şimdilerde AKP hükümetinin stratejik ortağı Barzani’nin, son Türkiye ziyaretinde "TSK Peşmergeye eğitim versin" talebinde bulunduğu basına yansımıştı. Konuyla ilgili konuşan MSB İsmet Yılmaz: “Böyle bir talep olursa değerlendiririz. Bu coğrafyada şu anda en yakın ilişkimizin olduğu Kuzey Irak yönetimidir. Çünkü onlar biliyorlar ki, dünyaya açılmak Türkiye üzerinden olacaktır. İster mevcut statüyle ister mevcut statünün üstündeki bir statüyle veya bir alt statüyle ne durumda olursa olsun bu coğrafyadan dünyaya açılmak Türkiye üzerinden olur. Böyle bir talep olursa değerlendiririz. Şu anda Kuzey Irak yönetimi Türkiye için iyi bir tampon görevini görüyor” diyebilmiş, bu durum Barzani'nin AKP hükümetince ciddiye alındığını ve Türkiye'nin kaybettiği, Barzani'nin çıktığı seviyeyi göstermesi açısından Barzani'nin hesabına artı olarak girmiştir.

- Erbil'de teşkil edilen müşterek harekat merkezinde Amerikalı subayların Iraklı askerlerin yanında Peşmergelerle de birlikte çalışması, onlara eğitim ve danışmanlık vermesi, ABD'nin istihbarat, keşif, gözetleme görevleri yapacak uçakları Erbil'de konuşlandırmasıyla Erbil'i daha doğrusu Barzani yönetimini Irak'ta IŞİD'e karşı faaliyetlerin merkezine oturtmuştur. Bunlar aynı zamanda Barzani yönetiminin belki de en zayıf yönlerinden birisi olan Peşmerge yapısının gerçek bir orduya dönüştürülmesi gayretleridir. IŞİD'in yarattığı kaos ortamında tartışmalı bölgelere ve Kerkük'e el koyarak ekonomik anlamda kendisine önemli kaynaklar yaratan Barzani, Peşmergenin orduya dönüştürülmesinin verdiği güvenle bağımsızlığa daha da yaklaşmıştır.

PKK terör örgütü

- Karanlık işleri/entrikaları seven, puslu havalarda haince saldırılar yapmasıyla bilinen, bebek katili, eli kanlı PKK terör örgütü, IŞİD'in Irak Ordusunun kaçmasıyla önce Musul'u işgal edip Bağdat'a ve Erbil'in kapılarına dayanması ve sonra Sincar(Şengal) bölgesinde Peşmerge'nin de kaçmasıyla oluşan kaos ortamında IŞİD'e karşı savaşmak üzere bölgeye teröristlerini göndererek Peşmergenin yanında yıldızını parlatma ve kirli geçmişini aklatma fırsatı buldu.

- PKK terör örgütü ABD'nin hava desteği sağladığı bir operasyonda yer alarak "de facto" da olsa ABD ile kısa süreli bir müttefiklik ilişkisi yaşamış, aynı fotoğraf karesine girmiş, batı basınında PKK'nın IŞİD'le mücadelede en iyi müttefik olacağı yazılabilmiştir.  Bunları yazanların en büyük dayanaklarından birisi ise AKP hükümetinin PKK ile müzakere yapıyor olması gösterilmiş ve müzakere yapılan bir örgütün terör örgütü olamayacağı, AKP hükümeti onları muhatap aldığına göre diğer ülkeler neden ilişki kurmasın denklemi olmuştur.

- Sincar ve Mahmur bölgelerinde IŞİD'e karşı Peşmergeye yaptığı yardım batı basınında kahramanlık destanları gibi sunulmuştur. Bu vesileyle öyle bir ortam yaratıldı ki; (1) sanki IŞİD'in hakkından sadece PKK gelir, yeter ki ona silah ve askeri malzeme desteği verilsin,  (2) PKK, IŞİD vahşetine karşı savaşan barış isteyen masum insanları koruyan yerel bir silahlı güçtür, dolayısıyla terör örgütleri listesinden çıkarılsın, (3) oluşturulacak koalisyonun yerdeki asli unsuru olsun. Bunlar halihazırda gerçekleşmemiş olabilir; ama batı kamuoyunda bu algılar oluşmuş ve benimsenmiştir, dolayısıyla beklenmedik anda gerçekleşmeleri sürpriz olmamalıdır, PKK bunları sağlamak için ortamı zorlamaya devam edecektir çünkü şu anki konjonktür buna çok uygun hale gelmiştir.

- PKK Irak'ın Sincar bölgesinde olanın bir benzerini Suriye'nin kuzeyindeki gelişmelerle yakalamaya çalışmaktadır. PKK ve yandaşlarının Kobani dedikleri ve sanki ezelden beri Kürt bölgesiymiş ve IŞİD sadece burada saldırı/katliam yapıyormuş gibi sundukları bölgede (asıl orijinal adı Ayn el Arap'dır. Arapların hakim olduğu bir yerdir. Soner Yalçın Sözcü gazetesinde bu konuyu çok güzel anlatmıştır) IŞİD saldırıları sonucu PKK'nın buradaki kolu PYD/YPG'nin dağılması batı kamuoyuna IŞİD'i yenecek kahramanlar olarak sunulan PKK'nın karizmasını çizmiş olmasına rağmen PKK'nın buradan da bir mağduriyet yaratıp (koalisyon ülkelerinin kara savaşına katılacak asker göndermeyeceğinin de farkındalığıyla) "gördünüz mü bize silah yardımı yapmazsanız IŞİD, Türkiye ve batı blokuna doğrudan tehdit olacaktır" propagandası yapıp kendisinin ordulaşmaya doğru gitmesini sağlayacak desteği alma fırsatını tekrar bulmuştur.

- Yine PKK'lıların Kobani dedikleri bölgede Türkiye'yi Kürtlere insani yardıma ve IŞİD'e karşı yardıma mecbur etmeye yönelik girişimlerle (söz konusu bölgedeki Suriyeli Kürtlerin PYD/YPG tarafından zorla Türkiye'ye göç ettirildiğine dair haberler gelmektedir) oldu bitti yaratarak Türkiye'nin PYD/YPG yani PKK'yla aynı safta buluşturmaya çalıştığı da görülmektedir. AKP hükümetinin yeni Başbakan yardımcısı Kandil'e çağrı yaparak PKK'nın Kobani'de savaşmasını teşvik etmektedir. Orada savaşacak PKK'lılar Türkiye'den gidecektir, duruma göre girip çıkacaklardır, IŞİD daha da ilerlerse belki de TSK IŞİD'e karşı PKK'nın yanında yer alacaktır. Bunlar hayali değildir, hükümetin akil adamlarınca, çözüm sürecini bitirmekle tehdit eden ortaklarınca açıkça söylenmektedir. Bu senaryo doğrudan gerçekleşmese bile ABD/batı bloğunun da planladığı şekilde (batının destekleyeceği muhalif grupların başında gelen ÖSO ile PYD/YPG IŞİD'e karşı mücadele için işbirliği yapmış ittifak oluşturmuştur) IŞİD'le savaşacak sözde ılımlı muhaliflerin eğitilmesi donatılması projesiyle Türkiye'nin/TSK'nın PYD/YPG'ye yardımda bulunması an meselesidir.

- Nitekim PKK terör örgütünün İmralı'daki hükümlü lideri, sözde çözüm sürecinin tek hakimi Öcalan da son açıklamasında Kobani'yi çözüm sürecinin devam edebilmesi için ön şart olarak koymuş, hatta Kobani düşerse Türkiye'de darbe olur diyerek hükümete adeta tehdit-şantaj kokan bir mesaj göndermiştir. İçeriğini sadece Öcalan'ın bildiği çözüm süreci yalanıyla PKK'nın eline bakar durumda olan AKP hükümetinin Öcalan'ın bu tehdit mesajından gerekenleri çıkarması ve Kobani'nin düşmemesi için YPG/PKK'ya destek olması kaçınılmaz gözükmektedir. Böylece PKK'nın Büyük Kürdistan batı bölgesini oluşturacak Kobani/Rojava bölgesini de Türkiye/TSK vasıtasıyla güvence ve koruma altına alınmasına tanıklık ediyor olabiliriz.

- Sanki IŞİD'den zarar gören başka gruplar ve bölgeler yokmuş gibi malum çevrelerce Kobani'nin sürekli gündemde tutulması ve PKK'nın ele başlarının sözde çözüm sürecini Kobani'nin geleceğiyle ilişkilendirmeleriyle Türkiye sınırları içinde Kuzey Kürdistan dedikleri bölgeyle Suriye'deki Batı Kürdistan dedikleri bölgeyi de birbirine bağlamış oluyorlar. Kobani'de çözüm olduktan (yani Batı Kürdistan garantiye alındıktan) sonra sıra, Kuzey Kürdistan'a gelecektir. Nasıl olsa Türkiye'de PKK'nın şantajında olan bir hükümet var ve Türkiye'de fiziki bir dış müdahale olmadan bizzat kendi elleriyle kendi ipini çekme yoluna girmiş durumda. Dolayısıyla Büyük Kürdistan'ın batı bölümü de Türkiye'nin himayeleriyle hedefine ilerleyecek gözükmektedir ki bu durum IŞİD tehdidinin yarattığın ortamı kendi lehine kullanmak açısından PKK için önemli bir başarı olmuştur. Çünkü artık Kobani PKK tarafından koruma altına alınmış adeta Suriye topraklarından ayrılarak kurtarılmış bölge haline getirilmiş ve nihai çözüm için öncelikli konu olarak Türkiye'nin kucağına bırakılmışken, Türkiye'nin içindeki PKK'nın yaptığı terör (hükümetin asayiş dediği) olayları gündemden düşürülmekte, dikkatlerden kaçırılmaktadır. Böylece bir taraftan da PKK Türkiye ve TSK ile yürüttüğü mücadele alanını genişletmiş, böyle bir ortamda askeri literatürde geri bölge konumuna gelen Türkiye'nin güneydoğu bölgesinde PKK'nın hakimiyeti iyice artmış ve buralardaki PKK devletçiğinin devlet uygulamaları genişlemiş, yaygınlaşmıştır.

- IŞİD'in yarattığı kaos sürecinde PKK'nın teröre karşıymış, gerçek barış taraftarıymış gibi bir algının ortaya çıkması hem PKK yöneticilerini hem de uzantılarının cesaretini daha da artırmıştır. Hem Kandil'dekiler hem de siyasetteki uzantısı HDP'nin yöneticileri de Türkiye'nin PKK'ya silah ve askeri destek vermesini ve hatta daha da ileri giderek Türkiye'nin bağımsız Kürdistan'ı tanıyacak ilk ülke olması gerektiğini dile getirebilmişler, PKK'yı masum bir örgüt olarak benimsetmeye yönelik olarak Türk kamuoyunun değerleriyle oynayabilmişler, buna karşı Türkiye Cumhuriyetinin hükümetinden tek bir olumsuz tepki bile almamayı başarmışlardır. (Bu gelişmeler PKK ve onun yardakçılarının bitmeyecek tükenmeyecek taleplerinin şimdilik son halkasıdır ve eğer hükümet yine sessiz/tepkisiz kalmayı sürdürürse görülecektir ki yeni talepler gelecektir. Ve en sonunda belki hükümet anlayacaktır ki aslında mahkum olan İmralı'daki Öcalan değil dışarıdaki hükümettir.)

- ABD'deki düşünce kuruluşları ve AB'nin bazı yetkilileri PKK'nın IŞİD'e karşı mücadelesine ve AKP hükümetinin PKK ile yürüttüğü müzakerelere atıfla PKK'nın terör örgütleri listesinden çıkarılması gerektiğini sıklıkla ve yüksek dozda gündeme taşırken bir kısmı ise ilave olarak PKK'nın IŞİD'le mücadele planına dahil edilerek askeri yardım yapılmasını önermişlerdir. Suriye bağlamında PYD'ye de önemli rol biçilen bu görüşlerde PYD'nin PKK'yla bağlantılı olmasına rağmen ABD tarafından terör örgütü olarak kabul edilmediğine dikkat çekilerek PYD ile irtibat kurulması ve gerekli desteğin verilmesi de istenmiştir.

- Bütün bunlardan daha elimi ise, Türkiye Cumhuriyetinin yönetiminde en üst makamlarda olanlar da PKK'ya askeri yardımın yapılmasının, geçmişinin aklanmasının ve taleplerinin resmen tanınmasının önünü açacak beyanlarda bulunması ve davranışlar sergilemesidir. Örneğin; BM toplantılarına katılmak için ABD'de bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, IŞİD terör örgütüne karşı mücadele için "bölücü terör örgütünün Suriye kolunun (PYD) da içinde bulunduğu bir çözüm olması lazım" ifadesi buna verilebilecek son örnektir. Hal böyle olunca PYD'ye yapılacak yardım PKK'ya yapılmış yardım olacaktır. IŞİD terör örgütüyle mücadele için başka bir terör örgütünün desteklenmesini içeren bir terörle mücadele yaklaşımı mümkün olamayacağı gibi Türkiye'nin çıkarlarına ve bekasına uygun değildir. Ancak görülüyor ki IŞİD'in yarattığı ortamda özellikle yabancı ülkelerde yıldızı parlayan PKK her türlü siyasi, diplomatik, psikolojik üstünlüğü ele geçirmiş durumdadır.

- PKK bu kaos ortamın elde edeceği eğitim, silah/askeri destek, uluslararası tanınırlık avantajıyla Türkiye'nin güneydoğusunda özerk yada federal bir yapı içinde kendi yönetimini oluşturmak, güvenlik gücü olarak da PKK'lı teröristleri öz savunma gücü olarak bölgeye yerleştirmek ve bilahare ilan edilecek bağımsız Kürdistan'ın ordusunun temelini oluşturmak amacının ulaşılabilir olduğuna hem kendilerini hem de bölgedeki destekçilerini inandırma yolunda önemli bir algı yaratmış ve ilerle kaydetmiştir.

- Geçmiş dönemlerde gelişmiş silahlar edinmeye çalışan ancak başarılı olamayan PKK'nın IŞİD'in yarattığı kaos ortamında bazı gelişmiş silahlara (Milan tank savar silahı gibi)  sahip olduğu fotoğraflarıyla video görüntüleriyle medyaya yansımıştır. Bu silahların TSK ve Türk milletine döndürülüp kullanılması ABD işgalindeki Irak'ta meydana gelen olaylardan tecrübelerde görülmüştür ki kaçınılmaz bir gerçektir.

- Sincar'daki yardımlarıyla öne çıkarılan PKK'lı teröristleri bugün artık Türkmen şehri olarak bilinen Kerkük'e kadar inmişlerdir. AKP hükümetinin açılım politikaları öncesinde Türkiye'nin kırmızı çizgilerinden olan Kerkük'te bugün PKK'lı teröristler Peşmerge ile birlikte Kerkük'ün IŞİD'in eline geçmemesi ve Barzani'nin elinde kalması için savaşmaktadır. PKK bunun karşılığını mutlaka isteyecektir.

ABD

- IŞİD krizi ABD'ye 2011'de biraz da aceleyle Irak'ı terk ederken yarım bıraktığı işleri tamamlama, kaybettiği stratejik avantajları tekrar ele geçirme, İran'ın başını çektiği Şii grupların kazanımlarını boşa çıkarma ve Irak ile çevresinde arzu ettiği düzeni kaldığı yerden dizayn etme fırsatı sunmuştur.

- IŞİD tehdidiyle birlikte oluşan ortamda ABD Irak'taki askeri varlığının etkinliğini hızla artırıyor (krizin başlamasıyla birlikte gönderdiği asker sayısı 1700'e ulaşmıştır, IŞİD stratejisinin uygulanabilmesi için bu rakamın 5000'e çıkacağı iddia ediliyor) hem de 2011 sonunda çekilirken Maliki hükümetinin kabul etmediği şartlarda. ABD o zaman da Irak'ta asker bırakmak istemiş ama askerlerine tam muafiyet sağlanmasını talep etmiş ancak Maliki yönetimi kabul etmemişti. Ama IŞİD'in Bağdat'ın kapılarına dayanmasıyla çaresiz kalan Maliki bu sefer Amerikan askerlerinin tam muafiyetle Irak'a gelmesini kabul etti. Yeni Irak Başbakanı Abadi'nin de bu durumu değiştirecek gücü mevcut değil.

- Her ne kadar bölgeye çok fazla asker yığmayacağını açıklasa da, IŞİD'le uzun zaman alacak bir mücadelenin de hazırlıklarını sürdürmektedir. Bu kapsamda harekatı desteklemek üzere Irak'ta olmasa da çevre ülkelere ilave Amerikan askerleri sevk etmeyi de planlamaktadır. Ayrıca özel anlaşmalarla Körfez ülkelerinin güvenliğiyle ilgili angajmanlara girmiş olan ABD artan IŞİD tehdidi gerekçesiyle birlikte söz konusu ülkelere yönelik silah satışı süreçlerini de hızlandırmıştır. Nitekim son olarak Suudi Arabistan'a 1.75 milyar dolarlık Patriot füzesi satışına hemen yeşil ışık yakılmıştır.  

- Bu yeni durumda diğer önemli bir gelişme de Amerikan askerlerinin Erbil'de konuşlanmalarıdır. ABD'nin bu bölgeye siyasi desteğinin yanı sıra bu bölgede askeri varlığını artırmasında, muhtemel bir bağımsızlık ilanı öncesinde ön alarak bir Amerikan üssü kurma girişimi olduğu aşikardır.  

- ABD Başkanı Obama'nın IŞİD stratejisi bu mücadelenin "ucu açık bir süreçte icra edilecek sınırlı kapsamı olan bir savaş" olacağını göstermektedir. Amerikalı yetkililer de sık sık bu savaşın yıllarla ifade edilebilecek şekilde uzun süre alabileceğinden bahsetmektedir. Suriye Dışişleri Bakanı ABD'nin kendilerine üç yıl sürecek hava operasyonları yapacağını söylediğini açıklamaktadır. Yani ABD IŞİD kriziyle birlikte önceki Irak savaşlarından farklı olarak çok fazla Amerikan askeri kullanmadan bölgedeki yerel güçleri kullanarak bölgeyi dizayn etme ve oluşacak yeni güç dengelerini kendi çıkarları doğrultusunda oluşturmak üzere işgal döneminden çok daha az sayıda ama etkin askeri varlığıyla tekrar bölgeye dönme fırsatı bulmuştur.

- ABD hem büyük askeri kuvvetlerle bölgeye dönmeden bölgeyi dizayn etme, bölgenin yeni güç dengelerini oluşturma fırsatı bulmuş, hem de IŞİD terörüne karşı savaşı şu aşamada da olsa bölge ülkeleri nezdinde İslam'la savaş olarak algılanmasının da önüne geçmekte başarılı olmuş gibi gözükmektedir.

- 2001'den bu yana devam eden Afganistan ve Irak savaşları Amerikan halkını ve yönetimini yormuştur, Amerikan devletini ve halkını yeni bir savaşa motive etmek zor olacağı bilindiğinden terör tehdidine karşı ABD'deki büyük hassasiyet kullanılmıştır. Nitekim IŞİD'e karşı hava operasyonu yapılıp yapılmaması konusunda Haziran ayında Obama'ya destek yüzde otuzbeşlerdeyken Eylül ayında bu oran yüzde yetmişlere çıkmıştır. Bunda IŞİD'in bir terör örgütü olarak kabul edilmesi, IŞİD'in denizaşırı ülkelerdeki Amerikan varlıklarına terör saldırısı yapabilecek güçte olduğuna ilişkin tehdit uyarılarının yapılması hatta ABD-Meksika sınırında IŞİD hücrelerin olduğuna ilişkin iddiaların ortaya atılması ve tabii ki iki Amerikalı gazetecinin boğazlarının kesilerek öldürülmesi bunlarda etken olmuştur. Ortaya konan IŞİD tehdidi resmiyle ABD'nin El Kaide'ye yaptıklarını bu sefer oluşturacağı koalisyon ülkeleriyle birlikte yapmak istediğini, böylece hem içeriden hem de dışarıdan gelebilecek eleştirileri de daha kolay savuşturmayı hedeflemiştir ve bunda da başarılı olmuş bölgeye tekrar dönebilmiştir.

- ABD 2003'te yalan istihbarata dayalı tehdit değerlendirmeleriyle Irak'ı işgal etmiş, buna da zamanın ABD Başkanı Bush'un deyimiyle "önleyici işgal" gerekçesiyle yapmıştır. Aynı ABD bu sefer Obama'nın 27 Eylül 2014''de CBS televizyonundaki programda itiraf ettiği -yani istihbarat teşkilatının IŞİD tehdidinin gerçek boyutunu göremediğini, IŞİD'i hafife aldığı için IŞİD'in kısa bir sürede Suriye ve Irak'ta geniş bir hakimiyet bölgesi oluşturmasına geç müdahale edildiği- bahanesini öne sürmektedir. Sanki bu sefer de ABD, IŞİD tehdidinin olgunlaşmasını, bölge ve dünya geneline yayılma niteliğinin belirginleşmesini beklemiş ki arkasına uluslararası desteği alabilsin, özellikle daha yakın tehdit hisseden bölge ülkelerini ABD'nin kurmayı öngördüğü yeni bölgesel güç dengesinin oluşturulması yönünde hareket ettirebilsin. Bu değerlendirme bile ABD'nin IŞİD tehdidini bir manivela olarak kendi lehinde kullandığını göstermektedir.

İran

- 2003'te Irak'ın ABD tarafından işgaliyle birlikte İran, Irak'ı ABD'yle yürüttüğü gizli savaşın harekat alanı olarak kullanma şansı yakalamıştı. Irak'ta Şiilerin liderliğindeki hükümet kurulmuş olması nedeniyle İran, Irak'ın politikaları üzerinde hep etkili oldu. Ayrıca Irak'taki Şii milisleri desteklemiş, onları ABD'nin Iraklı Sünni grupların aleyhinde yönlendirmiştir. Aynı İran IŞİD tehdidi ve işgaliyle birlikte Bağdat'taki Şii yönetimin düşmesini de engellemek üzere bu sefer açık bir şekilde ve fiziken Irak'ta yer almıştır. İran Bağdat yönetimine destek olmak üzere Irak'a askeri birlikler, askeri danışmanlar göndermiştir.

- IŞİD'e yönelik operasyonlarda Bağdat yönetimine destek vermek bahanesiyle de olsa İran, Irak hava sahasında askeri uçaklar ve insansız hava araçları uçurmaktadır. Hem de en büyük düşman gördüğü Amerikan savaş uçakları ve insansız uçakları aynı hava sahasını kullanarak.  Aynı hava sahasını kullanmak çatışmanın önlenmesi bağlamında iki ülke arasında belli seviyede koordinasyonun ve ilişkin olduğunu göstermesi nedeniyle İran açısından önemli bir kazançtır.

- Irak'ın acil askeri ihtiyaçları çerçevesinde Irak'a askeri uçaklar başta olmak üzere satış yapma fırsatı bulmuştur.

- IŞİD tehdidinin bertaraf edilmesinde önemli bir aktör olduğu ABD tarafından teyit edilmiştir.

- IŞİD tehdidiyle mücadeleye katılması gerektiği yönündeki talepleri nükleer programıyla ilgili görüşmelerde çıkan sorunları gidermede bir manivela olarak kullanma fırsatı yakalamıştır.

Beşar Esad

- IŞİD tehdidi batı kamuoyunda Beşar Esad'ın Suriye'deki olaylar yayılmaya başladığında ifade ettiği "bize karşı savaşanlar hak, özgürlük arayanlar değil teröristlerdir, sorunun çözülmesini istiyorsanız terörle mücadelemizde bize yardımcı olun" sözlerinde haklı olduğunu teyit ettiği algısını yaratması nedeniyle Esad'ı da kazananlar listesine sokmuştur.

- Bunlardan önce geçen yıl Suriye'de meydana gelen kimyasal silah saldırısı olayında ABD Dışişleri Bakanının Suriyeli muhatabıyla doğrudan ilişki kurması, Esad yönetiminin Suriye'deki tüm kimyasal silahların imha edilmesi için uluslararası işbirliğine açık olması ve varılan mutabakata uyması aslında Esad'a önemli bir psikolojik üstünlük kazandırmıştı. Esad aynı uyumluluğu IŞİD'le mücadele koalisyona karşı gösteriyor.

- Yeni durumda diplomatik ilişkileri olmasa da IŞİD tehdidine karşı Suriye'de ABD'nin hava harekatı yapmadan önce değişik kanallar (BM temsilciliği, Irak hükümeti, Rusya, İran, Şam'daki Norveç Büyükelçiliği) vasıtasıyla Esad yönetimiyle işbirliği halinde olduğu ortaya çıkmış, bu durum her ne kadar meşruiyeti sorgulansa da, Esad'ın konumunu güçlendirmiştir.

- Esad'ın koalisyon güçlerinin Suriye topraklarındaki IŞİD hedeflerini vurmasını destekleyen yaklaşımı muhtemel IŞİD tehdidi sonrası ortamda yönetimde kalma pozisyonunu kuvvetlendirmiştir. Esad her ne kadar batının artık kendisini yönetimde istemediğini bilse de dış politikanın duygusallıklar üzerine değil çıkarlar üzerine inşa edildiğinin farkında olarak IŞİD tehdidinin bertaraf edilmesi sonrasındaki süreçte kurulacak yeni güç denkleminde kendine yer ayırtmakta bir adım öne çıkmıştır.

- ABD'nin Suriye'deki IŞİD hedeflerini vurmadan önce Esad rejiminin de IŞİD hedeflerine karşı bazı etkili hava saldırıları olmuştu. Medyaya yansıyan bazı haberlerde söz konusu saldırılara ilişkin istihbarat bilgilerinin ABD tarafından Suriye'ye verildiği iddia edilmektedir. Bu durumun IŞİD'le uzun yıllar sürecek mücadele sürecinde Esad'a iktidarda kalacağı yönde umut verdiğini söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.

- IŞİD tehdidinin öne çıkması ABD başta olmak üzere batı dünyasının Esad'ın derhal iktidardan indirilmesi gerekir yönünde talepleri şimdilik ötelemiş (Obama Esad'ın önceki yaptıkları nedeniyle yönetimde kalmasının mümkün olmayacağını, çünkü liderlik meşruiyetini kaybettiğini ancak şu anda önceliğin IŞİD tehdidi olduğunu söylemiştir), bunun zamana yayılması ise Esad'ın iktidar gücünü pekiştirmiştir.

- Esad daha Suriye krizinin başından bu yana Hizbullah-İran-Rusya tarafının desteğini muhafaza etmeyi başarmış ve IŞİD konusunda koalisyonun Suriye birliklerine tesislerine yönelik olmaması gerektiğine yönelik savında da aynı ittifakı yanında tutmayı başararak belki de koalisyonun sadece IŞİD'e ağırlık vermesinin dolayısıyla kendisinin iktidardan düşürülmesi girişimlerinin ötelenmesinin de önünü açmayı sağlamış oldu.

Iraklı Şiiler/Bağdat yönetimi - Şii milisler

-  Bağdat'taki merkezi yönetimde Başbakan değişmiştir ancak Şiiler hükümette esas unsur olmaya devam etmektedir. Aslında Maliki'nin değişmesiyle Şiilerin eli de rahatlamış, kırılgan bir yapıda da olsa hükümet sorunu belli ölçülerde şimdilik aşılmış, Şiiler üzerindeki baskı kalkmıştır. Maliki'nin değişmesiyle yeni Başbakan Maliki dönemine ilişkin başta yolsuzluklar olmak üzere değişik alanlardaki yanlış uygulamaların sorumlularını askerlerden başlamak üzere görevden alarak ABD'nin istediği bazı değişiklikleri yapma fırsatı bulmuş, AB ile uyumlu çalışacağı mesajını vermiştir. Şüphesiz Bağdat yönetimi de bunun karşılığını dış dünyadan alacağını ümit etmektedir.

- Batılı güçlerin IŞİD sonrası yeni güç dengesinde yer almak istediğini bilen yeni yönetim (aslında zorda olduklarını ve belki de her şeylerini kaybedeceklerini bildikleri için Maliki döneminde başlamıştı) herkese kapıları açtı, batılılar da Bağdat'a kesenin ağzını açtı, özellikle askeri anlamda yardımlar yağmaya başladı. ABD Irak'ın ihtiyacı olan IŞİD ile mücadele konusu dahil her türlü ekonomik ve askeri yardıma hazır olduklarını, yeni hükümetten gelecek her türlü talebi karşılayacaklarını ifade etti.

- ABD'nin IŞİD'e karşı Irak'ta başlattığı bazı hava operasyonlarında Türkmen/Şiilerin yaşadığı yerleşim merkezlerini IŞİD'ten kurtarmaya çalışan Şii milis gruplarına (ki ABD'nin işgal sürecinde Amerikan ve koalisyon güçlerine karşı davranan gruplardır) hava desteği sağlaması aynı PKK terör örgütünün Sincar bölgesinde olduğu gibi ABD-Şii milisleri aynı karede buluşturmuş "de facto" müttefiklik ilişkisi yaşanmış, bu durum IŞİD'e karşı mücadelede ABD'nin yerde destek sağlanacaklar arasına bu grupların da dahil edilmesi gerektiği algısı yaratmıştır. Bu durum söz konusu silahlı gruplara meşruiyet kazandırması açısından önemlidir.

Sünni Araplar (Iraklı Sünni gruplar / Bölgedeki Sünni ülkeler)

- IŞİD tehdidinin ortaya çıkmasında en kritik noktanın Musul'daki Irak ordusunun her şeyini bırakıp kaçması olduğunu artık herkes biliyor. Ancak rivayetler Musul'daki Irak ordusuna bu emri verenin Musul Valisi Nuceyfi (ki Irak parlamentosu başkanı Sünni Arap Nuceyfi'nin kardeşidir) olduğu, böylece Sunni Arapların IŞİD'in önünü açtığı söylenmektedir. Iraklı Sünniler böylece IŞİD'in saldırılarıyla Bağdat yönetimine mesaj vermenin ve gerekirse zorla da olsa kaybettiğini düşündükleri hakları geri kazanmanın önünü açmayı hesap etmişlerdir.

- Iraklı Sünni gruplar/partiler ortaya çıkan büyük IŞİD tehdidini Bağdat yönetiminden ödün koparma fırsatı olarak gördüler. Çünkü onlara göre IŞİD'in ortaya çıkmasının arkasında özellikle Maliki yönetiminin Sünnileri dışlayan, Saddam döneminin öcünü alan politikalarına karşı direniş, hak arayış var. Bunu en net ve üst perdeden açıklayan da eski Irak Cumhurbaşkanı yardımcısı olan ve hakkındaki yargı kararından kaçarak geldiği Türkiye'de yaşayan Tarık Haşimi olmuştur. Dolayısıyla Maliki'nin Başbakanlıktan uzaklaştırılmasıyla kurulan yeni hükümette Iraklı Sünni gruplar/partiler devlet yönetiminde daha fazla pozisyon ve eşit muamele beklentilerine henüz tam ulaşamamış olsalar da en azından içlerinde ABD'nin de olduğu geniş bir dış desteği arkalarına almış, yeni hükümetten de söz almış durumdadırlar.

- Sünni yönetimlerin hakim olduğu Körfez ülkeleri ile Ürdün ve Mısır IŞİD tehdidini özellikle İran'ın bölgedeki etkisini kırmak için fırsat olarak gördüler ve bu noktada özellikle Suriye'de IŞİD'e karşı operasyonları desteklediler. Suriye'de IŞİD’e karşı yapılacak mücadelenin eninde sonunda Esad'a uzanacağını hesap eden bu ülkeler aslında bir vekaletçiler savaşı anlayışıyla Suriye toprakları üzerinde İran ve tabii ki Rusya'ya (Esad'ı destekleyenler) meydan okuma fırsatı olarak kullandılar. Nitekim Suriye'deki IŞİD hedeflerine yönelik ilk hava saldırılarına (her ne kadar fiilen hava saldırı yapmamış olsalar da) Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinden dörder, Bahreyn'den iki, Katar'dan bir savaş uçağı da iştirak etti. Böylece Sünni Arap ülkelerinin psikolojik üstünlük yakaladıklarını, Esad-İran-Rusya ittifakının karşısında olduklarını açıkça beyan ettiklerini söyleyebiliriz. Tabii açıkça saflarını beyan ederek ABD'nin bölgeye dönmesini kolaylaştırdılar. Böylece Esad-İran-Rusya ittifakına yönelik gizli hesaplarının görülmesine ABD'yi de ortak etmiş oldular.

- IŞİD'in yarattığı ortamda Mısır ve özellikle Suudilerin baskısıyla Körfez ülkeleri IŞİD'le mücadelenin alanını genişletip Müslüman Kardeşler örgütüne kadar genişlettiler ve Katar'ın bu örgütün elemanlarını sınır dışı etmelerini sağladılar. Böyle bir motivasyonun arkasında ABD'nin olabileceğini söylemek de mümkündür. Bu mücadelede Suudi Arabistan'ın koalisyonun içinde yer almasına yol açan önemli bir noktada Suudilerin Vahabiliğiyle IŞİD'in kökleri ve savunduğu fikirler arasında kurulan bağı zayıflatmak ve koparmak istediğidir. Suudiler IŞİD'e karşı koalisyona dahil olarak kendilerinin Vahabiliğin modern çizgisinde olduklarını, IŞİD'in ise en katı / ilk Vahabilik çizgisinde olduğunu ortaya koyarak kendi rejimine yönelik suçlamalardan kurtulmak olduğunu görüyoruz ki şuana kadar olan gelişmeler bunda da başarılı olduklarını gösteriyor.

- Sünni Arap ülkelerinin özellikle Suudi Arabistan'ın IŞİD'e karşı oluşturulan koalisyonda yer alma talepleri ve beklendiğinden daha fazla etkin olma girişimlerinin arkasında IŞİD'le savaşın eninde sonunda Esad'ın iktidardan düşürülmesine kadar gideceğine dair beklentileridir. Şimdilik Obama IŞİD'i Esad'ın önüne koymuş olsa da söz konusu ülkeler savaşı Esad'a taşımak için yeni fırsatlar kollayacaklar, işte o zaman kendilerince IŞİD tehdidinden en çok kazananlar olacaktır.

- Türkiye ile birlikte IŞİD'i destekleyen iki ülkeden biri olarak suçlanan Katar Ortadoğu'nun bilinen kaygan zemine uygun hareket ederek muhtemelen yönetimdeki kişilerin aldığı şahsi baskı ve şantajlara karşı koyamadığından süratle safını değiştirmiş, koalisyona dahil olmuş aktif bir üyesi olarak hava operasyonlarına iştirak etmiş, ilave olarak ülkedeki Müslüman Kardeşler yöneticilerini sınır dışı etmiştir. Katar bu değişimle izlediği politikalar nedeniyle Körfez bölgesinde kendisin dışlanmasına yol açan ortamdan kurtulma ve politikalarını değiştirme fırsatını iyi kullanmış, zarara uğramadan en yakın noktadan dönüş yapmıştır.

- Mısır yönetimi IŞİD tehdidine karşı koalisyonda yer alarak kedi ülkesinde terör örgütü ilan ettiği Müslüman Kardeşler üyelerinin Sünni Arap ülkelerinden dışlanmasını sağlamıştır. Böylece IŞİD ve Esad sonrası Suriye'de muhtemel bir Müslüman Kardeşler iktidarının da önü kapanmıştır.

- Ürdün hem ABD ve Avrupa ülkelerinin askeri unsurlarına ev sahipliği yaparak, koalisyonun askeri faaliyetlerine iştirak ederek halen batı ile uyumlu politikalar izlediğini göstererek Arap Baharının yıkıcı etkilerinin ülkesine uğramaması için Batı'nın desteğini hak etmiştir.

İsrail

- IŞİD konusunda adı çok fazla gündeme çok fazla getirilmese de her zamanki gibi perde arkasında kalmayı başaran İsrail aslında IŞİD olayının merkezindedir ve İsrail IŞİD tehdidini kendi güvenlik ve beka sorununu güvence altına almak için bir fırsat görmektedir.

-  Amerikan istihbarat kaynakları İsrail uydularının IŞİD'e ait hedef bilgilerini Pentagon'a aktardığını bildiriyor. Bunun gerekçesi olarak da İsrail uydularının Ortadoğu bölgesine yönelik olarak en iyi bilgi ve görüntüleri elde ettiğini, özellikle Arapça lisanına hakimiyetlerinin de desteğiyle daha etkin istihbaratı oluşturdukları ve bunları Pentagon ile paylaştıkları ifade ediliyor. İsrail'in IŞİD hedeflerine ilişkin istihbaratın yanısıra IŞİD'e katılan batı ülkelerinin vatandaşlarına ait bilgileri de ilgili ülkelerle paylaştığı söyleniyor. Hangi istihbaratı ne zaman verirseniz o istihbaratı kullananları da istediğiniz şekilde yönlendirmek mümkün olduğuna göre IŞİD'e yönelik gelişmelerde İsrail'in istediği şekilde gündemi belirlemesi de mümkün görülmektedir.

- İsrail güçlü bir Şam yönetimi istememektedir. Bu Esad'ın gitmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Ama iç sorunlarla boğuşan, koltuğu sallantıda bir Esad en iyi Esad gibi gözüküyor. Bu nedenledir ki İsrail Suriye sınırına yakın bölgelerde (Golan Tepeleri bölgesi) yer edinmiş olan Esad'a karşı mücadele eden muhalif unsurları (El Kaide bağlısı radikal dinci gruplar) adeta koruma altına almaktadır. Esad'ın söz konusu gruplara yönelik operasyonlarında top atışlarıyla koruma altına almakta, uçakları uzaklaştırmaktadır, hatta bugüne kadar olmamış bir şekilde geçen haftalarda o bölgelere gelen bir Suriye uçağını sınır ihlali gerekçesiyle düşürdü bile.  Böylece hem Esad'a karşı mücadele edenleri korumakta hem de başta ABD olmak üzere Batı'ya tehdit oluşturan radikal dincilerin varlığını göstererek ABD'nin Suriye'ye operasyon yapmasının da zeminini oluşturmuş, bunda da başarılı olmuştur. İsrail'in bu bölgedeki son bir beklentisi de (ki düşürdüğü uçakla bunu göstermek istemiştir) bir uçuşa yasak bölge ilan ettirerek Suriye'den İsrail'e gelebilecek saldırıların önlenmesine yönelik tedbirlerin daha da sağlamlaştırmasıdır. Koalisyonun icra edeceği böyle bir göreviyle İsrail'in güvenliğiyle ilgili bu husus İsrail'e ilave maliyete neden olmadan çözümlenmiş de olacaktır.

- İsrail'in Gazze operasyonları IŞİD'in Musul'u işgali ve sonrasındaki büyüyen IŞİD tehdidiyle aynı sürece denk gelmiştir. IŞİD Haziran başında Musul'a girerken İsrail Temmuz başında Gazze operasyonunu başlatmıştır. Dünya IŞİD tehdidini kavrayamadan İsrail'in Gazze operasyonu başlamış IŞİD gündemden düşmüş, İsrail'in saldırıları Filistinlilerin üzerinde yoğunlaşıp harekatın yarattığı zulüm ortamı artmaya başlayınca bu sefer IŞİD'in Irak'ta Müslüman olmayan gruplara yönelik saldırılarıyla IŞİD'in Bağdat ve Erbil'e yönelerek sözde Amerikan varlığının tehdit altına girmesiyle IŞİD tekrar gündeme gelmiş Gazze'de katliamlar, yıkımlar gündemden düşmüş, o günden bu yana da halen gündemde değildir. Bu gelişmeler İsrail'in IŞİD tehdidini nasıl kullandığını ve kendi lehine çevirdiğinin açık bir göstergesidir.

- Bölgede İsrail'in yanında Arap olmayan ikinci bir devlet olarak bağımsız Kürdistan'ın kurulması: İsrail'in 1960'lı yıllardan buyana bölgede Arap olmayan ikinci bir devlet kurulması amacıyla bata Iraklı Kürtler olmak üzere diğer Kürt gruplara olan gizli/açık desteği olduğu bilinmektedir. Ayrıca Barzani aşiretinin İsrail ile olan yakın ilişkileri de bilinmektedir. Bütün bunlar IŞİD tehdidiyle birlikte iyice su yüzüne çıkmıştır. Peşmergenin ABD'nin hava desteği ve yine ABD dahil diğer batılı ülkelerin askeri eğitim/teçhizat ve silah desteğiyle IŞİD'i Irak'ın kuzeyinde belli alanlarda püskürtmesiyle İsrail'in en tepe noktalarından (Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Komutanlar) artık Kürdistan'ın bağımsız olması gerektiği, İsrail'in bağımsız Kürdistan'ı tanıyacak ilk ülke olacağı çağrıları gelmiş, Kürt bölgesinin ihraç ettiği petrolü ilk alan ülke de İsrail olmuştu. Böylece İsrail IŞİD tehdidini yıllardır hayalini kurduğu bağımsız Kürdistan'ın hayata geçirilmesinde önemli bir fırsat olarak görmüş, söylemleriyle batı kamuoyunda da bu yöndeki algıları güçlendirmiş, destekleri artmıştır. Nitekim Barzani de bağısızlık için en kısa sürede referanduma gidileceğini açıklama cesaretini bulmuştu. IŞİD tehdidi İsrail'in hayalinin gerçekleşmesi yolunda önemli bir adım atılmasını sağlamıştır.

Rusya

- IŞİD tehdidinin ortaya çıkası ve Batı'yı tehdit eder konuma gelmesi aynı Esad'ın olduğu Rusya'nın da Suriye sorununda haklı olduğu, doğru tarafta olduğu algısını güçlendirdi. Çünkü Rusya da sorunun Esad değil Suriye'ye dışarıdan gelmiş yabancı savaşçılar ve El Kaide gruplarının olduğunu, bunun bir terörle mücadele olduğunu ifade ediyordu. Nitekim ABD liderliğindeki koalisyonu IŞİDê karşı Suriye'deki operasyonlarına karşı çıkmadı. Böylece kararlı bir tutum gösterip pozisyonu korumakta başarı kazandı. Yani IŞİD tehdidi Rusya'nın pozisyonun güçlenmesini sağlamış oldu.

- IŞİD krizi (koalisyon operasyonunun Esad'a uzaması ihtimali gerekçesiyle) Rusya'nın Suriye'deki askeri varlığını artırma fırsatı yarattı. Bu süreçte Rusya kritik askeri teçhizat ve silahları Suriye'ye aktarma ve konuşlandırmayı sağladı. Böylece Rusya benden habersiz burada bir değişiklik olmaz vermeyi başarmıştır.

- Irak bağlamında ise hızla gelişen IŞİD krizi Rusya'nın Bağdat yönetimine askeri teçhizat, savaş uçağı ve helikopterler satmasına imkan tanıdı. Acil ihtiyaçlar nedeniyle Rus personelin de Irak hava sahasında hem de ABD'nin yönetiminde etkin olduğu sanılan bir ülke Irak'ta ABD'lilerle aynı ortamda operasyonlara katılabilmiştir.

Avrupa ülkeleri (İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika, ...)

- IŞİD aslında başlangıçta doğrudan Avrupa ülkelerine bir tehdit olarak ortaya çıkmamıştır. Ancak zamanla IŞİD içinde Avrupa'dan katılanların sayısının çok fazla olduğu (AB yetkilisin söylediğine göre 3.000 civarındadır)  ve Avrupa ülkelerinde içindeki artan destekçileri bu ülkeleri telaşlandırmıştır. Ama Avrupa ülkelerini bizzat koalisyonun içinde yer alıp hava operasyonlarına katılmaya sevk eden husus ise Fransa Cumhurbaşkanı Hollande'nin Irak ziyaretinde söylediklerinde gizli gibi gözüküyor.  Hollande IŞİD tehdidiyle ortaya çıkan durumu bölgede "güç dengesinin bozulması" olarak nitelendiriyor. IŞİD de bu güç dengesinin bozulmasını tetikleyen ve yeni güçler dengesinin oluşmasının önünü açan faktör olarak kullanıyorlar. Yani Avrupalı ülkeler yaklaşık 100 yıl önce I.Dünya Savaşı sonunda yine Avrupalıların gizli anlaşmalarla kurdukları güç dengesinin bozulmakta olduğunu, yeni güç dengelerinde söz sahibi olmak için fiziken ve fiilen bölgeye geldiklerini anlıyoruz. Evet bölgedeki dengeler değişmiştir ancak Avrupa ülkelerinin durup dururken bölgeye gelmeleri söz konusu olmadığına göre IŞİD tehdidi bunun için iyi bir gerekçe olmuş ve Irak hükümetinin resmi çağrı yapması da sağlanmıştır.

- Bunun için de IŞİD Musul'daki Müslüman olmayan gruplara yönelik saldırılarıyla Batı dünyasının gündemine girmesi sağlandı.  Türkmenler için maalesef Türkiye dahil hiç bir ülke endişe duymayıp harekete geçmeyi aklının ucundan bile geçirmezken Müslüman olamayanlara yönelik saldırılar Batı'yı mobilize etmek için iyi bir manivela olmuştu.

- Avrupalı ülkeler Bağdat yönetiminin de çağrısıyla bölgeye konuşlanırken yardımlarını ağırlıklı olarak Barzani yönetimine vermeleri de ilginçtir. Avrupalı ülkelerin yeni güç dengelerinde bağımsız bir Kürt devletinin önde olacağını yıllardır öngördüklerini, IŞİD'e karşı yerde savaşacak ana unsurun Peşmerge olacağı algısını yaratarak da Barzani'ye yönelik askeri ve ekonomik yardımı hızla başlatmışlardır. IŞİD tehdidi bu anlamda gerekli katkıyı yapmıştır. Böylece hem Bağdat hem Erbil yönetimi üzerinde Avrupalı ülkelerin etkili olmasının hesapları yapılmıştır. Bu politikanın şu ana kadar başarıyla uygulandığını görmekteyiz.

 

Kaybedenler listesi

Türkiye

- Bir zamanların dünya devleti olmaya aday ülkesi Türkiye AKP iktidarının oyun belirleyici, düzen ve denge kurucusu olacağını iddia ettiği Ortadoğu'da dış politikasını ve ülkenin beka/güvenliğini iki terör örgütünün (PKK ve IŞİD) arasına sıkıştırmış hatta onların inisiyatifine terk etmiştir.

- IŞİD'in 08 Haziran 2014'te Musul'u işgale başlamasıyla ortaya çıkan IŞİD tehdidinin kaybedenleri listesinde Türkiye en başta gözüküyor. 11 Haziran'da Musul başkonsolosluğu çalışanlarının göz göre göre IŞİD tarafından teslim alınması Türkiye'nin elini kolunu bağlamıştır.  Bu rehin alma olayının stratejik bir karar olduğunu, stratejik sonuçlar doğurduğunu söylemeliyiz. Bilindiği üzere en kanlı PKK saldırılarından sonra bile Türkiye'nin Irak'ın kuzeyine herhangi bir operasyon yapması hem de kara/özel kuvvetlerini sokmasına herkes karşı çıkmıştır. Aslında herhangi bir vesileyle Türkiye'nin Irak'ın kuzeyine müdahale Irak'taki hiçbir yerel ve yabanı aktör istememektedir. Sonuçta da öyle olmuştur. IŞİD saldırıları sonunda Türkiye'nin kırmızı çizgileri olan Türkmenler göçe zorlanıp ezilirken, yok edilirken,  Kerkük tamamen Barzani'nin eline geçerken eli kolu bağlı Türkiye'nin hiç sesi çıkamamıştır.  Bu sessiz kalış o kadar belirgindir ki acaba rehine olayı iç politik tercihler (çözüm süreci dayatmaları gibi) nedeniyle bölgeye müdahil olmak istemeyen AKP hükümetinin bilgisi dahilinde olduğuna dair komplo teorileri bile konuşulmaya başlanmıştır. Sonunda Türkiye Irak'taki tarihsel/hukuksal iddialarını, kırmızı çizgilerini, bütün kazanımlarını boşa çıkarmış, Türkmenleri kurban etmiş, Atatürk'ün dediği gibi Türkiye'nin bekasıyla doğrudan ilgili Kerkük-Musul bölgesini kaybetmiştir.

- Rehinelerin serbest bırakılması görünürde Türkiye'nin elini rahatlatmış gibi gözükse de aslında Türkiye'nin elindeki bağa ikinci bir düğüm atmıştır. Çünkü rehin sürecinde IŞİD'e karşı sessiz kalan Türkiye, rehinelerin serbest kalmasıyla bu sefer Batı'nın baskılarına/dayatmalarına sessiz kalmıştır. Ayrıca IŞİD'le yapılan pazarlıkların bilinmeyen içeriği bağlamında IŞİD'e karşı halen neler yapmaması gerektiğinin yani İŞİD'in devam eden dayatmalarının olabileceği de olasılıklar dahilindedir. ABD Dışişleri Bakanının direktif gibi açıklamalarından (Türkiye IŞİD'le mücadelede ön cephede olacaktır. Türkiye, Suriye sınırını kapatmalı; yabancı savaşçıların geçişini ve petrol kaçakçılığını durdurmalı.) sonra IŞİD'e karşı keskin bir dönüş yapması Türkiye'nin rahatlayan değil aksine daha da zora girdiğinin göstergesi gibidir.

- Rehinelerimizin diplomatik/siyasi pazarlıkla serbest bırakıldığın açıklanması Türkiye'nin devlet kurduğunu ilan eden bir terör örgütünü siyaseten tanıdığı algısını oluşturmuştur. PKK ile yürütülen pazarlıklardan sonra IŞİD ile de pazarlık yapıldığın ortaya çıkması Türkiye terör örgütleriyle pazarlık yapıyor, örgütler istediklerini alıyor algısını kuvvetlendirmiştir. Artık Türkiye ile işi olan terör örgütleri dışarıda içeride herhangi bir kurumu/kuruluşu/kişiyi rehin alarak Türkiye'den isteklerde bulunabilecektir. Bu durum Türkiye açısından önemli bir prestij ve güvenirlilik kaybıdır. Türkiye bu tür tehdit ve şantaj politikalarına açık olduğunu göstermiştir ki bu Türkiye'nin bağımsızlığını ve bekasını tehlikeye sokmuştur.

 -   IŞİD tehdidinin ortaya çıkması, Batı medyasında ve kamuoyunda Türkiye'nin IŞİD ve benzeri örgütlere kucak açtığı, toprakları üzerinden lojistik ve insan kaynağı transferine göz yumduğu şeklindeki haberlerle Türkiye terör örgütlerine destek veren bir ülke olarak anılmasına yol açmıştır. 30 yıldır PKK terörüyle mücadele eden ve 40.000 insanını terörden kaybeden  Türkiye'nin teröre destek veren / göz yuman ülkeler arasında anılması Türkiye açısından telafi edilemez bir kayıptır. Bu kayıp, PKK'nın inisiyatifinde şantaj ve tehditle yürüyen sözde çözüm sürecinin bir anda terör sarmalına dönüşmesi halinde Türkiye'nin terörle mücadele uygulamaları artık dışarıdan da içeriden de destek bulamayacağının da işaretidir.

-  IŞİD tehdidiyle birlikte başka bir ülkenin (Suriye) toprak parçası (Ayn el Arap (Kobani)) Türkiye'nin iç sorunu haline getirilmiştir. IŞİD'in Suriye'de PKK'nın uzantısı PYD/YPG kontrolündeki Ayn el Arap'ı işgal girişimleri PKK tarafından çözüm süreciyle irtibatlandırılarak Türkiye PYD/YPG'nin yanında yer alıp destek vermezse Türkiye'de yeniden terör başlatmakla tehdit edilmiştir.  Bugüne kadar tehdit ve şantajla taleplerine birer birer karşılık bulan PKK'nın burada da Türkiye'yi köşeye sıkıştırdığı görülmektedir.

- IŞİD'e karşı mücadelede Peşmergeye yardım eden PKK'nın ABD ve Avrupa'da terör örgütleri listesinden çıkarılması gündeme gelmiştir. Buna da en büyük gerekçe olarak Türkiye'nin silah bırakmamış ve ısrarla silah bırakmayacağım diyen PKK terör örgütüyle pazarlık masasına oturmuş olması gösterilmiştir. Tabii bu arada AKP iktidarının terör tanımana yaklaşımı da göz ardı edilmemelidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan adaylı vizyon belgesini açıklarken Türkiye'deki terörün sebebi olarak statükonun direnmesini gösterip terör yapanların aslında hak, hukuk, özgürlük arayışında oldukları dile getirmiş, Başbakan Davutoğlu da IŞİD'in ortaya çıkışını anlatırken Sünnilerin haklarını arayan öfke patlaması olarak nitelendirmişti. Bu açıklamalar aslında AKP iktidarının terörü haklı gösteren, terör örgütleri masum gösteren bir yaklaşımdır ki PKK'yı terör örgütü listesinden çıkarmak isteyenlere itiraz edilecek hiç bir argüman bırakmamışlardır. En üst seviyede IŞİD'in ortaya çıkışını hak, hukuk arayan öfkeye bağlandıktan sonra değişen şartlar gerekçe gösterilerek IŞİD'i terör örgütü olarak kabul edildiğinin açıklanması Türkiye'nin güvenilir ülke konumunu aşındırmıştır. Nitekim tezkere görüşmelerinde AKP adına konuşan milletvekili IŞİD'ten bahsederken Davutoğlunun öfke patlaması açıklamasını kullanması aslında AKP'nin halen IŞİD konusunda gerçekten ne düşünüp düşünmediği hakkındaki şüpheleri artırmıştır. AKP'nin iktidar partisi olması nedeniyle bu gelgitlerin faturasını Türkiye'nin hesabına yazılmaktadır.

- Rehinelerin serbest bırakılması Türkiye'yi Batı karşısında seçeneksiz, eli kolu bağlı duruma düşürmesinin yanında Türkiye'yi sürekli politika ve fikir değiştiren güvenilmez bir ülke konumuna sokmuştur. Rehinelerin serbest bırakılmasına kadar IŞİD'e bırakın terör örgütü demeyi en ufak bir eleştiri bile getirmeyen Türkiye BM zirvesi ve sonrasında özellikle ABD'den gelen baskılarla birlikte IŞİD'e yönelik söylemlerini sertleştirmiş ve koalisyona dahil olacağını açıklamıştır. Bu durum Türkiye'nin tehdit (IŞİD'in rehinelere kötü bir şey yapması) ve baskı (ABD'nin Türkiye mutlaka yer almalıdır söylemi) altında politikalarını değiştirdiğini, ilkelere bağlı kalamadığını, dolayısıyla kendi özgün dış politikasını oluşturma gücünü kaybettiğini göstermesi açısından bir dış politika açmazına girdiğini göstermektedir.

- Türkiye önce Esad son dönemlerde de IŞİD tehdidiyle oluşan büyük göç dalgalarına maruz kalmıştır ve çok büyük ekonomik kaynaklarını buna harcamak zorunda kalmaktadır. Bunun yanında Türkiye rehine olayı sonrasında değişen pozisyonuyla IŞİD'le mücadeleye o kadar hızlı bir giriş yapmaktadır ki koalisyon ülkelerinin istemediği ve cesaret edemediği askeri seçeneklerin (uçuşa yasak bölge, tampon bölge-güvenli bölge) hayata geçirilmesine çalışmaktadır. Görünen o ki uzun yıllar alacak askeri ve ekonomik anlamda çok büyük maliyetler getirecek bu uygulamalarda Türkiye tek başına kalma tehlikesiyle yüzyüze kalmıştır. Buna ilave olarak ayrıca tezkere metni ve gerekçelerinden de görüleceği üzere AKP iktidarı iç politik hesaplara dayalı olarak IŞİD'le mücadele sürecine dahil olmuştur. İktidar PKK'ya uygulamaktan çekindiği terörle mücadele yöntemlerini IŞİD'e karı hararetle savunurken aslında çelişki içinde olduğunu da göstermektedir ki Türkiye'nin bu görüntüsü Türkiye'nin sözlerinin güvenirliliğini ve etkisini azaltmıştır.

- IŞİD tehdidiyle bazı ülkeler bununla doğrudan ayada dolaylı ilintili konularda aldıkları kararlarla kazanan olurken tersini yapan Türkiye kaybetmiştir. Bunun en somut örneği Müslüman Kardeşler üyelerinin durumudur. Suudilerin etkisindeki Körfez İşbirliği Konseyinin de baskısıyla Katar ülkedeki Müslüman Kardeşler üyelerini sınır dışı ederek fırsattan istiifade bu yükten kurtulurken Türkiye bunları ülkeye kabul edebileceğini açıklamıştır. Artık İslam ülkeleri içinde gidecek yer bulamayan ve terör örgütü olarak kabul edilen bir örgütün üyelerinin Türkiye'de bulunması ve IŞİD'in siyasi fikir babası olarak bilinen Tarık Haşimi'nin uzunca süredir zaten Türkiye'de bulunuyor olması Türkiye'nin terörle mücadelede kafasının karışık olduğunu, sürdürülebilir ve güvenilir ilişki kurulmasını sorgulanır hale getirmiş, terörle ilişkili kişi ve örgütlere ev sahipliği yapar konuma gelmiştir.

 

Türkmenler

 

- IŞİD tehdidinin yarattığı ortamdan en çok kaybedenler Türkiye ile birlikte hem Irak hem de Türkiye'deki Türkmenler olmuştur.

-  Türkmenler yardım isteyebilecekleri tek güç olan Türkiye'den yardım istediler ancak bin pişman oldular. AKP iktidarı yetkilileri hem azarladılar hem de yardım göndermediler. Aynı yetkililer Türkmenleri birbirlerine karşı mezhep ayrımcılığı yapmakla suçladılar, IŞİD'in içinde savaşan Türkmenler olduğu gerekçesiyle suçladılar. Türkiye'ye geçmek istediler pasaportları yok diye kabul edilmediler, kapılar yüzlerine kapandı.  Binlercesi Kürt bölgesel yönetimin sınırlarına sığınmaya çalıştılar kabul edilmediler. Hem Irak hem de Suriye'de yaşadıkları yerlerden göç ettirildiler. Çöllerde, dağlık bölgelerde yaşam mücadelesi vermeye zorlandı. Bütün bunlara rağmen ne Türkiye'nin ne de dünyanın gündemine gelebildiler.

- Bu kadar vahşete maruz kalmalarına rağmen Türk kamuoyunun Suriye'de Türkmenlerin olduğundan bile haberi yok. Şuanda bütün Türkmen köyleri IŞİD işgalinde. Irak Türkmenleri Saddam zamanında ve 2003 ABD işgali sürecinde Barzani yönetimince ezildiler, sürgün edildiler, etnik kimliklerini kaybettiler. 2004'te ABD'nin Telafer operasyonlarında önemli kayıp verdiler, Sünni-Şii diye ayrıştırılıp savaştırıldılar. Ancak IŞİD saldıranları başlayınca Peşmergeler Sincar bölgesinde Kürtleri korumaya giderken Telafer'de Türkmenlere yapılanlara seyirci kaldılar. Böylece Türkmenler hem Irak dışındaki soydaşları (Türkiye) hem de aynı topraklar üzerinde birlikte yaşadıkları Kürtler tarafından terk edildiler.

- Bugünlerde Kobani yüzünden dünyada fırtınalar kopartılırken Türkmenlerden halen haber yok. Artık şunu söyleyebiliriz ki Suriye ve Irak'ta Türkmen varlığından söz etmek imkansızdır.

- Türkmenler bin yıllık Türk yurdu olan Kerkük'ü kaybetmiş, Telafer'i terk etmiştir. Yaşam mücadelesini kazanan Türkmenler artık asli vatandaşlıktan sığınmacı statüne düşürülmüştür. Irak içinde sığındıkları Kürt ve Şii Arap bölgelerinde daha önceki göç ve sürgünlerde olduğu gibi asimilasyona uğramaları büyük ihtimaldir.

- Türkmenlerin yaşadığı ve Türkmeneli denilen bölge IŞİD işgali ve saldırıları sonunda bölündü. Tartışmalı bölgelerde kalan Türkmen alanları Barzani yönetimince işgal edildi, diğer bölgeler ise IŞİD'in işgaline uğradı. Her şey iyi gider IŞİD bertaraf edilirse bile yeni Irak'ta tarihi Türkmen yerleri Kürtler ve Sünni Araplar arasında paylaşılmış olacaktır.

 

Maliki

- Irak'ın kuzeyinde IŞİD hızla işgal yaparken Bağdat'ta kritik değişikler oldu. Uzunca süre direnen, topraklarını kaybeden, ordusu dağılan Maliki Başbakanlıkta kalma ısrarını sürdüremedi ve yeni Cumhurbaşkanı (Fuad Masum)  yeni bir Başbakan (Haydar El Abadi) atadı ve böylece Maliki dönemi resmen sona erdi.

- Maliki'nin gitmesini ABD, Kürtler, Sünniler ve Türkiye istiyordu ve IŞİD geldi Maliki gitti.

- Maliki'yi her ne kadar kaybedenler listesine almış olsak da alında kaybederken kazanlardan oldu. Çünkü her ne kadar temsili bir görev olsa da Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak siyaset sahnesinde kalmaya devam edebilecek.

 

Sonuç olarak;

Ortadoğu'da Irak ve Suriye'nin merkezde olduğu en başta da söylediğimiz gibi oyun içnde oyunlar oynanıyor. Petrol, para ve güç sahibi olmanın mücadelesinin verildiği oyunlar. Tabii ki böyle oyunlarda herkesin kendine göre hedefi, çıkarı vardır. Bu hedefler ve çıkarlar örtüşür, kesişir, çakışır ve oyun sürer gider. Büyük güçlerin tespitidir ki bir süredir Ortadoğu'da kartlar yeniden açılmakta, yeni güç dengesi kurulmaya çalışılmaktadır. Aktörlerin sahaya inmesi için birsinin düdüğü çalması gerekecektir. İşte IŞİD burada düdüğü çalmıştır. Ama bu oyunun başlaması için bu düdük çalma görevini IŞİD'e kim ya da kimler vermiştir şimdilik komplo teorilerine açıktır.

Güç dengesini kurmaya ve bu denge içinde kendine iyi bir pozisyon kapmaya çalışanlar için ilk yapılması gereken de düdüğü çalanın (niye düdük çalıp çevreyi rahatsız ettin gerekçesiyle) cezalandırılması gerekiyor. Ama gelin görün ki düdük çalanın elinde sadece düdük yok, oyun da oynamak istiyor, kendisine önemli bir rol biçiyor. Görünen o ki herkes bu savaş oyunundan kazanan olarak çıkmanın hesabını yapıyor. Ama bir oyunda oyunu başlatan, gerektiğinde arada düdükler çalacak olan oyundan atılırsa diğer oyuncular birbirine girmez mi?

Evet yukarıdaki analojiyle anlatmaya çalıştığım IŞİD tehdidinde koalisyonun ilk hedefi IŞİD'in yenilmesi ve dağıtılması. Sonrası oyunun nasıl gelişeceğine bağlı. Ama ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Frank Ricciardone bu noktada büyük bir tehlikeye işaret ediyor. Ricciardone "Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra kurulan ve yaklaşık 100 yıldır süren yasal güç dengesinin bozulması bölgedeki istikrarı da bozacaktır. IŞİD'in süratle yok edilmesinin ABD açısından tarihi ve stratejik sonuçları olan çok daha büyük sorunlar yaratacağı" uyarısında bulunuyor. Hemen burada ABD'lilerin sıklıkla IŞİD'le mücadele yıllar alacak uzun bir süreç olacağını vurgulamalarının arkasında (yani IŞİD'i süratle yok etmeyeceklerini, zamana yayıp gelişmelere göre politikalarını uyarlayacaklarını anlayabiliriz) Ricciardone'nin bu uyarısının etkisi var mıdır diye düşünmeye değer.

Ricciardone bölgede uzun süreler görev yapmış tecrübeli bir diplomattır. Uyarısını dikkate almakta fayda var. Hal böyleyken ABD'nin büyük sorunlar yaşayacağı bir politikada ABD'nin yanında koalisyonda yer alanların da sorunlar yaşaması kaçınılmaz olacaktır. Belki de yazının en başında aktardığımız IŞİD sözcüsünün söylediği gibi koalisyon mağlup olacaktır. Çünkü IŞİD "fikirler savaşını" kazanmış gözüküyor ve uzun vadede bu durum IŞİD'in lehine koalisyonun aleyhine olacaktır. Bunu yaşayıp göreceğiz. Bütün bunlardan sonra söylenebilecek olan şey şu olabilir: Oyun ilerledikçe "şimdilik" kazananlar listesinde olanlardan da kaybedenler olacaktır ama daha başından kaybedenlerin kazananlar arasına katılması pek mümkün olmayacaktır.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display