11 Mart 2025

Suçlar, cezalar ve doğrular

Kısa bir süre önce İstanbul’da PKK’nın gerçekleştirdiği Mavi Çarşı saldırısı ile ilgili yargılama sona erdi.

3 Dakika
OKUNMA SÜRESİ
Kısa bir süre önce İstanbul’da PKK’nın gerçekleştirdiği Mavi Çarşı saldırısı ile ilgili yargılama sona erdi.14 kişiyi yakarak öldüren üç PKK'lı ağırlaştırılmış ömür boyu hapse çarptırılırken, bir PKK'lı da ömür boyu hapis cezası ile cezalandırıldı. Bu mahkemenin AB sürecine giren Türkiye'de uygulayabildiği en yüksek ceza. Peki adalet yerini buldu mu? Bir an için kendinizi Mavi Çarşı'da yanarak ölen insanların akrabalarının yerine koyun.
Anneniz sizi, sabah erkenden kalkarak hazırladığı kahvaltı sofrasına oturtuyor. Kahvaltınızı ettikten sonra sizi yolcu ediyor. Siz soruyorsunuz "Anne bugün ne yapacaksın?" diye. O da "Biraz alışverişe çıkacağım. Akşama ne yemek yapmamı istersin?" diye soruyor. Siz yemek "siparişini" veriyorsunuz ve öğlenden sonra annenizin teröristler tarafından yakılarak öldürüldüğünü öğreniyorsunuz.
Şimdi kendinize sorun. Böyle bir ceza, böyle bir suç için adil bir ceza mı? Hayır tabii ki değil. Olması gereken idam cezasıdır. Ancak, sözde AB süreci çerçevesinde Türkiye gerçekleri ile ilgisi olmayan bir dizi sözde "uyum yasası" çerçevesinde idam cezası da kaldırıldı. Oysa, Türkiye gibi terörle mücadele süreci içinde olan, PKK gibi Soğuk Savaş ve sonrası dönemde dünyanın en etkili terör örgütlerinden birisi ile mücadele eden bir ülkenin, idam cezasından vazgeçmek gibi bir lüksü yoktur.
Türkiye devleti, idam cezasını kaldırarak, özellikle de terör suçlarında idam cezasını kaldırarak Türk milletine karşı ağır bir suç işlemiştir. İdam cezasının caydırıcı etkisi olup olmadığı şeklindeki tartışmaları bir yana bırakır isek, idam cezası kamunun suçludan adalet duygusu içinde hakkını geri almasıdır. İdam cezasının varlığı bile canileri cinayetlerini işlerken "bunun sonucu benim de ölmem" şeklinde düşündürecek ve belki geri adım atmaya ikna edecektir.
İnsanları yakarak, işkence ederek öldürecek kadar gözü dönmüş insan müsveddelerinin veya çocuklara tecavüz edip öldüren sapıkların, idam dışında bir ceza almaları onlar için bir çeşit ödül olurken, toplumdaki adalet duygusunu zedelemekte, yurttaşların devlete olan bağlılık, inanç ve sevgisi azalmaktadır.
Avrupa'da son elli yılda hakim olan liberal ideolojinin bir sonucu olan idam cezasının kaldırılmasını mutlak doğru ve insana saygı gibi sunan anlayış bilmelidir ki, 50 sene insanlık tarihi içinde bir nokta bile değildir. Mesele, Türk siyasetçilerinin kendilerine ve ülkelerine olan inançlarını yitirmiş olarak, AB'ye girmek tutkusu ile Türk milletinin menfaatlerini doğru değerlendirme yeteneğini tamamen kaybetmiş şekilde, gözü dönmüş adımlar atarak ne pahasına olur ise olsun AB'nin dayatmalarını kabullenmeleridir. Suçlar ve cezalarla ilgili olarak bu kadar. Şimdi sıra doğrulara geldi.
Bir süre önce gazeteci Fikret Bila TRT 1'de yayınlanan bir programda Abdullah Gül'e "Ne mutlu Türk'üm Diyene" demenin ilkellik olduğunu söyleyip söylemediğini sordu. A. Gül, bu soruya "mümkün mü, benim yedi ceddim Türk" şeklinde bir cevap verdi ve suçlamayı/soruyu reddetti. Ancak iki gün önce Yeniçağ A. Gül'ün Ankara'da Kocatepe Camii altındaki konferans salonunda yapılan Gönüllü Kuruluşlar Toplantısında bu sözleri söylediğini konuşma metinlerini içeren kitabı ortaya koyarak, Gül'ün doğruyu söylemediğini ispatladı. Gazetenin birinci sayfasındaki fotoğrafta A. Gül ile Muzaffer Özdağ yan yana oturuyorlar. Rahmetli Muzaffer Özdağ'dan dinlediğim bu konferans ile ilgili bir gerçeği kamuoyu ile paylaşmak istediğim için bu notu düşmek istedim. Abdullah Gül'ün "Ne mutlu Türküm diyene" cümlesine sataşan konuşmasından sonra söz alan Muzaffer Özdağ, A. Gül'e "Sayın Gül, Türk olmaktan neden bu kadar rahatsızsınız?" diye sormuştur. Sizce neden bu kadar rahatsız acaba...
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *