Tam üyelik müzakerelerinin Türkiye'nin çifte standart uygulamasına maruz kaldığını gösteren temel göstergeleri şunlardır.
1)Görüşmelerin ucu açıktır,(open-ended) yani hem ne zaman biteceği belli değildir hem de nasıl biteceği belli değildir. Zaten bu cümleyi takip eden cümlede"müzakerelerin tam üyelikle sonuçlanmayacağı durumda" denilerek, "açık-uçluluğun çifte anlamına vurgu yapılmaktadır. Bu durum ileri sürüldüğü gibi görüşmelerin "doğası gereği" değildir. Çünkü ilk kez Türkiye'ye uygulanmaktadır.
2)Görüşmelerin "tam üyelik" ile biteceği kesin değildir. Gerçi, metne, "özel statü" kavramı girmemiştir ama görüşmelerin tam üyelik ile sonuçlanmaması durumunda Türkiye'nin isteği ile bir başka ilişki biçimi kurulacağı açıklanmıştır. Tam üye olmak isteyen bir ülkenin normal şartlarda tam üyelik dışında bir modeli talep edeceğini düşünmek akla aykırıdır. Bu maddede ilk kez Türkiye'ye uygulanmıştır.
3)Müzakere sürecinde de Türkiye'ye diğer adaya ülkelere uygulanmayan farklı bir uygulama yoluna gidilmiştir. Şöyle ki diğer aday ülkeler müzakereler başladığında bir kez "Hükümetlerarası Konferans" toplanmakta, daha sonra teknik görüşmeler Avrupa Komisyonu tarafından yürütülmektedir. Oysa Türkiye ile görüşmeler sırasında Hükümetlerarası Konferans her müzakere başlığı için ayrı ayrı görüşecektir. Bu aşamada AB üyesi her ülke Türkiye'nin görüşülen dosyanın gerçekleştirildiğine dair onay verecektir. Aksi takdirde görüşmeler kesilecektir. Bu süreç Türkiye'yi baskı altına almak ve şantaj uygulamak için dayatılmış özel bir uygulamadır.
4)Diğer aday ülkeler sadece 31 müzakere başlığı çerçevesinde müzakereleri yürütürken Türkiye için sayının 40'a kadar yükseltilecebileceği 17 Aralıkta açıklanmıştır.
5)Tam üyeliğin ruhuna kesinlikle aykırı olarak Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının serbest dolaşım hakkına sürekli olarak kısıtlama getirilmiştir. Burada bir kelime oyunu yapılarak "AB üyeleri gerekli gördüğü sürece" denilmiş, böylece kısıtlamanın daimi olduğu intibaı ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Öte yandan Birlik yurttaşları Türkiye'de serbest dolaşım hakkına sahip olacaklardır.
6)Türkiye'ye diğer aday ülkelere yapılan yapısal fonlar ile ilgili mali yardımlar yapılmayacaktır. Türkiye'ye gelecek on yılda yapılacak olan mali yardım 5.5 milyar Euro ile sınırlıdır.
7)AB, 2004 İlerleme Raporu'nda ortaya koyduğu "azınlıklar meselesi"ni şimdi yeniden düzenlenecek olan "Katılım Ortaklığı Belgesi"ne (üçüncü belge) eklemek isteyecektir. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Lozan Anlaşması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasal yapısı ve milli devlet niteliğinin değişmesi talep edilmektedir. Önümüzdeki süreçte AB etkili bir şekilde Türkiye'nin etnik merkezli olarak yeniden yapılandırılması için çalışacaktır. Bu çerçevede önümüze İspanyol veya İngiliz modeli konulur ise şaşırmamamız gerekmektedir.
19 Şubat 2005'de 17 Aralık sonrasında Türkiye-AB ilişkilerinin yeni zeminini belirleyen ve Türkiye'ye yönelik tuzaklar hazırlayan sürecin temel tuzaklarını anlatmaya başlamıştık. Bugünbu tuzakları saymaya devam ediyoruz.
8)Fransa kendi iç siyasi sorunlarından ötürü sözde "Ermeni Soykırımının" kabulünü şart koşmaktadır. Bu sadece halen Başbakan olan Sarkozy'nin talebi değil, ayni zamanda Cumhurbaşkanı Chirac'ın da desteklediği bir dayatmadır.
9) AB süreci ile hiçbir ilgisi olmayan Fener Rum Patrikhanesi'ne ekumenik statüsünün verilmesi ve Heybeli Ada Ruhban Okulu'nun açılmasını talep edilmektedir.
10)Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde AB'nin denetim talep etmesinin izah edilebilir bir tarafı yoktur. 2004 İlerleme Raporu'nda yer alan şu ifadeler endişe verici olmanın ötesindedir:" Su, önümüzdeki yıllarda giderek stratejik bir konu olacak ve Türkiye'nin AB üyesi olması sonucu, su kaynaklarıyla Dicle ve Fırat üzerindeki barajlar ile sulama tesislerinin uluslar arası yönetimi (sınırötesi suların İsrail ve onun komşusuolan ülkelerle) AB için çok önemli bir konu olacaktır."
11)Suriye ile Hatay hususunda su bağlantılı bir çözüm önerilmesi de Türkiye'nin kabul edebileceği bir husus değildir.
12)Ege Denizinde Yunanistan'ı tatmin edecek düzenlemeler yapılması istenmektedir. Yunanistan Lahey'e gitmekten kaçınmıştır. Müzakareler devam ederken Atina bir emrivaki yaparak karasularını 12 mile çıkardığı takdirde Ankara AB sürecini tamamen yok etmek pahasına bir AB üyesi ülkeye savaş ilan edecek midir? Yoksa fiili durumu kabullenmek zorunda mı kalacaktır?[1]
13)AB, Türkiye'den Ermenistan ile ilişkilerini Türkiye'nin zararına olacak bir şekilde düzeltmesini talep etmektedir. Buna sözde Ermeni soykırımını kabul etmekte dahildir. Halen Türk halkına yönelik Ermeni meselesi ile ilgili yoğun bir propoganda sürdürülmektedir. Son birkaç sene içinde Türkçe olarak yayınlanan ve Ermeni tezini doğrudan veya dolaylı destekleyen kitap sayısı 70'i aşmıştır.
14)Türkiye, Kıbrıs'da AB'yi ve Kıbrıs Rum kesimini tatmin edecek bir çözümü istemese de kabul edecektir. Üstelik basında Kıbrıs AB yolunda en önemli sorun olarak ortaya konularak dikkatler sanki görüşmelerin gerçek doğasından kaçırılmak istenmektedir. Kıbrıs, sözde Ermeni soykırımı, Ege, Dicle ve Fırat'ın uluslar arası kontrolu gibi talepleri Türkiye kabul etse dahi tam üyelik "olağanüstü" zor görünmektedir.
14)Fransa, Türkiye ile AB arasında görüşmeler tamamlandıktan sonra Türkiye'nin tam üyeliği konusunda referanduma gidecektir. é
15)Ayrıca 6 Ekim 2004'de Başbakan Erdoğan'a AB tarafından sorulan "Ayasofya Müzesinin" statüsünün yeniden düzenlenmesinin mümkün olup olamayacağından devletin din tebliği olarak sayılan ezan okunmasının minarelerden camii içlerine alınmasına kadar uzanan bir dizi radikal talebin gündeme gelmesi hiç şaşırtıcı olmamalıdır.
Esasen Diyanet İşleri Başkanlığı yayınladığı bir tebliğ ile ezanın yüksek sesle okunmaması, çevrenin rahatsız edilmemesi ve cemaatin az olduğu yerlerde ezanın sesinin cami içine verilmesi doğrultusunda talimat verdiği konusunda Anadolu'da bir çok yerde yaygın bir söylenti vardır. Diyanet İşleri Başkanlığının eğer böyle bir tebliğ yoksa bu dedikodulara bir açıklama yaparak son vermesi gerekmektedir.
Özetle, sözde tam üyelik merkezli Türkiye-AB ilişkileri Türkiye'ye yönelik bir cinayet süreci olarak devam etmektedir. Türk milliyetçilerinin Türk halkına her platformu kullanarak, ilişkilerin gerçek yüzünü anlatmaları gerekmektedir. Ancak, bunun için önce bizim ilişkilerin gerçek yüzünü görmemiz, anlamamız, bilgi ile donanmamız gerekiyor.