11 Mart 2025

Cari Açık: Nereye Kadar?

4 Dakika
OKUNMA SÜRESİ

Türkiye, liberalleşme hareketlerinin yoğunlaşması ile birlikte cari açık sorunu yaşamaya başlamış bir ülke. Yetersiz büyüme sonucunda ortaya çıkan cari açık uzun dönemde ekonomimizi tehdit etmekte. Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olması dış kaynağa ihtiyacı arttırmaktadır. Bu noktada sorun, ülkemizin cari açık vermesi değil, cari açığın sürdürülemez seviyelere doğru ilerlemesidir. Giderek artan cari açık sorunu, birçok noktada ülkemizin elini kolunu bağlar hale getiriyor. En başta ekonomik büyümemizi uluslararası yatırımcının tercihine bağlayan bir çıkmaz ortaya çıkıyor. Elbette bu sorun, birden bire çözülebilecek anlık bir çözümü olan sorun değil. Ekonomi politikalarında istikrarlı yapısal çözümler daha kalıcı oturmuş bir sistemi meydana getirir. Bu nedenle uzun dönemde yapısal reformlara yer verilmesi ülkemiz için elzem bir konudur. Ülkelerin makroekonomik göstergeleri ne kadar iyi olursa olsun dış finansman ihtiyacı yüksek ise küresel ve bölgesel krizlerden etkilenmemeleri söz konusu değil.

Türkiye’deki 1989 sonrası popülist politikalar kontrolsüz finansal serbestleşmeye neden olmuştur. Kontrolsüz finansal serbestleşmeden sonra kamu tasarruf açığı ve cari açık, sermaye girişi ile finanse edilmeye çalışılmıştır.[1] Ancak özellikle siyasi ve ekonomik istikrarın bir türlü sağlanamadığı ülkemizde sermaye girişlerinin değişimi çok hızlı olmaktadır. Bu noktada ekonomik kriz kaçınılmaz hale gelmektedir. Bu kadar hassas bir dengede duran bir ülke ekonomisi, çareyi yüksek getiri nedeni ile yabancı yatırımcıları ülkeye çekmekte buluyor. İşin acı tarafı ise en ufak bir olumsuz gelişmede yatırımcıyı kaybetmektedir. Burada zarar gören Türk halkıdır. Ülkenin geleceğini sıcak paraya bağlayan politikalar, bir kısır döngü haline gelen borç sarmalına dönüşüyor, hanehalkının refah seviyesi bir türlü istikrara kavuşamıyor.

1980’ler ile günümüzü kıyaslayanlar, hanehalkın zenginleştiğini, çeşitli tüketim mallarına rahatlıkla ulaşılabildiğini, tatil yapma oranının bile arttığını ifade etmektedirler. Resme uzaktan bakınca gerçekten de böyle. Ancak ekonomik bir yaklaşım ile bakıldığında hiç de bu derece hoş bir tablo mevcut değil. 1980’lerden sonra hayatın her alanına yayılan liberalleşme, halkın borç seviyesini yükseltmiştir. Hanehalkı bankaların yüksek faiz ile sunduğu cazip (!) finansal ürünlerin kucağına bırakılmıştır. Çalışan kesim, tüketim çılgınlığı ile birlikte maaşını kredi kartına ve kredilere bağlayarak ilerideki aylarını da ipotek altına almaktadır. Artık herkes iyi giyinmekte, iyi beslenmekte, tatile çıkabilmektedir. Ancak, dünyaya hakim olan “arzu psikolojisine dayalı tüketim modeli” ülkemizde de kendine yer bulmuştur. Özellikle şaşkınlık yaratan bir durum ise, her gelir seviyesinde çalışan kesimin sanki servet sahibi gibi harcama yapması ve bilinçsizce sistemin kurbanı olmasıdır.

Büyümenin yetersiz olduğu bir ülkede tüketicinin tüm bu hızlı değişen kalıpları ekonomiye zarar vermekte. Çünkü çılgınca tüketen halkımızın tasarruf oranı %12’lere kadar düşmüş durumda. Bu oran dünyadaki genel duruma baktığımızda oldukça düşük. Gelişmiş ülkelerin tasarruf oranı ortalaması %19, gelişmekte olan ülkelerde %34, ortadoğuda ise tasarruf oranı %40’ları bulmaktadır. Türkiye’de tasarruf oranının bu kadar düşmesinin nedenleri; 1980’lerden beri biriken ertelenmiş harcamalar, harcama teşviki politikaları ve kolay borçlanabilmektir. Tasarrufun iki boyutu mevcut. Biri özel kesim, diğeri ise kamu kesimi. 2000’li yılların başından beri Türkiye’de tasarruf açığı özel kesimden kaynaklanmaktadır. Türk halkı, “tedbir amaçlı tasarruf etme eğilimi”ne sahip olup genç nüfus yapısı nedeni ile harcamaları yüksektir. Diğer yandan yastıkaltı tasarruf da fonların reel ve finansal kesime aktarılmamasına sebep olmaktadır. Bir anlamda atıl fon olarak kalmakta ekonomiye faydası olmamaktadır. Bu nedenle sadece tasarruf ediliyor olması yeterli olmayıp tasarrufların ekonomi çarklarında yer bulması gerekmektedir.

Düşük tasarrufun önlenmesi için, uzun vadede tasarruf bilincinin yerleştirilmesi bunun için de finansal okuryazarlık ve temel eğitimin bütüncül ve kapsamlı bir reforma kavuşması gereklidir. Diğer yandan kısa ve orta vadede harcama ve kolay borçlandırma politikalarının kontrol altında tutulması alınması gereken en acil önlemlerdendir.

 


[1] Süleyman Değirmen, Ahmet Şengönül, “Türkiye’de Net Özel Tasarruf – Yatırım Açığının Nedenleri”, Türkiye Ekonomi Kurumu, Tartışma Metni 2012/14, Kasım 2012, s.3. 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *