
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine, ABD liderliğinde IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyona destek amacıyla, Türk askerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması ve geçişi konusunda bir yıl yetki veren tezkere Perşembe günü TBMM’de kabul edildi. Başbakan Ahmet Davutoğlu, dün akşam Hükümete yakın iki kanalın ortak yayınında, Suriye ve Irak sınırında Türkiye’deki şartlardan bağımsız olarak gelişen dinamik bir durum olduğunu söyledi. Başbakan, Irak’taki dramın 1991 Körfez Savaşı ile başladığını, 2003 yılında gerçekleştirilen operasyon sonrasında Bağdat hükümetinin istikrar adına uyguladığı mezhepçi politikalardan kaynaklanan tepki ve güvensizlik ortamında evrildiğini söyledi. Davutoğlu, tüm bu gelişmelerin Türkiye’deki iç huzuru ve demokratik ortamı etkilememesi için ciddi mücadele verdiklerini, bu nedenle tezkereye ihtiyaç duyduklarını söyledi. Başbakan, Suriye’de ise mevcut durumun rejimin baskılarından kaynaklandığını ifade etti Davutoğlu, IŞİD vurulduktan sonra Esad rejiminin tüm gücüyle Halep’e gireceğini, bunun ise kötü bir senaryo olduğunu, Suriye rejiminin de IŞİD gibi ciddi bir tehdit olduğunun artık anlaşıldığını, Esad’a herhangi bir Sünni’nin artık güvenemeyeceğini belirtti. (http://www.hurhaber.com/basbakan-davutoglu-atv-a-haber-canli-yayininda/haber-662997) Davutoğlu’nun açıklamalarında bir dizi çelişki göze çarpmakta. Sondan başlarsak, Türkiye’nin dış politikasını mezhepçi bir çizgiye oturtulmasının birinci derece sorumlusu olan Başbakan Davutoğlu’nun hala mezhepçi bir dil kullanmayı tercih ettiği ve durumu bir terör ve istikrarsızlık unsurunun ortadan kaldırılması değil, mezhepsel mülahazalarla açıkladığı görülmekte. İkinci olarak Başbakan’ın Irak ve Suriye’deki gelişmeleri Türkiye ile ilişkilendirmeden, sanki sadece iç dinamiklerin ya da üçüncü ülkelerin etkisi sonucunda olmuş gibi sunmaya çalışması şaşırtıcı. Halbuki, Türkiye’nin 2002 yılına kadar şiddetle savunduğu Irak’ın toprak bütünlüğü politikasından uzaklaşan Davutoğlu ve arkadaşları, Sünni Araplara ve Kürtlere verdikleri çeşitli desteklerle (Petrolün ihracı dahil) Bağdat yönetiminin ülke genelinde egemenliğini yeniden tesis etmesinin önündeki en büyük engellerden biri olmuştur. Üçüncüsü Suriye’de krizin bu safhaya varmasında, sürekli birbirleriyle birleşen, ayrılan mutant gibi evrilen terör gruplarının mevcudiyetlerini ve savaşma kapasitelerini korumalarının en büyük destekçisi yine Türk siyasiler ve güvenlik bürokrasisi olmuştur. Esad karşıtı unsurların Türkiye’de barındıkları, eğitildikleri, silah ve finansman sağlandığı, tedavi edildikleri yönünde hükümete yakın gazetelerde dahi haberler yayınlanmıştır.Davutoğlu’nun bir diğer çelişkisi ise tezkerenin çıkarılmasını, bölgedeki gelişmelerin Türkiye’deki iç huzuru ve demokratik ortamı etkilememesi amacıyla ilişkilendirmesidir. Halbuki, iktidar partisinin demokrasi anlayışının toplumun belirli bir kesiminin taleplerini karşılamak, diğerlerine ise dirsek çevirmek olduğu pekçok uygulama sonucunda ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla demokrasi açısından son derece zayıf bir karneye sahip olan hükümetin böyle bir korkusu asılsızdır. Tersine, Ankara’nın uyguladığı Suriye politikası sonucu Esad rejimine tarihi ve kültürel nedenlerle sempati duyan vatandaşlarımız küstürülmüş, Suriye sınırına mücavir bölgede muhtelif bombalı saldırılar sonucu onlarca vatandaşımız hayatını kaybetmiş, Suriye’den gelen sığınmacılar denetimsiz bir şekilde salıverilerek ülke genelinde güvenlik sorunları yaratılmış, sığınmacılara harcanan 4-5 milyar dolar Türk halkına zam olarak geri dönmüştür.
Yorumlar
*
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *