29 Nisan 2025
21YYTE.ORG Fikir Tankı "Cesurların Barışı" mı "Çıkarların Buluşması" mı?

"Cesurların Barışı" mı "Çıkarların Buluşması" mı?

6 Dakika
OKUNMA SÜRESİ
PKK kurucusu Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısının ardından Türkiye’de Kürt meselesini çözüme kavuşturacak işaretler, analist çevrelerinde geniş yankı buldu. Bazılarına göre bu adım, silahlı mücadelede sonun başlangıcı; bazılarına göre ise Öcalan ile Erdoğan’ın çıkarlarının buluşmasından başka bir şey değil. Öcalan, Türk Devleti’ne zeytin dalı uzattı ve kürtçü militanları silah bırakmaya, barış sürecine entegre olmaya çağırdı. 1984 yılından bu yana devam eden “kemik kırma” süreci, iki tarafın binlerce kurban vermesine ve büyük maddi bedeller ödemesine neden oldu. Fakat bütün bunlar, “silahların susmasının” yolunu açmışa benziyor. Öcalan’ın, PKK mensuplarını nisan ayında kongre düzenlemeye teşvik eden mektubu, Kürtlerin “tarihî siyasi uzlaşı” isteğinden başka bir şey değil gibi görünüyor. Öcalan, kongrenin “silahlı mücadele”nin sonu için başlangıç noktası olmasını istiyor. Bu adımın öncesinde Türk istihbaratıyla Öcalan arasında ciddi müzakereler olmuştu. Görüşmeler, karşılıklı güven kurulmasıyla sonuçlanarak PKK’nın elindeki sekiz Türk askerinin serbest bırakılmasının ve Öcalan’ın geçen Nevruz’da PKK’lıları silah bırakıp Irak’a çekilmeye çağıran mesajının yayımlanmasının yolunu açmıştı. Tabi Türk-Kürt barış treninin yolundaki siyasi, askerî ve kültürel mayınları sökmeyi amaçlayan yol haritasını da unutmamak gerekir. Bütün bu sayılanlar, “Diyarbakır semalarında” savaş uçakları yerine bir Türk-Kürt uzlaşısının belirmeye başladığını gösteriyor. Fakat burada ortaya çıkan eksen soru şu oluyor: Acaba Kürt meselesinin çözümüne ilişkin işaretler, silahın, barışın sesini susturduğu her seferinde gücünü kaybeden silahlı devrimin bizzat kendi varlığından mı kaynaklanıyor? -nitekim İrlanda’nın Kızıl Ordusu bunun yegâne örneğidir; zira silahlar ne zaman konuşsa meselenin çözüm kapısı da kapanıyordu- Yoksa şu anki Türk-Kürt yakınlaşması, Öcalan ile Erdoğan’ın hırslarıyla arzuları arasındaki uyumun bir sonucu mu? Zira Öcalan, “Büyük Kürdistan”da Mandela modelini kopyalamak isterken, Erdoğan, karmaşık meseleleri Bab-ı Âli içinde çözmek istiyor ki içeride hiçbir sıkıntı yaşamadan “Osmanlılaştırma” veya “Türkleştirme” projesini tamamlayabilsin. --Büyük Uzlaşmanın Yolları-- “Büyük” çözümlerde kazanç-kayıp söylemlerini bir kenara bırakacak olursak, üç büyük yaklaşım, Erdoğan Türkiye’sinin, yakın geçmişin teröristleri ile barış sürecine girmesinin sebeplerini açıklayacaktır. Buna göre ilk yaklaşım, bizzat kürtlerle alakalı. Kürt silahlı militanlar, IŞİD'e kafa tutan ve örgütün Suriye ile Irak’taki Kürt bölgelerine yayılmasını engelleyen “yarı resmî askerî bir güç” hâline geldi. Bu da onlara Suriye’de, Irak Kürdistan’ındaki Kürt mevcudiyetinin inşasını tamamlar yönde genişletilmiş özerk idareler kurma fırsatı verdi. Suriyeli Kürtlerin özerk yönetimleri neredeyse resmî bir hâl almışken ve Irak Kürdistan’ı Bağdat’tan ayrılmışken, Ankara, Kürtlerin Kültürel haklarını tanıyarak ve Türkiye genelindeki yerel yönetim taleplerini kabul ederek “çözüm sürecine” dâhil olup özerk yönetim senaryosunun önüne geçmek istedi. Nitekim Ankara -birtakım bölgesel başkentlerle yaşadığı gerilimin seviyesine göre- çoğu zaman PKK’yı bölgesel güçlerin lehine birtakım dış ajandalar uygulamakla suçlamaktadır. İkinci yaklaşım AB’nin koyduğu kültürel istihkaklarla alakalı… Nitekim ayrıma uğramış bir azınlığın meselesi olarak kabul edilen kürt meselesi, hâlâ Türkiye’nin Avrupa örgütlenmesine katılmasını engelleyen sorunlu bir dosya olarak ortada durmaya devam ediyor. Programına AB üyeliğini alan bir hükûmetin, tam üyelik önündeki bütün engelleri kaldırmakta tereddüt etmeyeceği aşikâr. Maksat, Erdoğan Türkiye’sinin stratejik hedefini gerçekleştirmek. Zira böyle bir durumda Türkiye’nin üyeliği yine reddedilirse Ankara, Avrupalı liderleri zor durumda bırakmış olur ve üyeliğinin reddedilmesinin, AB’nin Hristiyan yapısından ileri geldiği yönündeki söylemiyle bağlantılı olduğu doğrulanır. Üçüncü yaklaşım, Amerika’nın Arap bölgesindeki terör örgütlerine karşı savaşıyla bağlantılı. Washington, peşmergenin tamamını IŞİD ile savaşmak için tahsis etmek istiyor. Askerî çalışmalar da Washington’un, PKK’nın çete savaşlarındaki tecrübelerinden faydalanmak istediğini gösteriyor. Böylece PKK, savaş tecrübesini Türkiye’den Irak’a taşıyacak, “Türk düşmanın” yerini “tekfirci düşman”, “Osmanlı Devleti” ile mevcut “sınır savaşının” yerini de İslam Devleti ile “varlık mücadelesi” alacak. Dolayısıyla ABD Başkanı Obama’nın, Kürtlerle çözüm sürecini desteklemek adına BDP ve HDP’den heyetlerin yanı sıra Irak Kürdistan’ının Barzani ve Talabani gibi ilk sıralardaki isimlerin ara buluculuğunu kabul etmesi tuhaf gelmiyor. --Zorluklar-- Tarihî uzlaşı için yerel, bölgesel ve uluslararası ortamı hazırlamak, tabi ki barış treninin önünde hiçbir engel olmadığı anlamına gelmiyor. Konunun takipçileri, çıkışı engelleyecek ciddi zorlukların varlığına işaret ediyor. Bu zorlukların başında da silah bırakma ve Irak dağlarına çekilme fikri geliyor. Zira “Erdoğan’ın Osmanlı” Türkiye’si, Kürtlerin kültürel ve anayasal haklarını tanımamaya ve Kürt ulusunu, ülkenin ikinci ulusu olarak görmeye devam ediyor. Türkiye, özerk yönetim taleplerini de duvara çalıyor ve yerine Kürtlerin susuzluğunu gidermeyen -yani onları anayasal olarak bağımsız bir ulus olarak tanımayan- bir “öneriler sepeti” getiriyor. Yanı sıra Türkiye ile siyasi çözüme dâhil olmak, Kürdistan’daki yönetim kadrosu tarafından görmezden gelinen bir durum. Zira onlara göre bu adım, Türkiye’nin Kürdistan halkının haklarını tanımamayı sürdürmesinin gölgesinde, gerçekleşemeyecek bir siyasi manevradan ibaret… Bütün bu engellerin ve zorlukların yanında bir de İran’ın bölgesel hesapları var… İran, topraklarındaki Kürt meselesinin, Türkiye, Suriye ve Irak’taki Kürt rüyasının canlandırılmasıyla yeniden çalkalanmasını istemiyor. PKK’nın nisan ayındaki kongresi, Filistin Kurtuluş Örgütünün 1988 yılında Cezayir’de düzenlediği kongreye benzeyebilir ve PKK tarafından acı tavizler verilmesiyle sonuçlanabilir. Filistin Kurtuluş Örgütü de verdiği tavizler sonucunda ne gerçek bir barışa ulaşabilmiş ne Filistin Devleti’ni kurabilmiş ne de Filistin devrimini sürdürebilmişti. Nitekim devrimin, devletin, silahın ve ortak rüyanın yitirilebileceği uyarısı yapan Kürt kalemlerin korktuğu da aslında tam olarak bu.(Kaynak:Emin Bin Mesud,El Arab,İngiltere,16 Mart 2015) AKTARANIN NOTU:Yurtdışından bir bakışla ilginç bir analiz olmuş.Üzerinde vurgu yapılan Mandela modelinin de ayrıca incelenmesi gerekiyor gibi görünüyor.
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *