Dr. Muhammet KEMALOĞLU
Gazi Binbaşı
İsrail'in Gazze'deki eylemlerinin uluslararası hukuku ihlal ettiğine dair ciddi suçlamalar (soykırım, savaş suçları, toplu cezalandırma) ve bunun sonucunda yaşanan büyük insani trajedi ortadayken, siyasi söylem ve diplomatik süreçlerin barış adı altında nasıl çarpıcı bir ikilem yarattığı dikkat çekicidir. Bir yanda binlerce masumun katledildiği, yüzbinlerce insanın yaralandığı ve neredeyse 2 milyon insanın evini terk ettiği bir yıkım yaşanırken, diğer yanda "barış anlaşmaları"ndan bahsedilmesi, bu durumun en acı verici ironisidir.
I. Savaş Suçları ve Soykırım Suçlamalarının Ağırlığı
Öncelikle, Gazze'deki felaketin boyutlarını ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu duruma karşı takındığı sert tavrı hatırlamak gerekir. İsrail'in İddia Edilen Suçları, sivil hedeflerin (okullar, hastaneler) vurulması, aç bırakmanın savaş yöntemi olarak kullanılması, zorla yerinden etme, toplu cezalandırma ve nihayetinde soykırım suçlamalarıdır. Bunlar, Uluslararası Adalet Divanı'na taşınan ciddi hukuki iddialardır. Tahmini 67.000'i aşan can kaybı ve yaklaşık 1.9 milyon insanın evinden zorla edilmesi, bu suçlamaların dayanağını oluşturmaktadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazze'deki saldırılar ve sivil ölümleri üzerine Haziran 2025 civarında, Netanyahu'yu açıkça hedef alarak, "Netanyahu, şu anda yaptığı soykırımla Hitler'i geride bırakmıştır" ifadesini kullanmıştır. Ayrıca, Netanyahu'nun eylemlerinin "soykırımcı" olarak nitelendirilmesi o kadar yaygınlaşmıştır ki, 22 Eylül 2025'te Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, bir televizyon kanalında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "soykırımcı Netanyahu" ile kıyaslanması üzerine soruşturma başlatıldığını duyurmuştur. AKP'nin Sözcüsü Ömer Çelik ise 16 Eylül 2025'te, Netanyahu'nun Sayın Cumhurbaşkanımızı hedef alan sözlerine tepki gösterirken onu, "Soykırım şebekesinin başkanı" olarak nitelendirmiş ve bu sözlerin "yok hükmünde" olduğunu belirtmiştir. Çelik, daha önce, 28 Aralık 2023'te de Netanyahu'nun "insanlığa karşı işlediği savaş suçları ve Filistinlilere yönelik soykırım girişimi nedeniyle layık olduğu şekilde nefretle anılacak ve bir gün hukuk önünde hesap verecektir" diyerek suçlamaların hukuki boyutuna dikkat çekmiştir. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Burhanettin Duran da 27 Ağustos 2025'te, Netanyahu'nun 1915 olaylarına ilişkin açıklamasına tepki gösterirken onu, "Tarihin ve geleceğin mahkum ettiği bir caninin" sözlerinin hükmü olmadığını belirterek kınamıştır. Bu suçlamaların yanında, İsrail'in bir "terörist" ve "işgalci" devlet olduğu, bölgede yayılmacı politika izlediği ve tüm Batı değerlerinin Gazze'de öldüğü yönündeki diğer sert açıklamalar, Türkiye'nin Filistin davasına verdiği desteğin en üst perdeden ilanıdır.
II. Barışın İronisi: Dün Söylenenler ve Bugünün Diplomasisi
Eleştirinin düğümlendiği nokta tam da burasıdır: Erdoğan'ın bu denli sert suçlamaları ve Filistin'e sahip çıkma söylemi ortadayken, onun taraftarları veya siyasi çevresi, Gazze ve Filistin sorunu çözülmeden hangi barışı yapmışlardır?
Kastedilen, ABD Başkanı Donald Trump'ın arabuluculuğunda gerçekleşen ve özellikle bölgedeki bazı Arap ülkelerinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği İbrahim Anlaşmaları ve Gazze'deki ateşkes süreçleridir. Türkiye'nin de katıldığı Şarm El-Şeyh Zirvesi gibi diplomatik toplantılar bu ironiyi derinleştirmiştir. İsrail’in savaş suçlarına ilişkin söylem, Trump yönetiminin siyasi tehdit, şantaj veya başka güçlü argümanları karşısında hızla yumuşamıştır. Dün Netanyahu'ya "soykırımcı" diyenlerin, bugün Trump'ın liderlik ettiği ve İsrail'in "savaşın bittiği" mesajını verdiği diplomatik zirvelerde masada yer alması, büyük bir çelişki yaratmıştır. İslam dünyası, toplu ve ortak bir tavır koymakta başarısız kalmış; sözler fiiliyata dönüşmemiş ve kolayca unutulmuştur. Bölge ülkelerinin Filistin davasına "ihanet" olarak nitelenen İbrahim Anlaşmaları'nı imzalaması da bu durumun en somut göstergesidir. "Affettiren Anlaşmalar" ve Ağır İddiaların Akıbeti, Trump'ın İsrail parlamentosunda (Knesset) yaptığı konuşma ve akabinde gerçekleşen uluslararası barış zirveleriyle, İsrail'in "savaşın bittiği" mesajını vermesiyle uluslararası toplum nezdinde ülkeyi "affettiren" bir hava yaratmıştır. Eğer Netanyahu "Gazze kasabı" ve "Hitler'den farksız" ise, onunla aynı diplomatik masalarda yer almak ve barış süreçlerine katılmak, o ağır iddiaların ne olacağı sorusunu doğurur. Bu tür diplomatik normalleşmeler, İsrail'in işlediği iddia edilen suçlardan siyasi olarak kaçmasına zemin hazırlamaktadır.
III. Tarihsel Arka Plan: 1948'den Son Anlaşmaya Filistin'in Kayıpları ve İsrail'in Kazanımları
1948 Nekbe'den, son geçici ateşkes anlaşmasının imzalandığı güne (Ekim 2025) kadar süren süreç, Filistinlilerin sürekli ve sistematik kayıplarını ve buna karşılık İsrail'in durmaksızın genişleyen kazanımlarını temsil eden bir tarihi kronolojidir. Bu süreç, askeri zaferlerin siyasi ve coğrafi sonuçlara dönüştürülmesine dayanmaktadır.
Filistinlilerin Sürekli Kayıpları (1948 – 2025):
Toprak Kaybı ve Nekbe (1948): Filistinliler, "Büyük Felaket" (Nekbe) sonucunda, tarihi Filistin topraklarının yaklaşık %78'ini kaybetmiştir. Yaklaşık 700.000 ila 950.000 Filistinli evlerinden zorla sürülerek mülteci durumuna düşmüş, 400'den fazla köy ve kasaba yok edilmiştir.
İşgalin Derinleşmesi (1967): 1967 Altı Gün Savaşı ile Filistinliler, geriye kalan tüm topraklarını (Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi) kaybetmiştir. Doğu Kudüs ilhak edilmiş, Filistinlilerin hiçbir zaman tam egemenliği olmamıştır ve 500 bin civarı kişi daha mülteci durumuna düşmüştür.
Ulusal Bütünlüğün Parçalanması (Oslo ve Sonrası): 1990'lardaki Oslo Anlaşmaları, Batı Şeria'yı İsrail'in kontrolündeki "C Bölgesi" (toprakların %60'ı) ve yerleşim birimleri aracılığıyla parçalamıştır. 700 binden fazla yasa dışı Yahudi yerleşimcinin inşasıyla Filistin toprakları fiilen işgal edilmiş, ulusal birliği imkansız hale getirilmiştir.
Gazze'nin Ablukası ve Son Kayıplar (2007 – 2025): 2007'den bu yana Gazze Şeridi'ne uygulanan ağır ambargo ekonomik çöküşe yol açmıştır. Son askeri operasyonlar (Ekim 2023 - 2025), on binlerce sivilin can kaybına ve Gazze'nin büyük bir kısmının yaşanmaz hale gelmesine neden olmuştur. Filistinliler, son anlaşma ile sadece insani yardım ve geçici ateşkes kazanmış, ancak siyasi gelecekleri konusunda hiçbir güvence elde edememiştir.
İsrail'in Sürekli Kazanımları (1948 – 2025):
Devletin Kuruluşu ve Genişlemesi (1948): Uluslararası toplumun büyük bir kısmı tarafından tanınan, hukuki ve askeri güce sahip İsrail Devleti kurulmuş ve 1948 savaşıyla, BM'nin planladığı %56'lık toprağı %78'e çıkarmıştır. Bölgedeki en güçlü askeri kuvvet haline gelmiştir.
Bölgesel Kontrol ve Güvenlik Sınırları (1967): 1967'deki zaferle Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri gibi stratejik coğrafi derinliğe sahip bölgeler ele geçirilmiştir. İsrail, Doğu Kudüs'ü ilhak ederek, Kudüs üzerindeki egemenliğini tek taraflı olarak ilan etmiştir.
Yerleşim Birimleri ve De Facto İlhak (Oslo Sonrası): Batı Şeria'da sürekli artan Yahudi yerleşim birimleri aracılığıyla Filistin topraklarının fiili olarak ilhak edilmesi sağlanmıştır. Bu, iki devletli çözümün coğrafi temellerini ortadan kaldırmıştır.
Diplomatik ve Hukuki Başarılar (Son Anlaşma Dâhil): Son ateşkes ve takas anlaşmasıyla İsrail, rehinelerini geri alarak iç kamuoyunda zafer elde etmiş ve askeri hedefine ulaştıktan sonra süreci insani diplomasi ile kapatmıştır. Anlaşma, İsrail'in savaş suçları iddialarından ziyade, krizin yönetimi ve rehinelerin iadesi konularına odaklanarak, uluslararası hukuki baskıyı bir kez daha manevra ile atlatmıştır.
IV. Filistinlilerin Elde Etmesi Gereken Temel Kazanımlar
Filistinlilerin haklı davası ve kalıcı bir çözüm için gerekli olan kazanımlar, üç ana başlıkta toplanır: Egemenlik ve Toprak, Hukuki ve İnsani Haklar ve Ekonomik Bağımsızlık.
1. Egemenlik ve Toprak Bütünlüğü (Siyasi Çözüm)
Filistin davasının özü olan bu kazanımlar, uluslararası toplumun "İki Devletli Çözüm" dediği vizyonun temelini oluşturur.
1967 Sınırlarına Tam Dönüş: İsrail, 1967 Altı Gün Savaşı'nda işgal ettiği Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi'nden tamamen çekilmelidir. Bu, Filistin devletinin coğrafi temelidir.
Başkenti Doğu Kudüs Olan Tam Bağımsız Devlet: Filistinliler, tanınmış, egemen ve bağımsız bir Filistin Devleti'ne sahip olmalıydı. Bu devletin başkenti, Doğu Kudüs olmalı ve Filistin, uluslararası kuruluşlarda tam üyeliğe sahip olmalıydı.
Yerleşim Birimlerinin Yıkılması ve Çekilme: Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki tüm yasa dışı Yahudi yerleşim birimleri tasfiye edilmeli ve buralarda yaşayan yerleşimciler, Filistin egemenliğini ihlal etmeyecek şekilde çekilmeliydi.
Gazze Ablukasının Şartsız Kaldırılması: Gazze Şeridi üzerindeki hava, deniz ve kara ablukası tamamen ve kalıcı olarak kaldırılmalı; Filistinlilerin deniz limanları ve havaalanı kontrolü kendilerine devredilmeliydi.
2. Hukuki ve İnsani Hakların İadesi
Tarihsel adaletsizliklerin giderilmesi ve temel insan haklarının temini için bu kazanımlar esastır.
Mültecilerin Geri Dönüş Hakkı (Right of Return): 1948 Nekbe ve 1967 savaşlarında evlerinden ve topraklarından zorla çıkarılan milyonlarca Filistinli mültecinin ve torunlarının, uluslararası hukuka uygun olarak (BM Kararı 194), vatanlarına geri dönme hakkı güvence altına alınmalıydı.
Hukuki Hesap Verebilirlik: İsrail'in işlediği iddia edilen savaş suçları ve insan hakları ihlalleri (özellikle son Gazze operasyonları ve yerleşim politikaları), uluslararası mahkemelerde (Uluslararası Ceza Mahkemesi/Adalet Divanı) tam olarak soruşturulmalı ve suçlular adalet önüne çıkarılmalıydı. Geçici ateşkesler bu sorumluluğu örtbas etmemeliydi.
Mahpusların Serbest Bırakılması: Esir takası pazarlıklarına konu olan mahpuslar değil, tüm siyasi ve idari tutuklular şartsız olarak serbest bırakılmalıydı.
3. Ekonomik ve Altyapısal Bağımsızlık
Filistin ekonomisinin İsrail'e olan bağımlılığını sonlandırmak ve yaşam standartlarını yükseltmek için bu adımlar zorunluydu.
Doğal Kaynakların Kontrolü: Filistin, Batı Şeria'daki su kaynakları, doğal gaz rezervleri ve diğer yer altı/yer üstü kaynakları üzerindeki tam egemenliğini kazanmalıydı.
Ticaret ve Gümrük Bağımsızlığı: Filistin'in kendi gümrük gelirlerini toplama ve uluslararası ticaretini serbestçe yapma hakkı olmalıydı. İsrail'in Filistin Yönetimi adına topladığı vergiler üzerindeki siyasi kontrolü kaldırılmalıydı.
Yeniden İnşa ve Tazminat: İsrail'in askeri operasyonları sonucu Gazze ve Batı Şeria'da tahrip edilen tüm sivil altyapı (hastaneler, okullar, konutlar) için adil ve kapsamlı bir tazminat ve yeniden inşa fonu oluşturulmalıydı.
Sonuç: Barış İyidir, Adalet Şarttır
Barış, çatışmaların sona ermesi adına iyi ve zorunlu bir hedeftir. Ancak bu barış, adaletin ve hesap verebilirliğin yok sayıldığı, suçluların aklanıp masumların acılarının görmezden gelindiği bir "günü kurtarma" girişimi olmamalıdır. Netanyahu'ya yöneltilen soykırım ve savaş suçları gibi ağır iddialar, herhangi bir "barış anlaşması" veya diplomatik normalleşme ile ortadan kalkmaz. Gerçek ve kalıcı barışın yolu, sadece söylemde değil, eylemde de kararlılıkla katillerin ve suçluların uluslararası mahkemelerde hesap vermesinden ve Filistin halkının meşru haklarının (bağımsız bir devlet dahil) tam olarak iade edilmesinden geçer. Aksi takdirde, Gazze'deki kan, yıkım ve acı, sadece diplomatik bir formalite uğruna örtülmüş olacak ve kurulan "barış masaları", "Gazze kasabını affettiren masalar" olarak tarihe geçecektir. Gerçek barış, adil barıştır. Özetle, Filistinlilerin elde etmesi gereken kazanımlar, geçici bir nefes alma molası değil, tam bağımsızlık, adalet ve kendi toprakları üzerindeki egemenliğin kalıcı olarak tescili olmalıydı. Diplomatik süreçlerin bu temel hedefleri göz ardı etmesi, Filistinlilerin aleyhine işleyen tarihi sürecin devamı niteliğindedir.
Kaynakça
Çelik, Ömer. Twitter Gönderisi. 28 Aralık 2023.
---. Twitter Gönderisi. 16 Eylül 2025.
Duran, Burhanettin. Twitter Gönderisi. 27 Ağustos 2025.
Erdoğan, Recep Tayyip. Açıklama. Haziran 2025.
Tunç, Yılmaz. Açıklama. 22 Eylül 2025. Anadolu Ajansı. (Adalet Bakanının Soruşturma Açıklaması).