
Bir kaç yıl önce direnişin savunucusu olarak görünen Türkiye nasıl oldu da direniş ekseninin karşıtına döndü? Neden Türkiye şimdi İsrail’in hazırladığı zeminde oynamaya karar verdi? Fars haber ajansında yer alan haber analizinde şu ifadelere yer verildi. İran-Irak arasında sekiz yıl süren savaşın bitişiyle Ortadoğu göreceli bir istikrara kavuştu. Bu dönemin istikrarı özellikle son dönemle kıyasladığımızda daha da belirgin oluyor. Gerçek şu ki Ortadoğu bölgesi sürekli olarak tarih boyu savaşlara ve facialara tanık oldu. Bu bölgede ülkelerin birbirleriyle savaşmadığı ya da iç savaşlar yaşamadığı ya da uluslararası savaşlara müdahil olmadığı dönemler pek görülmemiştir. İran ve Irak savaşından sonra Körfez savaşı dahil hiç bir zaman ateş bu son yıllarda olduğu gibi bu derece yayılmadı. Son altı yılda Batı Asya kanlı bir savaşa tanık oluyor, bu ateş islami direnişten kaynaklanıp Mısır, Libya ve Bahreyn’de alevlenmiş olsa da giderek Suriye’ye ulaşıp Beşar Esad hükümetini hedef aldı, oradan savaş yorgunu Irak’a sıçradı, yeniden Baasçılar bir tehlikeli unsur olarak sahneye geldiler. Ardından Yemen’in iç savaşa bulaştığına tanık olduk. Lübnan ise hala hükümetsizlikten kurtulamadı. Filistinliler ve İsraillerin çatışmaları üçüncü intifadayla neticelendi. Öbür tarafta Afganistan yeniden Taliban’ın artan şiddetine maruz kalıyor. Afganistan ile Pakistan ilişkileri geçen yıllara nazaran daha da sorunlu bir hal aldı. Ortadoğu’yu sarıp kavuran ateş Avrupa’nın kalbine kadar uzayıp onlarca ölüyü Fransa hükümetinin avucuna bıraktı. Tüm bunları yan yana koyup büyük devletlerin bu bölgedeki çıkarları için diplomatik rekabetini de eklerseniz Ortadoğu’nun barut fıçısına döndüğünü görürsünüz. Bu arada sahnenin önemli oyuncularından biri Türkler oldu. Türkler ancak son on yıl içerisinde ekonomide istikrarın yanı sıra iç güvenliği de ciddi anlamda sağlayabildiler. Türkiye son yıllarda emperyalizme karşı direnen bir devlet olarak göründü; İran’ın nükleer hakkını bir bağlantısızlar üyesi olarak destekledi. Davos’da Perezi soykırımla suçlayıp itiraz anlamında toplantıyı Erdoğan terk etti. Miyanmar’da müslümanlar katledildiklerinde ve Çin’de Uygur Türkleri baskı altına alındıklarında Miyanmar ve Çin hükümetlerine itiraz etti. Tüm bunlar zahiri de olsa Türkiye’ye haklı bir imaj veriyor ve Müslüman halklar arasında Recep Tayyip Erdoğan’a sempati kazandırıyordu. Hatırlatılmalı ki o yıllarda da bazı siyasi analistler tarafından Türkiye’nin İsrail rejimi ile ihtilafının ciddi olmadığı tartışılıyordu. Çünkü Ankara’da ne İsrail elçiliği kapatıyordu ne de Ankara kendi elçisini geri çağırıyordu. Ya da Mavi Marmara hadisesinden sonra Türkiye ile İsrail arasında ticarette bir azalma dahi görünmüyordu. İran’ın nükleer dosyası macerasından dolayı Türkler büyük maddi kazançlar elde etmelerine rağmen İran’ı desteklemede temkinli duruyorlardı. Ve nihayetinde Türkiye’nin gerçek yüzü ortaya çıktı. Suriye’de savaş başlayınca Beşar Esad’ın hükümetine karşı düşmanca ve en sert tavır alan Erdoğan oldu. Esadı düşürmek için silahlı muhalif gruplara elinden gelen yardımı ardına bırakmadı. Esadı düşürme hedefi uğruna hatta İran’a karşı muhalefet yapmaya başlayıp İslam Cumhuriyeti’ne karşı düşmanca ve aşırı açıklamalar yaptı. Daha sonra IŞİD Irakta güç sahibi olunca görünüşte Türk hükümeti IŞİD ile olan bağlantısını inkar etse de tüm uluslararası gözlemciler Türkiye’nin IŞİD’in başarılı olmasında etkili rol oynadığını ve perde arakasından her yönden IŞİD’e destek sağladığını biliyordu. Hikaye nedir? Bir kaç yıl önce direnişin savunucusu olarak görünen Türkiye nasıl oldu da direniş ekseninin karşıtına döndü? Neden Türkiye şimdi İsrail rejimin hazırladığı zeminde oynamaya karar verdi? Neden kaç yıl önce İran ile Türkiye ilişkileri giderek iyileşirken şimdi müzakere masasında karşı taraflarda oturuyorlar? Bu soruların yanıtı açıktır: Türkiye kendi çıkarlarını düşünüyor, bölgede daha makul ve daha güçlü olmak için her şeyi yapabiliyor. Türkiye’nin uluslararası davranış türünü İslam Cumhuriyeti’yle kıyaslama yanlış olur. Çünkü İran gerçekten emperyalist karşıtıdır ama Türkiye bunu çıkarı için bir araç olarak gördü. Çıkarı için emperyalist karşıtı rolünü bir kaç yıl oynamaya karar verdi, böylece bölgede bir çok Müslüman halkın teveccühünü kazanmak istedi ve bu doğrultuda başarılı da oldu. Bu oyunu oynarken bile Siyonist rejimle köprüleri yıkmayıp ilişkilerini pekiştirmeyi sürdürdü. Şimdi ise İran İslam Cumhuriyeti’nin giderek artan bölgesel iktidarına dayanamayıp direniş cephesinin bir başka üyesinin üzerine giderek Tahran’a ağır bir darbe vurmayı düşünüyor. İran İslam Cumhuriyeti’nin iktidarının bölgede artması Türkler için bir tehdittir. Bundan dolayı Suriye halkını savunma bahanesiyle direniş eksenine karşı cephe alıyor. Esad’la mücadele adı altında aslında hem kendine rakip gördüğü İran’ı zayıflatmayı hem de içerdeki Kürt muhaliflerini susturmayı planlıyor. Tüm bunların arkasında hala büyük Osmanlıyı tecdit etmeyi de göz ardı etmiyor. Özetle; Perez’e karşı sert tepki vermesinden, Ahmedinejad’la tokalaşmasından Beşar Esad’a karşı cephe almasına kadar tüm oyunlar Erdoğan’ın bire bir öne sürdüğü hamlelerdi. Erdoğan artık modern Türkiye’nin Sultanı olarak anılıyor, hitabesi 19. Asrın Avrupalı liderlerini andırıyor. Mahmut Abbas’ı karşılarken diplomatik bir dekorla Dünyaya Osmanlı hükümdarlığını hatırlatıyor. Erdoğan’ın sağ kolu ve Yeni Osmanlı teorisini geliştiren isim olarak bilin Ahmet Davutoğlu’dur. Davutoğlu’nun yeni Osmanlı fikrinin iç ve dış boyutları vardır: içeride güvenliği sağlamak ve dışarıda uluslararası bir devlete dönüşmek. AKP ilk yıllarında Erdoğan-Gül ikilisinde ekonomi programlara odaklandı. Yıllar sonra Türkiye nispi bir ekonomi istikrarı vardı. İç güvenliği sağlamada başarılıydı ve halk güvenlik yüzü gördü. Bunlara dayanarak art arada seçimleri kazandı. Halkın güvenini ele geçirebilmişti ve hala da bu güven nispi olarak devam ediyor. Son seçimde AKP’nin aldığı yüksek oy Türk halkının çoğunluğunun söylenen iki faktör temelinde oy kullandığını gösteriyor: ekonomide ve güvenlikte istikrar. Bu iki alanda başarı Yeni Osmanlı fikri için ilk adımlardır, sonraki aşama ise uluslararası bir güce dönüşmektir. Erdoğan bu aşamaya kavuşma için her şeyi yapmaya hazır. Bugün Siyonistlere karşı tavır alır ve emperyalist karşıtı imaj verir, ertesi gün emperyalist karşıtı Suriye’ye tüm gücüyle yüklenir. Erdoğan için bizimle olan ve olmayanlar diye bir ayrım yoktur, güç gösterişi için her fırsatı değerlendirir. Uluslararası bir güce dönme hedefine varma, içeride güvenliği sağlamak kadar kolay olacak mı? bu soruyu yanıtlama da kolay olmayacak.//www.abna.com.
Yorumlar
*
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *