29 Nisan 2025
21YYTE.ORG Fikir Tankı Strateji Arayışında Orta Doğu’daki Yedi Çelişki

Strateji Arayışında Orta Doğu’daki Yedi Çelişki

7 Dakika
OKUNMA SÜRESİ
Dış politikada tutarlılığın sınanmasında ilk ölçüt, o ülkenin eylemlerinin ve açıklamalarının temel mantık çerçevesinde yer alıp almadığıdır. Orta Doğu’daki politikaları söz konusu olduğunda ABD’nin bu sınavı veremediğine dair bolca kanıt mevcut. Şimdi daha tutarlı olunabilmesi için gerekenleri ortaya çıkaracak olan bariz tutarsızlıkların bazı örneklerine bakalım. --1. Çelişki-- ABD’nin bölgeye müdahil olmasının başlıca gayesi IŞİD’in ilerleyişini kesmek ve nihayetinde de IŞİD’i ortadan kaldırmak. Bu Başkan Obama tarafından da defaatle dile getirildi. Başarı, askerî boyutun yanı sıra siyasi ve ideolojik boyutları da kapsayacak çok ayaklı bir stratejiye bağlı. Elbette hâlihazırda IŞİD’i püskürtme kapasitesine sahip askerî güçlerin ileri sürülmesinin bir zorunluluk olduğuna hiç şüphe yok. Buna kara birlikleri de dâhil. Washington, Amerikan askerlerinin konuşlandırılması seçeneğini kabul etmediğine göre yeterli sayı ve ehliyette yerel güce ihtiyaç var. Ancak Obama’nın Beyaz Sarayı, Kürt bölgesinin dışında faaliyet gösteren en etkin kuvvet olan Şii milislerin -İran terminolojisindeki hâliyle Haşdi Şabilerin- dışarıda tutulması konusunda ısrarını sürdürüyor. --2. Çelişki-- İran IŞİD karşıtı oluşumda hayati bir rol oynamaya adaydı. İran, Cumhuriyet Muhafızlarının Kuds gücü vasıtasıyla Haşdilere eğitim ve danışmanlık sağlıyordu. İran İslam Cumhuriyeti -aynı dine mensup- Bağdat’taki rejimin en yakın müttefiklerinden biri. Aralarındaki bağlar askeriyeden finansa oradan ticarete ve hatta birleşik enerji şebekesine değin bir dizi alana uzanıyor. El Abadi hiçbir önemli kararı Tahran’daki mevkidaşlarına danışmadan almıyor. Ancak Obama yönetimi İran’ın, Irak ve de Orta Doğu bölgesi açısından istikrarsızlaştırıcı bir unsur olduğunu mümkün olan en sert şekilde beyan etti. --3. Çelişki-- IŞİD’e karşı nispeten etkin biçimde savaşan bir başka güç ise Kürtlerden oluşuyor. Bu aslında birbirine gevşek şekilde bağlı iki güç. Biri 2003 yılından bu yana Kuzey Irak’taki Kürdistan bölgesini yöneten yarı özerk hükûmetin oluşturduğu peşmerge gücü. Diğeri ise Irak’ta iktidardaki Demokratik Partisinin rakibi olan Kürdistan İşçi Partisinden (PKK) çıkan Suriye’nin kuzeyinde konuşlu YPG. PKK radikal ve seküler bir ideolojiyi benimsemiş olan militan bir grup. Türkiye’nin güneydoğusunda Ankara hükûmetine karşı uzun ve de kanlı bir direniş sürdürdü. Sınırın öte yakasındaki Kürdistan dağlarında mültecileri var. Son iki yıldır PKK ile Recep Tayyip Erdoğan arasında oldukça umut vadeden ciddi görüşmeler sürüyordu ancak son birkaç hafta içinde meydan gelen bir dizi şiddet olayının ardından bu umutlar söndü. Söz konusu olayların içinde Ankara’nın PKK’yı sorumlu tuttuğu polis ve asker ölümleri de var ancak PKK sorumluluğu üstlenmiyor ve bunların aslında Türk güvenlik teşkilatlarının yanıltma amaçlı operasyonları olduğunu ima ediyor. Türkiye eş zamanlı olarak IŞİD unsurlarına atfedilen ve Suruç’ta 31 kişinin ölümüyle ve yüz kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan terörist bir saldırı tecrübe etti. Bu bir dizi olay bu hafta ABD ile Türkiye arasında IŞİD ile savaşta dönüm noktası olarak lanse edilen bir anlaşmayla neticelendi. Belli belirsiz şekilde yapılan resmî açıklamalara göre Türkiye-Suriye sınırının güneyine, özellikle Amerikan uçakları tarafından “uçuşa yasak bölge” olması sağlanacak olan bir tampon bölge kurulması konusunda anlaşıldı. Prensipte bölge Suriye muhalefetinin “görece ılımlı” unsurları tarafından idare edilecek. İşte asıl sorun da burada. Özgür Suriye Ordusunun orijinal hâlindeki Batı yanlısı güçler, kontrol sağlamak konusunda hem siyasi hem de askerî anlamda çok zayıf. (500 milyon dolar maliyetli) Amerikan eğitim programının 60 kişiden oluşan ilk mezunlarının, el Nusra militanlarının, grubun komutanı ve yardımcısını Suriye’nin kuzeyinde kaçırmasının ardından ortadan kaybolmuş olması da bu hakikati gözler önüne serdi. Dolayısıyla Türkiye, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Washington’da da kimilerinin “iyi adamlar” olarak ileri sürdüğü “görece ılımlı”lar aslında (el Kaidenin bir kolu olan) el Nusranın aynısı demek olabilir. El Nusra açıkça Erdoğan’dan maddi ve siyasi destek alıyor. Farazi “tampon bölgenin” içinde yer alan kendi küçük bölgelerini oluşturmaya çalışan YPG’ye gelince; onlar dımdızlak kalacak. Başka bir deyişle Washington, Ankara’nın IŞİD’e saldıracağına dair muğlak vaatleri karşılığında Suriyeli Kürtleri marjinalize etmeye razı görünüyor. Türkiye şimdiye kadar Irak’taki PKK’ya yönelik yoğun hava saldırıları düzenlerken IŞİD’in henüz burnu bile kanamadı. --4. Çelişki-- Türkiye ile ABD’nin Suriye’deki çıkarları birbirinden farklı. Bölgede Türk/Osmanlı etkisini yaymaya dönük büyük planının bir parçası olarak Erdoğan kendisini Şam’daki Esad’ı devirmeye adamış vaziyette. IŞİD’in patlak vermesinden bu yana ise Erdoğan bu amacını sözde İran öncülüğünde Şiilerin canlanması karşısındaki mücadelede Sünni dünyasının savunucusu kisvesi altında saklıyor. Selefîleri alt etmek ikincil bir endişe. Aslında Erdoğan ve yardımcıları el Nusrayı bu girişimlerinde (küçük) ortakları olarak görüyor. IŞİD’e gelince; Ankara’nın somut desteği olmaksızın IŞİD’in gelişmesi ve beslenmesinin mümkün olmayacağı yönündeki savları kabul etmek konusunda sağlam bir zemin var. Türkiye adeta bir arka üs, dış dünyaya açılan bir kaçış ve erişim rotası işlevi gördü. Silahlar, savaşçılar ve para bu rota üzerinden aktı. Petrol buradan dışarı yayıldı. Sınır boyunda ve Türkiye içindeki birkaç hadise, Suruç saldırısıyla kesilen bu ilişkilerin gerilmesine neden olmuş gibi gözüküyordu. Ankara Türkiye içinde IŞİD’le bağlantılı kişilere yönelik bir gözaltı operasyonu düzenledi ancak bu kişilerin kim olduğuna ve de bu afişe edilen baskıların samimiyetine karar vermek oldukça güç. Gözaltına alınan yüzlerce kişinin pek çoğu (yani son sayıma göre 395 kişinin 356’sı) Kürt ve solculardan oluşuyor. Bunlar, seçimlerin bir sonraki turuna yönelik siyasi muhalefeti itibarsızlaştırmak ve zayıflatmaya dönük bir hamle için pekâlâ bir kılıf olabilir. Kürtlerin ağırlıkta olduğu Halkların Demokratik Partisi haziran ayındaki seçimlerde Erdoğan’ın AKP’sinin belirleyici bir yenilgi tatmasına ve çoğunluğunu kaybetmesine neden olmuştu. --5. Çelişki-- Daha temel -ve önemli- olan bir çelişki Obama’nın, KAS’ın ABD’nin Orta Doğu’daki çoğu politikasına etkin bir şekilde karşı çıktığı bir dönemde Suudi Arabistan Kralı Salman’a yaranmasıdır. Suudiler İran’ı kendi meşruiyetleri ve güvenliklerine yönelik olası bir tehdit olarak görüyor. Bu, onların dış politikasının merkezini oluşturuyor. Bu durumda Suudiler nükleer anlaşmasına sert bir şekilde karşı çıkıyor ve bunu Kongre’de önlemeye çalışıyor. --6. Çelişki-- ABD bir yandan Riyad, Ankara ve Kudüs liderlerinin dar gündemlerine boyun eğerken öte yandan da Orta Doğu’nun çok sayıda ve çeşitli çatışmalarında yapıcı bir etki sağlayamaz. Öncü güçler her zaman, uzun dönem istikrar olgusunu tercih etme algılarıyla uyumlu şekilde hareket etmelidir. Mantıken bu algı İslam’ın kolları arasındaki bir mezhep savaşını ve Riyad’taki gerici teokratlardan el Sisi’nin Mısır’daki ölüm saçan askerî diktatörlüğüne; Erdoğan’ın antidemokratik imparatorluk kuruntularından Kudüs’teki aşırı milliyetçi ve baskıcı yöneticilere kadar uzanan bir yelpazeye yayılan otokratların kucaklanmasını içermemelidir. --7. Çelişki-- Afganistan geri planda kaldı. Oysa hakikat bu statü kaybını haklı çıkarmıyor. 13 ila 15 bin asker süresiz olarak orada kalacak. Hava saldırıları devam edecek. Bu durumda Taliban ülke genelinde kazanımlar elde ediyor. Her türden milis güç kazanıyor. Görünen o ki ABD’nin Büyük Orta Doğu’ya ilişkin politikalarında karışıklık yaşanıyor. Siyasi her katmanda bariz çelişkiler bulunuyor. Ortada bir strateji yok. Yönetimin üst düzey yetkilileri ABD güvenliğine ilişkin tehditleri öncelik sırasına koyma konusunda bile anlaşmazlık yaşıyor. Başkan Obama ve John Kerry’ye göre IŞİD birinci sırada bulunuyor. Üst düzey askerî yetkililerimize göre ise birinci sırayı Rusya alırken IŞİD yalnızca dördüncü sırada bulunuyor. Elbette ki karışık tehditleri bir sıraya koymak akıllıca değil. Bu da Obama yönetiminin, konuların karmaşıklığıyla orantılı stratejik bir planlama yapma konusunda hazırlıklı olmadığını ortaya koyuyor.(Kaynak:Michael Brenner,The Huffington Post,ABD,03 Ağustos 2015)
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *